bir şair vardı, öğretmen

13 Haziran 2019

Allı turnam...







"...eğer bizim ele varırsan,
şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle..."


Oldu bitti bu türküyü çok severim.
Sözleri, ezgisi yüreğime dokunur.
Çoğu kez de gözlerim nemlenir.
Elimde değil, belki de yaşlılığın doğal hâlleri.
Ancak duygusal olmaktan hiç pişman olmadım.
Daha doğrusu duyarsız olmak, katı olmak bana göre değil.

Evet, iki yıl görev yaptığım Görele-Zantara hakkında
peşpeşe iki yazı yazdım.
Anılar hafızamda öyle bir yer etmiş ki...
Unutmam mümkün değil.
Ayrıca yarmaça ateşinde pişen hamsiyi, turşu kavurmasını,
kara lahana çorbasını, ısırgan otundan yapılan yemeği...
Ve nimet saydığımız mısır ekmeğini...
Her birinin kokusu, lezzeti hâlâ gözlerimin önünde.

Köyün Aşağı mahallesinde otururdum.
Oda komşum Kadem'in babaannesi Hanife nine.
Yüz yaşına yakın.
Dünya tatlısı pamuk gibi biriydi.
O hâline rağmen kimseye muhtaç olmadan başı dimdik yaşardı.
Fakat o evde bir kış hatıram var ki, evlere şenlik!
O sene kar çok yağmıştı.
Sabah okula gitmek için kapıyı açtım...
O ne, bembeyaz bir duvar, gökyüzü gözükmüyor.
Çatıdan akan karlar dışarı çıkmama izin vermiyordu.
Tabii imdadıma her zamanki gibi Osman dayı yetişti.
Elinde kürek, bana yol açmakla meşguldü.
Gel de bu hatıraları hafızadan sil...
Yahu ben bilgisayar mıyım ki resetleneyim...
Olsa olsa çağa ayak uydurabilmek için formatlanabilirim...
Ki öyle yapıyorum.

Öyleyse devam edelim aktarmaya.
Akharman'daki okul inşaatı sürüyor.
İmece usulü kadın-erkek çalışıyoruz.
Sıra geldi çatıya beton dökmeye.
Şimdiki gibi vinç falan yok, kol gücüyle yapılıyor.
Ağaçtan "tezkere" denilen taşıyıcılar var.
Bir ucunda Turpollulardan iri yarı Ayşe abla, diğerinde ben.
Lakin ellerim nazik, kentsoyluyum ya...
Bir süre sonra avuç içime kan oturup açılmaya başladı.
Öyle bir acı hissettim ki, kimsenin göremeyeceği bir köşeye
çekilip ağlamaya başladım.
Tabii çok da utandım.
Uzaktan da Ayşe abla bağırıyordu: "Hoca, hoca nerdesin?"

En trajik olanını ise sona bıraktım.
Dersteyim, sınıfımın kapısı çaldı, açtım...
Karşımda Harun.
Eşi Trabzon'da hastanedeymiş, üç beş kuruş borç istedi.
Olsa dükkan senin demedim ama hakikaten cepte kuruş yok.
Gençlik işte, beş parasız öğretmenlik yapıyoruz.
Ne kadar utanç verici bir durum.
Bir süre sonra duydum ki Harun'un eşi ikiz çocuklarını
doğurup vefat etmiş.
Yüreğim yandı, aklıma geldikçe hâlâ etkisinden kurtulamam.
Çağırdım öğrencim Bakiye'yi...
Artık okula gelme, git kardeşlerine bak dedim...
Ve ilave ettim, diplomanı eve gönderirim.

İşte böyle dostlar, yaşadıklarımı sizlerle paylaşmaya çalıştım.
Sürçülisan ettiysem afola."
Zantara'ya da Allı turnamın kanatlarıyla binlerce selam yolluyorum...

...eğer bizim ele varırsan

şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle..."

Macit Hoca


Hiç yorum yok: