bir şair vardı, öğretmen

30 Kasım 2011

"Komşi!"



Tek çözüm Bülent Abi!
Yunanistan darbe söylentileriyle çalkalanıyor.
Onca acı tecrübeden sonra askerlerin yönetime el koymak için tekrar iştahlanması…
Olacak iş değil ama demek ki “olmaz olmaz” ekonomik kriz demokrasi tanımaz!

Halbuki çok uzakta değil, Albaylar cuntası ülkeyi yedi yıl inim inim inletmişti.
Aman tanrım, 1967-1974 aralığında Yunan halkının çektikleri neydi?
Sağın babası Karamanlis ülkeden tüymüş, peşinden solun lideri Papandreu.
Neyse ki imdatlarına Kıbrıs müdahalesi yetişti, Karaoğlan Ecevit
tam zamanında devreye girip faşizme son verdi.

Düşünüyorum da komşuyla benzeşen ne çok yönümüz var.
Bırakalım tarihsel geçmişi mübadeleyi, 6-7 Eylül olaylarını…
Her şeyden önemlisi iki ülkede 1952 yılında NATO’ya katıldılar.

Belki de sonun başlangıcı, geri kalmışlığın milâdı!
Soğuk Savaş devirlerinin uzak karakolları, düşman belli, Sovyetler duruyordu yanı başımızda!
Bastır parayı al silahı, “güçlü ordu yoksul halk”, askerî vesayetin tavan yaptığı yıllar.
Peş peşe yaşanıyor darbeler, sırasıyla otomatiğe bağlamış ortak dostumuz Amerika.

Açılış galası elbette güneşin doğduğu topraklar…
Sahneye kondu 27 Mayıs, “Ordu-Millet el ele” nidaları eşliğinde!
Gecikmedi Yunan, aynen bizimkilerin tekrarı; Albaylar 67’de başrolde, iktidarda!
Lâkin biz sevmiştik askerî darbeyi, tadı damağımızda kalmıştı…
Rövanşist duygularla olsa da 12 Mart’la paşalar yeniden hayatımıza el koydu!

Gerisi malûm, meşhur 12 Eylül’ün antrenmanları çoktan başlamıştı sahada.
Nihayetinde geldi çattı kara gün, Oval Ofis’in “bizim çocuklar”ı
verilen program çerçevesinde dibine kadar çaktılar demokrasi güçlerine!
Bilâhare hızını alamayan 28 Şubatçılar bin yıl sürecek(!) hükümranlığını
ilân ettiler ama RTE iktidarına kırmızı halı döşediklerinin farkında bile değildiler.

Gördünüz mü, komşuda yaygınlaşan ufak bir söylenti bizi nerelere sevk etti.
Hani haksızda sayılmayız, oldu bitti sevmeyiz diktayı…
En berbat demokrasi bile on basar vesayetin her türlüsüne…
Ergenekonla, balyozla, eldivenle, sarıkızla işimiz olmaz…
Yalnız sarıkız denilince –itiraf edelim- aklımıza kuzeyli güzellerden başkası gelmez!

Şaka bir yana; “N’olacak bu komşunun hâli?”…
Bir taraftan ekonomik krizle cebelleş, diğer taraftan darbe heveslileriyle baş et!
Allahtan reva mı çektikleri, yoksa bizim Ergenekoncular Atina’da mı?

Halbuki örnek alsalar ülkemizi, görseler halkımızın eşsiz mutluluğunu huzurunu!
İç politika muhteşem, kimsenin umurunda değil elektriğe, suya, gaza, telefona yapılan zam!
İşi gücü bıraktık keyfe keder eski defterleri karıştırıp tarihimizle yüzleşmeye başladık…
İlk sıraya Dersim’i koyduk, belki sıra Konstantinapolis’e de gelecek!

Dış politika harikâ çocuk Davut ustamızın ellerinde…
Sıfır ne kelime, sıfırdan da öte, dört bir tarafla ilişkilerimiz ballı börek!
Dünya gıptayla bakıyor memleketimize…
TIME’a kapak olmuş medarı iftiharımız RTE!

Daha ne diyelim bilmem ki?
Yüzyıllardır iki yakayı paylaştığımız komşi;
Rembetikoyu duyunca gönül tellerimiz titremedi mi?
Mastikayla uzoyu rakı kadehiyle buluşturmadık mı?
“Telli telli turna”yla coşup eğlenmedik mi?

Takma kafana boş ver, bugünlerde gelip geçer…
Eskisi gibi gül eğlen, sirtaki oyna tavernalarında…
Ayrıca ne işin vardı AB’de de?
Kıçı kınalı mum mu gönderdiler, alelacele gittin oturdun kucaklarına!

Bak, bizim telaşımız var mı?
Hicaz makamından nağmelerle birlikte aheste çekeriz kürekleri boğaziçinde…
Etrafımızda kırk takla atsalar da misak-ı millîye sıkı sıkı bağlıyız…
Az yeriz hiç yemeyiz, lâkin dünyalar tatlısı hünkârımızın izindeyiz.

Son olarak size bir tavsiye; ihtiyaç duyarsanız bizimki türden lidere…
Aslını vermeyiz –Tanrı eksik etmesin başımızdan o bize lâzım- ama yardımcısı
Bülent Abi’nin transferine iadeli taahhütlü olmak koşuluyla seve seve izin veririz.

Anında çeki düzen verir ülkenize, önünde ne kozmikçi durur ne militaristler…
Acılı, gözyaşlı arabeski sevse de buzikiden de anlar cazdan da…
Merak etmeyin, bonus olarak mesir macunu da göndeririz yaşlı halkınıza.

Her neyse, lâfı uzatmadan hepinizi selâmlarım kalbî muhabbetle…
Bu arada fazla azıp bozmayın kafamızı, Kıbrıs'a gireriz anında…
Zaten şimdiden başladık ufaktan ufaktan ısınma turlarıyla sondaj çalışmalarına…
Karar artık sizin, gerisini düşünün.
11 milyon 148 bin 533 nüfusunuzun –darbe niyetliler hariç- tek tek gözlerinden öperim!
Kalın sağlıcakla, Noel yaklaşıyor, Hz.İsa’nın aziz ruhuna emanet olun.

Âmen!

.

29 Kasım 2011

Şike!



Geçenlerde hasta Galatasaraylı arkadaşımla karşılaştım…
Yüzünden düşen bin parça, epeyce keyifsizdi.
“Hayrola?” dedim…
Hay sormaz olsaydım, başladı saydırmaya.

Efendim derdi futbol ile şikeymiş!
Tek eğlencemdi diyor ve ilâve ediyor;
“Şike olayları tüm iştahımı kaçırdı, artık zevk almıyorum!”.
Bak şu işe! "Unutursun geçer" desem de nafile.
İllâ ki derdini anlatacak.

Dostluk böyle günde belli olur, ya sabır çekip başladık dinlemeye.
Aslında taraftarlığı fanatiklik derecesinde olsa da objektif delikanlıdır.
Yiğidi öldürür asla hakkını yemez!

Diyor ki; “İzlediklerim beni paranoyak yaptı!”…
Hoppala, böylesi patalojik durum nerden çıktı?
Ayrıca “değer mi?” tavsiyemiz karşılık bulmadı.
Sonuç itibariyle Marko Paşa modunda kulak verdim aktardıklarına.
Etraflıca düşününce tespitlerine hak verdim.

Özetle “şike yapanları, yoldan çıkanları, hırsına yenik düşenleri
bir dereceye kadar anlıyorum” diyor…
Ancak “ya meclise ne demeli?”…
“İşte aklım bir türlü ona ermiyor, bilhassa yaptıkları ittifaka!”.
“Hemen hemen her konuda ayrı düşen parti gurupları, şikecilere af
yasasını jet hızıyla geçirdiler parlamentodan!”…
“Üstelik –tabiri caizse- yedi ay önce tükürdüklerini bir güzel yaladılar!”…
“Bunlar vatandaşı aptal mı sanıyor, yoksa hepsi birer Aziz Nesin mi?”.

Gel de hak verme?
Ben de öyle yaptım, söylediklerini dinlerken “haklısın” diyerek başımı salladım.
Lâkin duyduklarımdan sonra şaşkınlığımı üzerimden bir türlü atamadım…
Sahi, ne olmuştu da mecliste tarihi uzlaşma sağlanmıştı?

Tamam, futbol endüstrisinin toplum üzerindeki etkisini hepimiz biliyoruz…
Yalnız ülkemizde değil, tüm dünyayı sarıp sarmalamış.
İnsanlık futbolla yatıp kalkıyor, şampiyonaları milyarlarca kişi izliyor.
Kimse yaşadığımız gezegeni bekleyen tehlikeler üzerine kafa yormuyor da…
Ronaldo’nun sevgilisinin beden ölçülerini, Messi’nin ayakkabı numarasını biliyor!

Haydi bütün bunlar normal, futbol aşkı böyle bir şey diyelim…
Gelelim yüce parlamentomuzun çok değerli milletvekillerine…
Bunların hepsi Fenerbahçeli, Aziz Yıldırımcı olamayacağına göre…
Demek ki işin içinde başka iş var!
Yoksa yedi aylık yasa durduk yere değişir mi?
Vur deyince öldürmeye meraklı olduğumuz için kantarın topuzu
kaçmış olabilir ama yine de müthiş konsensus üzerinde durulmaya değer.

Bu arada AKP’li Şamil Tayyar hop oturup hop kalkıyor…
Kamer Genç’e nazire yaparcasına ciddî anlamda tek başına muhalefet yapıyor.
Hatta hızını alamayıp Çankaya’ya mektuplar yazıyor…
“N’olur saygıdeğer Cumhurbaşkanım, tuzağa düşmeyiniz, kendinizle çelişmeyiniz
veto ediniz onaylamayınız!”…

Bu çocuğun başına taş mı düştü ne, o da ayrı bir mesele…
Helâl olsun diyoruz içimizden, emir komuta zinciri içinde hareket eden partinin
milletvekili olarak herkesin cesaretle yapacağı işler değil!
Kim bilir, belki duvarları yıkmak adına şanını şöhretini ikiye katlamak arzusundadır.
Ne de olsa ünlü bir Ergenekon uzmanı olup yazdığı kitaplar satış rekorları kırmaktadır.

Aldıysa kokuyu, hissettiyse futbolun labirentleri arasında Ergenekon uzantılarını…
Neden olmasın, söz konusu örgütün girmediği yer kaldı mı?
En son Oval Ofis çevresinde görülmüş militanları, Obama üzerinde çalışıyorlarmış(!)

Yine de Tayyar’ın yaptıklarını takdir etmek kıskanmamak lâzım…
Muhalefet partilerinin yapamadığını tek tabanca o yerine getiriyor.

Yalnız bizden söylemesi;
Sakın ha sakın, Kadıköy’e ayak basmasın, hele de Fenerbahçe stadyumunda
halkımızın arasına karışmasın…
Belli mi olur, bir tarihler Aziz Yıldırım’ı vurmaya kalkan taraftar
bakarsın bu kez ıskalamaz, yazık olur gençliğine!

Son olarak müsait bir zaman devam ederiz muhabbete...
Nasıl olsa meclisimiz müdahil oldu şikeye...
Hayırlı işler AK-PAK temizlik şirketine!


28 Kasım 2011

Güllü Tuğra!

.

“Tarih nedir?” sorusunun cevabını uzmanlara bırakalım.
Bilimi, nesnelliği önemsiyorsak doğrusu bu olsa gerek.
Ancak “Tarih” üzerine yazılanları -bizim yaptığımız gibi- kafa yorup anlamaya çalışırız…
Ki altyapı, yeterli donanıma sahip olmadığımız sürece bu bile yeterli olmayabilir.


Fakat yıllardır dikkâtimizi çeken bir husus;
Politikacılarımızın tarih üzerine konuşmaları, gerçekleri tersyüz ederek ortalığa saçmaları…
Hem de vıcık vıcık siyaset sosuna batırıp rant peşinde koşmaları!
Elbette salt bugünün değil; dünün, hatta çok daha eskilerin alışkanlığı.


Ayrıca gerçek tarihçileri –meslekî namus taşıyanları- bir kenara bırakırsak,
çağımızdaki tarih yazıcılarına projeksiyon tutmakta yarar var…
Aynen medyamız gibi!
Nasıl ki günümüzde koşulsuz iktidar destekçileri, pohpohçuları prim yapıyor...
Ve giderek çoğalıyor, ödüllendiriliyor, sınıf atlıyor, milletvekili dahi olabiliyorlar…
Tarihçiler için de aynı kıstaslar geçerli.


Örneğin iktidarın meşrebine göre kalem oynatanlar; televizyon ekranlarının
kısa sürede vazgeçilmezi olup roket hızıyla mevki-makama kavuşuyorlar.
Kimi saray yöneticisi kimi müdür, kimi de üniversitede dekan veya rektör.
Devletin imkânları lebiderya, kimse ne işsiz kalıyor ne baldırı çıplak!


Bir de geçmişle yüzleşmek adına yargılama, temizlik faaliyetlerine soyunduysanız…
Kim tutar sizi?
Kitaplarınız onlarca baskı yapar dağıtılır dört bir tarafa, bağrına basmakta gecikmez medya…
Köşeler bahşeder nurlu ufuklarınıza, akîl adam ilân edip ekranların baş köşesi
tahsis edilir hazine değerindeki oynak dağarcığınıza(!)


Evet, canım ülkem her konuda enteresan!
Tarih denilen insanlığın ortak hafızası birilerinin oyuncağı olup çıkarlarına
hizmet ediyorsa, varın gerisini siz düşünün!


Halbuki bazı tarihçilerin pek itibar ettiği K.Marx’ın ünlü bir tespiti var;
“Tarihte olaylar başka türlü olamadığı için olmuştur”.
Fazla realist olsa da, bu görüşe ister katılır ister katılmazsınız…
Lâkin günâhları sevaplarıyla beraber, içimiz kahrolsada geçmişi değiştiremeyiz…
Yaşanmıştır bir kez, sadece anlamaya çalışırız doğruları yanlışlarıyla.
Yaşandığı devirleri tüm boyutlarıyla idrâke çabalarız…
Yalnız iç dinamikleri değil, dış faktörleri de hesaba katarak yatırırız masaya.


Fakat bu topraklarda iktidar tutkusu öylesine azgınlaşmıştır ki…
Tarih ne kelime, el atılmadık ne yurttaşlık bilgisi kaldı ne coğrafya!
Utanmasalar biyolojide olduğu gibi matematik-fizik-kimyada nasibini alacak!
Hatırlarsak, daha dün didişmiyor muydu bilimle, Darwin’le TUBİTAK?
Ulemadan görüş alındığı günleri ne çabuk unuttuk?


Yakın zamanda “Dersim Dosyası” iktidarın âli çıkarları uğruna…
Diyanetin önüne gelirse, sakın şaşırma!
Ne de olsa her konuda tartışmasız otorite…


Mademki söz konusu Alevilik…
Ciddî manada mezhepsel arıza var…
Çok yakında patlatırsa fetvayı;
“Evet, RTE baştan sona haklı, CHP tek suçlu!”…
“Derhal İnönü mezarından çıkarıla, şeriat hükümleri gereği asıla!”


İmza: Güllü Tuğra!

.

26 Kasım 2011

CHP'den gelen "S.O.S"



CHP’li milletvekilinin Dersim çıkışıyla başlayan salvo atışları
partinin yaşlı gövdesinde onarılması güç delikler açacağa benzer.
Zaten uzun süredir sarsıntılı kaptan köşkü bakalım ne zaman
beyaz bayrak çekecek?

Kaptana da hak vermemek elde değil…
Âlelade ve süratle toplanan gemi tayfasıyla rota belirlemek,
yol tutmak hiç de kolay değil.

Hatırlarsanız seçimlere ramak kalmışken bile kurmay kadro hâlen oluşmamıştı.
Bir tek örgütten sorumlu kara çarşaf muciti vitrinde gözüküyordu,
o da defolu, kalibresi yetmediği için kısa sürede kızağa çekilip geri hizmete alındı.

Büyük umutlarla ithal edilen Demirel’in has evlatlarının da işe yaramayacağı
daha baştan belliydi. Biri hariç (Silivri'deki) gelenler tatil köyü havasındalar!
Bu durum sürpriz olmadı, yeter ki ayak altında dolaşmasınlar denildi.
Hani ünlü düşünür Diyojen’in “Gölge etmesinler…” misâli!

Lâkin Kaptan şaşkın ve çaresiz…
İlk on bir üzerinde sürekli çalışmalar yapıyor, değişikliklere gidiyor ama nafile…
Hatta darbeli matkap, çift santrafor kullanmasına rağmen bir türlü
beklediği sonucu alamıyor, gedikler veriyor savunmada.

Düşman bir değil bin tane, diğer yandan provakosyonlar hız kesmiyor içerde!
Toplama tayfa da huzursuz, memnun değil hâllerinden.
Hele ekip şefleri, hepsinin gözü güvertede…
Büyük bir iştahla liderlerinin sendeleyip havlu atacağı günü bekliyor.

Böylesi ağır koşullarda gemiyi sağ salimen varacağı hedefe ulaştırmak ustalık ister...
Ayrıca görünen köy kılavuz istemez, resmen sallanıyor gelecek.

Ya yolculara ne demeli?
Sandıkta ödemeyi peşin yapmışlar tur şirketine...
El mahkûm, yolculuklarına devam edecekler.
Kaygılar, korkular içsel dünyalarında, onlarında psikolojileri bozuk her alanda!
Derin bir yarılma bekliyorlar ana gövdede…
Çünkü azgın dalgaların sesi yolculara kadar geliyor…
Ve sabah/akşam dua ediyorlar; “aman karaya oturmasın batmasın” diye.

Yine de “çıkmayan candan umut kesilmez” iyimserliği hâkim…
Ayrıca “kervan yolda düzülür” ilkesinden hareketle ruhlarında yeni bir kredi
açma telaşı var ama çatlaklardan gelen sesler umutların tazelenmesine yetmiyor.

Aslında farkındalar, köprüyü geçerken at değiştirilmeyeceğini…
Fakat uzun yıllardır kör topal olsa da geçilmeyen ne köprü kaldı ne binilmeyen at!
Hatta barajın altında kalınan günleri unutmadılar…
Hafızalarına öyle bir yer etmiş ki, “Bi daha mı?”... Tövbe diyorlar.

Yalnız büyük tehlike cepheden göstere göstere geliyor…
Tepedeki taşlı/sopalı/kanlı/bıçaklı çatışmaların etkisi dalga dalga yayılıyor alt katlara.
Yılların ulu çınarı ilkesizlikten çürümüş, gölge vermiyor yapraklar...
Yaşlanıp kocamaktan mı, bakımsızlıktan mı, bitap düşüp sarılmış dört kolluya!

Apart da bekliyor eski kurtlar, ellerinde mavzer, tuzağa düşürecek av peşindeler.
Bir taraftan sakin gözüken denizler, diğer tarfatan harekete geçen kelle avcısı korsanlar!
Yolcular ikircikli, bu saatten sonra gemiden inmek ne mümkün...
Mevcut personelle limana ulaşmak zaten hayâl…

Gemide isyan çıktı çıkacak, acaba hangisinden yana olmak dertleri...
İşte bütün mesele; “Tu bi or nat tu bi!”.


25 Kasım 2011

"Özür"lü Siyaset!

.


"Özür dileriz!"
"Çoktan unuttuk seni"
İmza:T.C.
Hanım oturduğumuz fakirhanenin aylık faturalarını getirip önüme koydu…
Malûmu üzere herkesin başında olan dert; su’dan doğalgaza, elektrikten telefona…
Ve ilâve etti; “Bey bey, bırak şu yazı çizi işini, kaldır başını, ne olacak evin hâli?”
Hâsbinallah! Farkındayım desem nafile, git işine desem soru işareti?

Yalnız bizim köroğluna son zamanlarda bir hâller oldu da, ya sabır deyip
vaziyeti idare ediyoruz ama nereye kadar?

Bir taraftan düşünüyorum…
Haksız da sayılmaz, emekli maaşıyla memleket meseleleriyle uğraşılmaz.
Ayrıca neyimize bizim siyaset, parti üyesi apartman yöneticisi değiliz.
Bu yaştan sonra bizden olsa olsa muhtar seçimlerinde ihtiyar heyeti azalığı olur…
Ki günümüzde o bile çok zor, hele son seçimleri gördükten sonra!

Çünkü devir değişti, çağımız sibernitik dijital çağı…
Varlığı belli olmayan azalık için bile kampanya ister.
Eee, o işlerde öpücük selâm sabahla olmuyor, bir çuval para lâzım.
Öyle az buz da değil, fotoğraf çekimleri, dağıtılacak el ilânları, promosyon malzemeleri,
dört bir tarafa asılacak afişler, billboardlar, kiralayacağın minibüsün dış cephe kaplaması,
ses düzeni… Bu kadarla kalsa iyi, bir de Tv reklâmları, en mühimi de seçmen avı?


-Daha dün kavga ettiğin Dersimli kankandan özür...
-Yüzüne bakmadığın Ermeni komşunun önünde kırk takla...
-Hiç hazzetmediğin Rum arkadaşının ağız kokusu…
-Kavgalı ayrıldığın eski ortağın Mösyö Solomon’a yılışma…
-On üç kuşak önce Celâli isyanlarında dedelerini yitirmiş küsülün
Zeynel Abidin ile boğma rakı eşliğinde halvet olma…
-Sık sık Cem evine gidip Babalılar ayaklanmasının haklılığı üzerine nutuklar atma…
-Bayramdan bayrama göründüğün mahalle camisinde cuma namazlarına başlama…
-Tarikat cemaat toplantılarını, üç aylar orucunu ihmal etmeme…
-Çaktırmadan da olsa kiliseye, şapele, sinegoga, havraya gönül almaya uğrama…
-Kahveyi, meyhaneyi unutmama, emeklilerle bol bol taş oynama…
-Akşamları kör Agop’un yerinde eski solcu yoldaşlarla rakı eşliğinde
“n’olacak memleketin hâli” muhabbetine katılma…
-En son da hanımdan gizli gizli kötü niyetle bakılan Rus dilberlerden
“Si’pasiba” diyerek makas alma!


Saydığım aktivitiler az mı?
Üstelik saymadığım o kadar çok ki!
Peki, bulmaca çözmek, dizi izlemek, kahve falı, dedikodu varken…
Bütün bunlar azalık için değer mi?
Bence cevap belli; otur oturduğun yerde, bozma keyfini, kesinlikle değmez!
Fakat belediyelerin encümen veya meclis üyeliği olsa o zaman başka, akan sular durur.


En son basından okudum, milletvekilliği direkten dönen televizyon gülü
Enver Aysever’in gönlünden teselli ikramiyesi olarak belediye başkanlığı geçiyormuş.
Olsun valla, hatta imkânı varsa Büyükşehir belediye başkanı olsun.
Kendi adıma gönülden destekliyorum.

Ayrıca Alçı ile Nazlı’ya karşı verdiği tarihî ekran savaşlarını kim unutabilir ki?
Öyle demeyin, televizyonda lâf cambazlığı yapmak her babayiğidin harcı değil…
Uzmanlık birikim yetenek konuşma kabiliyeti teatral meleke ister.
Allaşkına çocukta hepsi var, lütfen kıskanmayalım.
Ne de olsa damardan CHP’li, belki Sarıgülcü…
Olsun, fark etmez!
Yeter ki sosyal demokrat, kıvrak olsun.
İnanın bu söylem bu tarif bile kulağa bi hoş geliyor ki!
Ne kadar da özlemişiz!


Bak gördünüz mü, basit bir muhtar azalığı mevzuyu nereye getirdi…
İster istemez balıklama daldık siyasetin tam göbeğine…
Lâkin içimde bir kıpırtı bir heyecan, aynen gençliğimdeki duygular gibi…
CHP’nin son performansını gördükten sonra belediyeler çantada keklik!
Yüzde doksan olmasa bile büyükşehirler dahil yüzde altmışı garanti…


“Amma da salladın” demeyin, elbet bizim de bir bildiğimiz onca tecrübemiz var…
Ayrıca hissiyatıma oldubitti güvenirim…
Bu Suriye işi, peşinden İran, Malatya’daki ABD’li “Kalkan” var ya…
Bir de ekonomik faktörler…
Emin olun Recep efendinin başını yiyecek…
Görün bakın, demedi demeyin!


.

24 Kasım 2011

A.Kadir'in Penceresinden...

.

Nazım Hikmet ile A.Kadir
Ankara Askerî Cezaevi
Yıl:1938
Yanılmıyorsam seksenli yılların başıydı, A.Kadir henüz yaşıyordu. 
Tamamen tesadüf eseri oğlu ve geliniyle tanıştım. O da isimden. 
Çünkü ünlü şair ve çevirmenin soyadını bilen azdı.
Sadeliğinden olsa gerek, tam adı "İbrahim Abdülkadir Meriçboyu" olan edebiyatçımız eserlerinde yalnızca A.Kadir’i kullanmış ve böyle de ünlenmişti.
İşte bu soyadı bilgisi evlatlarıyla kaynaşmamda etken olmuş uzun sohbetler yapmıştık.

Yanlış anlaşılmasın, A.Kadir’in hem kimliğini hem yaşam öyküsünü sıradan bir edebiyatsever olarak
“1938 HARP OKULU OLAYI VE NAZIM HİKMET” adlı kitabından öğrenmiştim.
Yıl: Bin dokuz yüz altmış yedi. Nazım öleli dört yıl olmuş…

Akıp giden zamana bakar mısınız, dile kolay, kırk dört yıl öncesinden söz ediyoruz!

1917 doğumlu A.Kadir 1938 yılında Harp Okulu son sınıf öğrencisi…
Edebiyat, özellikle şiir sevdasıyla yanıp tutuşan başarılı bir genç…
Elbette zor yıllar, savaşa gebedir dünya.
Ülkemizde derinden hissedilir etkileri, jurnalcilik kol gezmektedir…

Turancılığın-Kızılelmacılığın-Irkçılığın yükselişe geçtiği devirler.

Okul muhbirleri iş başındadır…
Nazım'ın şiirlerini, kitaplarını okuyan öğrenciler kara listeye alınır, başlar soruşturma…
Yalnız soruşturmayla kalsa iyi, İstanbul’dan apar topar Ankara’ya getirilir Nazım!
Hazırlıklar, prosedür tamamdır.

Kurulur mahkeme, okunur iddianame, suçları "askeri isyana teşvik!".
Bugün şaka gibi ama vaziyet aynen böyle.

Bu arada Fevzi Çakmak Genel Kurmay Başkanı, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya...
Başbakan da Celal B A Y A R!
Çakmak ile Kaya yeminli birer solcu avcısı, hele Çakmak…
Nazım ile gençlerin sorgusuz suâlsiz kurşuna dizilmesinden yana…
Hani bir zamanlar; “asmayalımda besleyelim mi” diyenler vardı ya?

İşte onların zihniyeti; savcı yargıç makamında, en tepe noktada!

Büyük dayı A.F.Cebesoy’un girişimleri nafile, veriyorlar Nazım’a ON BEŞ sene!
Daha durun, on beş seneyle bırakır mı Çakmak ile şûrekası, illâ dibine kadar çakacak!
Çileli Nazım derdest edilip getiriliyor İstanbul’a, yerleştiriliyor Erkin denizaltısına…
Bu kez ki iddia; “Donanmayı isyana teşvik!”... Yetmedi, al sana YİRMİ yıl daha!

İkisinin toplamı ne etti, düş KDV’yi; “YİRMİ SEKİZ yıl DÖRT ay AĞIR HAPİS!”

Nazım tezgâhın komplonun farkında, başına geleceklerden emin…
Bu nedenle M.Kemal’e son kez mektup yazıyor bîçare;
“Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki, suçsuzum. Askeri isyana
teşvik etmedim. Yurdumun ve inkılapçı senin karşında alnım açıktır.”
Lâkin M.Kemal hasta, can derdinde… Mektup ulaşmıyor öndere.

Ve sonrası ne hazindir ki; “Memleketimden İnsan Manzaraları”.

Böylesi acı anılar, sancılı yıllar aklımıza durduk yere mi geldi?
Günümüzde özrün bini bir para, Dersim dosyası piyasada.
Kazan kazana demiş ki; “Dibin kara…”, ya gerisi?
Gerisinde AKP var, nema var, oy var!

Vur CHP’ye, çat İnönü’ye, özrü dile parsayı topla, oh ne âlâ!

Ah CHP, ah Kemal Usta?
Kaç gündür yazıp duruyoruz, arkadan nokta atışı yapan reel gündemi takip edeceğinize…
Arada sırada bizim sayfaları ziyaret etsenize!
Dostluk burada, samimî eleştiri burada, aydınlık yarınlar burada.
Ya siz ne yapıyorsunuz? Kusura bakmayın ama kuyu taşlıyorsunuz, farkında mısınız?

Bir de takıldınız RTE’nin peşine, lâf yetiştirmeye çalışıyorsunuz!

Halbuki 12 Eylül, Sivas, 28 Şubat, 27 Nisan ne güne duruyor, üstelik yakın tarih…
Çeksene kılıcını Kılıçdaroğlu, “Hodri meydan” desene!
Gerisini biz hâllederiz, Kubilayı, Nazım’ı, A.Kadir’i ve binlerce kahramanı…
Zaten yüreklerimizde yaşatıyoruz, kanayan yaralarımıza rağmen…

Yeter ki siz adam gibi muhalefet yapın, projeniz olsun, halkımızı inandırın.

Yoksa gidişat hiç de iyi değil, yol yakınken vazgeçin…
50 watlık ampulün ışığında canım ülkemizi heder etmeyin...
Kazdığınız kuyuya düşmeyin.
Ne gariptir ki, -belki mazoşistliğimizden- hâlâ seni seviyoruz Kemal Usta!
RTE'nin rüzgârına kapılma, denizlerin dalgasında CHP'yi boğma...

Şu "Öğretmenler günü"nde bizi daha fazla konuşturma!

Şimdilik nokta.

Not: Sevgili A.Kadir'imiz sürgündür 40'lı yıllarda,
ustası gibi çilesi devam etmektedir.

23 Kasım 2011

141-142'li Yıllardan XXI.Yüzyıla...



I..Ordu Komutanlığı
2 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nin
23 Aralık 1986 Tarihli
Gerekçeli Kararı!
Bilindiği gibi OdaTv davası dün başladı…
Davanın içeriği hakkında sağlam bilgi sahibi değilim.
Tek bildiğim, sanıklar Ergenekon’un medya ayağını oluşturuyormuş!
Ama gerçek ama düzmece, sadece ortalıkta dolaşan rivayetten söz ediyorum.

Lâkin farkında mısınız, son yıllarda tuhaf şeyler oluyor.
Şöyle ki; Adalet makamları eskiden delilleri bulup binerdi
suçlunun tepesine…
En azından biz öyle gördük, yaşadık öğrendik, 
karakolların-mahkemelerin rahle-i tedrisatından geçtik...
Ya şimdi, önce kişi suçlanıyor tıkılıyor kodese,
bilâhare deliller üretilip arz-ı endam ediyor!

Hakikâten enteresan değil mi?
Belki çağ değişti, bizim yaşlar kemâle erdi diyeceğim ama…
Tutuklular arasında yaşlı başlı adamlarda var, meselâ Yalçın Küçük.
Ne zamanki siyasette gözümü açtım, hocamız içerde, sürgünde…
Üzerinden şöyle böyle yarım yüzyıl geçti, hoca yine içerde, yine mahkemede!
Demek ki devrim ateşi hâlâ sönmemiş yüreğinde?
Valla helâl olsun!

Yalnız Ahmet ile Nedim’i görünce bir tuhaf oldum, içim burkuldu.
Nedenine gelince gençlik yıllarım geldi aklıma.
Hani şu meşhur 141-142. Maddelerin hüküm sürdüğü devirler!
Aman tanrım, neydi o çağlar?
Gelene gidene, yan bakana, başını kaldırana, suçlu suçsuz fark etmez…
Şerefsiz maddeler dibine kadar çakıyordu!
Bu arada Siyasî şubenin beşinci katında Hezarfen numaralarından kurtulursanız…
Öpüp başınıza koyun, şanlısınız, mahkeme koridorları ile maphus damları cennet geliyordu insana!

Ancak asıl gelmek istediğim nokta TCK’nın kötü şöhretli 141 ile 142. Maddeleri.
Bu memlekette tam elli beş yıl saltanat sürdü, astı-kesti yüz binlerce hayat kararttı!
Kökü faşist Mussolini’nin İtalya’sı oradan araklanma. Yıl bin dokuz yüz otuz altı…
Kaldırılışı, duvarın yıkılışı Sovyetlerin çöküşünden sonra… Yani doksan birde!
Gel de Özal’ı arama(!)

Hazır o yıllara gitmişken bir de 1477 sanıklı DİSK davasına bakalım…
Benim de sanık olarak yargılandığım ve 264 arkadaşımla birlikte ceza aldığım
(8 yıl 10 ay 20 gün ağır hapis ve 2 yıl 11 ay 16 gün zorunlu gözetim) dava tamı tamına
“ON yıl ON ay” sürdü!
Sonuç; ne zaman ki 141-142’yle vedalaştık, Askeri Yargıtay’dan çıktı BERAAT(!)

Evet, konuyu nereye getireceğim anlaşılmıştır.
Hadi o dönemler darbeli geçiyordu…
Sağ olsun siyasilerimiz, ülkede sıkıyönetimi eksik etmiyorlardı(!)
Peki ya şimdi, daha açıkçası RTE iktidarında XXI.Yüzyıl da, “İleri Demokrasi” koşullarında?

Sizi bilmem ama Silivri’de kimler hangi süredir yatıyor, dava sayısı kaç?
Ayrıca ne zaman sonuçlanacak, baştada belittiğim gibi inanın hiçbirini bilmiyorum!
Nedim’le Ahmet’e baktım, daha ilk duruşmalarıymış…
Ne diyelim, zor olduğunu bildiğimiz hâlde kolay gelsin diyelim…
Hatta tevekküle sığınıp “Allah kurtarsın” temennilerimizi eksik etmeyelim.

Fakat geçenlerde ayarsız, densiz bir yazar absürt değerlendirmeler yapmış…
Diyor ki; “Yaşadıklarımızdan sonra 12 Eylül hukukunu özledik!”…
Haydaaa!.. Şaka yollu Özallı yıllara olumlu göndermeler yaptık…
İster misiniz  “Seni çok özledik Evren Paşa” diyerek sokaklara dökülelim(!)

Ne dersiniz değerli okurlar?
On yılın üzerinde süren DİSK davasını hatırlamakta haksız mıyım?
Sonuçta üye sayısı beş yüz bine ulaşmış, -bırakın yurtiçini- uluslararası saygınlığı olan
kuruluşun onurlu yöneticisiydik ve başımızdan bunlar gelip geçti!
Daha açıkçası şerbetliyiz.

Yine de selâm olsun o günlere...
Tez zamanda ülkemizin gerçek demokrasiye kavuşması için
zamanın ruhuna yakışır bir şekilde dua edelim, kurban adayalım.
Yoksa bu gidiş iyiye alâmet değil…
Haydi hayırlısı deyip, sabırla bekleyelim!


22 Kasım 2011

Tarih mi?



Heredot
Dersim meselesi CHP’nin başına
ciddî manada çorap öreceğe benzer…
Dünkü gazetelerimizin %90’ı konuyu manşete taşımış.
Bir güzel eşeleniyorlar ki, hatta bazıları otuz iki kısım tekmili birden
yazı dizilerine şimdiden başlamış!

Ne de olsa emir büyük yerden...
Bir de “Zaman” üzerinden öten muhterem bizatihi CHP’li.
Körün aradığı bir göz, Dersimli Hüseyin verdi iki göz.
Yeme de yanında yat misâli durur mu siyaset, özellikle büyük usta Recep ile Bülent!
Vur abalıya ses getirsin, duysun bütün Kürtler, müjdeler olsun…
Masaya yatırılan CHP ile M.Kemal.

Evet, Ankara işi gücü depremi bıraktı…
Ülke gündeminin birinci sırasına oturdu Dersim dosyası!
İkincisi zaten malûm, “N’olacak Suriye’nin hâli?”…
Patronluk, taşeronluk işverenlik gibi iddialar var ama şimdilik girmeyelim o mevzuya.

Fakat sergilenen tablo o kadar netameli ki, resmî tarihi bir kenara bırakacak olursak
elle tutulacak, izânla-akılla izâh edilecek türden değil.
Devir bin dokuz yüz otuzlar, Türk Tarih Kurumu’nun çiçeği burnunda…
“Güneş Dil Teorisi” yeni icat edilmiş, giderek zenginleşmekte.
Dönemin siyasileri, entelektüelleri tezlerini bu doğrultuda geliştirmekte!
Irkçılık almış başını gitmiş Avrupa’da uzak Asya’da.
Gel de işin içinden çık, velhasılıkelâm vaziyet çift kelimeyle nokta nokta!

Bu arada bastırılan Şeyh Said isyanının dumanı tütmekte…
Takrir-i Sûkun Kanunu hüküm sürüyor memlekette…
Ağrı ayaklanmalarının tazeliği sürmekte, Hitler alçağı iktidara çöreklenmekte…
Meşhur 141-142. maddeler İtalyan faşist ceza yasasından ithal edilip
neşeyle hayatımıza girmekte(!)
Tarihsel Dersim adı Tunceli’yle yer değiştirmekte…
Ülke çapında Umum Müfettişliği ihdas edilmekte…
Daha ne yazayım, bilmiyom ki?

Ha, az kalsın unutuyordum, Atatürk’ün silah arkadaşı A.F.Cebesoy’un yeğeni
Nazım da düzmece bir senaryo ile uzun yıllar yatacağı kodesin hazırlığı içinde!
Evet, o yıllarda ahval ve şerait kabaca özetlenecek olursa bu merkezde.

Şimdi gelelim günümüze, işkembe-î kübradan sallayan siyasilerimize…
Defalarca yazıyor, vurguluyorum;
12 Eylül referandum sürecinde verdiğiniz sözlere ne oldu?
Hani ülke olarak hesap soracaktık cuntacılardan, katillerden, işkencecilerden…
%58'le “EVET” denilen maddeler arasında bunlar yok muydu?
Ne yaptınız 12 Eylülcülere, 28 Şubatçılara…
“Audi”yi yok sayarsak, 27 Nisan bildirisini kaleme alan Dolmabahçe gülüyle
elinde soba borusu basın toplantısı düzenleyen generale?

Dersim üzerine konuşmak kolay, tarihi gerçekleri kimsenin inkâr ettiği yok.
Lâkin asıl amacınız tarihle yüzleşmek mi, oya dayalı siyaset yapmak mı?
Üstelik birilerinin milliyetçi duygularını kaşıyarak dibine kadar nemalanmak mı?
Ne diyorsunuz, söylediklerimiz yalan mı, iftira mı?

Dilerseniz Kerbela’yı da gelin sorgulayalım…
Emevi sultanı Yezid’in kafasına kafasına vuralım…
Aynen Hz.Muhammed’in torunu, Hz.Ali’nin oğlu Hüseyin’e reva görülen gibi!
Bakarsınız üç-beş puan daha artar oyunuz…
Alevi canlar biat eder “37” numaralı padişahımıza!

“Hey sandık, hey demokrasi sen nelere kadirsin?”.
Kiminin gözünün feri ışıldar Dersim’i duyunca…
Kiminin de Atatürk’ün!
Yok mudur bu işin orta yolu canımın içi demokrasi?

Sakın ha; “Tarih, tarihçiler, Bardakçı, Ortaylı ne güne duruyor” demeyiniz…
Günümüzde geçerli olan ve sesi en çok duyulan siyaset esnafının ta kendisidir!

Son söz olarak da…
Bilgeye sormuşlar; “Bu dünyada en iyi bildiğin nedir?”
O da cevap vermiş; “Haddimi!”…

Saygıyla değerli okurlar.

.

21 Kasım 2011

Sarıgül ile CHP'nin Dansı!



Mustafa Sarıgül üzerine yazmaya karar verdiyseniz
en az on kere düşünmek lâzım…
Aynen benim yaptığım gibi…
Çünkü yalnız siyasetçi değil, özellikleri ve mâharetleri ibâdullah.
Şöyle bir biyografisini gözden geçireyim dedim, neler çıktı karşıma?
Halbuki biz o’nu emekli milletvekili, kıdemli belediye başkanı en son da Türkiye Değişim Hareketi’nin lideri olarak tanıdık.
Bir de Baykal’la giriştiği ve yenik çıktığı tantanalı düello hafızalarımızda.

Lâkin kim ne derse desin yiğidi öldür hakkını yeme, işini biliyor Başkan.
Kolay mı kırk tarakta bezi olmak, yıllarca popülariteden değer kaybetmemek?
Hele de Rahmi Koç’un, İnan Kıraç’ın, Aydın Doğan’ın, Hıncal Uluç’un dostluğuna ulaşmak.
Az mı meziyet?
Ayrıca kartvizitine baktım, neler yok ki?
Bir tek TESEV ile Tozkoparanlılar Vakfı üyeliğine rastlamadım…
Tanıdık tanımadık, aşina kel âlâka fark etmez...
Tüm cenaze merasimlerinde, mevlîd, kandil, bayram, sünnet, düğün, altın günü, doğum günü...
Temalı hafta, Mevlâna, Hacı Bektaş, Pîr Sultan Abdal, gecekondu, villa, yalı, ortadirek.... 
Bilumum cami-cemevi-kilise-sinegog-hac-umre, Anıtkabir turlarında başrolde, aynen kadroda!
Bu kadarına pes diyeceğim ama her daim gündemde kalma başarısı bu olsa!

Dilerseniz milletvekilliği ve başkanlığının yanında geçmişte taşıdığı unvanlara göz atalım…
TBMM Başkanlık Divanı üyeliği, Türk Parlamenterler Birliği üyeliği, Türk-Alman Parlamento Dostluk Grubu Yönetim Kurulu üyeliği, Galatasaray Yönetim Kurulu üyeliği, Milli Olimpiyat Komitesi üyeliği, Herkes İçin Spor Federasyonu Asbaşkanlığı…

Siyasî partilere gelince; otuz bir yaşında SHP’den parlamentoya giriş…
DSP’den belediye başkanlığıyla yola devam, Yeni Türkiye Partisi'yle Ecevit’ten kopuş…
Son durak CHP diyeceğim ama bilinen hazin tablo…
Baykal’ın meşhur kırmızı kartıyla ihraç!
Kaset skandalıyla TDH’nın finali ve CHP’yle yeniden flört!

Evet, asıl macera bundan sonra başlayacak...
Nedenine gelince, sevgili Kemal beyimizin koltuğu hafiften hafiften sallanmaya başladı.
Zaten geç kaldı hissiyatı taşımamıza rağmen yine de gönlümüz elvermiyordu yazmaya.
Çünkü iyi kötü elli yıla yakın süredir CHP’yi tanıyor ve yakinen izliyoruz.
Ne de olsa –elimiz kırılsaydı diyecek kadar- mutlak abonesiyiz sandıkta.

Neyse, hasbıhâli kişiselleştirmeyelim dönelim Sarıgül ile CHP’nin dansına.
Sarıgül Başkanın bireysel kronolojisine bakılırsa rahat duracağa benzemiyor…
İllâ ki bir yerlerden giriş yapması lâzım yaşlı partinin sisli koridorlarına.
Öyleyse konjonktüre bağlı olarak, ya zayıf halkanın peşine düşmeli,
ya da Kemal Bey’i gözüne kestirmiş gurupların ortak liderliğine soyunmalı.

İkisi birden olursa ne âlâ, mûstakbel selefi gibi paraşütle oturur CHP’nin başına.
Ha, parti bugünden iyi mi olur kötü mü, orasını bilemem…
Fakat Mustafa’nın Recep’le baş edecek donanıma sahip olduğu kesindir derim!
İkisi de hemen hemen aynı hamurdan türemişler, çok fazla ortak paydada birleşmişler!

Öncelikle halkımızın sevgilisi, gönüllerin sultanılar… Bu biiir!
Aile boyu cümbür cemaat çok zenginler… Bu ikiii!
Üçüncüsü; ikisi de çekirdekten yetişme partici, İETT'ci, iş adamı, belediyeci,
siyasetin kompetanı, başbakanlık vizyonuna sahip aynı kuşağın elemanılar.
Hani “İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız…” türküsündeki gibi!

Gerisini de saymaya gerek var mı, sadece sıraladığımız üç husus bile kaptanlık için yeterli!
Ayrıca karizmayı, halkla ilişkileri, manevra kabiliyetlerini, mavi boncuk dağıtmayı,
genetik melekelerini de saymadım, nasıl olsa Türkiş politikacı tipolojisine
uygun olduklarını arif olan değerli okurlarımız anlar!

Evet, siyasetin ustaları konusunda yazacaklarım kısaca bu kadar…
Takdîri ilâhi sağlık bahşedip ölmezsek devam ederiz muhabbete…
Nasıl olsa mevzu CHP, ömür biter asırlık çınarda denizlerin dalgası bitmez…
Şimdilik sağlıcakla kalın, moda deyimle kendinize ve CHP’ye iyi bakın!
Ne de olsa emanetin sahibi M.Kemal, bakarsınız lûzum hasıl olur yarınlarda.

.