bir şair vardı, öğretmen

30 Eylül 2015

Felsefeye davet

Macit CÜNÜNOĞLU
30/09/2015 08:54

 

 
 
Giden başkan Selami Öztürk'ün iyi hizmetlerinden biri de 
Caddebostan Kültür Merkezi'dir (CKM).
Üyesiyim, sağolsun yöneticiler tüm etkinliklerden haberdar ederler.
Bu sabah da elektronik posta kutumu açtım, bir davetiye...
Bu kez felsefe seminerine çağırıyorlar.
Hocalar Maltepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Betül Çotuksöken 
ile Prof. Dr. Sevgi İyi.
Çotuksöken'i İnsancıl dergisinden tanırım, yıllarca takip edip yazılarından
fevkâlade feyz aldım...
Ne de olsa çağımızda yaşayan en değerli felsefecilerinden biri...
Ve sevindim, çocuklar gibi mutlu oldum.
Düşünsenize, bu ortamlar Tayyip'siz hava sahası...
Pis siyaset yok, kurnazlık sinsilik ha keza...
Sadece "İnsan"ı konuşacağız...
Bilginin ışığında nereden gelip nereye gidiyoruz?
Bir arayış, bir sorgulama...
Tam benim istediğim gibi!
 
İnşallah kalabalık oluruz...
Her zamanki gibi "sen ben bizim oğlansak" harcanan emeklere yazık.
Çünkü felsefe tedavülden kalktı...
Hâlbuki Antik Çağ'da, on dokuzuncu yüzyılda felsefe yaşam biçimiydi...
Ne zamanki yirminci yüzyılla birlikte kapitalizmin kucağına oturduk...
Ne insanlık kaldı ne insan sevgisi... 
Savaşlar savaşlar; milyonlaca can kaybına neden olan savaşlar...
Ve hâlâ süren kahrolası savaşlar...
Daha dün Sultanımız sarayında konuşuyordu...
Hem de böbürlenerek: "İki bin terörist öldürdük!"...
Aferin sana, ucuz kahramanlığına...
Yalnız terörist diyerek katledilen gençler bu ülkenin vatandaşı...
Cizreli, Şırnaklı, Hakkarili...
Ancak iktidar hırsıyla gözü kararan insan ne felsefe tanır ne barış...
Yakar yıkar vurur geçer; Uludere'de olduğu gibi!
 
Neyse, bunalımlı günlerde bu aktivite iyi oldu...
Biraz nefes alıp soluklanacağız.
Yoksa dayanılır gibi değil.
Hergün çatışma, hergün yitip giden canlar...
Elbette ateş düştüğü yeri yakar ama...
Bizim gibi felsefeyle yoğrulmuş kalpler bir başka atar...
Keşke seminere siyasiler de katılsa, özellikle ülkeyi yönetenler...
Anlatılanlardan bir şey kaparlar mı...
Yoksa ihale kapıları daha mı tatlı?
 
Cevabı değerli okurlarıma bırakıp lâfı daha fazla uzatmadan 
Felsefe seminerinde hep beraber olmayı arzularım...
3 Ekim Cumartesi günü başlıyor...
Adres: Caddebostan Kültür Merkezi...
Bağdat Caddesi'nden gelirseniz Abdülhamid Sultan'ın yaptırdığı 
Galip Efendi Camii'nin yüz metre arkası...
Duyduk duymadık demeyin!

29 Eylül 2015

Haykırıyorum...

Macit CÜNÜNOĞLU
29/09/2015 08:15

 

 
 
Siyaset siyaset...
Kafa yorması berbat...
Hele yazması; hepsinden berbat!
Çünkü işimiz, mesleğimiz değil.
Başta ülke yönetmiyoruz, para kazanmıyoruz...
Sadece vatan sevgisi uğruna çene yoruyoruz!
Belki de geçmişten gelen alışkanlığımız...
"Sen sağcısın ben solcuyum"...
Hadi canım sende, bu ülkede hiçbir zaman sağcılık, solculuk olmadı ki...
Olsa olsa muhafazakârlıkla moderniteninin kavgasını izledik.

Örneğin Fransız Devrimi...
Sorarım size, çağını derinden etkileyen isyan bu toplumu ne kadar etkiledi?
Aynı şekilde Endüstri Devrimi...
Kim farkındaydı, kimin umurundaydı?
Doğu ile Batı arasına sıkışmış bir toplum...
Aydınlanmaya düşman tam düşman...
Elinde bayrak ile Kur'an...
Ohhh!..
Arap'ın yalellisiyle milleti sömürmeye devam!

Ya modernlik yanlıları...
Katı bir laiklik, demokrasisiz Cumhuriyet palavraları...
Kemalizm çaya çorbaya limon...
Ulus devlet yaratacağım idealiyle milleti harca!
Olmuyor işte...
Ortaya çıkan manzarayı gördükçe tarih yargılıyor...
Ve insanlık şaşkın...
Soruyor; Doğulu musun, Batılı mısın?

İnanın dört parçalı ülkeyi gördükçe içim parçalanıyor...
Ve geleceğe dair umutlarım ciddi anlamda azalıyor.
Nedir hâlimiz?
Bir bakalım...
Baştaki takım sultanımızın şemsiyesine sığınan kefenliler ordusu...
Daha doğrusu Saray muhafızları...
Epeyce kalabalıklar, hatta on üç yıldır iktidarlar.
İkincisi laiklik taraftarları...
İttihat Terakki'den miras...
Mustafa Kemal soslu!
Müzmin muhalefet, altmış beş yıldır kabızlık çekiyor...
Allah selamet versin, baldan tatlı, avudan acı...
Ne olduklarını kendileri de bilmiyor!
Üçüncüsü halis Türk milliyetçileri...
Ne söyledikleri belli, ne ayak izleri...
Yapışmışlar sultanın kıçına...
Başlarında bağırıp çığıran bir zevzek...
Aynı zamanda suratsız dümbelek...
Onlarda nafile çırpınıp duruyor!

Dördüncüye gelince...
Solcuları kafaya almayı beceren milliyetçi Kürtler...
İnanmayaksınız ama çağımızda yükselen değer...
Hatta çare, demokrasinin emniyet subabı.
Sakın şaşırmayın...
Özgürlük de, hukuk da, adalet de Kandil'le, İmralı'yla uzlaşmaktan geçiyor...
Bak şu işe?
Ne hâllere düştük işte...
Kanla yıkanan topraklar, parayla satılan ahlâk...
Vicdanlar çoktan tatile çıkmış...
Gel de siyaset yazma...
Tabii yazabildiğimiz, dilimiz döndüğü kadar...
Sonsuzluğa haykırma!

28 Eylül 2015

Doya doya Amasya

Macit CÜNÜNOĞLU
28/09/2015 10:16

 

 
 
Gittim, gördüm, geldim...
Elbette İstanbul'un üzerine gül koklamam...
Burası başka bir kent, başka bir boyut.
Deyin ki okyanus...
Lâkin Amasya'da hiç fena değil.
Hele altmışlı yıllarla kıyaslarsanız...
Sanırsınız çağ atlamış...
Cilâlı taş devrinden endüstri toplumuna...
Tabii açılan üniversitenin etkisi büyük...
Modernite işlemiş dokusuna...
Barlar, kafeler...
Pırıl pırıl bir gençlik...
Karışan eden yok...
Tarihsel coğrafyada esen özgürlük rüzgârları...
Ataletin hakim olduğu yıllar geride kalmış...
Dinamizm gülümsüyor...
Genç nüfus...
Âdeta sizi dansa davet ediyor...
Hem de Yeşilırmak boylarında.

Anılar eşliğinde gezdim, dolaştım...
II. Beyazıd Külliyesi yine bir başyapıt...
İçerişehir restore edilip kaneviçe güzelliğinde hizmete sunulmuş...
Tankut Öktem hocamızın Amasya'ya en güzel hediyesi...
Mustafa Kemal Anıtı...
Görkemli, bağımsızlığın simgesi, kurtuluşu anlatıyor.
Dibinde saatlerce oturdum...
Selçuklu eseri Sinan Hamamı'nın yerinde yerler esiyor...
Seyrettim Haşena Kalesi'ni...
Ve daldım gittim Gümüşlü Camisi'nin koyu gölgesine...
Arkamda çocukluğum...
Yıkılan evimiz, dar sokaklar, kurumuş çeşmeler, Selağzı...
Şimdi hepsi birer hayâl.

Şuayip Amcam el salladı köşeden...
En güzel tandırı O yapıyordu...
Opel Mustafa ise arabasının yanında...
56 Packard...
Müşteri bekliyordu...
Çörekçiler ise üçüncü nesille hâlâ üretiyor...
Mis gibi haşhaş, ceviz kokusu...
Musta Bey Hamamı'na komşu.

Her bir köşe, her bir nokta hatıralarla dolu...
Şehrin başıyla sonu iki buçuk kilometre...
Nasıl olmasın ki...
Bir zamanlar herkes tanıdık, herkes komşu!
Bol dedikodu, anlamsız kıskançlıklar, boş muhabbetler...
Yüksekteki Pirler Parkı...
Yine sessiz, sakin....
Misafirlerini bağrına basıyordu.

Karar aldım, artık memleketimden bu kadar uzak kalmayacağım...
En azından senede bir Amasya ile kucaklaşacağım...
Tabii çocuklar torunlar ve dostlarımla...
Doğduğum toprakları doya doya yaşayacağım...
Bazen gülümseyip, bazen gözü yaşlı...
Tarihin izinden sonsuzluğa koşacağım!

26 Eylül 2015

Yuvaya dönüş!

Macit CÜNÜNOĞLU
26/09/2015 22:33

 

 
 
Amasya ruhuma iyi geldi...
Nasıl da özlemişim...
Hele de seçim arifesi...
Ülke bunalmış, ben çaresiz...
Dağların eteğine sığınıp Ferhat gibi gezindim...
Küçümsemeyin; benimki de aşk!


Torunumla memlekete varıp yedi gün boyunca anlattım...
Tarihi, insanı, yaptıklarını...
Eserleri kayalarda, tepelerde, ırmak boylarında...
Hatta yer altında...
Bir kez daha Ballıca'yı keşfettim...
Taşlar ağlıyor, yarasalar karanlık...
Memleketim gibi!

Fakat umutluyum...
Bir iki akraba, üç beş dost...
Sarıldılar bana...
Evler, arabalar ikram ettiler...
Yaktıkları mangalın ateşi yüreğimi dağlayıp gözlerimi nemlendirdi...
Sevinçliyim...
İnsanlık daha ölmediği için gururlu, mutluyum...
Ve toprağımı, yarınları seviyorum.

Dünün sessiz, kavruk kentidir Amasya...
Hatırlıyorum; nüfusu on üç bindi...
Bebektim, çocuktum...
Gonçarov'un Oblomomovları yaşardı...
Üzerlerinde robdöşambır...
Yakalar lekeli...
Tükenmiş tapular...
Gönüller mağrur, kibirli; üstelik azametli...
Yürekler ağlar...
Onlardan biri de bendim...
Ve anam, bacım, kardeşim...
Ekmek kavgası yaşam biçimimizdi...
Kızılcık şurubu çeşmeden akan meşrubattı...
Ah ulan ahhh!
Kahrolası yoksulluk!

Derken uzandım onlarca yıl öncesine..
Gümüşlü Cami'sinin avlusuna sığındım...
Ihlamur ağacının altında kör kuyular vardı...
Kubbenin altında berat kandilinin ışıkları...
Ve "âmin" sesleri...
Sarhoş babam benim...
Mezarını arayıp bulamadığım...
Devrimcim, delikanlım, çapkınım...
Ermeni kızına âşık olup hayatı kararan...
Ah ulan ahhh!..
Zalimsin hayat!

Döndüm, kavuştum İstanbul'uma...
Benim gibi cünunları ancak burası paklar...
Çünkü yalnızsındır...
Ve çılgın yürekleri sarıp sarmalar...
Ve hergün tanrıya dua edersin:
İyi ki İstanbul, iyi ki sığınacak liman var!

17 Eylül 2015

Memleket yollarında...

Macit CÜNÜNOĞLU
17/09/2015 20:02

 

 
 
İnsanın doğduğu toprakları özlemesi doğaldır...
Çünkü çocukluk, gençlik, sıladır.
Hele de Yeşilırmak vadisinden söz ediyorsak...
Müthiş...
Hattilerden Hurrilere, Romalılardan Osmanlılara...
Tarih üzerine tarih...
Bir de Misket Elması...
Of ulan offf!
Bekle beni Amasya; geliyorum!

Şaka bir yana; memleketimi görmeyeli yıllar oldu...
En son sekiz yıl önce gitmiştim.
Oğlum askerdi, Carcurum'da...
Eryatağı da derler...
Milyonlarca aceminin eğitim gördüğü mekân...
Kim bilir ne fotoğraflar çekilmiş, ne gurbet şiirleri yazılmıştır...
Gençliğimde Ali Okulları vardı...
Çiçeği burnunda bir öğretmen olarak ziyaret etmiştim...
Yıl bin dokuz yüz altmış sekiz...
Öğrenciler Kürt delikanlıları...
Doğu'dan, Güneydoğu'dan kopup gelmişler...
Türkçe okuma-yazma öğreniyorlar...
Bir nevi vatan görevinde asimilasyon...
Dayağın, şiddetin bini bir para...
Ah ahhh!
Ne çileli, ne acı yıllar!

Bugün duydum da; "Kardeşlik Mitingi" düzenlenmiş Ankara'da...
Hangi kardeşlik?
Aslında kim nasıl hissediyor; ona bakmalı...
Sen istediğin kadar yırtın, çabala...
Adam diyor ki: "Ne iş?"...
Dünü unutmadım, hele geçtiğimiz yüzyılı...
Dersim'i, 12 Eylül'ü, Diyarbakır Cezaevi'ni...
Yakınlardaki Uludere'yi...
İçim kan ağlıyor Cizre'de, Şırnak'ta, Hakkari'de...
Allahını seversen yürü git...
Kardeşlik kim, siz kim?

Evet, kafam karışık...
Kürtler asimilasyoncu politikalara "hayır" dedikleri için mi
isyan ettiler...
Yoksa insanlık dışı ezildikleri için mi?
Bu arada solcular geliyor aklıma...
Nazımlar, Sabahattin Aliler, Aziz Nesinler...
Halis Türk aydınları...
Nelere katlandılar, ne bedeller ödediler?

Herhâlde bütün mesele sınıfsal...
Durulan yer, alınan pozisyon...
Fakirden, fukaradan yanaysan başın belâda...
Kürt, Türk, Çerkez farketmez...
Yeter ki "emek en yüce değer" deme...
Yoksa yanarsın; "Kerem gibi, Ferhat gibi!".

Yarın Amasya yollarındayım...
Koltuk numaram 41...
Ne tesadüf; 141'den yargılanıp on bir yıla mahkûm oldum.
Gönlümde tatlı bir sevinç...
Hedefimde mahallem, Gümüşlü'nün dar yolları...
Hayâlimde komşum Kürt Memed...
Çocukluk arkadaşım, caminin avlusunda misket oynadığım kardeşim...
Salim Amcamızın meyhanesine oturup...
Sabahlara kadar şişenin dibine vuracağız...
"Nereden nereye geldik?"

Bu arada olmayan babamın mezarını da arayacağım...
Şamlar'da...
Bakalım hangi apartmanın altında...
Hemen yanıbaşında bir türbe vardı...
İslâm büyüklerinden...
Belki onun aşkına atalarımın devrimci ruhuyla buluşurum...
İnsanlık ölmedi ya!

16 Eylül 2015

Belki duyan olur!

Macit CÜNÜNOĞLU
16/09/2015 10:06

 

 
 
Mardin ve Hakkari'den beş şehit daha...
Gün geçmiyor ki ölüm haberi gelmesin.
Haydi hayırlısı, bakalım bu işin sonu nereye varacak?
Belki Hakan Fidan kardeşimiz barış için uğraşıyordur ama...
Sarayı ikna etmesi zor...
Kan isteniyor, gerginlik isteniyor...
Ki seçimler kazasız, belâsız atlatılarak arzulanan netice elde edilsin!
Bence mümkün, yani AKP'nin iktidara tek başına oturması.
Bunun için de kesenin ağzı dibine kadar açılacak...
Zaten ülkemizde satın alınmayacak oy yok...
Hele Kürt bölgelerinde...
Bastır parayı, bir köyün oyunu kapat...
Yeter ki ağa ile sıkı pazarlık yap...
Gerisi kolay...
Maraba takımı velinimetinin ağzının içine bakar...
O da ampulü işaret etti mi; işlem tamam!

Yarım yüzyıldır kör topal ilerleyen demokrasimizde bizler neler gördük,
neler işittik...
Olan bitenler adil mi, hakka hukuka sığar mı?
Ne gezer, birileri "ben yaptım, oldu" dedi mi...
Herşey mübah, herşey yolunda...
Yeter ki minarenin kılıfı ustalıkla hazırlansın...
Örneğin kumaşı; Kur'an, ay yıldızlı bayrak ve dolarla dokundu mu...
Kim tutar sizi?
Adına ister siyaset deyin, ister propaganda...
Malı götürürsünüz!

Dolayısıyla demokrasi rüzgârı bir başka eser benim memleketimde...
Örneği yoktur; ne Batı'da, ne Doğu'da...
Sarayın mutlak iradesi vardır...
Ve bol miktarda soytarı ile ayak takımı...
Akîl adamlar sıfatıyla kıç yalarlar...
Ki ekmek parası en kralından örgütlensin!

Bu arada kan görmekten, ölüm haberlerinden sıkıldım...
İçim içime sığmıyor, ancak çaresizim.
İstanbul'dan da bunaldım...
Bir soluk doğduğum topraklara gitmek istiyorum...
Kısa süreliğine, Amasya'ya.
Belki yorgun gönlüme iyi gelir.
Dağlarda dolaşacağım...
Lokman dağına, Ferhat dağına çıkıp gökyüzüne yakınlaşacağım...
Elimi uzatacağım güneşe, yıldızlara...
Derdimi dökeceğim...
Bakarsınız tanrı da ordadır...
Barış isteyeceğim, huzur isteyeceğim...
Belki duyan olur!

15 Eylül 2015

Devlet!

Macit CÜNÜNOĞLU
15/09/2015 09:43

 

 
 
"Devlet Ana"...
Oldum olası bu benzetmeyi hiç sevmedim...
Çünkü bizim devlet ne ana gibi şefkatli olmayı becerebilmiştir...
Ne de kadınlarımıza özgü, özellikle analarımızın ulvi asaletine erişmiştir.
Olsa olsa "Devlet Baba" olarak tarif edilmelidir ki...
Gerçekler karşılığını bulsun.

Ne dersiniz, haksız mıyım?
Belki erkek dostlarım alınacak ama maalesef devlet-i âlimiz bir baba gibi
sert ve nobrandır.
Bırakınız gülümsemeyi, önünden geçmeye dâhi gelmez.
Hele lâf atmaya, sataşmaya kalkarsanız...
Yandınız, hem de nasıl...
Süründürür, öyle az buz değil...
Başınız belâdan kurtulmayıp burnunuz boktan çıkmaz!

Tecrübeyle sabittir efendim...
Devlet Kemalistlerin eline geçti mi; "Atatürk İlke ve İnkilâpları"
çerçevesinde bir güzel ezilirsiniz...
Askeri saymıyorum bile, tek kelimeyle faşizmin versiyonları...
Geriye dinciler kalıyor...
O da ezer, bir elde Kur'an, bir elde bayrak....
Oyar, kabak gibi oyar...
Ayrıca manzara ortada, lütfen adını siz koyun!
Demek ki devlet dediğimiz aygıtın bağımsızlığı, sürekliliği yoktur...
Kim gelirse gelsin "hukuk" dediğimiz kavram iğdiş edildiği sürece...
Adalet de, kanunlar da tatile çıkar!

N'apalım; işte böyledir memleketim...
Herkesin kendine demokrat olduğu siyasiler tarafından yönetiliriz.
Ve devlet dediğimiz mekanizma da bu anlayışından fazlasıyla nasibini alır...
Yeri gelir canavara dönüşüp halkına saldırır...
Yeri gelir vergi müfettişi kılığında yanağınızı okşar...
Kafası çok bozuluncu da alıp sizi yatağa atar...
Tabii aşk yaşamak için...
Cop, Filistin askısı aksesuardır...
Daha doğrusu devlet düşmanlarının uydurduğu rivayetlerdir ki...
Pek itibar eden de olmaz!
O nedenledir ki "devlet sevgisi" politikacı esnafında zirve yapmıştır...
İşbirliği yapan kazanır, uzlaşmayan seçim sandıklarında debelenip durur!

Aslında düzelmesi için tek çare demokrasidir de...
Onu da seven bulunmaz.
Âdeta kulağa hoş gelen nağmedir...
Seçim dönemlerinde sıkça kullanılır...
İktidar olunca da -sizlere ömür- tez zamanda cenazesi kaldırılır!
Ve olan da halka, özgürlük düşkünlerine olur.

Öyleyse en doğrusu devletten uzak durup:
"Ne Arap'ın yüzü, ne Şam'ın şekeri" deyip sessizliği korumak...
Hele yaşlar ilerleyip yürekler yufkalaşınca...
Olan bitene ne gözyaşı yeter ne haykırmak...
Tamam, demokrasisiz de yaşanır...
Eyvallah!
Ya vicdansızlığa, ahlâksızlığa tahammül etmek...
İşte bu gerçek ölümden de beter!

14 Eylül 2015

Cehennemden...

Macit CÜNÜNOĞLU
14/09/2015 09:30

 

 
 
Cizre;
Şırnak'ın ilçesi...
Günlerdir kan gövdeyi götürüyor...
21 ölü...
On binlerin katıldığı cenaze törenleri...
Ve burası Türkiye!
Sıkıyönetimlerle yönetilen ülke...
Üstelik çağımızda!

Eserinle gurur duy Usta...
Sarayların, saltanatın senin...
İnsanlık bizim olsun!

Ekmek ister gibi 400 milletvekili istiyorsun...
Ama olmuyor.
Netice?
Acıların tavan yaptığı memleket...
Siyaset kirli, PKK azmış...
Ya devlet?
Hepsinden beter!
Derin mi derin, sinsi mi sinsi...
Vuruyor!

Ancak nereye kadar?
Ayrıca 1 Kasım, seçimler çare mi?
Hiç sanmam.
Çünkü niyetler bozuk...
Nefretten, intikamdan besleniyor...
Ve masum halkımızın duyguları dibine kadar sömürülüyor!

Sorarım...
Şehit dediğimiz nedir?
Toprağa düşen fidanlarımız, kınalı kuzularımız, canlarım benim...
Elbette saygı...
Lâkin insanı yaşatmak daha önemli...
Kahrolsun siyaset, yerin dibine batsın savaşlar...
Barış, barış, barış...
Her şeye rağmen!
İşte; tek sloganım, tek amacım...
Yaşama sevincim benim.

Fakat bu kadrolarla barış çok uzak...
Çünkü zihniyetler hastalıklı...
Kürt'ten nefret et, Alevi'yi dışla...
Varsa yoksa milliyetçileğe dayalı Sunni-Îslam!
Ve Mustafa Kemal düşmanlığı.

Bu gidişle daha çok kan görür...
Daha çok şehit cenazesi kaldırırız.
Nasıl olsa kalbler nasırlaşmış...
Vicdanlar politize...
İnsanı, insanlığı harcamışız ki...
Saraylar, saltanatlar, iktidar uğruna!
Bence "batsın bu dünya!"...
Ama nasıl?
Merak etmeyiniz efendim; cevabı yarına!

09 Eylül 2015

Umutsuz çağrılar!

Macit CÜNÜNOĞLU
09/09/2015 10:31

 

 
 
Bir ülke nasıl cehenneme çevrilir...
En çarpıcı örneğini yaşıyoruz.
İki ay öncesine kadar ortalık sütliman...
Bir seçim yapılıyor, 7 Haziran'da...
Çıkan netice yüzde 41...
Vay sen misin iktidarı sarsan...
Al sana kan gölü!

Evet, olan biten bu.
Bir kişinin ihtirası, gözü karalığı...
Elim gitmiyor yazmaya ama...
Vicdansızlığı, çılgınlığı!
Gezi'de de böyle olmuştu...
Sekiz gencimiz katledilirken 38 göz çıkartılmıştı...
Vahşet vahşet vahşet...
Ve sorumlular kahraman ilân edilmişti!

Bazı dostlarım emperyalizmin oyunu diye yazıyor...
Yapmayın etmeyin, bırakın geçmişin şablonlarını...
Kanlı manzaranın sahibi sarayın mimarı...
Hani şu kaçak olanın...
Zaten ülkemiz kaçakçılar cenneti değil mi?
Varsın olsun!

Artık demokrasi, barış, huzur diye ümitlenmeyin...
Ok yaydan fırladı...
Başkanlık hülyalarıyla yanıp tutuşan şahsiyetin rüyaları hayata geçti...
Kanlıymış, nefret tohumları ekiliyormuş...
Daha ötesi bölünüp parçalanıyormuşuz...
Merak etmeyin, kimsenin umurunda değil...
Varsa yoksa 1 Kasım, mutlak iktidar!

Adam resmen Dolmabahçe mutabakıtını yırttı...
Ve başladı saldırmaya...
Cizre'de, Şırnak'ta, Yüksekova'da...
Bir de sınır ötesi...
Karşınızdaki Kandil...
Tecrübeyse tecrübe, donanımsa donanım, destekse destek...
Sen istediğin kadar üç beş çapulcu de...
Vurur, gözünün yaşına bakmaz...
Savaş bu; bitiren sen oldun başlatan sen...
Ne uğruna?
Üç beş oy!
Oldu canım, sen başkan olcaksın diye sandığı yedirmezler!
Ayrıca Kürtleri Ertuğrul Türkeş ile İlhan Özkes mi sandın...
İki transfer...
HDP'yi parçala...
Bu hayâlleri rüyanda görürsün Usta...
Benden söylemesi; çıkmaz yoldasın...
Ülkeyi cehenneme çevirme pahasına!

Evet, tuzağa düşmeyelim...
Hele hele de milliyetçilik tezgâhına...
Bu iş dinciliğe de benzemez...
Sonu yok, kör kuyu...
Hep beraber boğuluruz...
Yazık olur zavallı toplumumuza!

08 Eylül 2015

Üç nokta!

Macit CÜNÜNOĞLU
08/09/2015 07:42

 

 
 
Çok değil, yedi yıl önce...
Tarih: 3 Ekim 2008
Yer: Şemdinli-Aktütün Karakolu.
Dağlıca faciasından bir yıl sonra yine baskın yine kayıplar...
Bu kez 17 şehit, 20 yaralı...
Ve Hava Kuvvetleri komutanımız Belek'te golf oynuyor.
Yakışır, zaten vatan savunması da böyle yapılır!
Kim bilir ne madalyaları vardır paşamızın?
Ah canım Türkiyem, generallerin ayrı bir âlem politikacıların ayrı bir âlem...
Bu kez Konya Şehir Stadyumu'ndayız...
Maç var, millisinden...
Şeref tribününde Başbakan...
Hemen yanıbaşında şehit evlâdı...
Gol attıkça coşuyor da coşuyor...
Hâlbuki aynı saatlerde olanlar olmuş...
Dağlıca bir kez daha kan ağlıyor!
İşte böyledir benim memleketim...
Analar ağlar, paşalar spor yapar, politikacılar alkış tutar!

Gelelim İstanbul'a...
Aynı zaman dilimi...
O ne?
Hürriyet Gazetesi'ne baskın var...
En önde AKP'li milletvekili...
Arkasında iki yüz kişilik kefenliler ordusu...
Bir manşetten dolayı bağırıyorlar, çağırıyorlar, binayı taşlıyorlar...
Ve demeçlerini de patlatıyorlar:
"1 Kasım'dan sonra Hürriyet yok!"...
Ürkütücü...
Sanki Sivas'ın izdüşümü...
Allahuekber sesleri...
Kalabalık öfkeli...
Aynen sultanları gibi!

Evet, kıyamet zamanı yakın...
Bizler müneccim değiliz, lâkin her söylediğimiz çıkıyor.
Kan akacak dedik; akıyor...
Gerginlik tırmanacak dedik; manzara ortada...
Ülke seçime gitmiyor...
Âdeta felâkete sürükleniyor!
Fakat işbaşındakilerin çenesi durmuyor...
Ucuz şovlar, boş tehditler; yakarım yıkarım ayakları...
Hâlbuki PKK'in adresi belli...
Kandil'in koordinatları da ezberde...
Buyrun gidin...
Bakarsınız güllerle karşılar Karayılan sizleri!
Ah ahhh!
Top yekûn tehlikenin sınırında yaşıyoruz...
HDP binalarına saldırmışlar...
Kimileri "ohhh" diyor!
Ne kadar da yanlış...
Sıkıyönetim özlemcileri var, postal yalayıcıları...
Askerden mucize bekliyorlar!
Amma velakin akıl tatile çıkmış, sağduyu firarda...
Toplum olarak çıldıracağız çok yakında!

Bu arada kim ki "şehitler ölmez vatan bölünmez" diyor...
Lütfen benden uzak dursun...
Yoksa...
Nokta nokta nokta ve bir kez daha...
Üç nokta!

07 Eylül 2015

Bir askerim var dağlarda
Adı: Dağlıca
Nerededir bilmem
"Kuş uçmaz kervan geçmez" derler
Yıllardır orada....
Her gün yaralanır
Her gün ölür.
O bir asker
Canım, kanım
Her saniye özlerim...
Çünkü babayım
Katledilen Kürt çocuklarının anaları gibi
Acılarımı sonsuzluğa gömerim.

m.C

Paşalar!

Macit CÜNÜNOĞLU
07/09/2015 10:36

 

 
 
"Sanki BBG evi"...
Dönemin Genelkurmay Başkanı böyle diyordu...
Ve o ev aradan yıllar geçti...
Kan olup, ölüm olup akmaya başladı...
Ancak paşalardan ses yok.
Şehit sayıları dâhi verilemiyor.

Her baskının, her olayın siyasî bir de askerî boyutu vardır.
Siyasî olanını anladık...
Pespayelik, aymazlık, densizlik, acımasızlık, vicdansızlık ne ararsanız var.
Hatta öylesine ki, şehit kanından beslenecek kadar.
Ya askerî taraf?
İşte bu konuda uzun uzun düşünmek, irdelemek ve yürekler yansa da
gerçeği ifade etmek lâzım.
Yoksa "vatan sağolsun" teraneleri altında daha çok şehit cenazesine katılırız.

Fenerbahçe Orduevi'ni bilirsiniz...
En azından duymuşsunuzdur.
Pek bir şöhretli, pek bir sefalıdır.
İçinde yok yok, beş yıldızlı otelinden spor salonlarına kadar.
Çamların altında yürüyüş parkurları...
Gazinolar, yüzme havuzu...
Kısaca ne ararsanız...
Âdeta cennet köşesidir...
Ve paşaların cirit attığı mekân...
Sıfır deniz lojmanlar, son model arabalar, korumalar vs.

Kırk, kırk beş yıl vatana hizmet edilmiştir...
Eh, omuzlarda yeteri kadar kalabalıktır...
Artık son fasıl, ömre ömür katma vaktidir!
Bir tarafta tenis kortları, eksik olmasın masaj salonları...
Yaşasın tatlı hayat...
Allah vatana millete zeval vermesin...
Böyle sürüp gider emekli paşanın değerli zamanı!

Lâkin otuz yıldır Mehmetçikler ölüyor...
O oluyor bu oluyor...
Kınalı kuzularım benim, gencecik bedenler toprağa giriyor.
İsyan hâlindeyim...
Çaresi yok mudur tanrım?
Siyasiler ucuz ve basit...
Hele baştakiler, sanırsınız şovmen...
Paşalar derseniz, aktarmaya çalıştım...
Bir elleri yağda bir elleri balda...
Umurlarında mı Dağlıca!

Ve bıktım artık...
Acıdan, gözyaşından...
Tamam, "ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar" demişler...
Eyvallah...
Lâkin insanız yahu...
Dayanamıyorum...
Bu arada paşam duyuyor musun beni...
Bırak elindeki viski bardağını...
Sağa sola bir bak...
Dağlara, sınır boylarına...
Fenerbahçe'den nasıl gözüküyor memleketin hâli?

Evet, onu bilir onu söylerim...
Uludere'de 34 Kürt gencini avlayan zihniyet...
Kandil'in karşısında çaresizdir, basiretsizdir...
Ve yoksul halk çocuklarının kanıyla tarihe geçeceklerini sanırlar...
Bir elde Atatürk, bir elde bayrak...
Vatandaş kendilerini vatansever sansın diye Orduevleri'nde caka satarlar!

05 Eylül 2015

İnsanlık için

Macit CÜNÜNOĞLU
05/09/2015 09:59

 

 
 
İnsan ve göç...
Ve ölüm.
Yirminci yüzyıldan çağımıza devrolan en büyük sorun.
Önü arkası yok...
Yoksulluk hareket hâlinde...
Yüz binler, milyonlar...
Aç köpek cami duvarını delercesine şartlar zorlanıyor..
İllâki göç...
Ekmek mücadelesi...
Açlık...
Kaybedecek ne var ki...
Duvarlar çoktan yıkılmış...
Kapanmış kapılar...
Dönüp bakan yok...
Işık orda, Avrupa'da...
Kapitalizmin göbeğinde...
Bir umut...
Çaresizliğin çılgınlığı...
Göç...
Akdeniz'in mavi sularına teslim olan bedenler...
Çoluk çocuk...
Kara talih değişecek...
Lâkin insanlık suskun...
Ta ki üç yaşında bir bebeğin cesedi karaya vurana kadar.

Sarsılan dünya...
Utanan insanlık...
Tokluğundan, yaşadığından...
İsyan...
Tanrıya, adalete...
Küfürler yollanıyor sessizce...
Değişir mi düzen...
Değişmez tabii...
Sistemin adı: "Serbest Piyasa"...
Büyük ölçekte: "Küresel Dünya"...
Ana felsefesi: "Altta kalanın canı çıksın"...
Yeter ki çark dönsün...
Zenginler, efendiler mutlu yaşasın!
Öyleyse batsın bu dünya...
Ama nasıl?

Spartaküslerin devri kapandı...
Che'nin katli geride kaldı...
Denizler gitti, sosyalizm umut olmaktan çıktı.
Varsa yoksa kapitalizm, Batı'da iyisi, bizde kötüsü.
Yine de çareler tükenmez...
İnsanlık henüz ölmedi...
Belki iki damla gözyaşı...
Başlangıç için en iyisi...
Elden birşey gelmeyince...
Kıvranmak; zavallıca...
Bir de insan olmayı hatırlamak...
Kendimiz için değil; evren için, sonsuzluk için...
Ah bir becerebilsek...
Emin olun, yıkılır bu kirli düzen!

04 Eylül 2015

Çözümsüzlüğün burgacından...

Macit CÜNÜNOĞLU
04/09/2015 08:58

 

 
 
İlkler yaşanıyor...
Adı: "Seçim Hükümeti"...
Güven oyu derdi yok, sorumsuz.
Tek bir görevi var; ülkeyi seçime götürmek.
Mimarı: Erdoğan...
Bileşenleri AKP ile HDP.
Aslında çoğunluk...
258 + 80 = eder 338...
Peki, neden sorumsuz?
Öyle ya; 550 kişilik parlamentodan kaçmak niye?
Ya aklım yetmedi, ya da mevzuatı bilemeyecek kadar cahilim...
Yine de izlenen yolun demokratik olmadığını biliyor veya hissediyorum...
Ve bunu bilip bunu söylüyorum.

