bir şair vardı, öğretmen

31 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
31/08/2014 09:15

                  Umutsuzca

A+
A-

Marguez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı başyapıtının öznesi insandır.
Duygularıyla, zaaflarıyla, hasretleriyle…
Meksikalıların macerası, sanırsınız öykü Anadolu’da geçer.
Bir tanıdık, bir dost…
Beyinsel kıvrımlarından taşan düşleriyle bizi bize anlatır.

Aslında “Yeni Dünya Düzeni” dediğimiz evrensel boyut insana koskoca bir
“yalnızlık” dayattı, fark edilemeyen, çarçabuk benimsenen.
Oyuncak vermeyi de ihmal etmedi…
Al sana internet, var biraz sen de oyalan!
Uyduk imama hesabı sanal dünyaya öylesine bir dalış yaptık ki,
maskelendi hayatlar, kavruldu ilişkiler, kurudu insanî derinlikler.
Bir bakış, bir ses, bir dokunuş; hepsi hayâl oldu.

Uzun yıllardır on dört daireli bir apartmanda yaşıyorum.
Ne selâm, ne komşuluk ilişkileri…
Boşa giden onca girişim, yılışmalar…
Heyhat, küçük dünyalar yaşam tarzı…
Bir telaş, bir koşuşturma; belli ki var olma gailesi…
Kapının önünden eksik olmayan fast-food araçları…
Sabahın köründe servis bekleyen minikler…
Yer bulunamayan otopark…
Tek bir gazetenin alınmadığı koşullar…
Sanki otel, resepsiyonu lobisi olmayan…
Ruhunda yalnızlık…
Gösterişli gençler, yaldızlı diplomalar…
Entelektüel enflasyonu, bense Diyojen kılığında insan arıyorum…
Ne tuhaf!

Anlıyorum ki,

Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok”


Kim bilir Aleaddin Yavaşça bu şarkıyı bestelerken neler hissetmiştir?
Bir dost kaybı, göçüp giden değerler…
Geriye kalan yalnızlık…
Bir türlü barışamadığımız yalnızlık…
Karanlık…
Sönen ışıklar, kayan yıldızlar, azalan insanlık!

Evet, çağımızda bir başka dönüyor dünya…
Sessiz, duygusuz, şiirsiz, şarkısız…
Sanal âlemde sevgisiz, aşksız koşuyoruz sonsuzluğa!
“Dur, dinle” diyen yok…
Çırpınıp duruyoruz kör kuyularda…
İçimizde yalnızlık, yüreğimiz kapkara…
Doğacak güneşi bekliyoruz…
Umutsuzca!

30 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
30/08/2014 08:21

           Kadrolu dalkavuklar!

A+
A-

“Ayaklar baş oldu” deyimi vardır…
Küçümseyen, aşağılayan bir bakış tarzı.
Bu tavrı ne benimser ne de gündelik hayatıma sokarım.
Lâkin büyük konuşmamak lâzımmış…
Şimdi ben de kullanır oldum…
Gerekçesi, eski-yeni Türkiye meselesi.

Efendim bir modadır gidiyor…
Dünü savunan, daha doğrusu iktidara karşı olan kim varsa eski Türkiyeli…
Eğer iktidar yanlıysanız, AKP yalakasıysanız yeni Türkiyeli!
Siyah&Beyaz, ortası yok, bu kadar basit.
Yani Tayyipseverler ülkemizde ilericiliği, devrimciliği…
Geri kalanlar da gericiliği, yobazlığı temsil ediyor!

Evet, ne günlere kaldık.
Bir yığın zevat televizyonlara çıkıp her gün kara propaganda yapıyor…
Hem de ciddi ciddi, geçmişten örnekler vererek!
“Hay başınıza M. Kemal kadar taş düşsün” demeniz de nafile…
Vur abalıya misali tek parti dönemlerine ait ne kadar günah varsa alayı
muhaliflerin boynuna…
Tabii halkta inanıyor, genç nüfus…
Ayrıca vatandaş doğru mu, yalan mı deyip tarihin sayfalarına başvuracak değil ya…
Ne ikram edilirse onu yiyor!

Bu konuda CNN’e takmış durumdayım…
Aydın Efendinin yegâne gururu dürüst, tarafsız(!) haber kanalına…
Şirin Payzın kızımızı onca sevmeme rağmen kadrolu iki yorumcusu var
Biri Vatan yazarı Hüseyin Yayman, diğeri Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi
Sizleri bilmem ama bendeniz tahammül edemiyorum!
Her akşam, her akşam; yetti gari…
Bir iktidar, bir lider bu kadar mı sevilir?
Adam yellense kimyasında hikmet arayacak kadar işi ileri boyuta taşımışlar…
Anlıyorum; Şamil’in, Metiner’in izinden kontenjan sırasına girmişler…
Fakat bizlere de yazık değil mi?

Her ikisi birden kokuşmuş ayakları savunuyorlar…
Pırıl pırıl aydınlık düşünce sahipleri tu kaka…
Hırsızlar, rüşvetçiler baş tacı!
Üstelik milyonların gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar…
Yandaş kanallarda ötseler dert değil…
Sanki CNN babalarının sarayı…
Şirin gibi şirinlik abidesine rağmen Cumhuriyet değerlerine nefretlerini kusuyorlar!

Tamam, Aydın Doğan’da havuzcu olmuş…
Özdil gibi bidon kafalıların icabına bakmış…
Hepsine eyvallah…
Ancak bu işlerin yarını da var!
Ayrıca gönül işleri Trump Towers açılışına benzemez…
Bir yanında RTE diğer yanında ABD
Efendi, efendi biz halkız, devrimciyiz, M. Kemal’iz…
Bakma kirli ayaklara verdiğimiz desteğe…
Yarın başız, soğan başı değil canım…
Hele bir kurultayımız sonlansın…
Geliyoruz zincirleri kıra kıra, kadrolu dalkavukların tepesine vura vura!

28 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
28/08/2014 11:10

          Karanlığın içinden

A+
A-

Davasına “hareket” diyor seçilmiş Sultan, “aşkım” diyor…
Köşk yolcusu, partililerle vedalaşıyor!
İdeolojisinin kökleri Cumhuriyet’in kuruluş yılları…
Boşalttığı koltuğu müridine devretmiş…
Ne saadet ne huzur, artık her yerde!
330 milletvekilinin ruhuna sinmiş, âdeta “Meclis”
Fiilen Başbakan, fiilen yargının başı…
“Görecek günler var daha.”
Yasama-Yürütme-Yargı harmanlanmış…
Yarınlarımız başkanlık sisteminin ötesinde…
Deyin ki 21’inci yüzyılda Ortaçağ, derebeylik…
Oh ne âlâ…
Yakışır ülkeme, Neo-Osmanlılık hayâllerine kapılıp sürükleniyoruz sonsuzluğa!

Evet, bu günlere tesadüfen gelinmedi.
Yüzde 52’lik “millî irade” de gökten zembille inmedi.
Yaşadıklarımız bilinçli bir projenin ürünü.
İlmek ilmek örülen, adım adım ilerleyen.
64 yıllık sağ politikaların taçlanmış hâli, zirve.
Ayrıca ülkemizde eksen meksen kaymadı…
Çürümüş düzen işin asıl sahibine topyekûn teslim edildi!

Ya sonrası?
CHP, Kurultaylar umut mu?
Hiç sanmam, başta da belirttiğim gibi “hareket” diyor Sultan…
Öyle üç beş günlük değil…
Hele hele kişiye, gruba endeksli hiç değil.
Başı sonu sınırları belirlenmiş disiplin.
Fıtratında muhafazakârlık, siyasal dincilik, arabesk kapitalizme dayalı sömürü…
Mayası kuran kursları, imam hatipler, tarikatlar.
CA’lı hücreler gibi, her geçen gün çoğalan, sayıları yirmi milyonları aşan…
Henüz meydanlara inmemiş, zar zor zapt edilen palalı kefenli zihniyet…
Ve ülkeyi bekliyor karanlık gelecek!

Peki, ne yapmalı?
Kısa vadede “hiç”
Bir tarafta yükselen Kürt, diğer tarafta Türk milliyetçiliği…
Arada derede sıkışmış modern laikler…
Malı götürmüş dinciler…
Solcular mı?
Sahi, o ne ki?

Kendi adıma bendeniz manzarayı seyrediyorum…
Zaman zaman ti’ye alarak.
Çünkü gidişat yürek kaldıracak türden değil…
Can sıkıcı, tansiyon yükseltici!
Tek çare sanatın şefkatli kollarına sığınmak…
Şiirin mısralarına, edebiyatın satırlarına, müziğin notalarına…
Elimde ud, vuruyorum tellerine…
“Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin…” şarkısını mırıldanarak…
Ve Tayyip’e inat gülümsüyorum ağlanacak istikbâlimize…

Evet, umut her daim yüreğimizde…
Sımsıcak, taptaze…
Sarılıyorum ona, sevdayla aşkla, hiç ayrılmamacasına!
Varsa aklınıza gelen başka bir çare…
Haykırın, haykırın ki duyalım…
İkna olursak peşinden koşalım değerli dostlar…
Şimdilik kalın sağlıcakla.

27 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
27/08/2014 10:42

      Tarihin penceresinden

A+
A-

“Nazi İmparatorluğu”
“Doğuşu-Yükselişi-Çöküşü”


Yazarı William Shırer, Ağaoğlu Yayınevi tarafından üç cilt olarak
1968 yılının Temmuz ayında ülkemizde yayımlanmış.
Genç bir öğretmen olarak birkaç ay sonra alıp okumuştum.
İzlediğim onca ABD yapımı savaş filminin senaryolarını hatırlıyorum,
göstere göstere gelen büyük felaket!
Hem de seçimle, sandıkta; Alman “millî iradesi” Hitler denilen bir
manyağın peşine düşmüş…
Ki o halk o devirlerde yeryüzünün en gelişmiş toplumu…
Felsefede, sanatta, teknolojide…
Lâkin tarihsel gaflet veya büyük yalan…
İnanmışlık, ırkçılık ve ne kadar insanlık dışı ideal varsa tekmili birden
Almanların trajik hikâyesi olmuş…
Sonuç: İnsanlık tarihinin gördüğü en korkunç savaş, 50 milyon ölü,
bir o kadar da yaralı!

1999 yılında Dachau’yu gezmiştim, Münih yakınlarında…
Nazi Almanyasının ilk toplama kampı.
33’de kurmuşlar, dünyanın gözleri önünde, 30 bin kapasiteli.
Başlamışlar Yahudileri, komünistleri, sosyal demokratları çalıştırmaya…
İşi biteni krematoryumlarda yakmışlar.
Vahşet dorukta, yüreğim kaldırmadığı için çoğu bölümüne giremedim…
Ayrıldığımda ince bir yaş süzülüyordu gözlerimden…
İnsan olmanın utancını yaşayarak içimi derin bir hüzün kaplamıştı…
Aklıma geldikçe hâlâ aynı duyguyu yaşarım…
Hafızama nasıl nakşetmişse; lânet okurum ırkçılığa, siyasal dinciliğe ve
insanlık onuruna düşman zihniyete!

Evet, Nazilerin kanlı serüveni 12 yıl sürdü.
Siyasî tarihte hem kısa hem uzun süre.
O süreci ancak yaşayanlar, tanık olanlar, bir de hissedenler anlayabilir.
Yeter ki duyarlı bir yürek taşınsın, namuslu bir bilinç olsun…
Yoksa nafile…
Ortaya çıkar sevgili Yıldız Tilbe gibi nefretinizi kusarsınız:
“Eline sağlık Hitler, az bile yapmışsın!”

Ne hoş tesadüf(!), bizim sultanımızın da 12 yılı bitmek üzere…
Yalnız biz Alman milletinden daha insaflı daha vefalıyız!
Tanrının lütfunu köşke gönderiyoruz…
Doyamadık tadına, yürüyüşüne, endamına…
Bi beş yıl, bi beş yıl daha…
Yaşadıklarımız, yaşayacaklarımız sanırsınız Asr-ı Saadet!

Neyse ki sultanımızın boşalttığı koltuklar emin ellerde…
İstanbul’da Kadir Abi, Ankara’da Davutoğlu…
Devletin en tepesinde “O”
Tanrım tek çare sana sığınıyorum, lütfen bu hakir kuluna sabırlar nasip et!
Bir de yalvarırım elimi kolumu bağla, çenemi de tutmamı sağla…
Emin ol artık dayanamıyorum…
Çıkacağım Pensilvanyalının huzuruna…
El etek öpüp darbe yapmasını arz edeceğim…
Ve ilâve edeceğim: “Madem hırsızların peşine düştün, 17 Aralık’tan
bir b.k anlamadık, kışlamızın kepenkleri de kapalı, tek umudumuz sensin,
lütfen yola devam!”


Bu arada; sahi ben yazıyı neden yazdım, bilhassa Hitler’i…
Neyse, şimdi Büyük Kongre’ye gidiyorum…
Dönüşte görüşürüz!

26 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
26/08/2014 11:57

            Yeni umutlar

A+
A-

DP – AP  – AKP

Evet, sıraladığım dört parti karşısında CHP sürekli yenildi.
Ara dönem ürünü ANAP’ı da sayarsak Türkiye’yi son 64 yıldır
sağ partiler yönetiyor.
CHP’nin topu topu 27 yıllık mutlak iktidarı var (1923 – 1950).
O da Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde.
Yine de ağır eleştiri bombardımanından kurtulamıyor.
Doğaldır, çünkü bir ülkeyi yeniden inşa etmek kolay değil.
Ne kadar çok sevap, o kadar çok günah var.
Nerden baktığınıza bağlı, daha açıkçası niyet meselesi…
İyiyi güzeli de görebilirsiniz, kötüyü fenayı da…
Yeter ki düşünsel namus korunsun!

Gelelim günümüzdeki CHP’ye, Kurultay arifesinde sancılar çeken partiye.
Kimlerin gönlünde ne aslanlar yatıyordur?
Tahmin edebiliyorum, yakın tarihte milletvekilliği seçimi var.
Seçmenin tanıdığı kontenjan 100 (yüz) civarında.
Kulisler, otel lobileri şimdiden nasıl da kızışmıştır?
Fakat CHP ne zaman ki solcu oldu…
Yıl: 1965, üstelik bir gecede!
İşte o gün bu gündür öylesine önemler atfettik ki…
Sınıf partisi yaptık; işçinin, yoksul köylünün, küçük burjuvanın,
beyaz yakalıların yegâne temsilcisi ilân edip âdeta militanı gibi çalıştık!

Hâlbuki kapanmaya yüz tutmuş partiye “solculuk” can simidi oldu.
Büyük kitleler inandı, yetmişlerde yüzde 42’yi gördü.
Bünyesinde o kadar çok sağ görüşlü siyasî barınıyor ki…
Şimdilerde yolgeçen hanı, güya liberal Aygünler, Tayanlar parti içinde
demokrasinin vazgeçilmez figüranı, yerseniz!
Kısaca çok seslilik hâkim…
Tek eksik “ilke”, “rota”
AKP düşmanlığı üzerinden ilerliyor tarihin çöp sepetine!

“Müthiş final ne zaman?” derseniz…
Eminim ki ilk seçimde çökecek, başında ister İnce ister Kılıçdaroğlu olsun.
Eli kırık, vicdanı sızlayan seçmen artık CHP ile hesaplaşmak istiyor.
Çünkü yorgun, çaresiz, en önemlisi de kızgın.
Ekmelettin sendromunu atamamış üzerinden.
Hele Sultan efendinin önlenemez yükselişi…
Afrası, tafrası, şımarıklığı iyice çileden çıkartıyor.
Ne de olsa Beyaz Türk…
Damarlarında dolaşan kan asil!

Peki, çöküş sonrası bizler kına mı yakacağız?
Asla, yeryüzünde ışık çok…
Derhal yeni güneşlerin keşfine çıkacağız…
Zaten yenilmişiz, gözümüz kara, zincirlerimizden başka kaybedecek
çok şeyimiz de var…
Koşacağız yeni umutlara!

25 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
25/08/2014 08:57

      Kurultaya giderken

A+
A-

Muharrem İnce:
“Başkan seçilirsem CHP iki dönem sonra kesin iktidarda” diyor.
Sihirli formülü nedir?..
Henüz açıklamış değil ama sekiz yıl kısa bir süre değil.
Olsun, yine de hayâl kurmak hoş bir duygu…
Bu gazla AKP iktidarına birazcık daha dayanır, direniriz!
Ne de olsa bin yıl yaşayacağız…
“8 yıl” nedir ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçer!

Şu CHP’liler ömür valla.
Mihrap yıkılmış minber yerinde bir partinin güzide elemanılar!
Muharrem’in aklına isyanı kim soktu bilmem…
Daha düne kadar Kemal abisinin yanında kuzu kuzu oturuyordu…
Birdenbire bayrak açıp isyan etti?
Evet, ben de biliyorum…
N’olduysa oldu, kafa yormaya değmez…
“CHP’dir, ne yapsa yeridir” deyip gülüp geçmek lâzım…
Ama kayıtsız kalamıyor insan.

En son Süheyl Batum’u izledim, sıcak yuvası Ulusal Kanal’da…
İnce’yi destekleyip döktürüyor ve saçmalıyor.
Efendim, faşizme karşı ilk direnen Fransız komünistleriymiş…
Bu nedenle de ulusalcılık önemli bir ilkeymiş…
Dolayısıyla sınıf mücadelesinden süzüle süzüle gelen her “sosyal demokrat”
milliyetçiliği sonuna kadar savunmalıymış!
Üstelik bu şahıs Fransa’da okumuş, öyle söylüyor…
Ancak hayata Fransız kalmış, haberi yok!

Canım benim, Anayasa profesörü olmak başka bir şey…
Tarih bilincine ulaşmak bambaşka…
Sen ki hasbelkader bu partiye milletvekili oldun, iyi de ettin…
En azından hoca görünümlü asker kafandan öğrencilerin kurtuldu!
Yürü git; Genel Kurmay önüne mi, AYM önüne mi mendil açarsın…
Veya yeryüzünün en orijinal solcusu Perinçek’in tarikatına mı katılırsın…
Yeter ki git, uzak dur CHP’den, İnce desteğinden…
Ayrıca bizler Muharrem’i senden daha çok severiz…
Bir kere halk adamıdır, mizahı güçlü kıvrak zekâlıdır…
Kısaca gönüllerin sultanıdır.
Yakışır CHP’ye, bilhassa Grup Başkanvekili olarak…
Ah Muharrem ah, sen yok musun sen…
Nasıl uydun bu ukala takımına?

Neyse, yazmayalım diyoruz ama duramıyoruz.
CHP’de malzeme çok, ayrıca kaşınıyor.
İyi ki bu partinin üyesi falan değilim…
Yoksa bu kadar özgürce sallayamazdım!

Dolayısıyla bu ülkede iktidar bi tuhaf muhalefet ayrı bir tuhaf…
“Zıtların birliği” prensibine de uymuyor.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali al birini vur öbürüne!
Lâf aramızda Baykallı devirleri de özledim…
Azcık aşım gailesiz başım…
Ne iktidar hedefi ne mücadele vardı…
Yüzde yirmi çantada keklik…
Öyleyse bizler de sürüye katılıp “Çok yaşa Tayyip” diye haykıralım mı?
Çünkü bin yıl daha iktidarda!

24 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
24/08/2014 10:39

        Kararmasın yürekler

A+
A-

Su gibi akıp giden yıllar…
Çocukluğumuzda Menderes’le tanışıp kapalı toplumun derin izleriyle büyüdük.
Gençlimizde Demirel vardı, düzene karşı isyanı yaşayıp öğrendiğimiz…
Sevda bir tarafa, devrim ateşiyle yanıp tutuşmuştuk…
Ve uğruna nice canlar feda ettik.
Asker postallarıyla yoğrularak Ecevitli yıllara kavuşmamız gecikmedi…
Artık olgunlaşmıştık, milletvekili olacak kadar gözümüz açılmıştı!
Lâkin örgütlüydük, solcuyduk, emekten yanaydık.
Kavgamız kutsaldı, burjuva demokrasisiyle işimiz olmazdı!
Er ya da geç toplumcu mücadelemiz hedefe ulaşacaktı.
Olmadı, ülkeye faşizm geldi.
Piyasaya Özal çıkmıştı, halka orta direk üzerinden zenginlik vaat ediyordu.
Gene direndik, illegal de olsa çalışmaya devam ettik.
Fakat duvarlar yıkıldı, Uluslararası Sosyalist Sistem çöktü…
İşsiz kalmıştık, ideolojimiz yenilmişti, her birimiz beyinsel travma yaşıyordu…
İmdada bireycilik yetişti, çağa uyum sağlamak için “ben” demeyi öğrenmeliydik…
Ve öğrendik, öyle ki en yakın dostumuzu satacak kadar!

Bütün bunlar aklıma nerden mi takıldı?
Üç beş gün önce doğum günümdü, çocukluğumuzda hiç hatırlanmayan…
Torunlarım geldi, ellerinde bir pasta…
“İyi ki doğdun Dede” diye bağrışıyorlar!
Duygulanmamak elde mi, ister istemez gözler nemleniyor…
Ve insan fark edilmenin doyumsuz keyfini yaşıyor!

Ne kuşakmışız be…
Yokluktan konformizme trajik bir yolculuk…
İç giyimler termal, ayakkabılar ortopedik…
Gözlükler Ray-Ban, arabalar hidrolik direksiyon…
Klimalar püfür püfür, cd çalıyor Veysel’den…
“Uzun ince bir yoldayım…”

Evet, bir solukta geçti o güzelim yıllar.
Yine de sorgulamak lâzım, onca hasrete rağmen dün mü mutluyduk,
yoksa bugün mü?
Ki hava alanlarımız, duble yollarımız var…
Hastane, eczane önlerinde kuyruklarımız yok.
İyi hoş da niye huzursuz, sıkıntılıyız?
Korkumuz şeriat tehlikesi mi?
Hiç sanmam, çünkü kapitalizm denilen bu ahlâksız düzen kısa vadede yıkılmaz…
Zaten şu anda da yerine koyacak namuslu bir alternatif yok!
Sistem dinciyi de, tarikatçıyı da, cemaatçiyi de besliyor, beslemeye de devam edecek…
Yeter ki tekerine taş koyan olmasın!

Öyleyse bir süre daha kendimizi koruyarak hayatı sürdüreceğiz…
Ta ki parantez kapanana kadar!
Mümkünse sanatla; okuyup yazmak, gezip görmek işin en tatlı tarafı…
Başka çare yok, “it ürüyecek kervan devam edecek”
Varsın memleketi onlar yönetsin, onlar hükmetsin karanlığa…
Işık bizde, beynimizde olsun, hiç kararmasın yaşadığımız sürece ve yarınlarda!

22 Ağustos 2014

Er kişi niyetine!

Macit CÜNÜNOĞLU
22/08/2014 10:09

     

A+
A-

Yıl 1979
İran ayaklanmış, Humeyni’yi karşılamaya hazırlanıyor.
Diktatör Şah tüymüş, devrim bütün hızıyla egemenlik peşinde…
Ve beklenen lider geliyor, milyonlar ayakta.
Yeni umutlar, dinsel ideolojinin ışığında ilerliyor toplum.
Gecikmiyor intikam rüzgârları, kuruluyor idam sehpaları.
Sorgusuz sualsiz asılıyor binler ve komşumuz topyekûn karanlığa teslim oluyor.
İktidarda mollalar, devletin adı İslâm Cumhuriyeti.
Demokrasisiz, seçimsiz ama fark etmez, sandıklısı bizde…
Mühim olan millî irade, düşerse bir mollanın peşine…
Ne hukuk tanır ne insan hakları…
Kaynağı kutsal kitap, yakıp yıkıp geçer…
Artık her yer Sivas’tır, koyu bir şeriattır!

İnsan aklı, takılıyor işte…
Nereden nereye geldi Türkiye?
Bir molla bir mollayı seçti!
Devir teslim törenindeki kalabalığa bakıyorum, koyun misali biat etmişler.
Su sızdırmıyor testi, hükümdarları her zamanki gibi gururlu kibirli.
Yarışma heyecanı yok, rekabet yok.
Tek yumruk tek ses!
Aslında manzara insanlığın yüz karası.
Ama ne yaparsınız, bazılarına göre üstün siyaset.
Hatta “İleri demokrasi”, “Yeni Türkiye”.
Derinden duyulan ılıman şeriatın ayak sesleri…
Alkışlarla selâmlıyoruz mollalar düzenini.
Merhaba Galilleo
Sahi, “Dünya dönüyor” değil mi?

Evet, giderek tek boyutlu ülkeye dönüştü ülkemiz.
“Ya bizdensin, ya bizdensin”.
Boş verin CHP’yi, onlarınki kuru gürültü.
Elde tencere tava, kurultay aç kurultay kapa.
Etkisiz güç, maksat dostlar alışverişte görsün.
Tanrı böyle muhalefeti her daim sevdiklerimize nasip etsin.
Duayla olacak değil ya, bakarsınız rast gelir.
İşte o zaman bizde katılırız paralel kenardan sürüye, mollalar nizamına!

Yine de “bir musibet bin nasihatten iyidir”
Bence Davutoğlu Başbakanlık makamına yakıştı.
Bir de Bülent Arınç getirilseydi, ağlardık istikbâlimize.
Ya Yiğit Bulut, başdanışman taifesinden…
Saç yok, başımız kel…
Madem rol model, jöleleri sürerdik kıçımıza!

Şaka bir yana, tarihin en karanlık sürecine girdi Türkiye…
Çiçeği burnunda patron rahat duracak değil ya?
Düşecek varlığını hissettirip ispat derdine…
Dalacak Ortadoğu’ya, sanki hiç bulaşmamış gibi…
Mısır, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Gazze derken…
İsrail önlerinde nedamet getirip iki rekat namaz kılacak Mescid-i Aksa’da…
Ricat eden er kişi niyetine!

21 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
21/08/2014 11:58

       Sessiz yolculuklar

A+
A-

Eskiler “Ağustos’un yarısı yaz yarısı kış” derler…
Ne kadar da doğru, bunaltıcı sıcaklar gitti, yerini tatlı bir serinlik aldı.
En azından İstanbul için.
Öyleyse gezme vakti, bir an önce yollara düşmeli…
Bekle beni sevdanın şehri, geliyorum!

İnsan yaşadığı kentle bütünleşince âdeta sevgili gibi oluyor.
İllâ göz göze gelip temas edecek.
Duygusal buluşmalar; vapur dumanları, martıların kanatları ve deniz…
Şadırvandan akan suyun sesi, bulutlanmış gökyüzü…
Kuzeyden esiyor rüzgâr, el sallıyor Sonbahar…
Kucak açmış, davet ediyor…
Bekle beni hazan mevsimi, geliyorum.

İlk kez görürcesine kayboluyorum Samatya’nın dar sokaklarında.
Kadırga yine kırık dökük, kiliseler yalnız, kapanmış kapılar…
Ne gelen var ne giden, yüreğimde bir şarkı…
Belki rüya, belki hayâl…
İçimde yaşıyor Rembetiko…
Mırıldanıyorum sessizce, “Ödemiş’in kavakları, dökülür yaprakları…”
Yanı başımda sur dibi, esrarın şarabın içildiği mekânlar…
Mahalle kahvelerinde insan sıcaklığı…
Dimitri, Agop tarih olmuş…
Çay elli kuruş…
Sohbetlerin konusu biraz Tayyip biraz yarınlar…
Unutulmuş dün, yakında kurulan pazardan bağrışmalar duyuluyor…
Yarı Türkçe yarı Kürtçe…
“Pembe domates üç lira!”

Dünya yıkılsa İstanbul’un umurunda değil…
Bir koşuşturma, bir hengâme.
Yakışıyor bu kente kaos, sanki bütün memleket burda.
Resmî rakamlar on beş milyon…
Kim bilir, belki yirmi!
Kayıt dışı yaşamlar; Afrikalı, Asyalı…
Taşı toprağı altın…
Sanki Amerika…
İtibarlı ülke değiliz ama varsın olsun…
Daima açık koskocaman bir gönlümüz var…
Yeryüzünü kucaklayan!

Cankurtaran molasındayım, Erol Taş’ın kahvesinde.
Elimde tömbekili nargilenin marpucu…
Duvarlar Yeşilçam, kimler yok ki?
Başrolde “Kötü Adam”
Belgin Doruk, Ayhan Işık figüran…
Ne de olsa ev sahibi!
Kahramanımız sonsuzlukta, komşusu Ahırkapı Feneri…
Dimdik ayakta, ışığı güneşe karışmış…
Selâmlıyor gemileri…
Hayat da bir yolculuk değil mi? 

20 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
20/08/2014 09:27

            Evlilik ve CHP

A+
A-

Onsuz da olmuyor onunla da!
Bilmem katılır mısınız, CHP bağımlılığımız çökmüş evliliklere benziyor.
Öyle bir çift düşünün ki evrak üzerinde epeyce eski.
Ancak arada ne saygı kalmış ne sevgi.
Herkes birbirini “ölse de kurtulsam” diye gözlüyor.
Tek ortak paydaları çocuklar, onların hatırına katlanmalar…
Geçimsizlik ayyuka çıkmış, düşmanlık için yüzlerce bahane…
Buna rağmen taraflar mahkemeye başvurup özgürleşmeyi aklına bile getirmiyor.
Her gün kavga niza, bir nevi kronik hastalık…
Hani derler ya “ömür törpüsü”, evlilik mi evlilik, işte o türden!
Acınası ortamlar, ama yine de sürüp giden mutsuz hayatlar…
Toplumumuz da, yakın çevremizde böyle dünyalar o kadar çok ki…
Çürümüş, ruhen parçalanmış, iletişim pınarları kuruyup çoraklaşmış…
Ah insan, ah insan…
Sen nelere kadirsin?
Cenneti cehenneme çevirmekte ustasın…
Hâlbuki akıp gidiyor nehirler, farkında mısın?

Evet, CHP deyince ilk aklıma gelen cadı kazanına dönüşmüş hâli…
Bugün değil, belki kuruluşundan beri…
Hatta yarınlara.
Sanki birileri beddua etmiş, geçmişin ahı dolaşıyor üzerinde.
Âdeta müflis tüccar, tarihsel miras üzerinde ayakta durmaya çalışıyor.
Yazık, çok yazık ama ne yaparsınız; eldeki malzemenin naturası böyle.
Fakat ne gariptir izlemeye devam ediyoruz.
Bazen kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki, gören CHP’nin resmî temsilcisi sanır…
Hâlbuki imam nikâhlıyız, sırtımızda yumurta küfesi yok…
Gel gör ki, biz ayrılamayız!

Aynen çivisi çıkmış evlilikler gibi…
Sayar, söver, katlanır, tıpış tıpış oy veririz!
Demek ki sorun yalnız CHP’de değil bizde de!
Tatlı bir mazoşistlik durum; asla umudumuzu yitirmeyiz.
Olsun, o ki tarihtir, antikadır, ülkemizin kurucusudur.
Yüz yaşına yaklaşmıştır, seçmen kontenjanından yüz otuz milletvekilini
parlamentoya taşır, üç beş belediyeyi de kapar…
Sarsılmaz teminattır, milliyetçidir, laikliğin yılmaz savunucusudur.
Bir türlü ilerici demokrat olmayı beceremese de gönülden bağımlıyızdır.

Bu arada birkaç kez bölünme tehlikesi de geçirdi
Ancak ayrılanlar bağrına taş basıp geri geldi.
Belki ünlü Türk büyüğü Baykal’ın dayanılmaz cazibesindendir!
Ne de olsa İttihat Terakki’den miras…
Partinin vazgeçilmez manevî lideri…
Varlığı hizipçiliğin keskin adresi…
Kurultay kulislerinde saman altından su yürütmeyi ustaca gerçekleştiren siyasî…
Bugün İnce yarın Sarıgül olursa şaşmamak lâzım…
Aslında bu türler AKP’de olsa, ne iktidar kalır ne saltanat!

Ah Kılıçdaroğlu ah!
İyisin hoşsun, çelebisin çalışkansın…
Lâkin tek bir hatan var, kusura bakma ama vakti zamanında Baykal’la boşanacaktın…
Emin ol, en büyük mahkeme halkımızın huzurunda şahidindik…
Nafaka niyetine milletvekilliğini bahşettin, hâlbuki o bir Brütüs…
En yakın dostlarını kariyerist tutkularına kurban eden şahsiyet…
Şimdi mi fark ettin?

17 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
17/08/2014 09:24

          Hayat film olsa...

A+
A-

Dün gece kadrosu aşkına Amerikan yapımı (1984) “Falling in Love” adlı
bir film izledim.
Sıradan bir senaryo, başrollerinde Meryl Streep ile Robert De Niro var.
Konusuna gelince, iki evli yabancı rastgele karşılaşıp birlikte zaman geçirmeye
başlarlar ve ilişki bir süre sonra aşka dönüşür…
Sonrası malûm; yıkılan evlilikler, inişler çıkışlar, duygusal sahneler…
Keyif aldım ve Oscar’ı falan bir kenara bırakıp iki güçlü oyuncunun basit
bir filme nasıl da derinlik kazandırdığına tanık oldum.

Kel alâka ama aklıma 12 Eylül süreci geldi, Cunta’nın kahraman beşlisi(!)
Sıkça arkadaşlar arasında konuşup “keşke Darbecilerin başı Jandarma Genel Komutanı
Sedat Celasun olsaydı”
derdik…
Nedenine gelince adam tipsizlikten kaybediyor…
Ayrıca nutuk mutuk atmak O’na göre değil, racon kesmede “Netekim Paşa”nın
eline su bile dökemez…
Niyetimiz halkımızın Cunta üzerinde nefretini sağlamak!
Gerçekleşmedi ve hayâllerimiz suya düşüp 12 Eylül Anayasası
yapılan referandum sonucu yüzde 92 ile kabul edildi.

Demem o ki, hayatın her alanında rol alan oyuncular önemli.
Örneğin siyaset, ülke yönetiminden sorumlu tepe yöneticilerinden söz ediyorum.
İlk aklıma gelen İdris Naim Şahin, eski İçişleri Bakanı…
Keşke kalsaydı, ne hoş adamdı!
Halefi Muammer Güler, bence bulunmaz Hint kumaşı…
Lâkin kader utansın, paragöz mahdumun muzurlukları sonunu getirdi.
Aynı şekilde Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu…
Müstesna varlık, Sultanımızdan sonra ülkemizin başındaki en değerli şahsiyet!
Yalnız O diğerlerine benzemiyor, şimdilerde Başbakanlık yolunda hızla ilerliyor…
Eğer bir kaza olmazsa bugün yarın koltukta…
Ve arkasında uluslararası onlarca başarı, komşuluk ilişkilerinin yüz akı…
Sıfır sorunu eksiye dönüştürme ustası, âdeta arı kovanındaki çomak…
Daha neler neler, burada sıralayamayacağımız kadar çokça referans!

Açizane bendeniz arkasındayım ve canıgönülden destekliyorum…
T.C.nin iki numaralı makamına yakışır.
Madem Sedat Celasun’u Cunta’nın başı yapamadık, diplomasinin karakter
oyuncusu Davutoğlu Ortadoğu’nun yeni lideri neden olmasın?
Düşüncesi bile müthiş, şimdiden heyecan sardı…
Suriye, Irak çiçeği burnunda eyaletlerimiz…
Lübnan, Ürdün çantada keklik…
Mısır yeniden Hidivlik statüsüne kavuşmuş…
İran kadim dost…
Suud, Katar kanka…
Eee, ne kaldı geriye?
İsrail mi?
Hadi canım, varın gidin işinize…
O daha dünkü çocuk…
İki Osmanlı tokatı, anında kesilir sesi…
Ayrıca her Cuma Kudüs’teyiz, Mescid-i Aksa’da namaz kılacağız…
Netanyahu “yahu ne işiniz var burda?” diyemeyecek…
Gelen Ahmet Davutoğlu’nun ayak sesi!

Evet, iyi pazarlar değerli okurlar…
Keşke hayat hep film olsa, iyi oyuncular rol alsa…
Biz de zevkle izlesek, utanmasak insanlığımızdan…
Ne dersiniz?

16 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
16/08/2014 08:48

      Diktanın gölgesinde!

A+
A-
Yılmaz Özdil sansürlendi!
Kim tarafından?
Kim olacak canım, elbette patronu Aydın Doğan tarafından!
Hani şu iktidar başının hiç haz etmediği Merkez Medyası’nın
vergi rekortmeni sahibi…
Son yirmi yıldır gücüne güç katan, her devirde saltanatını sürdüren
ünlü işadamı!
Gümüşhaneli, başlarında kızları veya damatlarının bulunduğu
onlarca şirketi var.
Bazı yazar-çizer takımı O’na “baron” diyor, haklılar, çünkü işi gücü
hükümetlere ayar verip devletle iş yapmak…
İhale kapmak, özelleştirmelerden parsa toplamak!

Aslında Yılmaz Özdil’i izlerim ama hiç sevmem.
Nedenine gelince, memleketi Beyaz Türkler’den ibaret sanması…
Aynen gazetesi Hürriyet’in o meşhur logoso gibi:
“Türkiye Türklerindir”
Ve bu zihniyetle Anıtkabir’e sığınıp her gün döşenir;
kendisi gibi düşünmeyenlerin ne bidon kafası kalır ne insanlığı…
Milyonlarca muhalif vatandaşın hislerine tercüman olur…
Âdeta öfkeli kalabalıkların yılmaz sesidir, okuyucu rekorları kırar…
Sosyal medya paylaşımlarında Mevlâna’dan sonra ikinci gelendir…
Facebook, Twitter onunla açılıp onunla kapanır…
Kısaca basının fenomenidir, Ertuğrullar Ahmet Hakanlar
Haydar Dümenler eline su dökemez…
Tek rakibi Bekir Coşkun’dur…
O da köşe gezginidir, en son Sözcü gazetesinde görülmüştür!

Peki, ne yazmıştı Özdil, niçin engellenmişti?
İnternet dünyasında yazı anında yayınlandı ama olsun…
İlk vurgunu yemiş oldu!
Yazdığı da ironik önermeler…
Örneğin “Bilal Erdoğan başbakan olsun” diyor…
Ne var bunda, ileri demokrasi koşullarında hiç hoşgörü yok mu?
Ayrıca yanlış mı, yersiz mi?
Yürütmenin icraatlarında başrol oynayan delikanlı bu değil mi?
Ah canım ülkem…
Yılmazım kırk yılın başı doğruları işaret etti…
Gör başına neler geldi?

Evet, Özdil’in yaşadığı ne ilk ne son…
Sansürlemeler Başkanlık Sistemi’nin ayak sesleri…
Bir nevi istibdat, artık diktanın nefesi ensemizde, aman dikkat!
Patronlar hizaya girmiş tek tek, başta TÜSİAD…
El pençe divanlar, gözler yüce makamda:
“Padişahım çok yaşa” diye haykırıyorlar!

Yine de enseyi karartmayalım…
Karşımızda bir lider manzarası, ibretlik…
Kötü örnek, toplumun seviyesini daima düşüren…
İşvereni, emekçiyi kendine benzeten…
Tek tip insan yaratma projesinin peşinde koşan dinci kahraman(!)…
Çıksın bakalım köşke…
Kucak açsın cümle âleme…
Onun dünyasında namuslulara, vicdan sahiplerine yer yok…
Alsın yanına aydın doğan dönmeleri…
Biz yola devam…
İstikâmet ışık, aydınlık, güneş…
Gün gelecek ateşimiz karanlığı boğacak!

15 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
15/08/2014 10:09

  Siyasetin dayanılmaz incelikleri!

A+
A-
Ben demiyorum Einstein diyor:
“Hep aynı hatayı yapıp farklı sonuç beklemek aptallıktır.”
Kaçıncı, sayılarını unuttum, gerçekten kaçıncı?
Kimden söz ettiğim anlaşılmıştır…
CHP’den, satsan satamadığımız atsan atamadığımız partiden.
Şimdi de Muharrem İnce…
Mizah yeteneği gelişmiş, sosyal medyada paylaşım rekorları kıran Yalova fatihi!
“Arkamda Deniz Baykal var” diyor.
“Hay senin arkana” da diyemiyorsunuz…
Niyet ciddi, illâ genel başkan olacak!

Olsun, madem memlekette demokrasi var…
Hele hele de CHP Kurultayı, tabanın gerçek manada söz ve karar sahibi
olduğu en yüce organ(!)
Çıksın kürsüye, aslanlar gibi eleştirilerini getirip görüşlerini sergilesin…
Bütün mesele delegeyi ikna etmek…
Başarırsa ne âlâ, bir de boyunun ölçüsünü alırsa?
İşte o zaman kuyruk kopar, can çekişme süreci başlar…
Piyasada teselli edecek ne deniz kalır ne okyanus…
Veda vaktidir…
Acı bir gülümsemeyle İnce’yi de sonsuzluğa uğurlarız!

Baykal’a da yeri gelmişken bir çift lâf söylemek lâzım…
Onca olay yaşanıp belgelenmişken…
Üstelik mahrem boyutta, saha çalışması yaparken…
İnsan susar, nedamet getirir…
Ne bileyim ben, çekilir köşesine; torun torbaya karışır, gider Akdeniz’in
serin sularına yorgun bedenini teslim eder…
Ne mümkün, can çıkar huy çıkmaz tezini doğrularcasına demir attı CHP’ye…
Ara dönemleri saymazsak tam 41 (kırk bir) yıldır…
Tamam Usta, kırk bir kere maşallah…
Kusura bakma ama yine de el insaf!
Bu yaralı hâlinle ne istedin Muharrem’den?
Manili, şiirli, kafiyeli bir güzel şahsiyet…
Parlamentoyu onunla izlemek keyifli, partinin hafif meşrebi…
Zaten bir Kamer bir o…
Azcık moral, bir lokma umut…
Biz CHP fanlarına bu kadarcık insanî değeri çok mu gördün…
Ve hiç acımadan inceden inceye sürdün piyasaya?

Ne hırs, ne enerji…
Neredeyse torunumun çocukları olacak…
Hâlâ sen!
Arkadaş senin metalin hiç yorulmaz mı?
Biliyorum, dimağın tanrı vergisi daima genç…
Geçenlerde Ali Topuz’la karşılaştım (yazmıştım), 1932 doğumlu…
Aynı ihtirası onda da gördüm…
Ne nesilmiş be…
CHP’yi paspas yapıp bencil egolarınızı tatmin etmek varlık nedeniniz…
İnsana “yok artık, daha neler?” dedirttiriyorsunuz…
Bir avuç seçmen, yüzde 25’lerde gezen oylar…
Genel Sekreterlik koltuğunda kara çarşaf sevdalısı muhterem…
Ayıp oluyor valla…
Size bu kadar oy çok bile, Baykal zihniyetinden parti temizlenmediği sürece!

13 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
13/08/2014 09:22

           Hayâl peşinde...

A+
A-
Kesintisiz dokuz kez mağlup olmak insanın iştahını epeyce kaçırıyor…
Kaldı ki moral niyetine onca yazı kaleme alındı, güneşler servis edildi,
umutlar tazelendi, ama nafile!
Özellikle laik çevrelerde öfkeyle karışık üzüntü hâkim.
Hatta ağzını bozup halkımıza saldıran çoğunlukta ki, onları kınıyorum…
Gene de netice anlaşılır gibi değil.
Örneğin yüzde 52 mutlu, eyvallah, ne de olsa zafer kazandılar…
Kürt siyasî hareketi de ilk kez ülkeye kucak açtı…
Ve karşılığını da fazlasıyla aldılar, yüzde 10 küçümsenecek oran değil.

Gelelim kadersiz seçimzede ortaklara…
Ivır zıvır çeşitleri saymıyorum, sözüm CHP ile MHP’ye…
Yan gelip yatan tuzu kuru güzellere…
Emin olun en çok onların sesi çıkıyor, oy kullanmayan kellerin, fodulların!
Bence yüzde 38 bile çok ama demokrasinin hoşlukları işte…
Neyse, ele güne karşı daha fazla rezil olmayıp yaralı aslanları bağrımıza
basmaktan geri durmayalım…
Ayrıca başka çaremiz de yok, mal bizim malımız…
Gün gelir lâzım olur, bakarsınız tekrar devreye girerler!

Fakat asıl üzerinde durduğum husus eşitlik meselesi…
Güya seçim adil koşullarda yapılmamış…
Nasıl yani, Sultan yirmi milyon oyu silah zoruyla mı aldı?
Veya muhalefetin adayına oy vereceklerin elini mi tuttu?
Her ikisi de olmadığına göre takkeyi önümüze koyup düşünelim…
Ve böyle başa böyle tarak formülüyle teselli bulalım…
İsterseniz adına züğürt işi deyin…
Ancak önümüzdeki genel seçimleri unutmadan.

Gerçek kavga o zaman verilecek…
Çünkü iktidarın başında tanrının lütfu yok…
O artık yükseklerde, arş-ı alada…
Ve parti doğal olarak yalpalayacak.
Halef gül, çiçek dahi olsa kimse onun yerini dolduramaz ve
aynı heyecan coşkuyla, üstelik iftira ve yalanlarla süsleyerek meydanlarda
nutuk atamaz.
İşte bu fırsat muhalefet tarafından iyi değerlendirilirse…
Birazcık da Paralel destek…
Bir iki kaset tape…
Belki o zaman yıkılmasa da sarsılır kutsal düzen!

O nedenledir ki bendeniz umudumu hiç yitirmedim…
Lâkin tümden hayâlperest de değilim…
Öncelikle CHP’den sıkıldım, hatta çektiği numaralardan dolayı bıktım.
Nedir lan çilemiz, oy vere vere kırılacak el de kalmadı…
Kafamıza da kıramayacağımıza göre, bakacağız başımızın çaresine.
Ah TKP ahhh!
Tam ihtiyaç duyulan anda ikiye bölündün ya…
Acaba hangisine gideyim?
Veya yolları ayrılan kızıl tarikat şeyhlerine (pardon, şeflerine) bir bakmalıyım…
Hangisi Marksist-Leninist-Troçkist...
Her üçünü de yegan yegan severim de…
Bilahare sizlere haber veririm…
Peşimden gelirsiniz canlarım, bu kez iktidarı ele geçirmenin yolları yakın!

12 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
12/08/2014 08:16

                         Dostlukla...

A+
A-
Halkın cumhurbaşkanını seçmesi keyifli işmiş…
ABD gibi keşke dört yılda bir olsa…
İki saat içinde neticeye ulaşıldı, bir an için kendimi
Avrupalı hissettim, medeniyet denilen sürat hakikaten güzel.
Yalnız şu çatı formülü var ya, galiba CHP’nin sonunu getirecek.
Kim buldu, nasıl önerdi, yoksa ithal mi?
Her neyse; çatı çöktü, yandı bitti kül oldu!

Bu saatten sonra sihirli formül için bir şey demeyeceğim.
En azından bizim gibi çelebi insanlara yakışmaz.
Yalnız piyasadaki çakal takımı yok mu, iktidardan aldığı icazetle
saldırılarını hâlâ sürdürüyor…
Hem Ekmel’e hem CHP’ye!
Allah bunların eline düşürmesin, Paralel darbecilerden daha insafsızlar!
Bir de ortaya çıkıp “biz muhalefetin güçlüsünü severiz” demezler mi?
Şeytan diyor ki “al o sandığı…”

Lâkin CHP’de kaşınıyor hani…
Neredeyse (utanmasa) yüzde 38,5’i zafer olarak gösterecekler!
Yemezler, Kılıçdaroğlu öyle bir havaya girmişti ki…
Çankaya garanti, seçmen tıpış tıpış yürüyen asker…
Ekmel’in bir elinde Kur’an, bir elinde bayrak…
Savulun geliyor Mısırlı sultan!

Olmadı, proje tutmadı, Tayyip müritleri kanmadı…
Aslı varken surete oy vermedi…
Bizimkilerin kimi küstü, deniz kenarında güneşlenmeyi tercih etti…
Kimi tepkisini sergilemek için Kürt Selo’ya yöneldi…
Sonuç itibariyle MHP ve sayıları 12’ye ulaşan tabela partilerin desteği yetmedi…
Ortaya hazmedilmesi güç bir tablo çıktı…
Ve CHP’nin karnesine tarihî bir leke daha kazındı…
Elbette anlayana!

Dün dünde kaldı deyip bakalım yarınlara…
Baskın bir seçim olmazsa şunun şurasında genel seçimlere bir yıldan
az bir süre kaldı.
Yüzde 25’lere çakılan CHP’nin oyu belli…
Bütün mesele milletvekili kim olacak?
Evet, yeniden kurulacak tezgâhlar açılacak kulisler…
Seyreyleyin gümbürtüyü…
Alt üstü yüz küsur becerikli kişi parlamentoya kapağı atacak…
Ve kurtulacak memleket!

Sorunlar bitmez, bizim CHP’nin maceraları hiç bitmez.
Ortada ahı gidip vahı kalmış bir gelenek…
İttihat Terakki’den mi dersiniz Teşkilat-ı Mahsusa’dan mı?
Her türlü ayak oyunun kol gezdiği parti…
Makyaveller sarmış dört bir yanı…
İşleri güçleri umut pazarlamak!

Tamam, umut da bir yere kadar…
Lâkin bir avuç seçmen, gönüldaş bu kadar da kazıklanmaz ki…
Bıktık eskiden, statükodan, topuzdan denizden…
Yeni şeyler söylemek lâzım…
Yeni yüzler, ilkeler, dik duruşlar…
CHP için afişlerinizde ne diyorsunuz: “Türkiye’nin birleştirici gücü”
Vazgeçin bu iddiadan, palavradan…
Ülkenin vazgeçilmez gücü olun yeter…
Özgül ağırlığı olan!

11 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
11/08/2014 07:19

        Güneş yeniden doğacak!

A+
A-
Dünyanın sonu değil, bu da gelip geçer.
On iki milyon oy kullanmayan seçmene de kafanızı takmayın…
Bence doğrusunu yapmışlar…
Ayrıca yüzde 74 katılım oranını da asla küçümsemeyin…
Demek ki necip halkımızın bu kadarı sandığa ilgi duymuş.
Hele hele bu saatten sonra CHP ile uğraşmak, Kılıçdaroğlu’na veryansın etmek;
doğrusu ya hem haksızlık, hem de şık olmaz.
Ne yapsaydı adamcağız; imkânsızı denedi, başaramadı…
Örneğin Baykal’ı aday gösterseydi kaç oy alacağını zannediyordunuz?
Taş çatlasın 10 milyon, o da yüzde 25’e tekabül eder.
Ekmel’le cazip bir sinerji yaratmayı denedi, ona da nefesi yetmedi!
Belki MHP ile çuvala girilemeyeceği konusunda gerekli dersleri çıkartmıştır…
Çünkü onların tabanıyla AKP’ninkiler aynı soydan…
Dolayısıyla 25 artı 15 kırk beş etmiyor…
Yüzde 38’e çakılıp kalıyorsunuz…
Ne diyelim, artık arif olan anlar!

Gelelim Yeni Türkiye’nin yeni dönemine…
“Seçmen işi ehline teslim etti(!)”, balkondan sesleniyor Sultan…
Yanında ithal malı bir yalaka, Asya’da bir yerlerde devlet başkanıymış…
Mikrofonu alıyor eline, bir övgü bir övgü…
Sanırsınız jöleli çocuğun yanında staj yapmış!
Neyse, insanlık tarihi nice zulümlere tanık oldu.
Hitler Almanya’sından, Stalin Rusya’sından, Humeyni İran’ından iyiyiz.
Ayrıca diktatörlük rejimleri altında inim inim inleyen Arap âlemiyle
uzaktan yakından ilgimiz yok…
Ne de olsa mayamızda Kurtuluş Savaşı, M. Kemal var.

Evet, “umut hep var”, var olmaya da devam edecek ilkesine sarılarak
hayatı en iyi şekilde sürdürelim…
Başka çare yok, bakarsanız gün doğmadan neler doğar?
Örneğin Sultan’ın ağır gölgesinden kurtulan iktidar partisi çatırdamaya başlar…
Neden olmasın, bir Paralelci operasyon…
17 Aralık’ın rövanşı niyetine…
Emin olun, bu işleri iyi bilir Pensilvanyalı…
Adam böcek yerleştirme uzmanı…
En özel sahneler, en mahrem görüşmeler…
Düşünsenize, yepyeni ufuklara yelken açar siyasî arena!

Bir de koltuk senaryoları var ki…
Başta başbakanlık makamı, ülkenin iki numarası, icranın güdümlü başı…
Peşinden bakanlıklar, lacileri çekmiş onlarca milletvekili…
Üç dönem kurbanları; ağlak kaşarlar, hacıyatmaz çiçekler…
Arka plânda koklanmaya amade güller…
Kısaca, cadı kazanı olmaya teşne bir parti…
Parayla değil sırayla…
Hep CHP’de olacak değil ya, iktidar partisi artık potada…
“10 Ağustos” sonun başlangıcı…
Bir zirve, köşkle taçlandı imparator müsveddesi…
Uzun sürmeyecek huzuru saltanatı…
En kısa sürede güç zehirlenmesine uğrayacak…
Ve kime dokunduysa elinde patlayacak…
Hamas, IŞİD, İhvan, Hizbullah saracak dört bir yanını…
Çankaya’da karanlık öylesine koyulaşacak ki…
Sultanımız ya oynatacak ya da kaçacak delik arayacak!

09 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
09/08/2014 10:26

       Yalancı Pehlivan Tefrikaları!

A+
A-
On iki yıl RTE’yi konuştuk, yazdık, çizdik…
Bir beş yıl, bir beş yıl daha…
Dayanılacak gibi değil!
Yarın (10 Ağustos Pazar) sandık günü…
Bir ilk, halkımız cumhurbaşkanını seçecek.
Daha doğrusu meşhur millî irade tecelli edecek…
Ne dersiniz, iş biter mi, yoksa ikinci tura uzar mı?

Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, ülkemizin temel sorunları katlanarak
devam edecek.
Başta laiklik, demokrasinin payandası olan bu ilke darbeyi öyle bir yedi ki,
toparlayana aşk olsun!
İlkokullar mescitli, üniversiteler mâbetli…
Artık her yol kutsala çıkıyor…
İlimmiş, irfanmış rastgele…
Hoş geldin ılıman şeriat!

Bazen Türkiye’yi Kırkpınar meydanına benzetiyorum.
Bize özgü tuhaf bir güreş türü.
Vıcık vıcık yağlanan bedenler, elense adı altında sille tokat girişmeler…
Hakemler derseniz, alayı zaten Paralelci…
Ne kural var ne nezaket…
Ortalığı kaplamış cazgırların sesi…
Bir de ihaleyle seçilen AĞA
Ne b.ka yararsa…
Gelenektir, Osmanlıdır diye sürüp giden bir curcuna…
Tam da bize göre!

Lâkin başpehlivanlık önemli…
Dopingli çıkmazsa paranın yanında Altın Kemer ödülü…
Şan şöhret de ekstra…
Meraklısına pehlivan tefrikaları…
Davulun sesi geliyor uzaktan, zurna çatlak çatlak zırlıyor…
Seyirciler zevkten dört köşe…
Amasyalı İbrahim’in kanalları (TRT) naklen yayın yapıyor…
Şahlanıyor ata sporumuz…
Edirne Kaleiçi’nde!

Şeref tribününde siyasetin yiğitleri…
İktidarı, muhalefeti…
Arkadan dolanmanın serbest, çift dalmanın harika…
Kıspete kol sokmanın tadına doyum olmadığı bir güleş türü…
Dedim ya, bir tuhaftır bizim memleketin zevkleri!

Çankaya yarışları da öyle değil mi?
Anamıza sövenin kankasını seç…
Vatandaşı tekmeleyen Deli Dumrul’u seç…
Öfkesine sürekli yenik düşen densizi seç…
Miting meydanlarını hutbe vaazlarıyla inleten imamı seç…
Kısaca yakışmayanı, çirkini, kötüyü, uğursuzu seç…
Seç bakalım n’olacaksa…
Sanki başın göğe erecek!

08 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
08/08/2014 09:03

          IŞİD'in izinden...

A+
A-
Mahmur Kampı.
Birleşmiş Milletler’in 1998 yılında kurduğu mülteci merkezi.
Erbil’e 100 km uzaklıkta, sınırımızın hemen yanı başında.
Yaşayanlar Türkiye’den kaçıp sığınan ve sayıları 12 bini bulan Kürtler.
T.C. vatandaşları, yöneticileri PKK kadroları.
Kampın adını uzun yıllardır az duymadık…
Hatta televizyona çıkan emekli paşalar çizdikleri krokilerle koordinatlarını
âdeta hafızalarımıza kazıdı…
Öylesine ki, Kandil bir Mahmur iki…
Terörü sonlandırmak için haritadan silinecek ilk yerler(!)
Bombalar yağdı üzerine…
Uludere’nin adı çıkmış, Mahmur mağrur, sessizliğini hep korudu.

Neyse, “Barış süreci” imdada yetişti…
Kan akmıyor artık, nefes alıyor bölgedeki Kürtler.
Ankara mutlu, İmralı dört köşe…
Derken IŞİD denilen bir belâ türedi, hem de ne belâ…
Kim kurdu, nasıl gelişti, arkasında hangi güçler var?
Onca soru arasında Mezopotamya’da ilerliyor örgüt…
Belli ki El Kaide’nin, Hizbullah’ın, İhvan’ın, Hamas’ın akrabası…
Çünkü kafa aynı kafa, zihniyet kana susamış…
Asıyor, kesiyor, insan denen varlığın değeri yok…
“Irak Şam İslâm Devleti” kuracakmış…
Dörtnala koşuyor coğrafyada.

Mahmur kuşatılmış, düştü düşecek…
Savunmaya Peşmerge ile PKK’nın gücü yetmiyor…
Kamp sakinleri endişeli, korku dağları sarmış…
Dayanmış kapıya IŞİD, kesti kesecek!
Kürt kökenli Şengalli Ezidiler de IŞİD rüzgârından kaçıyor…
Sınır kapımızdalar, çaresiz zavallılar…
Umut Habur’da, Suriyelilerin izini sürüp Türkiye’ye sığınacaklar…
Ve Erbil, Barzani İmparatorluğu’nun gözbebeği…
Kurbanlık koyun gibi çırpınıyor…
Yaklaşan IŞİD’li canilerin palaları…
Bir kez daha kan gölü Irak, Ortadoğu…
Gecikmiyor Lübnan’dan gelen haberler…
Hizbullah militanları 500 kişiyi katletti!

Hayret bi şey; Dünya sessiz, insanlık sessiz.
Başta ABD, Avrupa ve bölgenin biricik Sultanı…
Biliyorum,  Yeni Türkiye aşkıyla yanıp tutuşan bizimki köşk yolunda çok meşgul…
Ancak IŞİD denen bir canavar türemiş…
Saddam’a, Esad’a rahmet okuturcasına kelle avcılığı yapıyor…
Cana kıyıp kestikleri Müslüman, din kardeşi…
Ortadoğu’da kanlı bir cihat yaşanıyor…
Sergilenen manzara insanı insanlığından utandıran türden!

Dağa sığınan altı çocuk
Aç susuz, ölümün soğuk kollarına koşuyorlar…
Ülkemde bir reklâm filmi, televizyon ekranlarında sabah akşam dönüyor…
En önde şer doğan, arkasında asker sırasıyla on binler…
Yıldızlarla süslenmiş kapıdan “Geliyoruz” nidalarıyla geçip yürüyorlar…
Gelen karanlık, yükselen Hitler’in ruhu…
Teslim alıyorlar ülkeyi, millî irade yalanı üzerine basa basa…
Ve sessizce ağlıyor namuslu yürekler…
Vicdanlar suskun, tersine akıyor nehirler.
Lâkin Tarih yalan söylemez…
Emin olun gün gelecek maskeler düşecek ve ilk fark eden yoksul Araplar olacak…
Bizim yüzde elliden önce…
Ve Ortadoğu mezarı olacak sultanın…
Fatiha okuyacak IŞİDLİLER...
Ellerinde palalar, üzerleri kanlı, insanlığın gözlerinin içine bakıp sırıtarak!

07 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
07/08/2014 10:01

           "Aldırma gönül..."

A+
A-
Ne yalan söyleyeyim, Kürtler Ahmet Türk’ü aday gösterecekler
diye bekliyordum…
Ki soyadıyla müsemma olmayan Türk, CHP kökenli olup yaşı başı
ılıman kimliğiyle geniş kitleleri kucaklardı.
Çıka çıka karşımıza ağzı lâf yapan, enerjik, bir o kadar da sevimli
Selahattin Demirtaş çıktı, avukat eş Genel Başkan.
Konuşmalarını bir kez daha CNN’de izledim…
Bilinen gerçekleri tekrarladı ama yine de çok etilendim.
Öncelikle “bir numaralı” adayla uzaktan yakından ilgisi yok…
Sakin güç, özgül ağırlığı var, en önemlisi de yalancı değil.
Duruşuyla, tespitleriyle, genç olmasına rağmen acı dolu tecrübeleriyle
Ekmel Bey’e de fark atıyor…
Kısaca ideal cumhurbaşkanı adayı…
Gel gör ki onca şirinliğin arkasına gizlenen gerçek niyetler yok mu,
sempatiyle yüklü yaklaşımımızı oya tahvil etmemiz önünde engel…
Dolayısıyla döndük CHP-MHP’nin ortak adayı İhsanoğlu’na…
Artık çile mi dersiniz, kader mi…
CHP bunu hep yapıyor!

Düşünsenize, kimleri kimleri seçtirmek zorunda bırakmadı…
Piyasada ne kadar parlamento dışı kalmış sağ görüşlü siyasî artık var…
Koydu listelere, biz de mecburen oy verip başımıza taç yaptık.
Ah CHP ahhh!
İlkesizlik senin sonunu hazırlayacak ama bakalım ne zaman?
Biliyorum, bazılarınız bu görüşüme kızacak…
En azından zamanlama açısından.
Ne yapayım, elimde değil…
Herkesin bildiği gerçekleri dile getirip ifade etmek beyinsel namusumuzun
düsturu, yoksa sıradanlaşıp yongaya karışırız!

Neyse, dönelim cumhurbaşkanlığı seçimine…
Şunun şurasında bugünü saymazsak iki gün kaldı.
Ya herro ya merro!
Kibir budalası sultanımız birinci turda golü yerse…
Emin olur, çöker göçer…
Öfkesinden şeker komasına bile girebilir.
Bakarsınız parti çatırdayacağı için ikinci tura katılmayabilir…
Sakın “olmaz olmaz” demeyin…
Ne de olsa burası Türkiye, bir gecede nice yiğitlerin nakavt olduğu ülke!
Örneğin kaset vakası, Deniz Baykal hazretleri…
MHP’li zampik yardımcılar…
Hepsi birer birer tarih oldular!

Evet, sevgili Kılıçdaroğlu dedi diye değil…
Paşa paşa, tıpış tıpış sandığa gidelim…
Ağustos sıcağı, elimiz titreyebilir, hatta bir küfür bile savurabilirsiniz…
Mahzuru yok…
Mührü basalım Ekmel’in sıfatına…
Ve bunlar da geçer diye bir şarkı mırıldanalım…
Sözler Sabahattin Ali’den olsun…
“Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma…”

06 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
06/08/2014 09:34

        Kutsal Pazarlık!

A+
A-
Yolunuz düşerse Hasköy’de bulunan Rahmi Koç müzesini gezin.
Teknoloji tarih olup bir güzel ziyafet çekiyor.
Karada, denizde, havada; gündelik yaşama dair ne varsa karşınızda…
İnsan denen varlığın ürettiği dönemsel harikalar…
Tabii pek çoğu Batı kaynaklı ve her bir ürün “nereden nereye?”
sorusunun en güzel cevabı.

Mekân çağdaş bir anlayışla düzenlenmiş, geçirdiğiniz saatlerin
farkına bile varmıyorsunuz.
Aferin Koçlara, memleket için hayırlı bir iş yapmış.
Aklıma Vehbi Bey geliyor, babasının bakkal dükkânında kurtlu
peynirleri ayıklayan çocuk…
Ne kadar da akıllıymış, devletle ilişkiler, ABD gezisi derken İkinci
Dünya Savaşı
koşullarında Türkiye’nin en zengini olmak…
Müthiş, demek ki doğru zamanda doğru yerdeymiş!

Aynı şekilde Hacı Ömer Sabancı; Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğ…
Talihini denemek için yola çık, üstelik yaya, gidilecek mesafe 450 kilometre…
Var Adana’ya, pamuk işçiliği yap, kısa sürede “İşçi Müteahhitliği”ne (ne demekse?)
terfii et ve ondan sonra imparatorluk kur…
Olağanüstü bir macera, senaryolaştırılsa fantastik kategoride muamele göreceği kesin!

Bir benzeri Eczacıbaşılar…
Kırklı yıllar, İzmirli Nejat Bey İstanbul’da, merdiven altı imalatı yapıyor…
Mama, vitamin türünden…
Lâkin baba Ferit çiçeği burnunda cumhurbaşkanının arkadaşı.
İktidarda Demokratlar, Amerika’dan Marshall Yardımı yağıyor…
Dostunun çocuklarına koltuk çıkıyor Celal Bayar…
Ve ülkenin ilk ilaç sanayinin temelleri atılıyor…
Ondan sonrası malûm, tanrı “yürü kulum” demiş bi kez…
Yürüyor Eczacıbaşılar, 69 yılında holding oluyorlar!

Bir an için kendimi zenginin malıyla uğraşan züğürt hissettim…
Niyetim o değil, hâlâ müzenin atmosferindeyim…
O nedenle yakın tarihimize bir göz atayım istedim…
İlk üçü çıktı karşıma…
Üstelik modernler, ne de olsa Türkiye’nin asil varlıkları!
Özal’ın zenginleri bunların yanında daha dünkü çocuk…
Üstelik görgüsüz ve kabalar…
Neydi Halis Ağa’nın düştüğü hâller?
On yedi yaşında kız aldı…
Neyse, mübarek Çarşamba günü bozmayım ağzımı!

Şimdilerde ise ülkemiz geçmişe göre çok daha zengin…
Hazine dairesindeki döviz stokları âdeta göz kamaştırıyor…
Tamı tamına 135 milyar dolar…
İşadamımız kimlik değiştirmiş…
Sanayicilik “out”, inşaatçılık “in”
Ticaret, armatörlük ise süper “in”
Din-İman haramzadeler için zaten full aksesuar!
Son söz olarak; böyle gelmiş böyle gider…
Devleti eline geçiren önce halkını sever, döner döner bi daha sever…
Ve yakarır tanrıya:
“Biliyorum, günâhkarım, çok haram yedim”…
“Bir cami bir parsel, cennet için pazarlığa var mısın?”  der!

05 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
05/08/2014 09:34

        Çivisi çıkmış toplumda...

A+
A-
Biliyorum, Ekmelettin için epeyce kafa ütüledim…
Ne yapayım, düşmanları o kadar çok ve seviyesiz ki!
Hangi birini sayayım?
Önce bunlar ikiye ayrılıyor:
Birincisi iktidar ve bilcümle yalaka takımı.
İkinci gruba girenler ise geniş bir yelpazeyi oluşturuyorlar.
Dolayısıyla Ekmel abimizin arkasında durup desteklemek farz oldu.
Farkındayım, benim yaptığım kerhen militanlık ama ah o somut şartlar yok mu?

Evet, adayımız beklendik bir isim değildi, tabiri caizse tombaladan çıktı.
Ayrıca Arap görünümlü Türk!
Ne dilde ne kültürde necip halkımızı temsil etmekten uzak…
Olsun, Mısır’da doğup büyümek O’nun kusuru değil ki…
İstiklâl Marşı’nı karıştırıyormuş…
Valla ben de karıştırıyorum, hatta oldum olası sözlerini de melodisini de sevmedim…
Sebebine gelince ırkçılık temalı dinsel motifler içerir…
Kısaca barış sevdalısı hümanistlerin dünya görüşüne uymaz…
Yine de Mehmet Akif’i davasında samimi bulup saygıyla ananlardanım.

Asıl üzerinde durmak istediğim mevzuu sol maskeli muhalifler…
Başını Ulusal Kanal’ın çektiği tosuncuklar güruhu.
OdaTv’yi de kadroya dâhil ederek nasıl da ittifak kurdular?
Ortak paydaları Ekmel düşmanlığı üzerinden CHP’ye çakıp küçük düşürmek.
Üstelik elde var yüzde yirmi beş…
Onu da parçalayarak Perinçek hazretlerinin İşçi Partisi’ne kanalize etmek.
Birleşik cephede Batumlar, Öymenler de boy gösteriyor…
Olacak iş değil ama maalesef ülkemizde siyasetin derinliği bu seviyede…
İlkesiz, çıkarcı, gündelik fikirler peşinde…
Özetle gayri ahlâki sömürünün hizmetinde!

Gelelim Ekmel için sandığa…
Elim kırılsaydı deyip CHP’ye çok oy verdim.
Ancak bu kez durum farklı...
Rakip ciddi anlamda diktatör adayı…
Hedefi rejim değişikliğine gidip ılıman İslâm İmparatorluğu’nu yeniden inşa etmek…
Elbette seçilmiş Kral, Sultan olarak…
Ne derseniz deyin vaziyet endişe verici bir o kadar da vahim.
Öyleyse Ahmet, Mehmet’le uğraşmak yerine yönelelim Ekmel’e…
Başka çare yok…
Başa dönecek hâlimizde yok.
O daha yakışırdı, bu kesin kazanırdı…
Hepsi hikâye!

Adam sekiz kez sandıktan muzaffer çıkmış…
Arkasında koskoca bir on iki yıl ve devlet…
Cemaatleri, tarikatları saymıyorum bile…
Paralelci din bezirgânlarının muhalefetini de hesaba katmıyorum…
Gün birlik günüdür…
M. Kemal’in en değerli mirası CHP aşkına…
Haydi sandığa, oylar Ekmel’e…
Eş seçmiyoruz, Başbakan hiç değil…
Alt üstü bir baş seçiyoruz, çivisi çıkmış toplumun başına!

04 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
04/08/2014 11:55

        Son bir gayret...

A+
A-
Maltepe mitingini yandaş medya milyonlarla ifade ediyor…
Külliyen yalan…
Ki dün İstanbul’da âdeta seferberlik ilân edildi.
Otobüslerle, minibüslerle, gemilerle insanlar taşındı…
Ağızdan ağıza para söylentileri bile dolaştı…
Meydan yine de dolmadı.

Peki, kalabalık ne kadardı?
Taş çatlasın elli altmış bin kişi.
Ayrıca miting alanının koordinatlarını iyi bilirim…
İşimin ardı ne, bir emekli olarak sabah akşam oralardayım.
Ancak yalan dolan, göz boyama yok mu?
İktidarın yaptığı en iyi iş!

Evet, daha düne kadar ben de umutlu değildim…
Ne zaman ki meydanı dolduran yığınları gördüm, üstelik çıplak gözle…
Büyük madrabazın bu kez işinin zor olduğunu fark ettim.
Çünkü 17 Aralıklar artık çuvala sığmıyor.
Düşünsenize dört bakanın düştüğü durumları…
Onca lâf söylendi, yazıldı çizildi belgelendi…
Fezlekeler havalarda uçtu…
İçlerinden biri nam olsun, şan olsun deyip İsmail Özdağlar’ın akıbetini yaşamadı.
Dağa doğrusu engellendi.
Yoksa çorap söküğü misali AKP’nin çöküşü hızlanacaktı…
Ancak kutsal emanetler gibi hırsızlık, yolsuzluk ve de rüşvet korumaya alındı…
Ve gerekçe olarak da kumpas, tezgâh söylemi yayıldı…
Acilen sorumlular da bulundu, Paralel Ortak hainlikle suçlandı.

Ne dersiniz, “kör parmağım gözüne” durumlarını halkımız yer mi?
Ki seçmenimiz uyanık olup anadan doğma kurnazdır…
Yeri gelir Batılı, yeri gelir Doğuludur.
Oynaktır, kıvraktır.
Asla sabit fikirli değildir.
Sağcıyı da iktidara taşır, solcuyu da…
Zemin, zaman, rüzgâr meselesidir.
Takdir edersiniz ki Kasımpaşalıya duyduğu güven özeldir!
Daha doğrusu “O” çürümenin, kaosun yarattığı koşulların ürünüdür…
Ve on iki yıl iktidar için uzunca bir süre sayılsa bile kalıcı değil geçicidir.
Sonuç itibariyle oryantalizmi severiz, bir de oyuncular kalbimizi fethettiyse!

Evet, umutluyum…
En azından birinci tur da seçilmesi hayâl.
Dün Maltepe’yi gördüm, Kazlıçeşme değildi.
İstanbullu akmamıştı sahile, belki vicdan muhasebesi devreye girmişti.
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” ilkesi de bir yere kadar…
Konuşmalarının içeriğine dikkat ettim, hep aynı terane…
“CHP, İsrail, yoğun antisemitizm, Neo-Osmanlıcılık”
Bozuk plak gibi dön baba dön!

Anlaşılıyor ki Bilal oğlanın gemileri kayalıklara yöneldi…
İyidir, çünkü bu topraklar bu kadar çürük, defolu tohumu kaldıramaz.
Ayrıca bir oylama yapılsa…
Nefret edilen politikacılar arasında…
Tartışmasız birinci sıraya “O” oturur…
Temsil yeteneği olmayan, yüreği kin ve düşmanlıktan beslenen…
Ülke siyasî tarihinin gördüğü en karanlık insan!

Öyleyse son bir gayret…
Sahip çıkalım Cumhuriyet’e, demokrasiye…
Sandıklar bizimdir, teslim etmeyelim kediye köpeğe!

03 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
03/08/2014 11:04

     Nasıl kıydınız...

A+
A-
“17 Ağustos” depreminin on beşinci yıldönümüne günler kaldı…
Geçen yüzyılın sonunda yaşadığımız büyük acı.
Binlerce insanımızı yitirdik, altüst oldu hayatlar…
Felâket ağırdı, sanki doğa intikam alıyordu…
Yalova’nın elma bahçeleri yok olmuş, Değirmendere’nin fındığı can çekişiyordu…
Ya Yarımca kirazı, adına her yıl festivaller düzenlenen…
Fotoğraflarda yaşayan tatlı bir görüntü olarak tarihteki yerini aldı!

Sebep: İnsan, insanımız, bu memleketi yöneten efendiler…
Görgüsüz, açgözlü ve saldırgan…
Sanki ormandan yeni çıkmış, kural tanımayan…
Çevre düşmanı, yeşilden nefret eden…
Beton hayranı, gökdelen sevdalısı…
Rantın, volinin kurbanı olmuş sefil varlıklar!

Evet, bugün Maltepe sahilindeler…
Kalabalıklar, gözü karalar…
Başlarında bir çılgın, inanamayacaksınız ama Adalara doğru yürüyorlar…
Son kaleye; bir avuç Ermeni’nin, Rum’un, Yahudi’nin sığındığı limana…
Monşerlerin, sanatçıların diyarına…
Ve el sallayarak haykırıyorlar:
“Duy duy sesimizi, duyduğunuz döt kıllarının ayak sesi!”

Bu şehr-i İstanbul ki ilk darbeyi ellili yılarda yemiş…
Dönemin siyasileri sanayi kurulmasına izin vermiş.
Yokluk devirleri, Dersaadet bacasız…
Devlet destekli soysuzlar balıklama atlamış…
Fabrikalar, tersaneler kurmuş…
Aç, bir an önce köşeyi dönecek!
Yollar yapılmış, ekmeğin peşindeki Anadolu sel olup akmış…
Boğaz ağlıyor, Haliç lağıma teslim, Körfez perişan…
Ve Ankara mutlu…
Her mahallede milyoner yaratılacak!

Yaratıldı da, altmış dört yıl önce başlayan macera…
Tarihi, doğayı hiçe sayarak adım adım ilerliyor.
Yok ediliyor kentler, başta Marmara, dünyanın en güzel denizi…
Bağrında nice sevdalar saklayan sakin sular recm ediliyor!
Doldurulmuş, dağa taşa sığamayanlar yüzlerce hektar arazi peşinde…
Ve üzerinde mangal partileri düzenleniyor, pirzola pahalı, davul zurna
eşliğinde tavuk kanatları dans ediyor!

Evet, öyle bir saltanat ki…
Menderes’le başladı, Demirel Özal’la sürdü…
Son on iki yıldır bir başka boyuta sıçradı…
Başında milliyetçi, mukaddesatçı, arabesk kapitalizmin uşağı hibrit
Arkasında 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın enkazı…
Yükseliyor yapı kan revan içinde!
Ağlıyor denizler, Berkinler…
Kimin umurunda kim farkında?

Tüm dünyanın gözleri önünde bir yol döşeniyor Prens Adaları’na…
Başlangıç yeri Maltepe…
Aslında gerçekleşen açılış değil…
Temel atma töreni; iyinin güzelin doğrunun yüreğine kezzap dökülüyor…
Koşun koşun, Maltepe'ye koşun…
Çankaya’ya yolcu var, Başbakan olarak son kez görün…
Yarın seçilmiş sultandır!
Kulak verin Marmara’dan gelen sese…
Hüzünlüdür, isyankârdır ve haykırır...
“Nasıl kıydınız bu güzelim sahillere, bu memlekete?”

02 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
02/08/2014 09:04

           Yedi Belâ!

A+
A-
Yazıya iğneyi kendimize batırarak başlayalım…
Aktaracaklarım Soğuk Savaş yıllarından.
Radikal siyaset çatısı altında örgütlüyüz ve bir kısım yoldaşlarımız
“devrimci şiddet”i savunuyor!
Ne adına?
Sovyetlerin kanlı tarihini savunmak için!
Gerekçesi?
Efendim, proletarya diktatörlüğünü kurmak kolay değilmiş…
O nedenledir ki muhalif tüm unsurların yok edilmesi kaçınılmazdır…
Öyleyse terminolojiye uygun olarak katledilmeleri, kurşuna dizilmeleri
takdire şayandır!
Offf, bakar mısınız barışsever, hümanist sosyalizme?

Gelelim günümüze…
Ortalığı bir “cihat” ülküsü kapladı…
Yalnız Arap âleminde değil, bizde de…
İslâm denince şiddetle anılır oldu…
Nasıl olsa düşman yaratmak kolay!
İyi ki İsrail, Yahudiler var…
Yoksa yanmıştık…
Her yer Maraş, Çorum, Sivas!

Eskiden bir Filistin Kurtuluş Örgütü rüzgârı eserdi…
Başında Yaser Arafat
Toprak kavgası verip devlet kurmayı özlerlerdi.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde temsilcilikleri bulunurdu…
Bilhassa Batı ülkeleri tarafından verdikleri mücadele saygıyla,
sempatiyle karşılanırdı…
Hatta uçak kaçıran ünlü kadın militanları Leyla Halid bile kahraman ilân edilmişti!

Köprülerin altından çok sular geçti…
Ne FKÖ kaldı ne Arafat ne de haklı kavgalar…
“11 Eylül” milat oldu…
El Kaide denilen kanlı örgüt ününe ün kattı…
İhvan (Müslüman Kardeşler) hortladı…
Gazze’de iktidarı elinde tutan Hamas azgınlaştıkça azgınlaştı…
Şimdi de IŞİD, hemen yanı başımızda…
Ortak paydaları cihat kisvesi altında kelle avcılığı yapıp insan kesmek!
Din adına, mezhep adına…
Vahşet, vahşet, vahşet!

Bizimkine bakıyorum, dün Maraş’taydı…
Meydanda binler toplanmış, ağzını köpürte köpürte konuşuyor…
Ve CHP’ye yalana, iftiraya sığınıp alçakça saldırıyor…
Kin yüreğini karartmış, nefret söylemi olmuş…
Utanmadan, sıkılmadan partiyi Hitler hayranı ilân ediyor!
İnanın, artık sözün bittiği yerdeyiz.
İnsan düşünmeden edemiyor; “bu mu devlet başkanı olacak?”
Halkını kucaklayan, tarafsız ve de âdil…
Hani “kıçıyla gülmek” deyimi vardır, gözyaşlarıma yazık olur diye
bendeniz kıçımla ağlıyorum…
Ve çaresizlikten tanrıya yalvarıyorum:
“Yarattığın şu yedi belâyı al da başımızdan git!”

01 Ağustos 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
01/08/2014 11:55

                  Anılar...

A+
A-
Çocukluk anılarım, 50’li yılların ortaları.
Babamın işi gereği Samsun’da oturuyoruz.
Tesadüf bu ya, ev sahibimiz 12 Eylül anayasasının mimarı
Orhan Aldıkaçtı’nın ailesi…
Beş altı yaşlarındayım, evin bahçesinde manolya, portakal ağaçları...
Kiliseye yakın, balkonundan deniz gözüküyor, Karadeniz, hırçın deniz!
Büyüklerimiz kulağımızı çekip tembihte bulunmuşlar:
“Kilisenin yakınından geçmeyin, kolunuzdan tuttukları gibi sizi içeri çekerler,
yok olursunuz!”

Demek ki 6-7 Eylül olaylarının derin izleri ta Samsun’a kadar ulaşmış…
Ne kadar ürkütücü bir durum, bizden olmayana karşı nefret tohumları ekmek…
Ve bu söylemi geliştirip bugünlere gelmek…
Yüzde doksan dokuzu Müslüman toplum yaratmak…
Gurur duyulan bir tablo, güle güle kullan siyaset…
Hayırlı işler Türk-İslâm sentezine kurban edilen ülkem…
Lâkin geride kalan yalnızca utanç!

Dönelim anılara…
Zeki Müren’in yeni yeni parladığı devirler…
Manolyalar koklanmaya kıyılamıyor, iklim yumuşak…
Kent merkezindeki park daima kalabalık, parkın önü deniz…
Hani fotoğraf çektirilen mekân, Samsun’un simgelerinden…
Şaha kalkmış at, tenasül organındaki damarlar âdeta çatlayacak…
Üzerinde asker üniformalı M. Kemal, davranmış kılıcına…
Avusturyalı heykeltıraş öylesine sahici yapmış ki…
Bir kez daha yaşanıyor Kurtuluş Savaşı, her yer 19 Mayıs…
Tazeleniyor duygular, “savulun Türkler geliyor!”

Liman (moda deyimle marina) parkın komşusu…
Tahta bir iskele uzanıyor denize, üzeri hareketli…
Daha karayolu keşfedilmemiş, deniz en önemli ticaret yolu…
Koca koca yelkenliler, motorlar mal boşaltıyor.
Açıkta bir yolcu gemisi, T.C.nin, kayıkla yolcular transfer ediliyor karaya…
Hayâl gibi, sanki ortaçağdan fırlayıp yirminci yüzyıla akan bir fotoğraf…
Ve iskelede bir lokanta, adı: Deniz Restoran…
Babamın sıkça uğradığı sığınak…
Ağaç kazıklar üzerinde, koskoca bir platform…
Masalar çoğunlukla dolu, bembeyaz örtüler, bez peçeteler…
Ne güzel de katlamışlar!
Balıklar henüz buzdolabıyla tanışmamış, taze taze pişirilip servis ediliyor…
Domatesler mis, hıyarlar bir başka lezzet.
GDO keşfedilmemiş, organik yaşanıyor sevgiler, aşklar.

Fonda bir müzik sesi…
Sözlerine dikkat kesiliyorum, söyleyen Zeki…

“Beklerim her gün bu sahillerde mahzun böyle ben
Gün batar kuşlar döner dönmez bu yoldan beklenen
En nihâyet anladım yokmuş gören hatta bilen
Gün batar kuşlar döner; dönmez bu yoldan beklenen.”


Babam Karadeniz’in sonsuzluğuna dalıp gitmiş…
Annemin gözleri nemli…
Hüzzam nağme işlemiş yüreğime…
Ayrılıyorum Samsun’dan, İstanbul’da bir balkon…
Karşımızda Marmara; Kalamış’ın Moda’nın ışıkları…
El sallıyor Ada vapuru…
Ağabeyimin usta parmakları dolaşıyor udun klavyesinde…
Yine aynı şarkı:

“Beklerim her gün bu sahillerde…”

Nedendir bilinmez, bugünlerde ziyadesiyle hüzünlüyüm…
Yaş derseniz yaş değil, daha genciz…
Geçenlerde bir yakınımdan duydum, 32 doğumlu bir siyasî büyüğümüz
onuncu kez milletvekili olmak istiyormuş…
1922’li Elekdağ’dan boşalan kontenjana…
Neyse, umarım sıkıntılarım geçicidir…
Şifa niyetine tekrar sarılayım müziğe, sevdaya, İstanbul’a…
Ve anılara…
Öyleyse okurların hoşgörüsüne sığınarak yazıya, yazmaya devam…
Saygıyla…