bir şair vardı, öğretmen

31 Ocak 2012

Korkut Hoca!

.

Emekli Profesör Korkut Boratav Avrupa sosyal demokrasisinden
umudunu iyice kesmiş olacak ki;
Beyin ölümü çok önceden gerçekleşti, artık cenazeyi de kaldırabiliriz
tespitinde bulunmuş ve ilâve etmiş;

Avrupa sosyal demokrasisi bir enkazdır; artık ciddiye alınamaz.
Türkiye’de ise siyaset ve fikir dünyasının sosyal demokrasiye
referans vermesi abestir. Gericiliğe, tutuculuğa, siyasî İslâm’a
angaje olmayanlar için sadece iki siyaset söz konusudur:
Liberalizm ve sosyalizm”.

Marksist Hocamızı kutlamak lâzım, sosyalizmi hâlâ çare görüp
mücadelesini yiğitçe sürdürüyor…
Ne diyelim; helâl olsun!
Yalnız yazılarını okuduğumuz sitenin desteklediği parti yüzde bir oy alsa
gam yemeyeceğim de, maalesef bir avuçlar!

Lâkin “gericilik, tutuculuk, siyasî İslâm” için söylediklerinin
üzerinde durmak gerekir.
Ayrıca bu kavramları liberal düşünceden soyutlamak ne kadar mümkün?
On yıla yakın süredir iktidardaki AKP liberal değil mi?
Üstelik dinsel değerleri önemseyip vitrine koyan muhafazakâr bir parti…
Ve bu özellikleriyle de seçmenin yüzde 50 oy’una mazhar olmuş.

Maşallah ülkeyi pek güzel idare ediyorlar…
Arada sırada gerici hamleleri olsa da karşılarında taş gibi CHP’yi buluyorlar…
Meselâ türban sorunu; tereyağından kıl çeker gibi nasıl da çözüldü!

Hop oturup hop kalkanlar var ama bırakalım üniversiteleri
yazılı basın, televizyonlar, özel ve kamusal alan türbanlılarla dolup taştı…
Hatta türbanlısı olmayan medya kuruluşuna demokrat denmiyor,
mübârek modernitenin turnusol kâğıdı!

Gelelim liberalizme, günümüz modeli vahşi kapitalizme…
Kâfir küreselleştikçe daha azgınlaşıp dal budak sardı.
Ne ulus tanıyor ne din, girmediği delik kalmadı.
Kaskatı duran Çin Komünist Partisi’ni dahi dize getirmeyi başardı.
Sömürünün tavan yaptığı ülkede üretip duruyorlar ha bire!

Uygarlığın, sanayinin beşiği Avrupa ne halt etsin?
Üretim araçlarının büyük bölümü göç etti uzak doğuya…
İşsizlik gırla, piyasada ne sendika kaldı ne de emekçinin (proletarya, daha havalı)
haklarını savunacak parti…
Yeşiller, feministler bile solcuları solladı…
Adam Smith ile Karl Marks mezarından kalksa, bu duruma onlarda
şaşırıp belki teorilerini yeniden yazacaklar!

Hâl böyleyken değerli Hocam,
Sosyal demokrasiyi bir kalemde silip insan evlâdına
“Liberalizm ile Sosyalizm”i dayatıyorsun…
“Kırk katır mı, kırk satır mı” dercesine!

Daha yeni kurtulduk Lenin’in torunlarından…
Emekli kaptanımız Ertuğrul Özkök de bugünlerde Davos’ta…
O da yemin etmiş kapitalizmi yıkmaya!

Daha ne istiyorsunuz Korkut Hocam…
Gericilik tutuculuk şeriat falan, korkutma halkımızı…
Sosyalizm yıkılmış, kapitalizm sallanırken…
Öldürme sosyal demokrasiyi, omuz ver.
Boş ver Avrupa’yı, ne hâli varsa görsün…
Komşi Yunan’dan beter olsun!

Fakat ülkemiz öyle mi?..
CHP’miz var.
Bir de tüzük yapacak 26 Şubat’ta…
Çağdaş mı çağdaş, demokrat mı demokrat…
Ondan sonra kim tutar Kılıçdaroğlu’nu…
İlk seçimlerde tek başına iktidarda!

Şimdilik bu kadar…
Sosyal demokratların erkinde görüşmek üzere…
Devrimci selâmlar Korkut Hocam…
İyi ki varsınız.
Saygılarımla.

Kod adı: Kaya Keskin (Eski TKP’li yoldaş)

www.gazetemen.com

.

30 Ocak 2012

Yarınların CHP'si...

.

Demokrasiden korkan
Tüzük!
CHP demokrat bir parti olabilir mi?
Veya demokrat olmaya genleri müsait mi?
Zor soru!


Peşinen söyleyeyim, imkânsız değil…
Zor mor ama yaşamak istiyorsa gün gelecek
ya demokrat olacak ya yok olacak.


Yoksa ilânihaye genel başkanın iki dudağı arasına parti teslim edilemez.
Edilmemelidir de, hangi çağda yaşıyoruz?
Ayrıca burası inançlar dergâhı, milliyetçilik otağı değil…

Bilimin öncülüğünü kabul etmiş partiden söz ediyoruz.
Daha açık ifadeyle kırk yedi yıldır solculuk iddiasında.

Tek adamlık, Baykalcılık devirleri çok gerilerde kaldı…
Madem otoriter sisteme karşı siyasî mücadele veriliyor…
Madem ülkeye demokrasi, halka özgürlükler vaat ediliyor…
O zaman gereği yapılacak, A’dan Z’ye demokrasinin olmazsa olmaz
tüm kuralları içselleştirilerek parti tüzüğüne nakşedilecek.


Zaten içte ve dışta yeteri kadar düşman var.
Hatta bazıları tahrip kalıbıyla saldırıyorlar ki parti parçalansın, yok olsun…
Bazılarının da gözü koltukta, derinden ve kurnazca Türkiş oymalar yapıyor…
Güya koltuk istemeyip demokrasi arzuluyorlarmış!
Bakıyorsunuz iktidarda oldukları dönemlere; çok seslilik hak getire…
Diktanın allahı uygulanmış!


Gelelim işin zor kısmına, gen meselesine…
Tarihsel gerçektir; DNA mirâsı Îttihat-Terâkki’den.
Paşalar ve bürokratlar aslî kadro…
Kurucu maya: Devlet…
İlâve edelim yirmi yedi sene…
Şükürler olsun parti hâlâ ayakta!


Her ne kadar beli bükülmüş, yorgunluktan nefesi tükenmişse de…
Bunun başlıca nedeni; yirmi birinci yüzyıla, çağa ayak uyduramamak.
Sosyal demokrat politikalara uzak kadrocu anlayışların egemenliğinde
uzun yıllardır yüzde 20’ler ekseninde particilik oynamak!


Hâlbuki yetişmiş, evrensel değerleri benimsemiş yepyeni bir kuşak var…
Geçmişin entrikalarından etkilenmeyen, yalnızca yarınları hedefleyen…
Altmış yıldır iktidardan uzak kalmanın sancılarını derinlerinde hisseden…
Halkı kucaklamaya hevesli, gerçek demokrasi bilinciyle donanmış gençler.


Bugün önleri açılmayacak fırsat tanınmayacak da ne zaman değerleri anlaşılacak?
Anketler diyor ki; “bu hasta ne yerse yesin ölür”, “yüzde 20’nin üstü haramdır”…
Var mı itirazı olan, atalarımız “eskiye rağbet olsa …” demezler mi?
Dile kolay, on yıla yakın süre ağır mahkûmiyet koşulları…
Astığı astık kestiği kestik, dediği kanun olan padişahlık nîzamı yaşanmıyor mu?


Evet, tam da bugün, gençlerimiz görev başına…
İnsan hakları, eşitlik, adalet, kardeşlik, özgürlük, demokrasi için…
Genç sosyal demokratlar, görev başına.


Unutmayalım ki Samsun’a çıkan, Amasya genelgesini imzalayan
M.Kemal otuz sekiz yaşındaydı…


Çok merak ediyorum, CHP’li parlamenterlerin şimdiki yaş ortalamasını…
Beyinsel, düşünsel kalibrelerini?
923 model, Beyaz Türk modunda, "Vatan-Millet-Adapazarı"
terennüm ediyorlarsa…
CHP’nin formatlama zamanı çoktan geçmedi mi?


www.gazetemen.com

.

29 Ocak 2012

İsmail Cem

.

Değerli İsmail Cem’i 24 Ocak 2007’de kaybettik…
Beş yıl olmuş.
Sevgili Uğur Mumcu’nun katlediliş tarihine denk düşünce
parçalanan yüreklerimiz Uğur’umuz için atıyor, karanlık katillerini lânetliyoruz.


Neyse ki cenazelerin kadrolu elemanı Mustafa Sarıgül var…
Cem’in ailesiyle birlikte mezarı başındaki anma törenine katılmış…
Yoksa tümden unutmuştuk.
Özellikle dışişlerinde Davutoğlu’nun üstün başarılarını gördükten sonra(!)


Ne zarif bir kişilikti, ne kadar sade ve mütevazıydı…
Hele Yunan meslektaşı Papandreu ile sirtaki oynaması, kadeh tokuşturması…
Hafızalarımıza kazınmış enstantaneler, yaşadığımız günlere o denli uzak ki!


Benim kuşağım İsmail Cem’i “Türkiye’de geri kalmışlığın tarihi” adlı
kitabıyla tanıdı. İlk baskısı Şubat 1970’de yapılan eser aydınlanmanın
kilometre taşlarından biri kabul ediliyordu.

Doğan Avcıoğlu’nun çok ses getiren “Türkiye’nin düzeni”yle birlikte
(1968), siyasî gençlik devrim aşkıyla harıl harıl dersine çalışıyordu.

Bilâhare Cem’in TRT Genel Müdürlüğü’ne atanması (1974-75) kurumda radikal
dönüşümlerin başlamasına neden oluyor ve devlet televizyonu halkın sesi olma
yolunda büyük başarılara imza atıyordu.


Sonrası malûm, kurulan MC iktidarı ilk iş olarak İsmail Cem’i hukuk kurallarını
çiğneyerek görevinden uzaklaştırdı...
Ve Cem’in “Politika” yılları… Kurduğu gazete dönemin etkili yayın organı olarak
basın tarihindeki saygın yerini alıyordu.


12 Eylül sonrası SHP çatısı altında milletvekili seçilen Cem (1987) tekrar açılan
CHP saflarında Baykal’ın kankası rolünü üstlenerek siyasete devam ediyordu.
“Yeni Sol”, “Anadolu modeli” türünden bitkisel hayattaki sosyal demokrat ideolojiye
hayat öpücükleri kondurmayı denediyse de Baykal’ın klasik manevraları sonucu
soluğu efsanevî lider Bülent Ecevit’in yanında aldı!


Parlak sayılabilecek hariciyecilik sürecinden sonra Hüsam’ın aklına uyup
Derviş rüzgârlarını arkasına alarak tükenen Ecevit’i by by’ladı!
Yeni parti denemeleri ve girilen ilk seçimde uyanık seçmenden kırmızı kartı görüp
son kez baba ocağı CHP'ye geri postalandı!


Nihayetin de illet hastalık, hüzünlü son…
İsmail Cem siyasî hayatımızın marka değeri yüksek önemli
şahsiyetlerinin başında gelir…
Rafine burjuva, entelektüel, Anglosakson politikacı tipinin nadide örneği…


Sonuç itibariyle nasıl ki değerli Uğur Mumcu’yu özlüyoruz…
Cıvık medyamızda, cambazların cirit attığı, çıkarlar uğruna kalemlerin satıldığı…
Aynı şekilde sevgili Cem’i de özlüyoruz…
Dini, mezhebi, milliyeti siyasetin vitrini hâline getiren bezirgânlar dünyasında!


Yıllar önce geride bıraktıklarına İsmail Cem
“Veda” adlı şiirinde şöyle sesleniyordu;


“Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
'Buna da şükür' demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim.”


Nurlar içinde yat büyük İNSAN…
Saygıyla.


www.gazetemen.com

.

28 Ocak 2012

Dalkavuklar Ülkesi!

.

“Yeni Türkiye” sevdalılarından Mehmet Altan
kırmızı kart görüp boyunun ölçüsünü aldı…

Şimdilerde sağ da sol da gezip derdini anlatıyor;
Efendim; önce başyazarlığı elinden alınmış,
peşinden sansür uygulanmış(mış)!


Yapma yahu, ambargoyu yeni mi fark ettin?
Dua et, Silivri’nin yolunu tutmadın!
Ayrıca kiminle aşık attığını sanıyorsun…
Sürüden ayrılanın başına neler geldiğini…
Siyasetin ham yaptığını hiç duymadın mı?


Bir de kalkmış dalkavuk tarifi yapıyor:
“Eleştiremediğini öven kişi”…
Bak ne güzel söylemişsin…
Bugüne kadar aşk yaşadıklarını demokrat mı sandın?


Bizimki de soruyor: “Yeni Ankara çaresiz mi?”…
Sabah gurubu nasıl satılırmış Amerika’ya…
Üstelik emekli kaptan nasıl geçer dümenin başına?


Sana ne kardeşim…
Sistemin adı “Küreselcilik”, “Piyasa ekonomisi” değil mi?
Ülkenin yegâne iletişim aracı Telekom kime satıldı?
Alanlar Orta Asya'nın halis malı mı?


Ha, derdin yandaş medyanın gücüyse…
Merak etme, piyasada zaten muhalefet kalmadı!
Televizyonların hâlini görmüyor musun?
İş başında tek sesli iktidar korosu…
Dalkavuk makamından nağmeler okumaya devam etmiyor mu?


İnanın şu liberal-demokrat takımının söylediklerine pek itibar etmem ama…
Zaman zaman -duran saat hesabı- doğru söyledikleri de yok değil…
Öncelikle Tayyip Bey’in gidişatını beğenmiyor…
Hatta diktatoryanın ayak seslerini hissettiklerini söylüyorlar.
Ne yalan söyleyeyim, benim kalbî düşüncelerim de bu doğrultu da.


Ayrıca ülkemiz ABD’nin resmen taşeronu…
Sıfır sorunlu dış politika döndü Arap saçına!
Libya’ya sevk ettik asker, Kaddafi nakavt…
Mısır’a laiklik ikramında bulunduk, Müslüman kardeşler iş başında…
Bakalım Suriye’nin başına ne çorap örülecek?


Fransızlar düşünce özgürlüğünü katleden tarihî bir karar aldı…
Dostum Obama’da, kardeş Aliyev’de, yoldaş Putin’de, molla Nejad’da tıs yok…
Ya Hamas’a, ya Hizbullah’a ne demeli?
Sırra kadem bastılar, ne ses ne soluk!


O zaman ustanın dediği gibi devam edelim…
Türkün Türk’e propagandası”na!


Nasıl olsa ülkemiz değişiyor…
Ekonomi dört dörtlük…
Tutuklu ve hükümlü sayısı yüzde 114 artmış…
Ohhh, ne mutluluk…
Suyundan da koy dalkavuklar…
Valla ruhumuza iyi geliyor desek de inanma!


www.gazetemen.com

.

27 Ocak 2012

Yeşil sahaların kirli gölgesi!

.

UEFA (Avrupa Futbol Federasyonları Birliği) diyor ki;
“Sıfır tolerans”…
Anlamı?
“Şike yapanın gözünün yaşına bakmayın”…
“Anında kafasını kopartın”.


Kime diyor?
Üye ülkelerin futbol federasyonlarına…
Bir de ilâve ediyor;
Sakın ha sakın, “cesur davranın, siyasetten falan etkilenmeyin!”.
“Yoksa karşınızda beni bulursunuz”.


Bu direktife gel de gülme!
Yahu sen dalga mı geçiyorsun?
Hangi ülkeden söz ediyorsun?

Siyasetin girmediği delik mi kaldı…
Ki futbol temiz kalacak?


Bırakınız ak paklığı, federasyon başkan vekilinin
ağzı olmuş lağım, üstelik Bayan Erdoğan’ın akrabası!
AKP milletvekili, millî yorumcumuz H.Şükür dahi
şikâyetçi oluyorsa, varın gerisini siz düşünün!

O nedenle müezzinin sağlık müdürü olduğu sistemde
futbol dünyası temiz kalırsa şaşarım!


Yalnız futbol mu?
Tüm branşlar kirliliğin paydası değil mi?

Elbette sorun Fenerbahçe, Aziz Yıldırım değil…
“Balık baştan kokar”…
Bir ülkede siyasetin hukuk anlayışında arıza varsa…
Dinler miyiz AB’yi, AİHM’yi, kim takar UEFA’yı?


Uludere kurbanlarına 123 bin lira tazminat ödeyip,
Ermeni katillerine kucak açarsan...
Kanlı Hizbullahçıları salıverip Hamas’a selâm durursan...
Esad’a lânet okuyup, Müslüman kardeşlerin dostu olursan!
Nasıl inanalım Bay “One minute”a?


Farkında mısınız?
Tuhaflıklar ülkesiyiz…
Ne söylersek tersini yapmakta ustayız!


Fransızı terbiye eder Amerikalıya kırk takla atarız…
Hürriyet’in halis TM patentli bidon kafası;
Almana, Amerikalıya, Fransıza “ukala dümbeliği” diyebiliyorsa…
Kim tutar seni iktidardaki Usta?


Evet, mevzuyu futboldan açtık…
Yeşil sahalarla bitirelim.
Her alanda olduğu gibi siyasetin çimlerden “mayıs”ı eksik olmadı…
Bazıları için talih kuşu…
Bazıları için ofsayttan yenilen gol!


Siz siz olun, ne iktidara ne muhalefete güvenin…
“Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” tekerlemesi
çoook çok eskilerde kaldı…
Giderseniz maça, gözünüzü dört açın…

Özellikle politikacının yanına oturmayın…

Hele futbol yöneticisi mi?
Bu devir de…
“Tanrıya yakın, benden uzak olsun” diyerek…
Tez zamanda uzaklaşın ki...
Puanınız silinmesin, küme düşmeyin...
Yoksa umreye dahi gidemezsiniz!


www.gazetemen.com

.

26 Ocak 2012

Çalınan Umutlar!

.

Bilindiği gibi CHP 9 Eylül 1923’de kuruldu…
Her ne kadar bazı CHP’liler kabul etmese de
devletin kurduğu parti diyebiliriz.
Sancılı sancısız onca süreçlerden geçerek
ülkeyi yirmi yedi yıl tek başına yönetti…


Ta ki Demokratlar işbaşına gelene kadar.
12 Eylül darbesi sonucu partinin on iki yıl kapalı olduğunu
göz ardı etmezsek bu tarihten sonra –koalisyonlar hariç-
iktidar yüzü görmedi.


Evet, gelelim üzerinde durmak istediğimiz asıl meseleye…
Seksen dokuz yaşındaki CHP’de sayılarını unuttuğumuz
kurultay rüzgârları yeniden esmeye başladı…
Gerekçesi demokratik tüzüğe kavuşmak!


İşbaşındaki şaşkın kadrolar bir yana, talep muhalefetten geliyor.
Daha açıkçası Önder Sav ekibinden.
Baykal da her zamanki kurnazlığıyla pusuya yatmış
dumanlı havadan çıkacak sonucu bekliyor!


Buraya kadar her şey normal, hatta partiyi ataletten kurtarıp dinamizm
getireceği için faydalı, ne de olsa söz konusu mücadelenin sonunda
dertlere deva olacak demokratik tüzük ortaya çıkacak…
Az şey mi?


Lâkin örgüt içi çatlaklar öylesine derin ki, koltuğa endeksli kavgalarda
genel başkanın alacağı tavır CHP’nin yarınlarını belirleyecek…
Çünkü partinin temel sorunu ideoloji ve bu bağlamda ilkeler.


Kabul edelim, yaşlı çınar son yıllarda iktidardaki AKP’nin,
bilhassa başındaki RTE’nin yoğun saldırılarına maruz kaldı.
Zaten yirmi birinci yüzyıla hazırlıksız yakalanan parti çağın sorunlarını
kavramaktan uzak, ulusalcılıkla bezenmiş altı okuyla statükoculuk
batağında debelenip durdu.


Yüzde 20’ye endekslenmiş oy potansiyeli, içe dönük mücadele,
delege hesapları, milletvekili pazarlıkları partiyi umut olmaktan iyice uzaklaştırdı.
Ya evrensel sosyal demokrasi, ya değerler manzumesi?

Tüm bunlar rastgele, varsa yoksa yüz kûsur kişilik parlamento kontenjanında yer almak…
Daha aşağılarda da, elde kalan üç-beş belediyenin kadrosuna yamanmak!

Başta Avrupa Birliği, Kıbrıs meselesi, Kürt sorunu ve ülkenin diğer dertleri…
Maalesef CHP’ye o kadar uzak ki!


Umut Oran gibi parlayan bir yıldız dahi kayboluyor küflenmiş koridorlarda…
Tekinle, matkapla çareler aranıyor günü kurtarmak adına!

Üzüntüyle izlediğimiz manzara bizlere “Hibrit” ürünleri hatırlatıyor…
Özellikle otomobilleri, elektrikle de çalışır benzinle de!

Aynen CHP!

Ulusalcı da olur evrensel de!
Devletçi de olur piyasacı da!


Halkçı da olur TÜSİAD’çı da!
DİSK’çi de olur Türk-İş’çi de!


Türkçü de olur hümanist de!
Sunnî de olur mezhepçi de!


Savaş yanlısı da olur barışsever de!
Militarist de olur anti-militarist de!


Avukat da olur savcı da!
Kemalist de olur solcu da!


Türbancı da olur anti-türbancı da!
Laik de olur dindar da!


Mübârek parti değil HİBRİT!
Yalnız bir tek şey olmaz…
Ona da derler Sosyal-Demokrat…
İşte bu nedenledir ki çalınan umutlardır!


Nokta!

www.gazetemen.com

.

Zenginleşen Muhalefet!

.

Muhakkak sizin de dikkâtinizi çekmiştir…
Son zamanlarda AKP’ye posta koyan o kadar çoğaldı ki!
Muhalefet cephesinde yer alanlar değil canım…
İktidarın halis destekçilerinden!

Getirilen eleştireler yenilir yutulur cinsten değil…
Direkt can evinden vuruyorlar!


Helâl olsun adamlara, ne kadar oynak olduklarını cümle âleme
gösterip “dün dündür” ilkesinden hareketle çark ettiler!

Bu da bir meziyet…
On yıldır AKP’yi destekle…
Sonra başına taş düşsün veya Uludere veya Hırant…
Akıl bâliğ olup “ne halt ettim” telaşına düşerek karşı safa geç!


Olacak iş değil ama burası Türkiye, oluyor böyle gariplikler!
Buna da şükür, bir de inadım inat deyip kargadan başka kuş,
AKP’den başka devrimci tanımam deselerdi!


Bir tanesi iktidara köşesinden sesleniyor;

“Bilmiyor muyuz sanıyorsunuz, niye böyle yaptığınızı...
bu durumlara neden düştüğünüzü...
geçemeyesiniz diye, sizler için örülmüş duvarları yıkarak,
sonunda kendi duvarınıza gelip dayandığınızı...
dağlar denizler aşıp, sonra da bir kaşık suda boğulduğunuzu...
her şeyi ilkin elinize alıp da evirip çevirerek,
ne yapacağınıza kararsız bir şekilde, öylecene tekrar yerlerine koyduğunuzu...
ne varsa ortalıkta, birer ısırıkla mundar ettiğinizi...
hâsılı, neden her şeyi böyle yarım yamalak bıraktığınıza dair,
o içsel korkunuzun neyin nesi olduğunu...
görmüyor ve anlamıyor muyuz, sanıyorsunuz?”


Valla bu durum ancak boşanmak için mahkemeye düşmüş
karı-koca arasında yaşanır ki, gelinen nokta da pek farklı değil!
Demokrasimiz açısından bu tür çatlak seslerin iktidar cephesinden
gelmesi faydalı…

Yoksa kendi derdine düşmüş muhalefetin bir numara çekeceği yok,
Anlaşılıyor ki AKP’yi soldan devşirme Brütüs’leri yıkacak…
Aynen RTE’nin hocası Erbakan’a yaptığı gibi!


Aferin çocuklara, her şeyden önce zamanlama harikâ…
Uludere, Hırant üzerinden nokta atışı yapıyorlar…
Bence tam isabet!

Bir de iktidarı devletçilikle suçlamışlar, hakikâten evlere şenlik…
Memlekette ne var ne yok alayını satan AKP devletçiyse…

Ya CHP, ya devletlû MHP?
Onlara ne demeli, acilen siyasî literatürden bir isim uydurmak lâzım!
Bu arada iyisin CHP, yine dört ayaküstüne düştün…
Liberal demokratlar sayesinde statükoculuk üniformasından kurtulup
tekrar alternatif kimliğine kavuştun…

Bir de sağ salim demokratik tüzük yapmayı başarabilirsen…
Bil ki oynak cemaat ilk seçimde seninle…
Sakın bu fırsatı kaçırma…
Hazır Mehmet Altan işsiz, piyasada boşluk varken!


Bu arada parti teşkilatın, belediyelerin onar onar Taraf gazetesi alıp dağıtsın…
Boş ver “F tipi” örgütlenme ayaklarını…
Sakın Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık ağzıyla konuşma…
Böylesi malzemeyi bulamazsın her zaman kıvamında!

Ayrıca eski dost Çetin Usta'nın mahdumları…
O nedenle Altan biraderlerden zarar gelmez, elbet bir bildikleri var…

Bugünlerde kulak ver…
Bakarsın iktidar yolunda kırmızı halı döşerler…
Ne de olsa tecrübe sahibiler!
Eh, bilirsin, rüzgârgülü olmak da her kula nasip olmaz…
Yola devam, emin ol iktidara çok yakınsın Kemal Abi!


www.gazetemen.com

.

Yazık oluyor...

.

“Gazetemen”in birinci derecede akrabası “Ulus 923” adlı sitede
Dr. Ozan Örmeci’nin “Sosyal demokrasi nedir?” başlıklı enfes bir
yazısını okudum.

Dilerim CHP’liler de farkına varmıştır, çünkü ders notu niteliğinde.
Hele sosyal demokrasiyi tariflerken “devlet ideolojisiz olmalı”
tespiti o kadar yerinde ki, Kemalistlerin ulusalcıların anlayacağını hiç sanmam…


Özellikle “Türk-İslâm” sentezi ile “Ulus-Devlet”in yılmaz savunucuları!
Aslında benim kuşağım (68’liler) sosyal demokrasinin öncülerinden Karl Kautsky’i
Lenin sayesinde tanıdı, meşhur “Dönek Kautsky” adlı kitabından.
Yalap çalap okumalardan sonra her önümüze geleni -bizim gibi düşünmeyeni-
“dönek”, “revizyonist” diye yaftaladık…

Hatta iş öyle noktaya vardı ki, “kapitalizmle sosyalizm arasında üçüncü yol yoktur”
demeye başladık. Aman tanrım, bu ne keskinlik, akıllara zarar!

Neyse, dönem rüzgârları, zamanın ruhu deyip geçelim.
Yalnız CHP’nin ciddî anlamda silkinip düze çıkmaya ihtiyacı var…
Yoksa bu gidişle -parti içi iktidar kavgaları sayesinde- tez zamanda tarihteki yerini alacak.

Bernstein’i Kautsky’i kavramadan sosyal demokrat olunur mu?
Yirmilerin değerleri, Baykal’ın ölümsüz ruhu Önder’in inadıyla ve de
“Altı ok”un şemsiyesi altında ilkeli siyaset, nereye kadar?

Tamam, altmışlı yılların ortasında CHP iklimden etkilenip bir gecede
solculuğunu ilân etti… Eyvallah, Millî Şef’in harikâ açılımıydı…

Ancak evrensel öncülerini tanımadan sosyal demokrasinin kök salması
gerçek demokrasiyi benimsemesi mümkün mü?


Ayrıca parti içi demokrasiyi dahi uygulamayan yönetici kadrolarla
yirmi birinci yüzyılda geniş halk kitlelerine ulaşmak ne kadar zor…

Klasik devletçilik anlayışı, statükoculuk, Anayasa Mahkemesi’nden medet ummak,
karargâh önlerine çadır kurmak solculuğun handikapları değil mi?

Ergenekon denen derin ve zararlı yapının avukatı olmak…
Silivri önlerinde siyaset üretmek, yitirilen onca insanımızın aziz hatırasına
saygısızlıktan öte sosyal demokrat ilkelerin inkârı anlamına gelmez mi?


Daha dün Hırant Dink’i kâtledilişinin beşinci yılında andık…
AKP iktidarının hukuk anlayışı yerildi, maskesi düşürülüp sergilendi…
Çandar, Bayramoğlu, Kentel, Engin oradaydı…
“Yetmez ama EVET”çiler…

On binler yürüdü…
Şafak tekerlekli sandalyesiyle, Tanrıkulu Kürt kimliğiyle…

Ya geri kalan CHP’liler?
Parti kulisinde aslî mücadelelerinin paşindeydiler!


Evet, Kemal Abi…
Vaktin olursa Ozan Hoca’nın yazısına bir göz at…
Sosyal demokrat ilkeleri irdele…
Hangisi uyuyor bugünkü CHP’ye…


Eğer hiç birinden eser yoksa…
Gözlerinden öperim Kemal Abi…
Ülkeyi RTE’ye mahkûm ettiğin, seçeneksiz bıraktığın için...
Yazık olmuyor mu millete?


www.gazetemen.com

.

25 Ocak 2012

Kalkedon'dan Masallar!

.

Tarihin bir vakitlerinde Kalkedon adlı diyarda
öğretmenler, aydınlar bir araya gelir…
Başlarını sokacak ev için kooperatif kurarlar.

Bugünkü Göztepe civarında E-5 denen yolun
kenarında arsa bulunur…
Hani “Şah Kulu” isimli cemevi var ya, o’na iki yüz metre mesafede.
Daha o zamanlar Medikal Park falan icat edilmemiş…
Etraf bostan-gecekondu, deyin ki dağ başı!


Süratle işe koyulup on beş katlı binanın kabası tamamlanır…
Fakat yapılan tetkiklerde yönetim ve müteahhit hırsızdır.
Toplanan paranın yarısını resmen yemişler!
Afiyet olsun, helâlı hoş olsun…
Demek Bizans’ta da bu tür entrikalar oluyormuş!


Lâkin işbaşına gelen yeni yönetim hesap sormakta kararlı…
Bilmem kaç Roma sikkesini eskilerden ve üstleniciden talep ederler…
Ancak minareyi çalan kılıfını hazırlar… (pardon, minare yerine çan kulesi olacaktı)
Tedbirlidir hırsızlar çetesi.


Anında başvururlar mafya reisine…
Adı soyadı konulur işin, gerekli ödemeler (rûsum/harç vd. vergiler) yapılır…
Sarkık bıyıklı üç genç gönderilir namuslu yöneticilerin üstüne…
Bellerde silah, birkaç tokat, korkutulmuştur talepkârlar!


Fakat yaşadıklarını içlerine sindiremeyenler…
Soluğu alırlar polis müdürünün yanı başında.
Anlatırlar hikâyeyi, böyleyken böyle.
Hışımla kükreyen Müdür “tamam” der, bedeli iki bin altın sikke!


Koopertatifzedeler düşünüp taşınırlar …
İmkânları zorlayıp istenen bağışı verirler karakola.
Adresleri kayıtlarda mevcut üç it el’an yakalanır…
Gözaltılar, ifadeler, zabıtlar, salıvermeler!


Takipçidir yeni yönetim…
Çıkarlar muddeiumumînin (savcı) karşısına…
Sağlamdır, adildir…
Yalnız eli kolu bağlı çaresizdir.

Derki müştekilere; “polisten gelen evrak tutuklamanın gerekçesi olamaz!”.
“Nasıl yani?” diye şaşkınlıkla sorarlar…
İzah eder; “bu işleri yapanlar çoluk çocukmuş, suçları çeteye (örgüt) girmez”...
"Mevzuat içeri tıkılmalarına müsait değil!".


Başları önde kös kös ayrılırlar makamdan…
Yanaklarında yedikleri tokatların sızısı, yüreklerindeki acı daha beter…
Karmakarışık duygular içinde sessizce bir küfür sallarlar…
Bozuk düzene, adalete, uygulayıcılara, hırsızlara, ahlâk yoksunu çeteye!


Kalkedon’dan aktardığım masal şimdilik bu kadar…
Saat 13’de Taksim’de olmam lâzım…
Benzer bir hikâyeyi anlatacak Hırant Dink’in eşi Rakel…
Dinleyiciler on binler…
Gözyaşı, hüzün, isyan var…


İktidarda AKP, “ADALET” vitrin, “HUKUK” vicdan…
Beş yıl önce akan kan devam ediyor için için…
Yaşadığımız dünya Kalkedon değil, ileri demokrasili vatan…
Lânet olsun, kahrolsun barış içinde yaşamayı sevmeyen insan!


www.gazetemen.com

.

24 Ocak 2012

Uğur'suz Yıllar!

.

Uğur Mumcu’yu yitireli on dokuz yıl oldu.
Medyamıza bakıyorum da Mumcu çapında bir gazeteciye rastlayamıyorum.
Araştırmacı-Yazar, üstelik iyi bir mizah ustası.
Elbette kalemini kıvrak kullanan yetenekler var…
Elbette derin araştırmalara imza atan gazeteciler var…
Fakat hepsi olabilmek herhalde Uğur Mumcu’ya has bir özellikti.


Gerçek aydınlanmacıydı…
Işığı dalga dalga yayılıp toplumsal dokuya nûfuz ediyordu.
Yazdığı her kitap edebiyat dünyamızda yerini alıyor, kara mizah
örneklerinin lezzetine varılıyordu.


Hele 12 Eylül öncesi yaklaşan tehlikeyi işaret edip yaptığı uyarılar…
Bazen düşünüyorum da, gerçek bir akıl tutulması yaşanmıştı.
Yetmişlerin sonları, sokak yanıyor, kan akıyor…
Her gün onlarca cenaze töreni, yitip giden gençler aydınlar.


Yazıyor Mumcu, belgeleriyle sergiliyor…
Sağcının solcunun kullandığı silahların kaynağı Bulgaristan…
Ve devlet kontrolündeki -şimdi adını hatırlayamadığım- “x” şirket!


Vay, sen misin bunları söyleyen…
Nasıl suçlarsın Bulgaristan Komünist Partisi’ni ve yoldaş Jivkof’u?
Benim de içinde bulunduğum siyasî hareket ayaklanıyor…
Veryansın ediyoruz sevgili Mumcu’ya…
Ne CIA ajanlığı kalıyor ne MİT’çiliği!


Halbuki yazdıklarının tamamı doğru…
Bir süre sonra -duvarlar yıkıldıktan- gerçekler ortaya çıkıyor birer birer…
Bulgaristan itiraf ediyor yaptığı silah sevkiyatını!

Ya şimdi?
Büyük bir utanç, haksızlığın ezikliği yüreklerimizin derinlerinde…
“Bağışla bizi Uğur” desek duyar mı?


Evet, 24 Ocak 1993 tarihinde parçaladılar Uğur’umuzu…
Parçalanan aslında Türkiye’ydi…
Türk-Kürt, Laik-Anti Laik, Alevî-Sünnî…
Zengin-Fakir ayırımı ortadan kalkmıştı…


Yeni bir kanlı dönemin sayfaları açılıyordu…
Failî meçhul cinayetlerin sahnelendiği…
24 Ocak kararları meyvelerinin yendiği…
Banka soygunlarının gerçekleştiği…
Bir de araya post-modern darbenin sıkıştırıldığı…


Kaoslu yıllar, Uğur’suz yıllar!
Hükümetler devriliyor, hükümetler kuruluyor…
Karargâh, medya, siyaset üçgeninde her türlü tezgâhın döndüğü devirler…
Gel de arama Mumcu’yu, keskin zekâsını, müthiş gözlem kabiliyetini.


Eşi Güldal Hanım’a ne demişti Mehmet Ağar?
“Bir tuğla çekersem duvar yıkılır!”…
Çekilmedi tuğla, Susurluk oldu, Hizbullah oldu, Ergenekon oldu…
Toplumsal yaşamı zindan etti, ülkenin geleceğini kararttı…


Ve geldik Mumcu’suz yirmi birinci yüzyıla…
Cumhuriyet gazetesiyle özdeşleşmiş Uğur’un yeri doldurulamadı…
Elli binlik tirajıyla varlık/yokluk mücadelesine düştü...

Eskinin solcuları savruldular dört bir tarafa…
Ulusalcılık yaftası altında milliyetçilik çizgisine yönelenler mi ararsın…
İleri demokrasi martavalına inanıp Tayyipçi kesilenler mi?


Sonuç olarak Uğur Mumcu gibi dik duran, bağımsız yürek, gerçek aydın…
Kalmadı dersek yalan mı?
Seni çok özlüyoruz Uğur, sen bu toplumun uğuruymuşsun…
Meğer “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” derken ne kadar haklıymışsın…
Çoktan unuttuk seni, affet bizi değerli Uğur MUMCU!


www.gazetemen.com

.

21 Ocak 2012

Hayırlı işler CHP!

.

Yaşadığımız şu sıkıntılı günlerde üzerine yazı yazılacak
son parti CHP.
Fakat teşkilât rahatsız huzursuz kaynıyor.
Delege kurultay istiyormuş!
Kimin eli kimin cebinde belli değil.

İllâ ki kurultay olacak, demokratik bir tüzüğe kavuşulacak.

Eyvallah, kim istemez parti içi demokrasiyi?
Önderciler mi Baykalcılar mı, her kimseler…
Topladıkları noter tasdikli imzalar yeterli sayıya ulaşmış.

Yalnız seçim istemiyorlarmış, genel başkandan memnunlarmış!

Kemal Bey şaşkın, hık mık, kararsız…
Örgütten sorumlu darbeli matkabın olanlar karşısında midesi bulanıyormuş!

Gördünüz mü sorunu?
İktidara muhalefet etmeyi beceremeyenler düştüler kendi dertlerine.

Her zamanki gibi ilke falan rastgele…
Daha fazla sosyal demokrat olmak, o ne ki?


Yahu, en son seçimde aldığınız oy yüzde 26…
Onu da cilâlayıp parlatıp başarı diye gözümüze soktunuz…
Ülke gündeminden zaten koptunuz…
Tayyip Bey’e lâf yetiştirmekten yorgun düştünüz…


Silkinin kendinize gelin diyeceğim ama…
Bu denli içe dönük kavgada sesimize kulak veren olur mu?

Bazen düşünüp üzülüyorum…
Biliyorum geçmişe hayıflanmanın bugüne faydası yok…


Lâkin 12 Eylül sonrası kurulan şu SODEP var ya…
Keşke kapanmasaydı, yürüyüp gitseydi siyasî arenada.

Nedir çektiğimiz, onmuyor dondurmuyor…
Sürün allah sürün, bir de hizip tezgâhlı niza izle…
Bunun adı politika mı, reva mı seçmene…
Tanrı aşkına, cevap ver CHP?


İnanın bu partiye 69 seçimlerinden beri oy veririm…
Yeri geldi sandık bekçisi olduk, yeri geldi zurnanın son deliği türünden yönetici…
Baykallı yıllar dâhil, partiyi bu derece acz içinde görmedim.


Tamam, haksızlık etmeyelim…
Kemal Bey ülkede ciddî bir rüzgâr estirdi…
Sonsuz krediler açıldı kendisine…
Yüzde 26’yı içimize gömüp sindirdik…

Sıra geldi dişe diş, göze göz muhalefete…
İşte tam bu noktada golü yedik!


Hâlbuki ne fırsatlar çıktı önünüze…
Bırakalım geçmişi, yaptığınız saçma sapan işleri…
Daha dün Hırant Dink davası görülmedi mi?
Vicdanları kanatan tarihî karar çıkmadı mı?
AKP’nin eşsiz hukuk anlayışı sergilenmedi mi?


Ya siz, neredeydiniz sayın Kılıçdaroğlu?
Düştün devlet erkanının peşine…
Kıbrıs çözümsüzlüğünün baş mimarının cenaze törenine…
Ki iktidarın mümtaz temsilcileri hiçbir zaman uzlaşmadı merhumla!


Keşke “Bu dava bitmedi” diye haykıranlara omuz verseydin Beşiktaş’ta…
Sana oy verenler Lefkoşa’da değil adliye önünde…
Ve yürekleri Hırant için çarpan on binler yarın yürüyecekler İstanbul’da…
Sen ortalıkta yoksun Kemal Abi

O zaman sana hayırlı kurultaylar, delegenin selâmeti başının üstüne!

www.gazetemen.com

.

19 Ocak 2012

Hırant'a saygıyla...

.

                     Hırant Dink'in kâtledilişinin 5.yılı...

            
                          "Unutmadık, unutturmayacağız"

        

18 Ocak 2012

Denktaş'ın Kıbrıs'ı!..

.

Barışın unuttuğu cennet!
Mezarının üzerindeki su kurumadan Denktaş
üzerine bir-iki kelâm edelim…
Ölümünden sonra yazılanlara şöyle bir baktım,
seveni olduğu kadar sevmeyeni de çok.


Özellikle ulusalcılar, milliyetçiler sevgi besleyen cenahta.
Karşı cephede solcular, soldan çarklı demokrat-liberaller.
Ya iktidar?
Onlar kerhen beynamaz, zevahiri kurtarma derdinde!
(Rahmetli on yaş genç olsa, Ergenekon’dan içeri girerdi ama o da ayrı bir mesele!)


İlginçtir, Doğu Perinçek’in eski cemaatinden Oral Çalışlar
Radikal’deki köşesinden sıkı bir karşı duruş yazısı döşenmiş…
Yine aynı cemaatin üyelerinden yoldaşı Cengiz Çandar
Denktaş için; “Evinin evladıydım” diyecek kadar sempatisini sergilemiş…
Elbette bu görüş ayrılığının vardır bir hikmeti!


Baksanıza, bizim sitenin başyazarı da coşmuş…
Kıbrıs çıkartmasını Neo-Osmanlılık ruhuyla birleştirip
rahmetli Ecevit’i Mithat Paşa’nın takipçisi yapmış…

Üstelik Toros Rauf’u yere göğe sığdıramamış!
“Yeni Türkiye” mimarları aynı görüşte midir bilemem…
Ancak bakış açısında bir tenâkuz var gibi…
Neyse, herkesin görüşü kendisine!


Yalnız Kıbrıs deyince Dr. Fazıl Küçük’ü anmadan geçmeyelim…
Politik hayatı, yazarlığı, barışseverliğiyle her zaman dikkât çekti.
Uzun yıllar Türk toplumunun adadaki liderliğini başarıyla üstlenmiş…
Ölümünden (1978) bir süre önce bayrağı Denktaş’a devretmişti (1973).
Anıt gibi adam Lefkoşe yakınlarındaki Hamitköy’de bulunan bir
tepeye defnedildi, bilâhare tepenin adı oldu Anıt Tepe…
Sonradan adı-sanı mücadelesi hatırlanmaz oldu…


Gelelim meşhur Kıbrıs çıkartmasına…
Yunanistan’daki faşist cuntanın uzantısı itler darbe yapıyor Ada'da...
Cumhuriyet devrilip demokrasi lağvediliyor.
Garantör ülke T.C. “Barış harekâtı” düzenliyor…
Tarih: 20 Temmuz 1974.


Tüm dünya alkışlıyor, gerçekten barış geliyor…
Yunanistan ile cennet diyara.
Yıkılıp tarihin çöplüğüne gidiyor faşist cuntalar.


Lâkin “Karaoğlan” unvanıyla taçlanmış Ecevit durur mu?
“Ayşe” giriyor devreye…
Tarih: 13 Ağustos 1974
“Ordular ilk hedefiniz adanın burnu Maraş!”…

Adı oluyor “İkinci Barış Harekâtı” ama bu kez yemezler…
Nitekim, Ecevit iktidarı için sonun başlangıcı…
Ambargolar, uluslararası notalar, patlayan petrol kriziyle birlikte bunalımlı yıllar.
Ve rahmetli Denktaş’ın mutlak otorite olduğu, yıldızının parladığı devirler!


Kısa sürede yapılan transferlerle bir avuç azınlığın nüfusu dayanıyor 300 bine…
12 Eylülcüler ilân ediyorlar 1983’de…
Yeni devletin adı: KKTC, kurucu cumhurbaşkanı: Rauf Denktaş!

Elektrik ve suyunu Rum kesiminden alan yeni devleti
yeryüzünde bizden başka tanıyan yok!

Casinolar (kumarhaneler) cenneti ada kriminal suçların yeni vatanı…
Türklerin önemli bir bölümü Rum pasaportlu…
Otomatikman Avrupa Birliği vatandaşı!


Şimdilik bu kadar…
Devamı, detaylar rahmetlinin kırkından sonra…
Bilhassa yoksul ülkemizin kırk yıldır ödediği bedeller!


Sen çok yaşa emi “Yeni Ankara”…
Kıbrıs’ı hâllettin, sırada Suriye!
Yolun açık olsun canım Türkiye(!)


www.gazetemen.com

.

17 Ocak 2012

Hırant!

.

19 Ocak 2007
Pazar günü efsanevî değer Lefter’i uğurladık.
Seksen yedi yaşındaydı…
Çocukları ölümün kıyısından dönmüştü…
Hüzünlüydü, “bir dokun bin işit” özdeyişinin aksine
suskun, sessizdi.
Sonsuzluğa sevenlerinin kucağında gitti.


Hırant Dink kâtledildiğinde elli iki yaşındaydı…
On binler eşlik etti son yolculuğuna…
Yüreklerde derin acı, gözlerde sel olup akan yaşlar.
Cenaze törenine katılan herkes Rakel Dink’ti…
Ve haykırıyorlardı; “Hepimiz Ermeniyiz”.


Evet, beş yıl süren duruşmanın finali…
Elde var üç genç…
Erhan, Yasin, Ogün…
Sonuncusu on sekizin altı, yasalar önünde çocuk!


Kafa kafaya vermişler…
Düşünmüşler taşınmışlar…
Ülkenin selâmeti için Hırant’ı öldürmeye karar vermişler…
Üs: Trabzon… Tarih: 19 Ocak 2007… İnfâz: İstanbul.


Dile kolay, beş yıl geçti üzerinden…
Mahkeme son kararını verecek…
Hedefte Erhan, Yasin, Ogün!


Kimileri diyor ki Gladyo’nun işi…
Kimileri derin devletin tezgâhı!


Kimse demiyor ki;
“Giden bir can”…
“Giden bu yurdun has evladı”…
Lefter gibi "inadına vatanım diyen”…
"Ülkesini yürekten seven"…
İktidarda özgürlük düşkünü R.T.Erdoğan!.


“Hırsızın hiç mi günâhı yok?”…
Ne güzel iş topu taca atıp çevirmek…
Hem insan haklarını savunmak hem “one minute”cu olmak!
Yer mi bunu insan evladı?

Vitrini, tetikçiyi anladık…
Nerde bu işin mutfağı?


Aradan beş yıl geçmiş…
Polis müdürü olmuş vali…
Jandarma komutanı çoktan emekli…
İstihbaratçı sırra kadem…

Ortada duruyor Yasin, Ogün, Erhan!

Verin kardeşim verin…
Ağırlaştırılmış, hafifletilmiş müebbet verin…

Ancak şunu bilin ki;
Vereceğiniz ceza ne olursa olsun…
Gerçek katiller aramızda.


Sakın unutmayın…
On yıldır iktidarda olan babam değil…
A-Ke-Pe...
Mızrak sığmaz çuvala!


www.gazetemen.com

.

16 Ocak 2012

Büyük İnsan Lefter

.

Lefter (Kuşdili parkı)
Foto:M.C.
73 kilise, 8 ayazma, 1 havra, 2 manastır,
4340 dükkân, 110 otel ve restoran, 27 eczane,
21 fabrika, 3 Rum gazetesi, 5 Rum kulübü,
2600 ev, 52 Rum ve 8 Ermeni okulu tahrip ediliyor.


Bununla bitmiyor, mezarlıklarda nasibini alıyor…
Açılan mezarlar etrafa saçılan kemikler!
Balıklı Rum Kilisesi papazı Mandas’ın kâtli.


Aynı saatlerde İzmir Yunan Konsolosluğu ve
fuarda bulunan Yunan pavyonunun ateşe verilmesi…
Ayrıca 14 ev, 6 dükkân, 1 pansiyon, 1 kilise ve
İngiliz Kültür Merkezi’nin tahrip edilişi.

Yıl: 1955 günlerden 6/7 Eylül.
Demokratlar iktidarda, suçlular belli…
Aralarında Kemal Tahir, Aziz Nesin ve H.İ.Dinamo’nun
bulunduğu kırk üç solcu!
Aylarca süren tutukluluk ve açılan davalardan beraat!


Ve Lefter Fenerbahçe’de futbol oynuyor…
Şöhretin doruklarında, gönüllerin kaptanı sahaların kralı…
Evi taşlanıyor saldırıya uğruyor Büyükada’da!


Gönüllü yapılan dört yıl askerlik, iki kez yurtdışına transfer…
Elektrikçi çırağı Lefter’in gözü toprağında…
Tüm aile budanmış, sürgün edilmişler Yunan’a…
Gözyaşlarını içine akıtan, kan kusup kızılcık şurubuna sığınan Lefter…
Bugün artık sevdalısı olduğu adasında, sonsuzluğun kanatlarında.


Aslında ulus devletimiz hiç sevmedi…
Ermeni’yi, Rum’u, Yahudi’yi.
“One minute” geleneği yıllar öncesinden başladı…
Fırsatını bulup punduna getirdiğinde dikildi karşısına…
“20 Kura askerlik”, “Varlık Kanunu”, “6/7 Eylül” oldu…
Kök söktürdü, bir arada yaşamanın koşullarını dinamitledi…


Nitekim kökünü kazıdı doğduğu topraklarda!
1600 Rum’dan biriydi Lefter, İstanbul’da yaşayan…
İnadına ada diyen, vatanım diye bağrına basan.
Takımına bağlandığı amatör ruhuyla sevdi ülkesini…
Çünkü profesyonellik onun anladığı iş değildi.


Hüzünle bakıyorum tabutuna…
Türk ve FB bayrağına sarılıydı…
Duruyordu Şükrü Saraçoğlu stadının orta yerinde…
Tarihsel olaylar film şeridi gibi gelip geçiyor gözlerimden…
İkinci dünya savaşı, Hitler hayranı başbakan…


Lefter’in aziz naaşının yanı başında duruyor R.T.Erdoğan.
Belki son görev, belki sessizce özür…
Hangisi, elbette tanrı bilir…
Lâkin Lefter Dersimli değil!
Büyükadalı, İstanbullu…
Sayıları ülke çapında üç binin altı.
Oy derseniz, güvercin olup uçtular karşı yakaya!


Malûm, siyasetçinin kurnazı kaz gelecek yerden tavuk esirgemez…
Olsa olsa başbakanın boy göstermesi…
Milyonlarca Fenerbahçe taraftarının gönlünü almak içindir ki…
Ne dersiniz, bu numaraları yer mi sarı lacivertliler?


Toprağın bol olsun sevgili Lefter, gönlü insan sevgisiyle dolu
bu toprağın insanı seni asla unutmayacak.
Emektar Dual’imde Rembetiko müzikleri, elimde kadeh…
Aziz hatıran önünde saygıyla eğiliyorum büyük insan sevgili LEFTER.


www.gazetemen.com

.

14 Ocak 2012

Dreyfus'tan 21.Yüzyıla...

.

Alfred Dreyfus
Her şey çöp sepetinde bulunan imzasız mektupla başladı.
Yer: Paris’teki Alman elçiliği.
Mektubu bulan: Elçilikte çalışan Fransız gizli servis elemanı
temizlikçi kadın.
Peki, ne yazıyor mektupta: Fransa’ya ait gizli bilgilerin
Almanya’ya verilmesi vaat ediliyor.
Yıl: 1894


Ufak çaplı bir araştırma sonucu olayın kahramanı piyasaya sürülür...
Yüzbaşı Alfred Dreyfus.
El yazısı mektuptaki yazıya benzemektedir ve en önemlisi de Yahudi’dir.
Ve yapılan tarihî duruşma sonucu suçlu bulunur, rütbeleri sökülerek
mahkûmiyetini çekmek üzere Şeytan adasına postalanır.


Bitmedi hikâyemiz, devam ediyor…
Tesadüfen mektubun asıl sahibi Fransız Binbaşı Easterhazy yakayı ele verir…
O da yargılanır, sonuç beraat. Yıl: 1896


Ve ünlü yazar Emile Zola tarih sahnesine çıkıp ünlü mektubunu kaleme alır…

“S U Ç L U Y O R U M”

Cumhurbaşkanına yazılan açık mektup kamuoyunda büyük yankı uyandırır…
Profesörler, aydınlar tarafından desteklenir…
Ancak militerlerden gelen baskıyla Zola’da
yargılanmaktan kurtulamaz ve o da mahkûm olur.


Gel zaman git zaman Fransa’da seçimler falan derken hükümet değişir…
Yıl: 1898
Yeniden gündeme taşınır Dreyfus davası…
Bu arada gerçek suçlu Binbaşı öter, iki gün sonra gönderildiği
hapishanede intihar eder.


Yine de kıçı kurtaramaz Dreyfus…
Yeniden yargılanır, duruşmalar bir ay sürer, hafifletici sebepler de bulunur…
Lâkin gene suçlu ilân edilir!


Gelelim 1904’e…
Toplanır Fransa Yargıtay Genel Kurulu…
Büyük Savaş Bakanı’nın isteğiyle davayı yeniden ele alır…
Ve 1906’da, yani ON İKİ yıl sonra beraat kararını verir.
Sonrası mâlûm, iade-î itibar, ekstradan bir nişan!


Yüz kûsur senelik olay aklımıza nerden mi geldi?
Elbet Silivri’den.
Bakıyorum suçlamalara, davaların gidişatına…
Alayı sütten çıkmış ak kaşık olmamasına rağmen…
Aralarında o kadar çok Dreyfus var ki!


Ya dışarıdakiler, Emile Zola’lar…
“Suçluyorum” diye kaleme sarılabilecek babayiğitler…
Profesörler, aydınlar, gazeteciler…
Sahi, neredeler?


Vicdanlarımız tümden teslim mi oldu?
Namussuzların sesi -İnönü’nün dediği gibi- namuslulardan çok mu çıkıyor?
Hiç suçu olmadığı hâlde Dreyfus on iki yıl yattı…

Günâhsız Silivrizedelere biçilen süre ne?
Dreyfus yüzyıl öncesinde bedel ödedi…
Yoksa yaşadığımız çağ, 21.Yüzyıl değil mi?


www.gazetemen.com

.

13 Ocak 2012

Kreşendo!

.

Müzikte sesin kademe kademe artırılmasıdır.
Portre çizgisinin üzerinde kullanılan işaret

kenarları uzun çizgili dar açıya benzer.
Sesi azaltmak için de kullanılır.
Ona da ters “kreşendo” denir.

Bu hakîr yorumcunuz az buçuk ud çaldığı için müzik
terimlerine yabancı değildir.
Lütfen haddimi aşıp ukalalık yaptıysam hoş görüle.


Şimdi gelelim sadede…
Malûmunuz havalar berbat, uzun yürüyüşler yapmama izin vermiyor.
Eh, ne yaparsınız…
Bol okumalardan sonra akşamı ayırıyoruz televizyona.


Fakat o ne?
İzlediğim onca açık oturum, tartışma, kavga, niza, nifak programlarında
basın mensupları kadar hukukçuların sesi çıkmıyor!
Hele Doktor Ahmet Çakar ile Rasim Kütahyalı’nın sesi…
Aman allahım, televizyonun sesini kısmakta fayda etmiyor.


Ancak bir gerçeği yeri gelmişken ifade etmek lâzım…
Eğer televizyonların derdi toplumu germekse…
Kesin başarılı olduklarını söyleyebilirim!
Aynen iktidar ve harikâ ürünü ileri demokrasi uygulamaları gibi!


Elbette “12 Eylül”ün sembol isimlerini yargılamaları fevkalâde güzel bir şey…
Hatta az bile, işkencecilerin katillerin alayını derdest etmek gerek…
Gerçek hesaplaşma böyle olur ama buna da şükür diyelim ve referandumun
moda deyimiyle “yetmez ama EVET”çi olalım!


Peki, ya kreşendo?
Çetin Usta (Altan) köşe yazılarında bu terimi sıkça kullanır…
Tersini de düzünü de, özellikle hayatın diyalektiğine göndermeler yaptığında.

Son yıllarda benimde dikkâtimi çekiyor…
Sistematik olarak siyasî atmosfer geriliyor ve dalga dalga yayılarak
toplumsal katmanlara ulaşıyor.

Aynen kreşendo almış müzik parçasında seslerin kademeli olarak yükseldiği gibi.
Gerginlik, çatışmalar, gözaltı ve tutuklamalar öyle bir safhaya geldi ki…
Yaş ve kurudan vazgeçtik tırmanıyor tırmanıyor, korku bulutlarına dönüşüp
özgür düşüncenin üzerine dolu olup yağıyor!


Evet, AKP iktidarı her konuda olduğu gibi bu konuda da başarılı…
Toplumsal kreşendoyu yerinde kullanıp tansiyonu kademeli olarak yükseltiyor.
Dikensiz gül bahçesine dönüştürdüğü ülkemizde son rötuşları yapıyor.


Yalnız nereye kadar?
Tahminimce 2014 final yılı olacak, yani beyefendinin köşke çıkış yılı.
Sürekli gerilen ortam ters kreşendonun devreye girmesiyle yerini
ılıman bir iklime bırakacak.


Kademeli yumuşamalar, süresi doruk yapmış davaların panzehiri olarak
iktidar tarafından reçeteyle dağıtılmak üzere piyasaya sürülecek…
Bazen Haberal’ın anne ziyareti, bazen Bülent Abi desteğiyle Balbay'ın özgürlüğü,
bazen de -ele güne karşı ayıp oluyor deyip- Şık ile Şener’in tahliyesi!


Sonuç itibariyle, ülkemizde siyasetin en önemli enstrümanı kreşendolardır…
AKP örneğinde olduğu gibi ustalıkla kullanılırsa yani önce gerer sonra boşaltırsan…
Demokratta, barışseverde, özgürlükçüde olursun…
Oyun çıkar yüzde 60’a, uzun yıllar kalırsın iktidarda!


Not: Anlaşıldı mı Kemal Abi, sözümün bir kısmı sana!

www.gazetemen.com

.

12 Ocak 2012

Bilimin ışığında...

.

“Zamanın Kısa Tarihi”ni okuduğumda kırk yaşındaydım.
Çok etkilendiğimi hatırlıyor ilk defa evren hakkında
bilimsel düşünmeye başlıyordum.
Hele “Kara delikler”, aman tanrım, ne müthiş bir teori!
Ya “Big Bang” (Büyük Patlama)?
Akıl sır erecek iş değil.


Geçenlerde kitabın yazarı ünlü fizikçi Stephen Hawking
gezegenimizin geleceği üzerine yine konuşmuş…
Ve 1000 yıldan kısa bir süre ömür biçmiş!


Bir de kurtuluş yolu önermiş;
“İnsanlığın geleceği gezegenler arası seyahatin mümkün hâle gelmesine bağlı.
Aşağıya ayaklarınıza değil, gökyüzüne bakmayı aklınızda bulundurun.
Yaşadığımız bu narin gezegenin ötesine gitmeyi başaramamamız durumunda
bir 1000 yıl daha hayatta kalacağımızı sanmıyorum.’’ demiş!


Dahi bilim adamının geçen hafta 70 yaşına girdiğini hatırlatalım…
Özel teknolojiyle donatılmış cihaz yardımıyla boyun kasları ile düşüncelerini
bilgisayara aktarabilen Hawking boyun kaslarının iyice zayıfladığı
ve bu nedenle artık söylemek istediklerini aktaramadığı için şimdi son teknolojik cihazlarla,
beyin dalgaları ya da gözbebeklerinin hareketleri ile konuşmak için çalışılıyormuş.


İster istemez bu bilgiler ülkemizin düştüğü zavallı hâlleri çağrıştırıyor…
Baksanıza ne durumdayız?
Kan ve ölüler üzerinden yapılan siyasetlere öylesine alıştık ki…
Kalan ömrümüzde sakin huzur içinde bir günümüz geçse yadırgayacağız!


Ardı arkası kesilmeyen tutuklamalar, fezlekeler…
Korkunun egemen olduğu, kaosun yarattığı sis bulutları arasında sürdürülen yaşam…
Duyarlı yüreklerin dayanamadığı sahneler, “acıyı bal eyledik” dercesine
kahrolası bir dünya… Barıştan uzak, gerginlikten çatışmadan savaşlardan beslenen!


Hawking diyor ki;
“Aklınızı başınıza toplayın, bin yıldan az zamanınız kaldı”.
Kimin umurunda, kim ciddiye alır…
Varsayalım söylediklerinin tamamı kesin doğru…
Bizim ülkemizi kapsar mı?


Çünkü bin yıldır bu topraklardayız…
Selçuklu, Osmanlı derken son olarak T.C.
İşimiz didişmek kavga etmek savaşmak.
Daha yapacak o kadar çok işimiz var ki.


Git işine Stephen…
Saçma sapan söylemlerinle ilgilenmiyoruz…
Madem “Güneşin doğduğu topraklar”…
“İlelebet payidar kalacak” bu vatan bizim…
Ayrıca iç işlerimizle çok meşgulüz. (Suriye dahil)


Kürt sorunumuz Ergenekon meselemiz var.
Eğer bu dertlerimizden vakit kalırsa…
Bir ara sana da kulak veririz diyeceğim ama…
Ona da Diyanet işlerimiz izin verir mi?
Belki TÜBİTAK olabilir, Darwin’in mezarını kazmaktan zaman bulursa!


www.gazetemen.com

.

11 Ocak 2012

Yeni Kara Lekeler!

.

Mümtaz’er Türköne showunun üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen bu kez sıraya Murat Belge girdi…
Taraf yazarı kendi gazetesinde Neşe Düzel’in (Pazartesi konuşmaları) sorularını yanıtlıyor ve malûm sonuç; “Atatürk ilerici değildi!”.

Ve Kemalizmi azınlığın tahakkümü ilân ederken Erdoğan iktidarını da “plebisiter otoriteryenizm” yani halkoyu despotizmi olarak niteliyor.

Buna da şükür, hem nalına hem mıhına vururken dengeyi gözetmiş!
İki tarafı da antidemokratik olmakla suçlayıp AKP’den umudu kestiğini açık yüreklilikle ifade ediyor ve Erdoğan’ı burnundan kıl aldırmayan dayatmacı bir lider olarak tanımlıyor.


Murat Belge’nin tezlerinin -en azından bir bölümünün- doğruluğunu kabul edelim…
Yirminci yüzyılın başlarında çöken imparatorluğun küllerinden cumhuriyete
dayalı bir devlet yaratan M.Kemal’i nereye koyalım?


Ulus-Devlet modelinin doruklara ulaştığı, ırkçılıktan beslenen milliyetçiliğin
dünyayı kasıp kavurduğu yıllar…
1929 bunalımı ve II.Dünya savaşına doğru hızla sürüklenen insanlık.
Fransız devrim kültürüne uzak yoksul bir halk…
Ümmetçilikten, kulluktan kurtulamamış toplumsal bilinç…
Ve Anadolu’da tutuşturulmaya çalışılan meşale, aydınlanmanın ışığı…
Bu mudur gericilik, çağ dışılık?


Devrin liderlerine bakalım…
Lenin, peşinden Stalin, İtalya’da Mussolini Almanya’da Hitler İspanya’da Franko…
Diktatörler, Krallıklar Avrupa’sı ve yanı başlarında genç cumhuriyet Türkiye…
Sermaye birikimi olmayan topraklarda kalkınmanın ilerlemenin formülü aranıyor…
Türk-İslâm şemsiyesi altında kafa-göz yara yara…
Jakobenlerin ruhuna rahmet okuturcasına!


Tüm bunlar M.Kemal’in devrimciliğine gölge düşürür mü?
Üstelik elit kadrolar İttihat-Terakki geleneğinin uzantısı, Osmanlı’nın artığı…
Tamam kara sayfalar çok, yanlışlar ibadullah…
Ancak yaşananları çağı içinde değerlendirmek gerekmez mi?

Biz de unutmadık Dersim’i Alpdoğan paşayı, Varlık kanunu, Muğlalı olayını…

Ya Uludere’ye ne demeli?
Yirmi birinci yüzyılda “İleri demokrasi” mucidi Erdoğan’ı nereye koymalı?

O konuda da Murat Belge hesap soruyor ve ilave ediyor;
“28 Aralık’tan sonra günler geçti, suçlular nerede?”.

Cevap yok, hık mık, uzunca bir tısss!
Belki soru yanlış yerden, Başbakan’ın çalışmadığı bölümden…
Çünkü Tayyip Bey’in uzmanlık alanı Cumhuriyet tarihi…
Özellikle Atatürk’lü, İnönü’lü devirler…
Soru oralardan gelseydi, anında bülbül kesilir şakıyıverirdi!


Elbette kim ne düşünürse düşünsün, bir diyeceğimiz olamaz…
Yeter ki Silivri Cezaevi düşünsel suçluların ikametgâhı olmasın.
Lâkin son yıllarda sistematik M.Kemal düşmanlığından gına geldi…

Nasıl bir kuyruk acısıymış ki doksan yıldır dinmedi.

Yapılan iş tarihle yüzleşmek mi yoksa tarihî kişiliklere yargısız infaz mı?
Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde böylesi itibarsızlaştırmalar az görülmüştür…

Fakat günümüzde tanık olduğumuz öylesi suçlamalar var ki…
İnanın M.Kemal ve arkadaşlarının kemiklerini sızlatacak!

Yeryüzünde kurucu önderlerine bu derece hakaret eden toplumlar var mıdır?
Bilemiyorum, ancak yazıp çizilenler ülkemizin yeni kara lekeleridir!


www.gazetemen.com

.

10 Ocak 2012

Terslik var!..

.

İlker Başbuğ ülkenin birinci gündem maddesi olmaya devam ediyor.
Tartışılan konu yargılandığı “Özel Yetkili Mahkemeler”.
Bir kısım uzmanlar “Yüce Divan”ı adres gösteriyorlar.

Hangisi doğrudur, biz bilemeyiz ayrıca ilgi alanımıza girmeyen
hukuk sistemimizin teknik meseleleri üzerine ahkâm kesmemiz doğru olmaz.


Ancak ortada bir garabet olduğu kesin.
Şöyle ki; kaldırılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri yerine ikame eden
Özel Yetkili Mahkemeler neyin nesidir?
Batı demokrasilerinde böylesi kurumlar var mıdır?
Ayrıca çifte standartlı adalet mekanizması olur mu?


Uzunca süredir ortalığı kasıp kavuran mahkemeler yargı makamı yerine
tutuklamayı otomatiğe bağlamış yapılara dönüşmedi mi?
Denilebilir ki “ileri demokrasi”nin doğal sonuçları…

Dün olağanüstü hâl vardı, bugün AKP’nin hukuk anlayışı!
Önce suçluyu tayin et, nasıl olsa istim (deliller) arkadan gelir…
Yeter ki kişi tez zamanda derdest edilip içeri tıkılsın!

Ondan sonra patlatırsın demeci;
“Mahkeme sonuçlanıncaya kadar herkes suçsuzdur!”.

Haklısınız, lâkin yargılamalar sonuçlanmıyor uzayıp gidiyor.
Dört yılı aşabiliyor, nereye varacak bu işin sonu?

Amaç korku salmaksa, başarılı olmadığını söylemek mümkün değil…
Korkudan yaprak gibi titriyor muhalefet cephesi…
Geriye kalan yüzde 50’nin içinde bulunanlar!


İktidara gözünün üstünde kaşın var demeye gelmiyor…
Ya sıkı bir fırça yiyorsun, daha ileri gidersen özel yetkili savcının
şefkâtli kucağına oturuyorsun!
Ve tüm olan bitenin adı oluyor “ileri demokrasi”.


Velhasılı kelâm zor günlerden geçiyor Türkiye…
Dokunulamaz denilene dokunuyor, korku salıyor nazik yüreklere!
Belki sistemin balansı kaçtı, iktidar muktedir olmanın keyfini yaşıyor.
Uzun zamandır piyasada caydırıcı güç yok…
Paramparça muhalefet!


Basın derseniz perişan hâli ortada…
Düşünsenize, İlker Paşa’nın “Yüce Divan’a gitmesini arzulayan ve doğru olacağını
savunan yandaş medyadan epeyce kalem erbabı var!


Ne günlere kaldık?
Bozuk adalet düzeninden şikâyet edenlerde iktidarın yılmaz destekçileri!
Demek ki siyaset boşluk kaldırmaz diyorlardı…
Ne kadar da doğruymuş…
Muhalefetin olmadığı yerde o görevi iktidar yanlılarının üstlenmesi gibi!


Neyse, buna da şükür…
Bir de böylesi vicdan sahipleri olmasaydı, nice olurdu yarınlarımız?
Bugün okudum Taraf’ta, Star’da, Yeni Şafak’ta…
Bu işler böyle gitmez, terslik var mevcut uygulamada!


Yine bugün okudum “Merkez Medya”da…
Lâfı dönüp dolaştırıp getiriyorlar icraya …
Diyorlar ki; “Ellerin dert görmesin Tayyip Usta”…
Ve ilave ediyorlar; “Padişahım sen çok yaşa!”


Not: "Nurlar içinde yat İdris Küçükömer Hoca!".

www.gazetemen.com

.

08 Ocak 2012

Sınav Zamanı!

.

Ece Temelkuran’ın CNN’deki söyleşisini sosyal medyada gördüm…
Ece diyor ki; “insan kendine ihânet etmemeli!”.
Herhalde düşünsel duruştan söz ediyor…
Yoksa insan kendine ne türde ihânet eder?


Bu tespit beni son yılların değişim dünyasına götürdü…
Kimler yok ki?
Hepimizin yakından tanıdığı kamuoyuna mal olmuş yüksek şahsiyetler!


Belki en namusluları Ertuğrul Özkök ile Ahmet Hakan.
Döneklikten gurur duyan Armada personeli!
Üstelik dönüşümün arkasında duruyor ve
kıvırtmanın erdemini okurlara tavsiye ediyorlar.


Olabilir, çark etmekte bir sanat.
Yalnız sağdan sola soldan sağa savrulmak…
Olacak iş mi?
İnsanın dünü geçmişi yok mu?


Hadi bunları es geçelim…
Ya kökten değişime ne demeli?
Dün savunduğun tüm değerleri yok saymak…
Hatta aşağılayıp tu kaka ilân etmek…
Ne kadar ahlâki davranış?


Buradan, Ece’den nereye gelmek istiyorum…
Elbette medyamızın rezil hâline!
Farkında mısınız, Uludere katliâmı kırılma noktası.


Diyeceksiniz ki, bu ülkede binlerce insan öldü…
Haklısınız…
Ancak, sınır boyunda ilk defa üstü örtülmeyecek bir durum yaşandı…
Mızrak çuvala sığmadı.


Mahcuptu devlet boynu büküktü, adeta utanmıştı.
Elbet bu da bir aşama, köşeye sıkışmıştı muktedir iktidar!
Topu taca atacak, kıçı kurtaracak pozisyon yoktu…


Neyse ki imdada İlker Paşa yetişti…
Ağırlığını hissettirdi, uzattı ellerini kelepçeye,
terörist muamelesiyle Silivri’nin yolunu tuttu!


Lâkin döneklerin hikâyesi yok mu?
Hepsi birer insanlık topografyası!
Beyinsel kıvrımlarının arasında cıvıklık…
Dolaşım sistemlerinde kan değil çamur turluyor…


Bunlar da ikiye ayrılıyor…
A- İntikâm duyguları doruk yapanlar.
B- N’olur n’olmaz, bu günün yarınları var diyen maslahatgüzârlar.


Genel olarak son gelişmeler ibretlik insanlık manzarası!
Sevgili “Ece” istediği kadar etik değerleri savunsun, dik dursun hayat karşısında…
Temeli çürük, malzemeden çalınmış o kadar çok meslektaşı var ki…

Hangi birini sayalım…
Ayrıca uzağa gitmeye gerek yok…
Mesai arkadaşı Altaylı yiğitten sıralamaya başlasak mı?


Not: Ben de -hariçten eleman olarak- döneğim…
İzlediklerim yanında halis değil, olsa olsa çakma olabilirim ki…
Bu da marifet(!)


İyi Pazarlar can okurlar.
Benim gibi döneğe kurban olsun medya…
O kadar çok iktidar yalakası var ki!


www.gazetemen.com

.

07 Ocak 2012

Oryantalist Tangolar!

.

Demokrasi = Oryantal
Ne günler yaşıyoruz ama?
Lâv silahını soba borusuyla eşdeğer tutan generalimiz içerde!
12 Eylül’ün assolisti netekim paşa yargı önünde!
Yıllarca solun ensesinde boza pişiren gizli istihbarat örgütümüz
kapılarını ardına kadar açmış, güzide basınımızın yüksek huzurlarında!


Bakar mısınız işe?
Daha dün duysak inanamayacağımız her türlü numara bugün karşımızda!
Adam program dahilinde ne dediyse yapıyor…
Hem iktidar hem muktedir oluyor.
Adım adım devlet dediğimiz mekanizmanın her deliğine nûfuz ediyor!


Çek bir helâl olsun, üstelik okkalı tarafından!
Nasıl mutlu oldu bazı çevreler?
Kalemler şehvetle kınlarından sıyrıldı, demokrasinin zaferi ilân edildi yaşananlar!


Kimisi hızını alamayıp “Yeni Ankara”nın başarısına selâm durdu…
Ve yeniden doğuyor Osmanlılık ruhu diyerek kırk takla attı!
Onlara da kutlu olsun, inşallah hayırlara vesile olur Tayyiban patentli yeni düzen!


Peki, ya demokrasi ya evrensel hukuk ya adalet?
Ne önemi var efendim, dişe diş göze göz…
Dün bizeydi bugün onlara, parayla değil sırayla!


Rahmetli Ecevit yetmişli yıllarda yırtınıp dururdu “bozuk düzen” diye diye…
İktidara geldi bu slogan sayesinde…
Lâkin bozuk düzeni onarmak şöyle dursun, düzen döndü iki ucu pisli değneğe!

Bir ucunda kışla, diğer ucunda mollalar…
Ve yakın tarihimizin hikâyesi böyle başlar!


Doksan birden sonra piyasadan çekildi baş düşman solcular…
Meydan kaldı Kemalistlerle Erbakan Hoca’nın yetiştirdiği çömezlere…

Hodri meydan, gücü gücü yetene kıran kırana kavga…
Kâh 28 Şubat olarak çıktı karşımıza, kâh 27 Nisan tarihli elektronik posta!
Rakip firma boş değil, gücü -kuyruk acısı- cumhuriyetin kuruluş yıllarından geliyor.


Gün ola devran döne, yine sevgili Ecevit ve ortakları sayesinde…
Altın tepside sunuldu iktidar Hoca’nın en başarılı talebesine!

O gün bu gündür, daha açıkçası son dokuz yıldır…
Mücadele sürüyor bazen cepheden, bazen saman altından.


Dayanamıyor yıkılmaz sanılan kaleler!
Önce emniyet, peşinden yargı…
Gerisi kolay, hayırlı işler Türkiye!
Sonun başlangıcı gecikmiyor…
Piyasada ne kadar ulusalcı çıkıntı varsa icabına bakılıyor adabınca.


Bu arada Silivri inşa ediliyor, ülkenin en büyük toplama kampı.
Kısa zamanda dolup taşıyor, girenin sesi çıkmıyor ölen kurtuluyor.
Devir değişmiştir artık…
Bozuk düzen yeni sahipleriyle devam ediyor tüm hızıyla.


Aslında meselenin özü başından beri demokrasiye inançsızlık…
İş başına kim gelirse gelsin sırtını dönerse evrensel değerlere…
İster dinci ister kışla ister liberal ister demokrat…
Asla fark etmez…


Dönen çarkın adı yine olacaktır bozuk düzen, bozuk düzen!
Ha, daha fazla ileri demokrasi istiyor musunuz?
Sizi bilmem ama bu kadarı yeter de artar…
Üstü iktidar destekçilerinin olsun…
Şimdilik bana müsaade!


Bunlar daha başlangıç, bakarsınız sıra gelir Dolmabahçe gülü
Audi’li güzele!


www.gazetemen.com

.

06 Ocak 2012

"İnşallah!"

.

Yalan Demokrasi!
Ülkemizde yaşam giderek tatsız tuzsuz hâle geldi.
Elbette hoşnut olanlar vardır, onlara bir diyeceğim yok.
Fakat son yıllarda yaşanılanlara bakılınca…
İnsanda mangal gibi yürek olması gerek!


Diyorlar ki ihracat rekorları kırılıyor…
Diyorlar ki bölgemizde en büyük biziz!


Yemişim sizin ihracatınızı, sen ithalattan cari açıktan söz et!
Yemişim sizin büyüklüğünüzü, sen sıfır sorundan insan haklarından söz et!


Nasıl bir anlayıştır ki; Kayserili hesabı üstelik her defasında
uyuz eşeği allayıp pullayıp pazarlıyorlar!
Enflasyon çift hanelere terfii ediyor, “ekonomi tıkırında”…
İşsizlik almış başını gitmiş, “her şey yolunda”…
Açlık sınırındaki vatandaş ha bire artıyor, “öptüm seni fakir-fukara!”.

Yıllardır sürüp giden terör meselesine hiç girmiyorum…
Yitip giden Niyazi o kadar çok ki?


Ancak tek parti, tek lider sultası altında inim inim inliyor Türkiye.
Hem de öyle bir inleme ki, sesi arş-ı semaya ulaşsa da ulaşmıyor Ankara’ya!

Muhalefet derseniz, o da ayrı bir âlem…
Düşmüşler kendi dertlerine, parti koltuğu en büyük sevdaları…

Kimin umurunda vatan, nereye gidiyor dünya!

Ya ülke gündemine ne demeli?
Yok böyle bir şey!
Millî jölelinin kırmızı kart görmesi günlerdir manşetlerde!
Karambolden Ece Temelkuran’ın sesi kesilmiş…
Kim dert eder, kim farkında?


Varsa yoksa narsisizmin zirvesine çöreklenmiş Kasımpaşalı!
Bu ne hayranlık, bu ne iltifat…
Emektar kaptan Ertuğrul bile gidişattan dört köşe!


Memlekete yazık oluyor diyorsun…
Adın çıkıyor statükocuya!
Yapma etme yahu!
Ya sen statükoculuğun anlamını bilmiyorsun, ya gerçek demokrasiyi.


İzlesene OdaTv davasını…
Nedim’le Ahmet’in yaptığı savunmalara baksana!
Kitap olmuş bomba, bilgisayar notları uçaksavar batarya.

Adam diyor ki; “Ülkem için utanıyor, kendi adıma onur duyuyorum!”…
Hangi yüreklere ulaşır bu haykırışlar?
Bu mudur demokrasi, bu mudur adalet?


Özür diliyor Dersimliden Başbakan…
Dilesin, dilemekle ağız aşınmaz, Uludereliden de dilesin.


Ancak asıl özrü halkımızdan dilemesi lâzım…
“İleri demokrasi” safsatasını bu ölçüde çarpıtıp pazarladığı…
Vatandaşı daha yoksullaştırıp muhannete muhtaç ettiği…
Sıfır sorunlu devraldığı dış politikayı savaş çığırtkanlığıyla kirlettiği, yaraladığı için.


Kına yaksın iktidar destekçileri…
Kına yaksın halkın dertlerine bu kadar sırt dönen sahte aydınlar!


Ha, derseniz ki; halkımız zaten cezayı kesecek…
Ben de derim ki; Allah sizi konuşturuyor…
İNŞALLAH!


www.gazetemen.com

.

04 Ocak 2012

"Çek bir özür!"

.

Uludere Kurbanları!
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yönetimine atanan
Mümtaz’er Türköne “Atatürkçülüğü hakaret sayarım” demiş!
Helâl olsun adama, beyan her babayiğidin harcı değil!


Yine de üzerinde durmakta fayda var…
Özellikle demokrasi anlayışı açısından.
Efendim, herhangi biri bana “Tayyipçisin” dese asla hakaret saymam…
Bilâkis neden Tayyipçi olmadığımı dilimin döndüğünce izah ederim.


Kaldı ki özgür dünyada her türlü düşünceye yer var…
Elbette faşizm, ırkçılık, şeriatçılık, diktatörlük gibi sapkınlıklar dışında.
O nedenledir ki demokrasiler çok seslidir, azınlıkta kalan fikirlerin
yaşama, gelişme şansı her daim mevcuttur.


Gel gör ki bu türlerle demokrasi kantarına çıktığınız zaman sizi uzak ara sollar!
Ancak bilinen tüm bu gerçekleri kime anlatacaksın?
Hele hele televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde attı mı
mangalda kül bırakmayan Bay Mümtazların varlığı o kadar çok ki!


Aynı şekilde Taraf yazarı Mehmet Baransu…
Resmen başbakana meydan okuyor.
Hem de az buz değil, ne Kasımpaşalılığını bırakmış ne de tabansız cüretkârlığını!


Valla o’na da helâl olsun diyeceğim ama…
Ciddî anlamda kafam karıştı.
Neden derseniz, iktidarı destekleyen “Taraf” en sıkı muhalefeti yapan “Taraf”.


Bu ölçüde karşı çıkışı –ne yalan söyleyeyim- benim maçam yemez.
Çünkü arkam boş, ikincisi tazminat ödeyecek param hapiste yatacak zamanım yok!
Adam ağzına geleni sarf ediyor ve Bay RTE el’ân cevap veriyor.
Sanırsınız açık oturum, gazeteci-siyasetçi arasında sınırsız monologlar!


Aslında ne kadar özledik böylesi diyalogları…
Ah, ahhh! Benim de arkamda cemaat olsa, açarım ağzımı yumarım gözümü…
Lâkin kazın ayağı öyle mi?
Hatırlarsanız, Ahmet Altan elli milyarlık tazminat davasından yüzde 50 gazıyla sıyırttı…
Ampulün oyu yüzde 40’ın altına düşseydi, görürdü ileri demokrasinin ferasetini!


Her neyse, görülüyor ki günümüz şartlarında Türköne olmak kolay…
Tayyip Bey’e sataşmak belâlı…
Ayrıca Silivri sporun hâli ortada, içlerinde suçlu var suçsuz var…
Biz bilemeyiz, o işlerden yüce adaletimiz anlar!


Dolayısıyla hassas konulara mesafeli olmakta yarar var.
Fakat farkında mısınız?
Olan siyasetin acımasız çarkları arasında yitip giden canlara oluyor.

Bu arada komplo teorilerinin bini bir arada medyada uçuşuyor…
Herkes CIA uzmanı, herkes bilirkişi!

Hiç biri otuz beş vatandaşımızın hayatını geri getiremezse de…
Sallamak bedava, yeter ki ucu dokunmasın siyasal iktidara!

Altından Ergenekon, Balyoz, Yakamoz çıkar…
Tek hedef ampulün ışığı sönmeyip basiretsizliği anlaşılmasın!
Ve soruyor AKP sevdalıları;
“Devleti tongaya düşüren kim?”…


Yahu arkadaş, el insaf…
Ülkemizde devlet-i âlimizin kandırıldığı, tuzağa düştüğü görülmüş vakıa mı?
Madem kuruluyor “Yeni Türkiye”, madem onuncu yılında AKP…

Yüklen Dersim’e CHP’ye, İnönü’ye M.Kemal’e…
Devletin rutin işlerindendir deyip geçiver.

Nasıl olsa muhalefette Baransu, Tarih Kurumu’nun yönetiminde
medara iftiharımız mümtaz şahsiyet…
Ve iktidar destekçisi yazar-çizer ordusu var!


Kim tutar sizi, kanla-gözyaşıyla inşaata devam…
Yalnız emin olun ki tarih bu devirleri de unutmayacak, yazacak...
Aydın geçinen popüler zevat!


www.gazetemen.com

.

02 Ocak 2012

2012'nin Hayâlleri!

.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı izliyorum…
Diyor ki; “Toplum için ruh sağlığı merkezleri kuracağız!”…
“Obeziteyle de mücadele edeceğiz!”.


Ne güzel, demek ki halkımız Amerikalı oldu.
Önce döt-göbek büyüdü, sonra da beyinsel kimyası bozuldu!


Helâl olsun Tayyip Usta, onuncu yılında halkımızı bu noktaya getirdin ya?
Bilirsiniz, obezite-psikolojik bozukluk zengin hastalığıdır.
Fakir fukaranın böyle bir derdi olmaz.
Hele şişmanlık?


Yoksulumuz aş/iş peşinde…
Açlık sınırında yaşamaktan psiko-makine nasırlaşmış, ayar tutar mı…
Bin ayıp örten bir gram etten şikâyet etmek ha?

Olacak iş değil ama Bay Bakan öyle diyorsa doğrudur, bir bildiği vardır.
Zengin ülkelerin, mutlu toplumların bütün hastalıkları bizde…


Sitemiz “Gazetemen” de manşet atmış;
“Zamlı doğalgaza uyandık!”…
Köprü ve otoyollara da takmışlar ama –arabamız yok- hadi bizi ilgilendirmiyor diyelim…
Ya gaza zamma ne demeli?


2012’ye gene de iyi bir başlangıç yaptık.
Hamas’ın lideri İstanbul’da…
Fethullah Gülen hazretlerinin konjonktürel değerlendirmesi önce Zaman gazetesinde…
Sonra da başyazarımız sayın C.K.’nin köşesinde, doğal olarak sürmanşette!


Uludere’de otuz beş kişi Niyazi olmuş, Pensilvanyalı aslî hariciyecimiz buyurmuşlar;
“Türkiye’nin devletler muvazenesinde denge unsuru olmaya yürüdüğü ve ikbal yıldızının
parlayacağına dair ümitlerin yeşerdiği bir süreçte…”…
Eee, ofsayttan golü yiyor Türkiye!


Olsun, mühim olan komşumuz Suriye!
İstikbâlimiz, kurtuluşumuz, emperyal gücümüzün yeniden doğuşunun timsâli…
M.Kemal orda, Alman komuta kademesinde…
İngiliz, Fransız cirit atıyor Arap çöllerinde!


Hayâl görmek parayla değil ya?
Kulağımıza da hoş geliyor; dünyanın on yedinci büyük ekonomisi olmak!
Tunus, Mısır, Libya’nın ülkemize biat etmesini sağlamak!


Sırada Suriye, eli kulağında…
Düştü düşecek kucağımıza!
Irak derseniz; ABD’nin by by çekmesinden sonra…
Babîl bahçelerinin, Mezopotamya’nın, Hürmüz boğazının…
Ve de Musul-Kerkük-Bağdat’ın tek hakimi biziz!


Yaşasın, Kandil olmasa da olur…
Gülü seven dikenine katlanır…

Düşünsenize hükmedilen coğrafyayı…
Bay Davut çok yakında namaz kılacak Kudüs'te...

Mübârek ülkemiz Ortadoğu’nun parlayan starı!
Hamas, Hizbullah, Müslüman Kardeşler Üsküdar-Kısıklı’nın şeref konuğu…

Nurlar içinde yat muhteşem Sülüman…
XXXVII. Sultan'ın emrinde coğrafyamız 50 Watt’lık ampulün ışığıyla aydınlanmakta...

Bilcümle yazar-çizer-yorumcu zevatla birlikte ruh sağlığı bozulan halkımızın hizmetindedir!
Yaşasın “Ruh Sağlığı Merkezleri”, yaşasın iktidarımızın obeziteyle şanlı mücadelesi!
Bekle bizi Dünya… Geliyoruz zincirleri kıra kıra…
Van’da, çadırlarımızda; evlatlarımız bebelerimiz yana yana!


www.gazetemen.com

.