bir şair vardı, öğretmen

27 Haziran 2019

Kıbele'nin izinden

Macit CÜNÜNOĞLU










İstanbul insanı hem dövüyor, hem seviyor.
Ancak dayağı yaman, önce nemli havasıyla sersem ediyor...
Sonra nefesini kesip evden çıkartmıyor, aptal aptal oturuyoruz.
Neyse ki internet var, dünyaya açılan pencere.
Gönlümce geziyorum.
Favori coğrafyalarım soğuk ülkeler.
İsveç Norveç gibi, karlı manzaralarına baktıkça içim ferahlıyor.
İstanbul'un da serin köşeleri var.
Örneğin Boğaz kıyıları, Kavaklar ve Poyraz.
Adları üzerinde, Karadeniz rüzgârlarının sıkça estiği koordinatlar.
Hepsi cennet mekân.
Fakat yine de yaz günlerinde insan Anadolu'yu özlüyor.
Bolu dağının çam ormanlarını, Amasya'nın Boraboy gölünü,
Karadeniz yaylalarını.
Gidebilsem Cilo dağını.
Adım adım gezmek isterim buzul göllerini.
Kara kovanlarından bal yemek...
Kardelenler toplayıp tanrı Kıbele'ye sunmak...
Rüyaların en güzeli olsa gerek.

Bir de Anadolu var...
Uygarlığın beşiği.
Yakın zamanda keşfedildi Göbekli Tepe...
Tarihi M.Ö. Sekizinci yüzyıl.
Ateşten sonra, yazıdan önce.
Henüz tekerlek yok.
Ama dağlar, nehirler, ovalar yerli yerinde.
Fırat yine hüzünlü, kardeşi Dicle.
Kızılırmak, Sakarya, Yeşilırmak Karadeniz'e koşuyor.
Toroslar güneyin bekçisi, Ağrı dağı Ermenileri toplamış etrafına...
Van gölü kıyısında Akdamar kilisesini inşa ediyor.

Ve sahneye Türkler çıkıyor.
Yıl: 1071
Bizanslılarla Malazgirt'te cenk...
Kesin sonuç, İstanbul'a dayanıyor Orta Asyalılar.
Sonrası Selçuklu, Osmanlı derken...
Beştepe Sarayı.
Yani günümüz.
Merakla okuyorum tarihimi ve geçmişimi.
Acaba atalarım kim?
En sonunda buluyorum.
Kesinlikle çok memeli tanrıça Kıbele'nin soyuyum.
Öyleyse ne mutlu bana.
Asil ninem benim...
Emin ol, buluşacağız sonsuzlukta.

Hiç yorum yok: