bir şair vardı, öğretmen

27 Şubat 2015

Hermes

Macit CÜNÜNOĞLU
27/02/2015 07:55

 

A+
A-
Antik devirlerin tanrısı...
Tabii Zeus’un oğlu...
En önemli özelliği tüccarlara ve hırsızlara ait olması...
Sözüm meclisten dışarı; bizden birine benziyor ama...
Neme lâzım, durduk yere kaşınmayalım...
Oturalım oturduğumuz yerde.
Hele de emekli maaşına mahkûm olmuş bir vatandaş olarak
ne ceza ödeyecek hâlimiz var ne de hapis yatacak vaziyetimiz...
Yerli malı Hermes deyip geçip gidelim!

Fakat bu tanrı yaratma işi yalnız bugün değil her devirde var...
Daha doğrusu ilâhlaştırma sendromu!
O nedenledir ki biat kültüründen gelen aziz seçmenlerimizi gayet
iyi anlıyorum...
Yüzde elli yetmez...
Sınırları zorlamak lâzım...
Madem ulus devlet projesi kadük kaldı...
Ah ulan Kürtler...
Tek bayrak, tek millet, tek din, tek mezhep derken...
Bir de “barış süreci”...
Çağdaş piramitimiz yukarıdan aşağıya ilmek ilmek örülecek...
Ve en tepede Hermes...
Alt tabakada sürünen milyonlar...
Çalsın sazlar oynasın kızlar!

“Ohhh!” diyeceğim de aynı tezgâhtan bizde geçtik...
Örneğin Zeus’umuz Marx’tı...
Peygamberlerimiz kavme göre değil tarikatlarımıza göre şekillenirdi...
Leninci Lenin’e...
Stalinci Stalin’e...
Maocu Mao’ya tapardı...
Bir de Enver Hoca vardı...
Sahi o kimdi?
Kusura bakmasın yoldaşlarım, yaşlılık işte...
Ne işe yaradığını, kim olduğunu unuttum!

Yine de bir devir işte...
Geldi geçti, selâm olsun o günlere...
Lâkin Hermes müthiş...
Düşünsenize, hem tüccar hem hırsız...
Üstelik dindar...
Öyle böyle değil...
Kıldığı beş vakit namazın üstüne beş daha katıp tanrılar sofrasına
oturacak kadar...
Sizi bilmem ama ben seviyor takdir ediyorum...
Çünkü artık yanlış ata -pardon; tanrıya- oynamak istemiyorum...
Bastırıyorum oyumu Hermes’e...
Karşılığını alıyorum, yalnız bu dünyada değil...
Cennette cennette...
O nedenledir ki;
“Beraber ıslandık yağan yağmurlarda”...
“Hermes’in kıçına takılan mutlu olur iki cihanda!”
diyorum...
Ve "Yola devam" sloganı eşliğinde muhabbete şimdilik üç nokta koyuyorum!

26 Şubat 2015

Benden söylemesi...

Macit CÜNÜNOĞLU
26/02/2015 07:49

 

A+
A-
“Fıtrat”...
“Başkanlık Sistemi”...
“Terör Yasası” derken...
İş geldi “Cibiliyete”...
Yani “sütü bozuk” muhabbetine!

Link vermeyi pek beceremem ama...
Kulakların çınlasın Zuhal Hanım (Nakay)...
Ne güzel yapardı nokta atışını...
Ben de aynı cesaretle deneyeyim şansımı...
24 Şubat 2015 tarihli Birgün gazetesinden Turan Eser yazmış...
Aha da adresi:
http://www.birgun.net/news/view/paralel-islamizasyon/14121
Başta rakamlar, tırmanan gericilik ve gelinen nokta...
Özetle “Arka Bahçe”nin bilançosu...
Okudum, okuyun ve de paylaşın...
Ondan sonra da “memleket nereye gidiyor?” sorusu üzerine düşünün...
Ki cevap belli...
Resmen şeriat...
Unutun Cumhuriyet’i, yalap çalap demokrasiyi...
Hele laiklik, o ne ki?

Bir de tahribat...
Öyle böyle değil...
Temizlemeye kalksan en az yirmi yıl...
Nasıl olmasın ki...
On iki yıldır iktidarın değirmenine az su taşınmadı...
Sağcısı, liberali, Paralelcisi, milliyetçisi, Kürdü...
El birliğiyle “şeriat isterük” korosuna katıldılar...
Yalan mı?

Öyleyse cabamız son direnişler...
Ve bir fırsat...
“7 Haziran”...
Onun adı da REFERANDUM...
Varlık yokluk meselesi...
Ya türban giyeceğiz ya mini...
Bir de özgür beyin...
Vesayetten arınmış, aidiyet duygusu taşımayan...
Yalnızca onurlu insan ve dünyalı...
Aşkla, sanatla, bilimle, akılla beslenen...
Var mısınız kavgaya, mücadeleye...
Derdimiz özgürlük, eşitlik, kardeşlik...
Ta bin yedi yüz seksen dokuzdan beri...
Ey ahali...
Duyduk duymadık demeyin...
Bu son çağrı...
Tarihin tekerliği geri dönmez sanma...
Öyle bir döner ki...
Üzerinden bin yıl geçer...
Karanlığın derin çukurlarında ömür boyu sürünürsün...
Benden söylemesi!

25 Şubat 2015

Yıllar ötesinden...

Macit CÜNÜNOĞLU
25/02/2015 09:16

 

A+
A-
Bir sandukanın peşine takılmış devlet...
Harmanlıyor gündemi...
Muhalefet balıklama atlamış...
Şahımı isterim, bayrağımı isterim, toprağımı isterim vesaire.
Ne yapalım, siyasetin seviyesi bu...
İster kız, ister lânet oku...
Baştakiler pişkin, antitezi salkım saçak...
Canlarım benim...
Sanki Hisseli Harikalar Kumpanyası...
Kim tutar sizi?

Öyleyse birazcık gündemden uzaklaşıp geçmişe gidelim...
Yıl: 1970...
Giresun-Görele ilçesinin bir köyünde öğretmenlik yapıyorum...
Adı: Zantara, Rumlardan kalma...
Ve bir öğrencim var...
Okulun en uzunu, iri kıyım...
Tabii eğitim öğretimi biraz rötarlı...
Neyse, son sınıfta olduğu için sınav yapıp mezun edeceğiz...
Yaptık da...
Lâkin okulun tam kapısında silah sesi...
Hemen salondan çıkıp baktık...
Bizim Halit, elinde tabanca, havaya sıkıyor...
Neymiş efendim, mezuniyetini kutluyormuş...
Yaşı henüz on altı!

Dün öğrendim, ikinci kez kalp ameliyatına yatmış...
Siyami Ersek’te...
Severim keratayı, kalktım gittim...
Neyse ki operasyon başarılı geçmiş...
Kısa sürede eski sağlığına kavuşacakmış...
Çok sevindim...
Devre arkadaşları orda, yani öğrencilerim...
Sarıldık, kucaklaştık, bol bol hasbıhal ettik...
Ve ilk fırsatta buluşmak üzere ant içip ayrıldık.

Akşama evdeyim, televizyona takılıyorum...
Malûm konu “Terör Yasası”...
Favorim, hatta kahramanım Şirin Payzın ekranda...
O ne?
Konuklarından biri bizim Can...
Şükran ile Mustafa’nın oğlu, yakın dostlarım, üstelik hemşerilerim...
İlk siyasî cinayet kurbanı Şerafettin Ağabeyimizin (Atalay) yeğeni...
Yıl; 1971
Amasya TİP il başkanı...
Solun yükseldiği devirler...
Ancak katledilip cesedi evinin önüne atılıyor...
Failleri hâlâ meçhul...
Canım Türkiyem, asırlar geçse de hiç değişmiyorsun...
Tabii Can’ın aslanlar gibi duruşuyla, direnişiyle gururlandım...
Mesleği Avukatlık...
Ülkemin yüz akı, aydınlığı...
Moral kaynağımız, umudumuz...
Bu arada bir kez daha geçmişe baktım...
Yarım yüzyıllık zaman dilimi arkamda...
Acılar, sevinçler...
Ve mücadele, kavga...
Abdullah Yüce geldi aklıma...
Aradım buldum 45’liği...
“Hiç mi gülmeyecek yüzüm benim de...”
Derken televizyondan gülümsüyordu Can, gözlerimin içine baka baka...

24 Şubat 2015

Muhalefete faydasız nasihatler!

 

Muhalefete faydasız nasihatler!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
23 Şubat 2015, 21:02
                           
 
Hasta ziyareti için gittiğim GATA’da bir uzman çavuşla tanışmıştım...
Menüsküs ameliyatı geçirmiş...
Acil şifa dileklerimle birlikte sohbet imkânı buldum.
Görev yeri İmralı’ymış...
Kaç kişi olduklarını sordum...
Cevap: Bin kişi...
Yani bir alay asker Apo’yu bekliyor...
Şaşırdım kaldım!
Ada Rahmetli Menderes ve arkadaşlarının mezarlarına da bir süre
ev sahipliği yapmıştı... (29 yıl)
Bursa’ya bağlı, karaya mesafesi 12 kilometre...
Marmara’nın dördüncü büyük adası...
Doğası güzel, turizme elverişli...
Gel gör ki talihsiz...
Daha doğrusu siyaset kurbanı...
Ya mezarlık ya mahpushane...
Ne fena, tam Türk işi!

Neyse ki Özal döneminde mezarlar Topkapı’ya taşındı da...
Hem cennet mekân zorunlu misafirlerinden kurtuldu hem de rahmetliler
huzura kavuştu.
Darısı Apo’nun başına...
İnşallah tez zamanda, mesela barış süreci sonunda yerli Alkatraz’dan
transfer olur da, (mesela meclise)...
Ada gerçek kimliğine, özgürlüğüne kavuşur.
Düşünsenize; ne yakışır “Barış Akademisi veya İnsan Hakları Enstitüsü”...
Başına da Hoca Efendi...
İnanın uluslararası ses getirir!

Belki benimkisi ham hayâl...
Ama Süleyman Şah gerçek...
Her ne kadar kimliği tartışmalı olsa da...
Padişahımız ve avenesine göre “ecdat”...
Üstelik yattığı yer sınır dışı olsa da vatan toprağı...
Derhal taşınmalı, IŞİD tehdidinden korunmalı...
Öyle de oldu...
Türbe başarılı bir operasyon sonucu güvenli bölgeye hicret etti..
Orası da Suriye...
Eşme köyü...
Varsın olsun...
Kutsala sahip çıkmak ancak böyle kotarılır!

Lâkin muhalefetin hâli tam bir felâket...
Allah aşkına bir kez olsun susun...
Bir velvele, bir yaygara...
“Vatan toprağı elden gidiyor”, “Bayrak iniyor, Şah’ın kemikleri sızlıyor” vs...
Yapmayın be iki gözüm...
Ortada ne büyütülecek mevzu var, ne kahramanlık destanı...
Alt üstü danışıklı döğüş...
Başta ABD ile Esad haberdar...
Ve bilcümle örgütler; IŞİD, PYD, El-Nursi...
Hatta PKK...
Neye karşı çıkıyorsunuz, kime ne anlatıyorsunuz...
Ayrıca ne çabuk unuttunuz “One Minute” numaralarını...
Yalnız içerde değil, Arap âleminde nasıl da puan toplamıştı...
O nedenledir ki lütfen susun...
Ve bir daha da konuşmayın...
İllâ muhalefet etmek istiyorsanız da...
Terör yasasına yoğunlaşın...
Ülke polis devletine gidiyor, mutlak diktatörlük kapıda...
Her şeyden önemlisi de halka anlatın...
Boş verin Süleyman Şah’ın türbesini...
Şehidimizin aziz ruhuna bir Fatiha okuyup geçip gidin!

23 Şubat 2015

Sivaslı şairimize saygıyla...



Dünyayı Takdis


Dünyanın doğu tarafında
Barış olsun.
Tarlanın apak çığırları
Kan değil, ter aksın
Ve çınlarken akşam çanı
Eğilsin herkes takdise…
Dünyanın batı tarafında
Bereket olsun.
Her yıldızdan çiy yağsın
Her başaktan altın saçılsın
Ve koyunlar tepelerde otlarken
Filiz, çiçek bitsin yerden…
Dünyanın kuzey tarafında
Bolluk olsun.
Buğdayın altın denizinde
Yüzsün daima orak, tırpan,
Buğdayın tanelerinin geniş ambarı açıldığı zaman
Mutluluk sarsın dört yanı.
Dünyanın güney tarafında
Ağaçlar meyveye dursun.
Peteklerden ballar damlasın
Kadehlerden şarap aksın
Ve gelinler yoğururken ak ekmeği
Söylensin aşk şarkıları...

Taniel Varujan

Rupen Sevag'a saygıyla...












NEDEN


NEDEN, niçin âşık oldun bana?
Minicik kız, yazık sana.
Yüreğine anca bir kelebek sığar, ama
Sen tuttun, yaşlı bir kartalı hapsettin oraya.
Mavi kız mavi gözlerin aralandığında
Bir bülbülün şarkısı çınlardı orda.
Ah aşk nağmeleri duyacakken, tuttun
Uğursuz iniltilerimi doldurdun kulaklarına.
Ben başıbozuğun, serserinin biriyim
Geçmişin sonu gelmez mezarlarında ayak izlerim.
Sarıp sarmalayacakken uysal bir aşkla
Sen yüreğini tuttun, bıraktın fırtınaya.
Gözlerin aşkın aleviyle kararmış
Öyle şarkı söyleme, ölürsün sonra.
Senin gibi minicik bir aşk lazımdı sana
Sen gittin tutuldun bir aşk tanrısına.

Rupen SEVAG

Hortlayan Neo-Osmanlılık!

Macit CÜNÜNOĞLU
23/02/2015 08:21

 

A+
A-
Kayı boyunun reisi...
Moğolların saldırısı sonucu Türkistan’ı terk edip Anadolu’ya göç etmiş...
On üçüncü yüzyıl...
Ve Fırat nehrinde boğulmuş...
Caber kalesi eteklerine gömülmüş...
Şimdi Suriye’de, bize 30 km uzaklıkta...
Allah gani gani rahmet eylesin.

Fakat Lozan’dan buyana vatan toprağımız...
Korumak lâzım, asker nöbet tutmalı...
Bayrağımız gece gündüz dalgalanmalı...
Nitekim yıllardır öyle...
Gözümüz gibi bakarız türbeye...
Ne de olsa Osmanlı’nın atası, dedemiz sayılır.
Lâkin son zamanlarda öne çıktı...
Şahımız Süleyman rahat uyusun diyen yok...
Çünkü Neo-Osmanlılık ruhu hortlamış...
Üstelik iktidarda...
İllâki türbe kaşınacak...
Ve halkın manevi duyguları okşanıp popülizmin batağında
gezintiye çıkılacak!

Öyle de oldu, şehit verme pahasına Suriye topraklarına yelken açtık...
Sonuç; kesin başarı...
Hatta tarihî zafer...
Operasyon Amerikanvari, Yankeelere yakışan güzellikte...
Hareket merkezinde davulun tokmağı...
Hemen yanı başında özel mi özel komutan...
Ah ulan türbe...
Sen nelere kadirsin...
Uyuyan milleti ayağa kaldırdın...
Düşman sanki kahpe Bizans...
Saldırdık Arap diyarlarına, kutsal topraklara...
Destek güçler; PYD, El-Nursi ve El-Kaide...
Büyüktür Türkiye...
Seni yönetenlere yan gözle bakan yavşak olsun...
Hatta Nihat Doğan!

Neyse, seçim arifesinde iyi geldi...
Ara gazı...
Konuşulacak mevzuu...
Şanlı tarihimizin altın sayfalarına bir anıt daha eklendi...
Kore; Nato’nun diyeti, Amerikan dostluğunun bedeliydi...
Kıbrıs; Yunan faşizmine karşı verilen onurlu kavgaydı...
En nihayetinde Süleyman Şah...
Ecdat...
Mezar...
Maneviyat...
Geliyoruz...
Bekle bizi Mescid-i Aksa...
Çok yakında yanındayız!

22 Şubat 2015

Kaos!

Kaos!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
21 Şubat 2015, 20:17
                           
 
Çürümüş bir düzende ahkâm kesmek zor...
Hele siyaset...
Gerçek anlamda kaşarlanmış politikacıların işi!
Çünkü bu ülkede namuslu amatörlere yer yok...
Hele toplumsal sorunlar, memleket meseleleri...
Biz kimiz ki?
Sadece onlar bilir, onların sesi çıkar...
Öyleyse koyverin gitsin...
Ayrıca ister inceldiği yerden kopsun, ister beli kırılsın...
Ah ulan solculuk günlerimiz...
Ne güzeldi be!
Her sabah kalktığımızda devrim yapıp Boğaz’da villalar beğeniyorduk...
Valla ben demiyorum...
Şeflerimin arzusuydu...
Herkes bir gün mutlak mehtaba çıkacaktı...
Özellikle emekçilerle, işçi sınıfı...
Şahane...
Ancak sonuç hüsran...
Hem de tepetaklak...
Hangi vakit görülmüş egemenlerin iktidarı çapulculara(!) teslim ettiği...
Kaldı ki bu işler başta ideoloji, örgütlenme işi...
Her şeyden önemlisi de inanç, mücadele, kavga ister...
Nerde bizde o alt yapı...
İdeolojimiz yüz elli yaşında...
Onlarınki bin dört yüz...
Kitabımız insan mahsulü...
Onlarınki kutsal...
İlâveten bayrak milliyet...
Bir de zalimler iktidar, bizler muhalefet...
Geriye ne kaldı?
Sürünmek, işkence, zindanlar...
Belki de müstahakız...
Ne demiş atalarımız...
“İşini bilmeyen kasap, elinde kalır masat”...
Bizim de elimizde binlerce acıyla dolu hatıralar kaldı...
Gene de selâm olsun o devirlere...
İnsandık, onurluyduk, omurgalıydık...
Tenezzül etmezdik makam mevkie...
Helâli hoş olsun boşa giden mücadelemize!

Ya şimdi, günümüzde...
Öyle bir iktidar var ki...
Muhalefeti “Paralel”...
Gelecekten haber veren “Fuat Avni”...
Kör tuttuğunu beller...
Özetle belirsizlik, karanlık, kaos, hırsızlık, rüşvet...
“Barış süreci” konjonktürel masal...
“Terör Yasası” faşizmin sopası...
Ben nadim oldum...
Kime ne söylersiniz değerli dostlar?

21 Şubat 2015

Ada Vapuru

Macit CÜNÜNOĞLU
21/02/2015 09:10

 

A+
A-
Sultanımız 400 milletvekili istiyor...
Daha?
Parlamentoyu vesayet altında tutuyor...
Üstelik Terör Yasası “ya çıkacak, ya çıkacak” diye tehdit ediyor.
İlâveten bir elinde Kur’an, bir elinde Ampul...
Gerine gerine “herkesin cumhurbaşkanıyım” diyor...
Ve partisinden ses çıkmıyor...
“Hele dur bakalım”...
“Meclisin iradesine saygı göster”...
Tamam, hepiniz biat kültürünün mahsulüsünüz ama...
Bir yere kadar.

Üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar kıratlı bastonunu yanından eksik etmezdi...
Muhalefet az diline dolamamıştı...
Hatta Yassıada engizisyonun gündemine taşınmıştı...
Hey gidi hey...
Şimdikini görünce vallahi de billahi de askerleri özledim...
Hele Fahri Korutürk...
Ne çelebi adamdı...
Etliye sütlüye karışmaz...
Otururdu, evet evet yalnızca otururdu...
Lâkin cantiydi...
Ne de olsa denizci...
Giydi mi smokinini asil milletimizi layık-ı veçhile temsil ederdi!

Anlaşılıyor ki modern çağda siyasetin seviyesi bu kadar...
Yani yerlerde sürünmeye mahkûm.
Parlamentoda şiddet; sokakta evde okulda sporda...
Kısaca her yerde...
Ne yapalım, kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmazmış...
Sen çok yaşa Tayyip Erdoğan!

Ayrıca ülkemiz gerginliğe alıştı...
Sükun içinde geçen bir günümüz bile yok.
Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete...
Haydi hayırlısı diyelim de...
Gemi su alıyor...
Ya batacak ya karaya vuracak...
Asla felâket tellallığı yapmıyorum...
Bilirsiniz, görünen köy kılavuz istemez...
Başkanlık sevdası uğruna paramparça olmuş vatan...
Mezhep, etnisite çatışması...
Komşu derseniz...
İlâç için bir tane yok...
Belki bir Putin...
O da çar...
Bizimkiyle aynı kafa...
İmparatorluk artığı düşünce tarzı...
Kime lâzım cumhuriyet demokrasi...
Alan razı veren millî irade...
Hay böyle düzenin içine diyesi geliyor insanın...
Bozamayayım ağzımı...
Şimdilik müsaade...
İstanbul, martılar bekliyor...
Bir de Ada vapuru...
İstikâmet Heybeli...
Randevum var Hüseyin Rahmi’yle, Yesari Asım’la...
Mehtaba çıkacağız hep birlikte!

20 Şubat 2015

Domatesin kırmızısı, politikacının...

 

Domatesin kırmızısı, politikacının...
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
20 Şubat 2015, 10:50
                           
               
İstanbul 88, Çanakkale 4 milletvekili çıkartıyor...
İstanbul üç bölge, Çanakkale yekpare...
Ya mücadele?
Parti içi liste kavgalarından söz ediyorum...
Üstelik siyasî ayırım gözetmeden...
Kim bilir tansiyon nasıl da yükselmiştir...
Bir de küçük yerlerin dedikoduları...
Merkeze bağlı ilçeleri de hesaba katınca; sanırım tam bir gayya kuyusu...
Bakalım kim çıkmayı başarabilecek?

Son seçimlere göre ilde dağılım adilane...
İki iktidar, iki muhalefet...
Sanırım hedef üçü kapmak...
Geriye kalan bir de kimde kalırsa teselli ikramiyesi...
Hiç yoktan iyidir dördün birine sahip olmak!

Ah siyaset ahhh!
Sen nelere kadirsin; komşuyu komşuya, kardeşi kardeşe düşman edersin.
Hele de söz konusu milletvekilliği olunca...
Ticaretten, babadan kalan mirastan daha değerlisin!
Öncelikle risk yok...
Yeter ki parlamentoda iki yıl kalmayı becer...
Tabii başına tokmak yemeden veya merdivenden düşmeden...
Gerisi ömür boyu saadet, hem de aile boyu!

Tuhaftır bizim memleket...
Hemen hemen her alanda...
Din dâhil evrensel mevzuları bile kendimize benzetiriz.
Örneğin “kapitalizm”, “serbest piyasa ekonomisi”...
Bakmayın liberal ayaklara...
Bağımsız olması gereken Merkez Bankası bile direkt sultana bağlıdır...
Elbette manen...
O nedenledir ki ikide bir hır çıkar...
Sanki faiz politikası adamın uçkuru...
“İn” der inmez!
Aynı şekilde eğitim...
İlim, irfan aut...
Türban içeri...
İşte gelecek yaratmanın temel felsefesi...
Daha neler neler?
En iyisi mi “dinci diktatörlük” benzeri bir düzen diyeyim de...
Gerisini siz anlayın.

Neyse, şimdi ön seçim zamanı...
Geçenlerde “Bigazete”de okudum...
Toplam aday aday sayısı binlerle ifade ediliyormuş...
Hay sürüsüne bereket...
Kutlarım Çanakkalelileri...
Bu kadar hevesliyi tarlada mı, sera da mı yetiştiriyorsunuz?
Yoksa hibrit mi?
Ne demiş ulu önderimiz Atatürk (patronumuzun gönlü olsun)...
“Ben domatesin kırmızısını, politikacının hormonsuzunu severim”...
Haydi, lâfı daha fazla uzatmayalım...
Herkese kolay gelsin!

CHP üzerine sesli düşünceler

Macit CÜNÜNOĞLU
20/02/2015 08:31

 

A+
A-
Geçenlerde Kuşadası’na Esat Mahmut Bozkurt’un heykeli dikildi...
Seçim arifesinde, kör parmağım gözüne gözüne...
Ki bu adam Kürtlerin “ancak uşak olabileceği” tespitinde bulunmuş
önemli bir şahsiyettir...
Ayrıca Medeni Kanun’un da mimarıdır.
Soyadından da anlaşılacağı üzere -M. Kemal vermiştir- bozkurt ve Kemalist’tir.
Şimdilerde bu fikriyatı CHP’den istifa edip Doğu Perinçek’in tarikatına
katılan -yeni adıyla Vatan Partisi- Birgül Ayman Güler temsil etmektedir...
Hatırlarsanız O da bir meclis konuşmasında “Kürtlerle Türkler eşit değil” demişti..

Bu girizgâhtan sonra gelelim CHP’ye...
Her zamanki gibi seçim öncesi kaynayan kazan...
Dolayısıyla işi zor...
Bir taraftan iktidarın saldırıları...
Ki “saldırı” mı demek lâzım yoksa “çamur atma mı?”...
Karar sizin...
Diğer taraftan iç meseleler, hatta olmayan ideolojik tartışmalar!
Dikkat ederseniz parti son yıllarda -bilhassa Kılıçdaroğlu sürecinde-  sürekli
sağa açılma çabasında...
Bırakalım eski kaşar politikacıları...
Parti açılan mescitten sonra sosyal demokrat görünümlü tekkeye dönüştü...
Tamam, Baykal’dan takdiri ilahinin sayesinde kurtulduk...
Ama böyle de strateji saptanmaz ki...

Bu arada -basından okuyorum- sözü dinlenen, entelektüel itibar sahibi
ne kadar solcu liberal varsa CHP ile yakınlaşmaktan söz ediyor...
Katılmak, yekvücut olmak değil de...
Yan yana durmak gibi bir şey...
Daha açıkçası ortak düşmana karşı saf tutmak, birlikte mücadele etmek...
Sakın ha “düşman” sözcüğüm yanlış anlaşılmasın...
Bizler demokrasiye inanıp millî iradeye saygı duyan sade vatandaşlarız...
Haddimize mi sultanımıza lâf söylemek, AKP’ye çakmak...
Olsa olsa eleştiri sınırları içinde kalan minik dokunuşlarımız...
Hepsi bu kadar!
Bu arada önemli notumuz da “âlâ” nazırımıza...
Lütfen bizleri “makul şüpheli” statüsüne dâhil etme...
Yoksa yanarız!

Okurlarımız arasından “CHP’dir ne yapsa yeridir” diyen de çıkabilir...
Ona da saygı duyarız amma...
O kadar da basit değil...
Ne de olsa doksan yıllık çınar...
Kökleyen, sulayan, budayan M. Kemal...
Gölgesinde az mı kavun karpuz kesip piknik yaptık...
Hele hele de zor devirlerde, sıkıyönetim zamanlarında...
Askerî savcılar karşısında, işkencelerde, karakollarda alayımız sosyal demokrattık...
En azından o günlerin aşkına bugün CHP’yi konuşup tartışıyoruz...
Çünkü damardan solcuyuz...
Ve bu memleketi seviyor...
Dinci bezirgânlar ile Ortodoks Kemalistlere bırakılmayacak kadar da  önemsiyoruz.

19 Şubat 2015

Dök zülfünü...

Macit CÜNÜNOĞLU
19/02/2015 09:05

 

A+
A-
Anketlere inanma, anketsiz kalma ilkesinden hareketle Konda’nın
geçtiğimiz ayki seçim araştırmasına birlikte göz atalım...
Kaldı ki söz konusu şirket tecrübeyle sabittir; her yoklamasında küçük
yanılma paylarıyla tam isabet sağlamıştır.
Öyleyse buyrun...
Bugün seçim olsa işte oy dağılımı, işte çıkacak milletvekili sayıları...
Önce oy oranları:

AKP: % 45,4
CHP: % 23,3
MHP: % 15,1
BDP: % 10,6...


Ve milletvekili dağılımı:

AKP: 277
CHP: 120
MHP: 79
HDP:  74


Canım halkım, yukarıdaki tabloya bakınca “nasıl da işini bilir” demek
geçti içimden...
Çünkü herkes mutlu, ne şiş yanmış ne kebap...
Çünkü yükselen iktidar partisinin frenine basmış, hafif geri kaydırarak...
Aynı şekilde ana muhalefetin kulağını çekmiş...
“Dersine çalışmamışsın” ikazında bulunarak...
Devlet’e dokunmamış; “al sana yüzde on beş, senden ne köy olur ne kasaba”
diyerek...
Ve gelelim zurnanın son deliğine, HDP’ye...
“Barajı geçer mi, geçmez mi?” muhabbeti sürerken seçimlere dört ay kala
yüzde 10,6 müthiş öngörü, Kürtler için ciddi moral kaynağı...
Üstelik 74 milletvekili...
“Duyda inanma” demeyin, anketi yapan Konda!
Başında Bekir Ağırdır...
Televizyonlardan, “T24” sitesinden tanırım; sağlam adamdır...
Özü sözü bir, güven kaynağıdır.

Sizi bilmem ama yukarıdaki tabloyu görünce bendeniz fit oldum...
Ayrıca tam da hayâl ettiğim netice, hatta ülkem için en ideali...
Ayrıca herkes haddini bilecek...
Neymiş efendim, padişahlık Kasımpaşalıya çok yakışırmış...
Yok öyle iki oya üç köfte...
Makarna bulgur da bir yere kadar...
Ayrıca bu halk ne despotlar ne zalimler gördü...
Alayını tarihin çöplüğüne gömdü.

Dışarısı soğuk, ayaz ve kar...
En iyisi mi seçim kehanetlerinden vazgeçip musikinin derinliklerine dalmak...
Elimde udum, ufaktan ufaktan başladım hisârbuselik makamında gezinmeye...

“Dök zülfünü meydâne gel
Sür atını ferzâne gel
Al daireni hengâme gel

Bülbül senin gülşen senin
Yâr yâr ammân ammân
Âşıkınım hayli zamân
Dil muntazır teşrifine gel ammân ammân...”


Siz de buyrun, gönül soframız herkese açıktır...
Yeter ki Tayyip demeyin bana...
Hele demokrasi, özgürlük...
Aman aman...
O kim, insan hakları kim...
Varsanız Türk musikisinin körfezlerinde gezinmeye...
Beklemeyin, hemen gelin...
Arzularsanız caz da yaparız ama...
Hazirandan sonra...
Hele bir seçim sonuçlarını görelim...
Ne demiş atalarımız: “Sandığa inanma, sandıksız kalma!”
Öpüldünüz efendim, şimdilik hoşça kalın!

18 Şubat 2015

Fıtrat!

 

Fıtrat!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
18 Şubat 2015, 12:41
               
Kar yağdı, hayat durdu!
Aklıma Avrupa, kuzey ülkeleri geliyor...
Üstelik kış mevsiminde Almanya’da bulundum...
Ne okullar kapanıyor, ne trafik felç...
Her şey yolunda, tıkır tıkır işliyor.
Seksen yedi yılı Mart ayında da yine kar yağmıştı...
İstanbul âdeta yokluğa teslim olmuştu...
Herkes evinde; makarna, bulgura talim etti!
Demek ki doğa olaylarına karşı zaaflık bu ülkenin fıtratında saklı!

Aslında yirmi birinci yüzyıldayız...
Gül gibi iktidarımız var...
Kredisi yüksek, parası bol, ulusal gelir on bin doları aşmış...
Duble yollar yapıyor, denizleri alttan üstten geçiyor...
Baştaki sultan devrimci, çılgın projelere imza atıyor...
Hatta Karadeniz’i Marmara’yla birleştirip çağ açıyor!

Gene de muhalefete yaranamıyor...
Hele sokaklar yok mu?
Vara yoğa yürüyüş yapanlar, seslerini yükseltenler...
Neymiş efendim, üç beş madenci ölüyormuş...
Tersaneler, şantiyeler kan gölüymüş...
Bir de münferit cinayetler...
Minibüsçü katlediyor, esnaf bıçaklıyor...
Milliyetçi asil Türk genci arkadan vuruyor...
Necip halkımın cinnet hâli bile birileri tarafından sürekli istismar ediliyor...
Ayıptır yahu...
Aslında kefenliler sürüsü, palalılar ordusu, döt kılları zor tutuluyor...
Camiler kışlaya dönüşmüş, minareler süngü cart curt...
Aman tanrım nasıl bir memleket olduk...
İnanç sömürücüleri, vicdan yoksunları hâlâ iktidarda...

Ve sokaklar, caddeler bomboş...
Tam da sultanımızın istediği gibi...
Kentte sessizlik hâkim...
Martılar bile susmuş...
Lâkin cinayetler hız kesmiyor...
Gözü dönmüş caniler iş başında...
Elde bıçak...
Bu kez hedef gazeteci...
Adı: Nuh Köklü...
Toprağa düşen bilmem kaçıncı fidan...
Katilin kafası IŞİD, elleri El-Kaide, yüreği Hizbullah...
İşte ideal koalisyon...
Yaratıcısı SULTAN...
Yalnız insanlık farkında değil...
Aramıza karışmış, bizden biri...
Hızını alamayıp Küba’lara kadar uzanan zihniyet...
En son projesi Kadıköy meydanına cami...
Adı “Ulu”...
Karar mercii maalesef insan...
İnsanı insanlığından utandıran!

Yeni Türkiye'den manzaralar!

Macit CÜNÜNOĞLU
18/02/2015 08:55

 

A+
A-
Doksanlı yıllar...
CHP Kadıköy ilçe başkanı dostumuzu ofisimize davet etmiştik...
Hem sohbet, hem de -ayıptır söylemesi- öğle yemeği için.
Bekleriz bekleriz gelmez, haber de yok...
En nihayetinde teşrif etti...
Ve geç kalışının gerekçesini açıkladı...
Arkadaşının oğlu bıçaklanmış, onun cenaze törenine katılmış...
Olay da sıradan bir tartışma...
Bir alışveriş sonucu esnafın sakalına küfreden genç, sakallı esnafın
yakınları tarafından bıçak darbeleriyle anında öldürülmüş...
Tabii meşru savunma, manevi değerler vs...
Yazık oldu gence...
Giden gitti, geride kalanlara selamet.

Dün de Nuh Köklü...
Gazeteci...
Yer: Kadıköy-Yeldeğirmeni...
Yine esnaf tartışması...
Bu gez gerekçe; cama gelen kartopu...
Ve esnaf tarafından kalbinden bıçaklanan genç...
Sizlere ömür...

Ne demişti Cumhurbaşkanı Tayyip Efendi...
"Bizim medeniyetimizde, bizim millet ve medeniyet ruhumuzda
esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir.
Gerektiğinde cephede vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır.
Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan
hakim, hakemdir."


İşte Yeni Türkiye, işte birinci ağızdan zihniyet...
Dolayısıyla bu ülkede yaşamak zor...
Olan bitene katlanmak kolay değil...
Ya onlar gibi olup sürüye katılacaksınız...
Ya da mangal gibi yürek taşıyacaksınız...
Ki o da bizde yok.
Çünkü yaşlar ilerledi, gönüller yorgun...
Artık karıncanın ezilişine tahammül edemiyoruz, duygulanıyoruz...
Gözlerimiz sürekli nemli, ağlıyoruz Özgecanlara...
Genç ölümlerine...
Sokakta yaşayanlara, açlara, yoksullara...
Kar yağıyormuş...
Bana ne...
Bu ülkeye zaten yağan yağmış...
Bazen kaçmak istiyorum ama nereye?
Aslında çoğuz, çoğunluğuz...
Liboşlar alay etse de Cumhuriyetçi teyzeyiz, amcayız, dedeyiz...
Geride çoluk çocuk, torun torba...
Dünya malında gözümüz yok...
Biraz huzur, biraz neşe...
Hepsi o kadar...

Gene de yüzümüz ileriye, aydınlığa dönük...
Çok küçük olsa da bir umut taşıyoruz içimizde...
Biliyorum; karşılığı yok...
Ancak vicdanımız ile hayâllerimizin dostluğu yok mu...
İnsanı yaşatan enerji, motivasyon...
O nedenle gericiliğe, yobazlığa karşı ayaktayız!

17 Şubat 2015

Öl de gör!

 

Öl de gör!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
17 Şubat 2015, 17:34
                           

On üç yılda fazlasıyla öğrendik...
“Acısıyla, tatlısıyla” diyemiyorum...
Yalnız ve yalnız eza ve sıkıntı var...
Bir de umutsuzluk, çaresizlik.
Kadıköy-Feneryolu’nda oturuyorum...
Apartmanımın karşısı çocuk yuvası...
Yanan tarihî köşkün arsasında...
Dört dönüm üzerine kurulmuş...
Adı da “Harika”...
Kar yağıyor...
Bahçede çocuklar...
Mini mini, kızlı erkekli...
Torunlarım geliyor aklıma...
Nehir ve Su...
Ve “nasıl bir gelecek bekliyor?” sorusu...
Cevap yok...
Bir sıkıntı, bir iç geçirme, bir özlem...
Karmakarışık duygular...
Ve koskocaman bir yalnızlık!

“Cumhuriyet niye kuruldu?” diye düşünüyorum...
Demokrasi, laiklik...
Hepsinden değerlisi de özgürlük...
Kibrit suyu döküldü diplerine...
Çünkü iktidarda mezhepçi faşizm!

Evet evet, yanlış okumadınız...
Neo-Osmanlıcılık Pan-İslâmizme evrildi...
Hamas, El-Kaide, IŞİD, El-Nursi, Hizbullah, İhvan, Boko Haram...
Hepsi bizim dostlarımız...
“Yaşasın din kardeşliği”...
Geliyor radikal İslâm!

Bahçede çocuklar...
Her şeyden habersiz cıvıl cıvıl kartopu oynuyorlar...
Torunlarım gönlümün en derinlerinde...
Nasıl bir Türkiye?Yüreğim sıkışıyor...
Özgecanımız el sallıyor sonsuzluktan...
Psikoloji okumuş...
Freud’u, Pavlov’u tanıyor...
Cinsel açlığı anlatıyor dilinin döndüğü kadar...
Şartlı refleksten dem vuruyor...
Ve köpekleşmekten...
Salyanın, saldırganlığın, kuduzluğun psikanalizini yapıyor...
Son söz olarak da...
“Aman ha, evlâtlarınızı koruyun”...
“Güvenmeyin dine, imana, kanuna”...
“Ben yandım, artık aydınlık olsun dünya”
diyor...
Ben de “ÂMİN” diye haykırıyorum sessizce...
Lânet okuyarak, kahrederek!
 
Birileri de Ankara’dan seslenmez mi...
“Dans etmeyin, Fatiha okuyun!”...
Hasbinallah...
Ölür müsün, öldürür müsün...
Yoksa yüzüne mi tükürürsün?
Ah ulan “İç Güvenlik Yasası”...
Daha gelmedin...
Ama kurban çok...
Ne diyeyim bilmem ki...
Toprak olursun tez zamanda...
Eğer Karacaahmet’e gelirsen de...
Ben de mezarına...
Öl de gör! 

Maya!

Macit CÜNÜNOĞLU
17/02/2015 08:14

 

A+
A-
Özgecan vahşeti kadına yönelik şiddette milat olur mu?
Hiç sanmam...
Çünkü bu toplum neler gördü yaşadı.
Daha dün Hrant katledildi...
Nerde gerçek katiller, nerde derin devletin asil(!) elemanları?
Koskocaman bir tısss!
Tehcirimiz, Dersim’imiz var...
Yetmez...
Varlık Kanunu’muz, 6-7 Eylül’ümüz var...
Bir de yere göğe sığdıramadığımız Topal Osman’ımız var...
Uğruna şiirler yazdığımız, ağıtlar söylediğimiz, heykeller diktiğimiz...
Sahi, kimdir bu adam veya resmi söylemle kahraman...
Maskesi düşme pahasına, verilen madalyaları sökme pahasına...
Hiç merak ettiniz mi, okuyup araştırıp gerçek kimliğini öğrendiniz mi...
Elleşmeyelim mi...
Dokunmayalım mı...
Tarih kitaplarında ne yazarsa doğru mudur?
Haklısınız, kaşıdıkça ortaya kim bilir ne rezillikler, ne kepazelikler çıkacak...
Yüz karası, utanç verici...
Belki “özür” dilenecek...
Lâkin kimden?
Yoklar, hem de hiç yoklar...
Artık her yer bizim...
En çok satan gazetemizin logosunda yazdığı gibi...
Ta kırk dokuzdan beri...
“Türkiye Türklerindir”...
İşte, bu kadar!

Ne projeymiş ama...
“Türk-İslâm” sentezinden söz ediyorum...
Kökleri on dokuzuncu yüzyıl...
Baş figürü Abdülhamid Han...
Sonra İttihat-Terakki...
Uygulayıcıları Enver ile Talat...
Bilâhare Cumhuriyet...
Hoş geldin M. Kemal...
Ve İnönü, Menderes, 12 Eylül derken...
Çağımızda sultanların sultanı...
Ortadoğu fatihi, “tek bayrak tek millet” ülküsünün mucidi...
Barış havarisi, karanlığın yobazlığın softalığın gericiliğin banisi...
Ve de hamisi...
Devrimmiş...
Bu ülkede gerçek manada ne burjuva devrimi yaşandı...
Ne laiklik...
Cinsel açlık var...
Din var...
Cemaat var, tarikat var...
Hüseyin Üzmez’ler var...
Ve bol miktarda kadın düşmanı...
Çocuk avcıları...
İster yaratık deyin, ister aşağılık mahlûklar...
Ama varlar...
Ve güzeli, iyiyi tehdit ediyorlar...
Ve punduna düşürdü mü saldırıyorlar...
Vahşice, hunharca, ağızlarından salyalar akarak...
Özetle bu ülkede Özgecan vakaları bitmez...
Bizde bu huy, bu maya olduğu sürece!

16 Şubat 2015

Peşrev!

Macit CÜNÜNOĞLU
16/02/2015 09:45

 

A+
A-
Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleri o kadar da eski değil...
Dokuzuncu yüzyılda Karahanlılar’la Arap dinine dâhil olmuşlar...
Giriş o giriş...
Kur’an’la tanışması ise çok daha yeni...
Yirminci yüzyıl, Cumhuriyet dönemi...
M. Kemal’in emriyle M. Akif’ten sonra Elmalılı Hamdi Yazir devreye girmiş...
Ve O’nun çevirisiyle Türkçe Kur’an Latin alfabesiyle basılıp yaygınlaşmış.
Ben de eşek değilim ya, mesafeli durduğum kutsal kitabı arada sırada okuyorum.
Üstelik Egemen Bağış gibi saygısızca değil...
Elimin altında Osmanlıca-Türkçe sözlük...
Anlamaya öğrenmeye çalışıyorum.

Faydası da oluyor...
En azından peygamberin yaşadığı süreci ve o dünyayı enine boyuna kavrıyorum...
Yedinci yüzyıl...
Roma yıkılalı epeyce olmuş...
İsa’nın dini almış başını gidiyor...
Yahudiler’in dini Musevilik ise stabil...
Yayılma şansı yok...
Çünkü adrese gelmiş; zata mahsus...
İllâki Yahudi bir anan olacak...
Ne tesadüf...
Tıpkı Alevilik gibi...
Bilirsiniz, her önüne gelen Alevi olamaz...
Belki Bektaşilik...
Genetik mezheptir, soy sürer...
Kimilerine göre de apayrı bir dindir...
İslâmiyet’ten farklı...
Bilhassa Anadolu Aleviliği...
Dinin aydınlık yüzüdür.

Asıl üzerinde durmak istediğim mesele tarikatçılık, cemaatçilik...
Sahi, nerden çıkıyor bu tür sapmalar?
Bildiğim kadarıyla İslâm’da ruhban sınıfı yok...
Direkt bağlantı...
Yeter ki ellerini tanrıya uzat...
Dua metnini de sıkı tut...
Bencil olma, konunu komşunu, aç yatanı, sefil olanı düşün...
İnsanlığı da unutma...
Belki duyan olur!
Ancak sessizliği unutma...
İşte burası çok mühim...
Çünkü “din” sükunet işidir...
Bir de felsefi, tefekkür boyutu vardır...
Gösterişi, azameti sevmez...
Sadelikten, basitlikten yanadır...
Bir nevi dervişlik, abdallık...
Bir tarafta inanç, diğer tarafta Tanrı...
Kontak kurdun kurdun...
Gerisi de hikâye!

Üstüme vazife değil ama haftanın ilk günündeyiz...
İlahi konulara değinen bir yazıyla giriş yapayım istedim...
Peşrev niyetine, üvertür kabilinden...
Yayına koymadan önce de tekrar okudum...
Yalan yanlış, eksik gedik var mı diye...
Ne de olsa Çarli veya Niyazi olmakta var...
Bence fena değil, namusluca değerlendirmeler...
İddia yok, ukalalık hiç yok...
Ya sizce?

15 Şubat 2015

Tanrıların dünyasından...

 

Tanrıların dünyasından...
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
15 Şubat 2015, 12:45
                           
 
Değerli Adil Korkut arkadaşımız son yazısında içsel dünyasına
müthiş bir yolculuk yapmış...
Hesaplaşmalar, sonuçsuz kavgalar ve yargılar...
Gündeminde Tanrı ile Adalet...
İlahi konular...
Hâlbuki ikisini yan yana getirmek veya düşünmek ne kadar da doğru...
Ancak yazarımızın adı “Adil”...
İsmiyle müsemma, illâki hak, hukuk yerini bulacak...
Hem de bu dünyada...
“Zor dostum zor” demek geçiyor içimden...
Ki bendeniz Mardukçuyum...
Sümerlerden miras...
Kötülerin düşmanı, emekçilerin dostu...
Babil’in mutlak efendisi...
İlk Tanrı...
Rakipsiz, tek...
O bile baş edememiş insanoğluyla!

Bir de Şeytan var...
Meleklerin en fenası...
Kırmızı kartlı, cennetten kovulanı...
İçimizde yaşayan...
Besleyip büyüttüğümüz...
Ve ihtiraslarımız, kibrimiz, zaaflarımızla donattığımız...
Belki de varlık nedenimiz, yaşam sevincimiz...
İktidar tutkumuz, saraylarımız...
Temellerinde kötülüğün ayak izleri...
Harcı alın teri, gözyaşı...
Kurban gani...
Madenlerden, şantiyelerden, tersanelerden, Uludere’den...
Özgecan’ın kesilen bileklerinden kan geliyor...
Yürekler sızlıyor...
Günah çok, sevap yok...
Dereler, çaylar, ırmaklar kızıl akıyor...
Şarap kırmızısı...
Şeytan mutlu...
Tanrı mahcup!

Artık tanrıların dünyasında yaşamıyoruz Adil dostum...
Ormandayız...
Ağaçsız, yapraksız, yağmursuz, susuz...
Âdeta çölleşmiş...
Göç etmiş hayvanlar sonsuzluğa...
Sadece insan soyu var...
Vicdanlar çürüyüp ahlâk pazara çıkmış...
Toprak ağlıyor...
“Bugünleri de mi görecektim?”...
Marduk da hüzünle bakıyor gökyüzünden...
“Ardıllarıma sığınanları ibretle izliyorum” diyor...
Ve ilâve ediyor; “insanlığın hâllerini gördükçe utanıyorum tanrılığımdan!”

Özgecan

Macit CÜNÜNOĞLU
15/02/2015 09:43

 

A+
A-
Güzel bir Cumartesi günü beni bekliyordu.
Mızıkacı dostlarımla Beyoğlu’nda buluşacaktım.
Buluştuk da...
Lâkin içimde neşe yok, yüreğimde Özgecan’ın derin acısı.
Galatasaray Lisesi’nin önü her zamanki gibi kalabalık...
Polis onlardan da kalabalık...
Kadınlarımızın ellerinde kurbanımızın posterleri...
Vahşi cinayeti protesto ediyorlar.

Nasıl bir toplum olduk...
Her taraf IŞİD kafası, her taraf Sivas zihniyeti...
Dayanılması gerçekten güç...
Madımak’ın misafirlerini ateşle yaktılar...
Diri diri...
Asker, polis ve de devlet seyretti.
Gerekçe; azgın, gözü dönmüş kitle tahrik olmuştu...
Öyleyse eylem, benzin bidonu mubahtı...
Saldırdılar otele...
Barbar ruh hâliyle...
Netice; insanlık dramı...
Ancak ne devletin umurunda ne halkın...
Oh olsun diyenler çoğunlukta...
Ve ne acıdır ki onlar bugün iktidarda!

“Kahrolsun” demekle, “yollar yürümekle” düzen değişmiyor...
Eldeki malzemenin kökleri eğitim...
Çocuk yaşlarda Kur’an kursu...
Okulda türban, zorunlu din dersi...
Meraklısına talim, terbiye...
Elde silah, hedef M, Kemal aydınlığı...
Hayatın içinde tarikat, cemaat...
Yüzlerce, binlerce...
Seç beğen al...
Ne çıkacak ortaya?
İnsan kılığına bürünmüş hayvansı varlıklar...
Tecavüz eden, yakan, yıkan adı konmamış canavarlar...
Ülkenin dört bir tarafını kaplamışlar...
Üst kimlik dinsel maneviyat...
İşte memleket, işte gelecek!

Artık tanrının adaletine inanmıyorum...
Yaşadığım dünya cehennem...
Yoksa İsrafil’in borusu ötüp kıyamet mi oldu?
Orasını da bilemem!

Hâlbuki bugün Pazar, tatil...
Keyifle Mızıkacı dostlarımla buluşmayı aktaracaktım...
Bluesın tadına varacaktık ve Afrika’ya uzanacaktım...
Oradan güneye, Latin Amerika’ya...
Pamuk tarlalarına...
Siyahî kölelerin hazin öykülerine, ezgilerine...
Ve dostlarımı New Orleans’taki Louis Armstrong konser salonuna
davet edecektim...
Nerdeee?
Ateş düştü yüreğime...
Acı haber tez duyulurmuş derler...
Ruhum Özgecan...
Gözlerimde nem...
Lânet olsun bu güzelim ülkeyi cehenneme çevirenlere...
Yağan kanlarda beraber ıslananlara!
Haykırdım Taksim’de sessizce...
Az ilerde Kazancı yokuşu...
Dostlarım gülümsüyor yıllar öncesinden...
Ve sanki gözleriyle konuşuyorlar...
“Biz hâlâ burdayız!”

13 Şubat 2015

Bavé Kurdan

Dünkü kaldığımız yerden devam edelim...
Jandarma gözetiminde Urfa’ya varmıştım...
Yolculuk Diyarbakır’a...
Urfa Diyarbakır 182 kilometre...
Gene tehlike, gene asker, gene eskort...
Aman tanrım!
Dokuz saatlik bir yolculuk daha...
Mecburuz, illâki hedefe ulaşacağız...
Ve ulaştık da...
Dostlarım bekliyor...
Yediğimiz, içtiğimiz benim olsun...
Gezdik, gördük...
Diyarbakır’ın eski adı Amed’miş, öğrendik.
Yalnız ne çok Ermeni, Süryani yaşarmış...
Mahallelerini gösterdiler, şaşırdım kaldım.
Tabii Kürtleşmiş...
Ne zaman?

Sorunun cevabı
Bavé Kurdan (Kürtlerin Babası)...
Ne demek o?
Öyleyse yüz yirmi beş yıl öncesine bir yolculuk yapalım...
İktidarda -Necip Fazıl’ın deyimiyle-
Ulu Hakan Abdülhamid
...
Bugünkünden üç önceki padişah...
Prusyalılarla da pek bir dost...
Belgesi Sultanahmet’teki Alman Çeşmesi!
Osmanlı 93 Harbi’nden yeni çıkmış ve yenik çıkmış...
Almanlar padişaha diyor ki,
“arka bahçeni temizle”
...
Sultanımız söz dinliyor, ne de olsa cici çocuk!
Başlıyor ordular kurmaya...
Ne tesadüf, bizimkinin kurduğu
Özgür Suriye Ordusu
gibi...
Adı:
Hamidiye Alayları
...
Kadro Kürtlerden, Şafi mezhebinden...
Toplam 65 Alay, 37.581 asker...
Başlarında Müşir Zeki Paşa...
Merkez Erzincan, (kulakları çınlasın dostum Tercan)...
Yıl bin sekiz yüz doksan bir.

Güya vatanı Ruslardan koruyacaklar...
Padişah Abdülhamid koyu bir Müslüman...
Ve azınlık düşmanı...
Bilhassa Ermeniler!
Saraydan aldığı icazetle emir veriyor komutan...
“Marş marş, ilk hedefiniz Ermeni köyleri”
...
“Sakın ha Süryanileri, Rumları, Alevileride ihmâl etmeyin”
...
Saldırıyor Hamidiye Alayları...
Acımasızca, hunharca...
İlk bilanço
200 bin ölü
...
Toprak el değiştiriyor...
Ne de olsa ganimet, sevap kere sevap...
Dikkat edersiniz 1915 tehcirine daha yıllar var...
Etnik temizliğin peşrev bölümündeyiz...
Kürt aşiretlerinden oluşan
Hamidiye Alayları
sarayı selâmlıyor...
“Çok yaşa Bavé Kurdan”
...

Evet, tarihi sahneler Osmanlı torunlarına saygı ile hatırlatılır...
Bir de Dersim’i kaşıyan fazilet bezirgânlarına...
Madem barış sürecindeyiz...
Ya herro ya merro...
Tüm gerçekler sıralanıp sergilensin...
Ne dersin Selo?
Var mısın Davut?
Hamidiye Alayları
’nı tartışmaya?

Macit CÜNÜNOĞLU
.

12 Şubat 2015

Kelaynaklar

026
Macit CÜNÜNOĞLU

Yıl bin dokuz yüz yetmiş yedi…
Urfa-Birecik’teyim…
Kelaynaklarıyla ünlü ilçe…
Ortasından Fırat geçer…
Ve Türkiye’nin en uzun ikinci ırmak köprüsü üzerindedir.
Açılış tarihi 1956…
Ya önceleri?
Elbette “sal”…
Yani Antep Urfa suyolu ile birbirine bağlanıyor…
Neyse ki Demokrat Parti imdada yetişti…
Marshall yardımıyla köprüyü kondurup çağ atlamıştı ülkem…
Selâm olsun rahmetli Menderes’e, asr-ı saadet devirlerine!

Lâkin Kelaynaklar ilginç kuşlar…
Bir kez nesli tükenip yalnız bizde kalmış…
O zamanlar sayıları bin civarındaydı…
Şimdilerde seksen dört adet…
Evet evet, yanlış okumadınız, sadece 84, on yedi de yavru varmış…
Ancak insan evladına hiç benzemiyorlar…
Bilhassa erkek milletine…
Çünkü tek eşliler!
Bu özellikte üremelerini engelliyor.
Hâlbuki sultanımız sözünü dinleyip çoğalsalar sesleri daha çok duyulacak.

Neyse, onların bileceği iş…
Demek ki marjinal takılmak hayat tarzları…
Aslında azınlık olmakta fena değil…
En azından sürüye dâhil olmuyorsunuz…
Hele biat kültürüne bulaşmamak…
Belki de dünyanın en keyifli işi…
Düşünsenize, karışanınız görüşeniniz yok…
Emir aldığınız bir merkez de yok…
Nerde akşam orda sabah…
Beyin derseniz zaten özgür…
Epeydir prangalardan da kurtulmuşuz…
Paralel kenardan ufak ufak ilerliyoruz…
Hayat tatlı; müzik gönlümüzde aşk yüreğimizde…
Devrimcilik genetik miras…
Savulun biz geliyoruz…
Tabii sessizce…
Martıların kanadında sonsuzluğa koşuyoruz…
Fotoğraflar cebimizde…
Hatıralar arkamızda…
Yarınlara bakıyoruz…
Var mı daha ötesi?

Aslında yetmişli yıllara uzanırken Kürtleri anlatacaktım…
Koçero geleneğini sürdürenleri…
O tarihler yol kesip soygun yapıyorlardı…
Antep’ten Diyarbakır’a gitmek için otobüse binmişim…
Çayırağası turizm…
Şoförün adı Ziver, muavin Çiler…
Kafiyeli kadro…
O ne?
Az ilerde durdurulduk…
Bu kez jandarma…
Can güvenlimiz için eskortluk hizmeti vereceklermiş…
Külüstür bir Jeep, ABD malı…
İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma…
Ha babam de babam…
Askerin öncülüğünde yüz elli kilometrelik yolu dokuz saatte alıp
Urfa’ya vardık…
Sonra…
Görmüyor musunuz, yer kalmadı…
Arkası yarın…

11 Şubat 2015

Dava

Dava
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
11 Şubat 2015, 09:45
 

Sosyalizm Marx Amcamın ürünüydü...
Doğru veya yanlış, yetmiş yıl saltanat sürdü...
Ayrıca hâlâ izinden gidenler var...
Örneğin Küba, Kuzey Kore, Çin, Vietnam vs...
Tabii yerseniz!

Aynı şekilde Türkçülük...
O da bir ideoloji; Orta Asya’ya kadar uzanan kapsama alanı geniş...
Mucidi Yusuf Akçura...
İlham kaynağı Ziya Gökalp...
Öğrencisi Nihal Adsız, solcu Yağmur’un babası...
Elinde Havsala; pergele benzeyen alet...
Sürekli kafatası ölçen muhterem...
Sonra Alpaslan Türkeş...
Milliyetçi siyasetin babası, 9 Işık’ın yaratıcısı...
Dava adamı...
Ülkücü idealist...
Derdi “komonost” avlamak...
Netekim başarılı, bir dönem sokaklar kan gölü...
Askeri dehası sayesinde!

Kürtçülük...
Evvel ezel var...
Kimine göre Medlere uzanır, kimine göre Sümerlere...
Kısaca rivayet muhtelif...
Yalnız Apo gerçek...
Örgütü PKK kanlı ve canlı...
Hayatın her alanında...
Dağda, bayırda, belediyede, mecliste...
Kürt davası da mühim, fonda solculuk...
Ağalar, marabalar el ele...
İmralı güzelinin önderliğinde ilerliyorlar tarihin derinliklerine!

Ve İslâmcılık...
Yani siyasallaşmış din...
İdeolojilerin en kralı...
Çünkü binlerce yıllık...
İkincisi kutsal...
Kurucusu peygamber...
Arap işi ama evrensel...
O da dava...
Adı: HAREKET...
Ulusal lideri Kasımpaşalı...
Ve hepsinden önemlisi iktidar...
Yıkılacak cinsten değil...
Her gün kök salmakta...
Panzehiri; akıl, bilim, ekstradan vicdan...
Yalnız karaborsa...
Az sayıda olup görüldüğü yerde vurulmakta!

Bir de sosyal demokratlar var...
Üzerinde durmaya değmez ama yine de kayda geçirelim...
Partileri CHP...
Yüz elli civarında seçmen kontenjanına sahipler...
O da M. Kemal aşkına...
Birileri sürekli gidip gelir (Baykal hariç)...
Dostlar alışverişte görsün misali parlamentoda oyalanırlar!

İşte böyle değerli dostlar...
Özetle davası olan ayakta kalıyor...
Gerisi sade suya tirit...
Ve gelelim en önemli meseleye...
Yani demokrasi, laiklik, insan hakları, özgürlük meselesine...
Sahi, onlar ne ki?

10 Şubat 2015

Umut dünyası!

Macit CÜNÜNOĞLU
10/02/2015 08:34

 

 
 
Pazar günü Kadıköy’de miting vardı...
İzlediğim kadarıyla hatırı sayılır ölçüde kalabalıktı.
Organize eden kuruluşlar ise Haziran Direnişi ile Alevî örgütleriydi.
Gerekçesi eğitimin gidişatı...
Ve kitlelerin temel sloganı da “Laik, Bilimsel Eğitim İstiyoruz”du.
Çok güzel, inşallah amacına ulaşmıştır.
Lâkin muhalefet partileri nerde?
Örneğin bir CHP, bir HDP, hadi MHP’yi de katalım...
Sahi, nerdeler?
Ki konu “Laiklik” ve bu bağlamda eğitim...
Yoklar, hem de hiç!
Demek ki laiklik, eğitim yalnızca Alevilerin sorunu...
Gerisi de fasarya!

Hâlbuki 7 Haziran’da seçim var...
Ve söz konusu partiler Kadıköy mitingine katılanlardan oy isteyecekler...
Aynen Hrant’ın ölüm yıldönümüne gidenlerden olduğu gibi...
Ancak piyasada yoklar veya çok meşguller...
Biliyorsunuz; liste pazarlıkları...
Çok mühim, Dünya’da milletvekilliği, ahirette iman lâzım...
Ki her ikisi de adaylarda fazlasıyla var!
Örneğin bir Bekaroğlu...
Nasıl da yakışır CHP’ye...
Bir Cüppeli, hatta Fethullah Gülen Efendi...
Neden olmasın?

On binler de Kadıköy meydanında yırtınıp dursun...
“Laik, Bilimsel Eğitim İstiyoruz” diye...
Ne muhalefet partilerinin umurunda, ne sessiz çoğunluğun...
Kaldı ki Başbakan Yardımcısı ve AKP’nin ağır topu Bülent Arınç ne demiş:
“Yüzde elli bizden nefret ediyor”...
Seçim arifesi ne kadar da manidar tespit...
Evet, kesinlikle nefret ediyoruz...
Çünkü tarihin akışını geri çevirmeye çalışıyorsunuz...
Bilime, sanata, iyiye, güzele düşmansınız...
Varsa yoksa siyasal din...
Ve cihat aşkı...
Saldırıyorsunuz...
Komşuya, Cumhuriyet değerlerine, insan haklarına, özgürlüklere...
Üstelik yalan söyleyerek, göz boyayarak...
Ne yazık ki büyüyorsunuz ve iktidar oluyorsunuz...
Kuzunun olmadığı ülkede -pardon; muhalefetin- Abdurrahman Çelebi
rolüne soyunuyorsunuz...
Ki bu halk, bu topraklar hiç hak etmediği hâlde...
Şeriat rüzgârları estiriyorsunuz!

Ne dersiniz, var mı itirazı olan...
Yoksa muhalefete devam...
Belki 7 Haziran’da bir mucize gerçekleşir...
Yerle bir olur AKP...
Tarihin çöplüğüne yolculuk için bileti kesilir!

09 Şubat 2015

Uygarlıklar dünyasından...

Macit CÜNÜNOĞLU
09/02/2015 09:40

 

A+
A-
Yerebetan, Ayasofya, Aya İrini, Topkapı derken...
Son durağım Arkeoloji Müzesi.
Nam-ı diğer İmparatorluk Müzesi...
Tabii Osman Hamdi...
Ve Sanayi-i Nefise, bugünkü Güzel Sanatlar Akademisi.
Asar-ı Atika Nizamnamesi sayesinde elimizde kalan sanat eserleri...
Çağlar öncesinden gelip bir bir sergileniyor.
Milattan Önce dediğimiz zaman diliminin derin ayak izleri...
Anadolu’dan Balkanlar’a...
Afrika kıtasından Arap yarımadasına uzanıyor...
Mezopotamya orada...
Afganistan el sallıyor misafirlerine...
Tarihsel bulgular yedi-sekiz bin yıllık...
Müthiş...
Gerçek bir zaman tüneli...
Yolculuk var uygarlıklar dünyasına...
Güneşin doğduğu topraklara...
Anadolu’ya...
Sakın uğramayı, gezmeyi ihmal etmeyin...
Dokunun İskender lahitine, Mısırlılarla buluşun...
Ramses sizleri bekliyor...
Gerçek Firavun ile tanışın...
Göreceksiniz; bugünkülerin yanında ne kadar masummuş!

Ben her zaman söyler, yazar çizerim...
Geçmiş önemli, yalansız dolansız abartısız...
“Nerden gelip nereye gidiyoruz?”...
Merak işte, veya öğrenme arzusu...
En son yazısında ne demiş değerli Erol Çevikçe:
“Öküzlüğün âlemi yok!"...
Benjamin Franklin de benzer şeyler söylemiş...
“Gerçek yaşlılık öğrenme isteği bittiği zaman başlar.”
Öyleyse beyinsel yaşlanmanın da gereği yok...
Yola devam, gezmeye devam...
Ve hepsinden önemlisi öğrenmeye devam.

Yaşasın hayat!
Yaşasın Sanat!
Yaşasın Aşk!
Gönlümde keşif duygusu...
Yelkenim açık...
Önüm arkam okyanus...
Bekle beni kainat...
Sana koşuyorum...
Biliyorum, ömrüm topluiğne başı...
Söz, yine de kalan süreyi (neyse) dolu dolu geçireceğim...
Yoksa bu hayat çekilmez...
Hele Firavun müsveddelerinin yönettiği ülkede...
Zaten takvim yapraklarına benzedik...
Vadesi dolan elbet bir gün kopacak...
Yeter ki düşerken örselenmeyelim...
Sessizce karışalım sonsuzluğa.

08 Şubat 2015

Üç Horan Kilisesi'nden...

Macit CÜNÜNOĞLU
08/02/2015 08:34

 

Üç Horan Kilisesi
 
 
Osmanlı’ya bir gün ara verip -af edersiniz(!)- dün katıldığım
Ermeni düğününü paylaşayım.
Fotoğraflar Facebook sayfamda, arzu eden bakabilir.
Efendim, düğün sahibi Amasyalı hemşerim Osrof Amca’nın kızı
Katerina ile değerli damadı Dr. Tercan Mildanoğlu.
Evlâtları Nora evleniyor...
Ancak evlat deyip geçmeyin...
Boğaziçili, iki bölümü birden bitirmiş.
Hrant dostlarından...
Gerçek bir akademisyen...
İnsan gurur duyuyor...
Geçenlerde bir kitabını hediye etmişti...
İstanbul’da gasp edilen Ermeni mallarıyla ilgili...
Belgeli, tapu kayıtlı...
Şimdilerde başucu kaynağım...
Ne zaman merak ettiğim tarihi bir eser var...
Köklerini bu eserde bulabiliyorum...
Öylesine sağlam ve zengin yani...
Ne diyelim, böylesi evlat dostlar başına...
Sanırsınız ayaklı kütüphane.
Hayatı da birikimi gibi güzellikler içinde geçsin...
Ta ki sonsuzluğa kadar.

Perinçek Efendi de Avrupa’da dolaşıp şov yapsın...
Ucuz numaralar ama ne yapacaksınız...
Peşinde Egemen ile Baykal...
Güya “Soykırım yalanı emperyalizmin uydurması”ymış...
Ayıptır, günahtır...
Bu ülke Ermenilerin de anavatanıdır...
Şu anki kalan nüfus elli bin civarındadır...
Ya yok olan yüzbinler...
Sahi, nerdeler?

Daha dün, bir saatlik düğün töreninde Ermeni dostlarımdan ne hikâyeler dinledim...
Amasya’ya ait, doğduğum topraklara...
Adres tartışmasız, belgeli...
Hazin, dayanılması güç gerçekler...
Ancak önyargılar, resmî ideolojinin yalanları yok mu?
Tehciri de aklar, büyük katliamı da...
Yeter ki insan yüreği kararmasın...
Çarlili sanatçıları öldüren katiller için cenaze namazı kılar Fatih camiinde...
Yetmez elinde benzin bidonu, ayaklanan Sivas ruhuna rahmet okur...
Ki IŞİD zihniyeti serpilip gelişsin...
Mutlak iktidar olsun bu güzelim memlekette!

Sonra?
Sonrası malum...
Açtırmayın kutuyu...
İyi pazarlar efendim...
Üç Horan Kilisesi’nden sevgiler, saygılar, selâmlar...
İyi ki Ermeni dostlarım var.

07 Şubat 2015

Osmanlı'nın izinden...

 
07/02/2015 09:14

 

 
 
Dün İrini ile vedalaşmıştım...
Hüzünlü bir ayrılış oldu...
Sırada Osmanlı...
Seveni çok, nefret edeni çok...
Yok mu bu işin orta yolu?
Hâlbuki devamıyız, küllerinden doğduk...
Anadolulu halkların izini sürdüğümüz gibi...
Ayrıca saf kan arayan Orta Asya’ya gitsin...
Yanına da bir kuple Mehmet Emin Yurdakul şiiri almayı unutmasın...

“Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim.”


Neyse, bırakalım ırkçılık temalarını...
Zaten bu ülkenin başına ne geldiyse hastalıklı milliyetçilik ile
siyasallaşmış din yüzünden geldi...
Adam gibi ne cumhuriyet kurmayı becerebildik, ne de demokrasi...
Düştük bir kibir budalası hilkat garibesinin ocağına...
Debelenip duruyoruz!

Yine de Topkapı Sarayı’nı gezip görmek güzel...
Hele manzara...
Karşında Boğaz, sağ yanın Asya, sol yanın Avrupa...
Saltanata bakar mısınız?
Kim ne derse desin Osmanlı zevk-i sefayı biliyormuş...
Aferin onlara...
Ergenekon’dan çık, kılavuzun dişi kurt...
Kök Oğuzlar, Kayı boyu...
Anadolu’yu bul, Söğüt ilçesine yerleş...
Ve zıpla Avrupa’ya...
Doğu Roma İmparatorluğu’nu yerle bir et...
Müthiş macera...
Altı yüzyıllık olsa da incelenmeye değer...
Ben de onu yapıyorum...
Bu duygular içinde Topkapı’dayım.

Altın mücevherat silah bölümleri ilgimi çekmiyor...
Şah İsmail’in tahtı da...
En çok Harem’le ilgileniyorum...
Hürrem’in yürüdüğü Altın Yol, yıkandığı hamam...
Yattığı oda...
Baktığı pencere, turladığı balkon...
Hepsi şahane!

Karşı yakadan saraya nanik yapıyor Galata Kulesi...
Ne kalleş milletmiş Cenevizliler (Cenovalılar)...
Komşuları Bizans’a ihanet edip Osmanlı’yla işbirliği yapmışlar...
Sonrası malum...
İçten fethedilen Constantinopolis düşmüş...
Ah kara bıyıklı Türkler...
Ne doğru söylemişler...
“Ev alma komşu al”...
Bilirler işini, kurnazdırlar...
Hazıra konmayı, medeniyeti severler...
Bir de Roma’nın ihtişamı...
Al sana kurulu düzen...
Gelsin tatlı hayatlar!

Evet, hafta sonu, bugünlük bu kadar...
Sıkılmadıysanız arkası yarına...
Bence Osmanlı masalları günlük siyasetten ilgi çekici...
İçinde aşk, entrika, müsiki; ne ararsan var...
Öyleyse yola devam...
Şimdilik kaydıyla müsaadenizle...
Birazdan yola çıkacağım...
Beyoğlu balık pazarına...
Çiçek Pasajı’nın yanında...
Kadim dostumuz (ailecek) Katerina’nın (Gadoş) kızı evleniyor...
Üç Hora Kilisesi’nde...
Davetliyim...
İzlenimlerimi paylaşırım...
Amasyalı Ermeni kardeşlerimle buluşacağım...
Canlarım benim.

Macit CÜNÜNOĞLU

06 Şubat 2015

İrini'nin gözyaşları!

Yaşlar ilerleyince hastalık sohbetleri çoğalıyor...
Kanseri saymıyorum, o bambaşka bir illet.
Gelmeye görsün, çeken çekiyor...
Bir de yakınları; çaresizlik içinde kıvranmak kahrediyor insanı.
Gene de kuşağımın elinde konuşacak epeyce malzeme var...
Başta kalp ve tansiyon...
Peşinden şeker...
Ne kadar hoşlanmasanız da zoraki dinliyorsun...
Ne de olsa yıllara dayalı dostluklar, arkadaşlıklar, yarenlikler...
Arkanı dönüp “yetti be kardeşim” diyemezsiniz ya...
Velhasılıkelam hastayla hasta olup muhabbete katılıyorsunuz...
Ayrılıktan sonra da başınız mı ağrır, beliniz mi tutulur...
Orasını bilemem...
Dinleyen, katlanan düşünsün!

En iyisi mi dünkü mevzumuza devam edelim...
Güzeller güzeli İstanbul’a, çok kocadan kalan dul kadına...
İlk durağım Yerebatan Sarayı...
Aslında batan çıkan yok da...
Türkler işte, Bizans sarnıcına öyle ad takmış...
Tabii etkili, hele de görkemli sütunlar...
Kaideleri Medusa başı...
Gerçek Roma şaheserleri...
Yalnız yayınlanan müzik kötü...
Ağır bir tasavvuf nağmeleri, enstrüman ney...
Zaten ortam nemli ve loş...
Şeytan diyor ki aç Marmara şarabını...
Çök bir köşeye...
Şiir yaz!
Hâlbuki klasik müziğin seçkin eserleri ne yakışırdı...
Bilhassa Vivaldi...
Ancak hangi mollaya derdini anlatacaksınız...
Koyverin gitsin!

İkinci adres Ayasofya...
Yaklaşık bin beş yüz yaşında...
İçinde yine iskele, sancak, alabanda...
Ne inşaatmış yahu...
Sanırım bin yıl sürecek restorasyon...
Sanki Bitmeyen Kilise...
Ki o bitti, Barselona’daydı...
Ve insanlığın hizmetine açıldı...
Lâkin bizimki...
Tahminimce o da bitecek ama kılık değiştirerek çıkacak karşımıza...
Ve açılış...
Kutsal davanın ideali...
Ayasofya bu süreçte camiye dönüşmeli...
Kırmızı kurdeleyi de Padişahımız ile Valide Sultan kesmeli...
Bekleyin görün; çok yakında!

Üçüncü uğrak noktam Aya İrini...
Garip mabedim benim...
Kanserli, âdeta çürümeye terkedilmiş...
Her hâlinden belli; solgun, süzgün ve de yorgun...
İçim sızladı...
Duvarların dili yok ki konuşsun, ikonların gözü yok ki ağlasın...
Oturdum bir köşeye...
Derin düşüncelere daldım...
Yapıldığı devirlere, IV. Yüzyılın başlarına gittim...
İktidarda I. Constantinus...
Neye niyet neye kısmet...
Ve dedim ki, “ağla İrini ağla”...
Artık gidicisin...
Ne İstanbul farkında ne insanlık...
Güya sen Dünya mirasısın...
Vedalaştım hüzünle, gözlerimde nem...
Baktım arkamdan el sallıyordu İrini...
“Ölmeden önce yine gel, beklerim, unutma!”

Macit CÜNÜNOĞLU

05 Şubat 2015

Bırakma beni!











Güneşli bir İstanbul sabahı...
Fırsat bu fırsat...
Yağmurlu ve soğuk kış günlerinden sonra yollara düşmeli.
Ama nereye?
İstanbul denilen sihirli şehirde gezilmedik mekân, görülmedik köşe mi kaldı?
Olsun, hele bir niyet edelim, gerisi kolay...
Ki burası kadın gibidir...
Yeter ki arzula, daha keşfedilecek çok duygu var.

Ne de olsa vakti zamanında felsefe okuduk...
Yarım yamalak Heraklit öğrencisi sayılırız.
Özellikle aynı suda iki kez yıkanılmayacağını bilenlerdeniz...
Ayrıca çağımızın yükselen değerlerinden Osho ile beyinsel akrabalığımız...
Buda ile dostluğumuz, Brahma ile kardeşliğimiz...
Tao ile muhabbetimizi, Konfüçyüs ile selâmımız var...
Bu kadar zenginlik arif olana yetmez mi?

Bir de volkmenimizde Beethoven...
V. Senfoni...
Avrupa’da Napolyon rüzgârı esiyor...
Viyana işgal edilmiş, bestecimiz hasta, sağırlık belasıyla uğraşıyor...
On dokuzuncu yüzyılın başları...
Ve bir şaheser çıkıyor ortaya...
Yıl: 1808...
Dört bölüm...
Her biri insanın derinliklerine işliyor...
Belki de İstanbul’a yakışıyor...
İnişler, çıkışlar...
Yumuşacık dokunuşlar...
Ve öfkeye dayalı haykırışlar...
Az ötede Doğu Roma (Bizans)...
Yorgun kalbi Ayasofya...
Karşısında Ceneviz dukalığı...
Galata kulesi insan yükü...
El sallıyor martılara...
Pera her zamanki gibi alımlı, işveli, davetkâr...
Belki de cennetin pasaportu...
Bekle beni canım İstanbul...
Birazdan koynundayım...
Sar, sarmala...
Kucakla, bırakma beni!

Macit CÜNÜNOĞLU
.

04 Şubat 2015

Hâl ve Gidiş!

Macit CÜNÜNOĞLU
04/02/2015 10:34

 

A+
A-
Adım adım “Başkanlık Sistemi”ne yaklaşıyoruz...
Ön şartı Anayasa değişikliği...
Bunun için asgari 330 milletvekili lâzım...
Hele 376 yakalanırsa, gelsin mutlak otoriter düzen...
Artık adına “monarşi” mi dersiniz, “diktatörlük” mü?
Hastalıklı rejimin ruhuna Fatiha okuyacağımız kesin!

Ve o günlere kavuşmadan yüksek huzurlarınızda “Polis Devleti”...
Teşkilatın başında “ÂL” kişi...
Örneğin mitinge gidiyorsunuz...
Diyelim ki Haydarpaşa’yı savunup koruyacaksınız...
Nasıl olsa muhterem Balyozcu, Ergenekoncu değil...
Alt üstü İstanbul’un asırlık süsü, tarihi bina...
Polis çeviriyor, sıkı bir arama...
O ne?
Cebinizde düşürdüğünüz böbrek taşı...
Yandınız...
O andan itibaren potansiyel suçlusunuz, hatta cinayet aleti...
Makul şüpheliden öte...
Gel bakalım içeri...
Sorgusuz sualsiz kırk sekiz saat misafirimizsiniz...
“Avukatım, ailem” çabalarınız nafile...
Artık çağdaş Gestapo’nun elindesiniz...
Yukarıda Allah, karşınızda demir parmaklık...
Duvarda tabela:
“HER CANLI BİR GÜN ZİNDANIN TADINA VARACAKTIR” yazıyor...
Altında not:
“Elbet döt kılları, kefenliler sürüsü, palalı kahramanlar hariç”.

İşte ati, işte Yeni Türkiye...
Kusura kalmayın, lâfı daha fazla uzatmadan birazdan çıkacağım...
Derdim alışveriş...
Malumunuz kız torunlarım var...
Devlet okuluna gidiyorlar...
Anaları çalıştığı için ben ilgileniyorum...
Müdür Bey türban takmalarını istemiş...
Armalı...
Anlaşmalı mağaza Sultanhamam’daymış...
Çileli başım, bir soluk oraya uzanacağım...
Dönüşte bu hoş sohbete kaldığımız yerden devam ederiz...
Söz!
Canım memleketim...
Seni her şeyden çok seviyorum...
Tabii padişahımı da...
Ne de olsa yerin kulağı var; duyan olur, gören olur...
Puştlar dünyası...
Bir tanesi üst katımda!