Evet, her konuda tuhaf bir ülkeyiz.
Parlamentodan bir hükümet çıkıyor...
Tabanı hem var, hem yok...
Üstelik bir kanadı dinci..
Diğer kanadı Kürtçü ...
Üstelik solcu(!)
Fakat neme lâzım; güzel anlaşıyorlar!
Gene de güvenoyundan kaçıyorlar.

Bu arada iki muhalefet partimiz de var...
CHP ile MHP...
İkisi de birbirinden güzide.
Ancak her ikisi de liste düzenleme peşinde.
Oysa hükümet icraatlarına çoktan başlamış...
Gazete ilânıyla dâhi bulunamayacak Kültür Bakanı'ndan demeç
üzerine demeçler; Alperenlere övgüler, şaraba sövgüler!
CHP de uğraşıp didiniyor...
Üsküdarlı müftünün yerine kim gelsin?
Vallahi kim gelirse gelsin de...
Memleket elden gidiyor!

Yalnız bu seçim başka seçim...
Şartlar ağır, silahların gölgesinde sandık kurulacak.
Derin devletin egemenliği, PKK'nın beyliği...
Şeç beğen; kırk katır mı kırk satır mı?
Adı da demokrasi...
Belki de tramvay demokrasisi...
Gergin, sert ve de karanlık...
Umut mu?
Kusura bakmayın, ben de hiç kalmadı...
Olanı da inek içti!

O nedenledir ki "1 Kasım"dan mucizeler beklemiyorum.
Hayırcı MHP sersemsepelek...
Baştakinin nobranlığı, nemrutluğu partinin ruhuna yansımış...
Mümkün değil, bu hasta ne yerse yesin ölür!
Keza CHP de aynı yolun yolcusu...
Ha yüzde 25 ha yüzde 26...
Adam tutturmuş bir başarı öyküsü...
Sanırsınız büyüklere masallar.
Grup toplantılarında kendi söyleyip kendi çalıyor...
Bir taraftan da alkışlar...
Öyleyse kolay gelsin!

Sakın sandıktan kaçacağımı sanmayın...
Elbette orada olacağım...
Ve oyumu her zamanki gibi CHP'ye vereceğim...
Mahkûmum, mecburum...
Ve kadersizim...
Ve sonra balıkçı barınağına sığınacağım; Salacak'ta...
Güzel Marmara ile buluşacağım

02 Eylül 2015

İnsanlık yolunda...

Macit CÜNÜNOĞLU
02/09/2015 08:26

 

 
 
Filistin lideri Mahmud Abbas 13 milyon dolara saray yaptırıyormuş...
Aslında 13 milyon dolar büyük para değil...
Ataşehir'de orta hâlli 13 dairenin karşılığı...
Fakat söz konusu Filistin olunca haber servis edilmiş...
Yakışır Abbasıma...
Ne de olsa dünya çapında şöhret...
Saraylarda oturmayacak da biz mi oturacağız?

Gene de haberi okuyunca aklıma Yaser Arafat geldi...
Rahmetli güzel eşine 300 milyon dolarlık mini bir servet bırakmıştı...
O da Paris sosyetesine karışıp gününü gün ederek yaşamaya başlamıştı...
Arkada onlarca yılın kavgası savaşlar, kan ve gözyaşı...
Kimin umurunda, kim farkında?

Evet, bu işler böyledir...
Mücadeleni iyi pazarlarsan dünya çapında destek alırsınız...
Hem maddi hem manevi...
Yeter ki göz boyamasını bil...
Hatırlayan hatırlar, bizim Deniz de (Gezmiş) Filistin'e gitmişti...
Elde silah, davaya omuz vermek için...
Şimdilerde o günlere ait fotoğrafları boy boy yayımlanıyor...
Yaşasın enternasyonlizm, yaşasın halkların dayanışması!
Hey gidi hey!
Ne saf günlermiş!

Fakat samimiydi, beklentisizdi...
Nerde haksızlık hukusuzluk zülum var...
Gençlik oradaydı, adları 68'liler olan bir kuşak...
Yalnız Filistin'de değil; Angola'da, Kamboçya'da, Vietnam'da...
Ne diyelim, selâm olsun o devirlere...
Ancak Mahmud Abbasların maskesini düşürelim...
Artık gaza gelmenin lüzumu da yok...
Can bizim evlat bizim...
Ayrıca IŞİD miyiz?
Devlet-i âlimizin kurup yaşattığı!
Mavi Marmara günleri de geride kaldı...
Gitti dokuz can, hepsi oldu Niyazi...
Kim için, ne adına?

Saraylarda yaşayanlar keyif çatıp mutlu olacakmış...
Çok mu önemli?
Aslında çağımız saltanatları yıkma çağı...
Hele diktatörlükler...
Boş verin sahte baharları...
Bir Deniz'in, Denizlerimizin hayatları herşeyden değerli...
Gözümüz gibi koruyacağız gençliğimizi, yarınlarımızı...
Gezi'de olduğu gibi kurda kuşa yem etmeyeceğiz...
Bu böyle biline, böyle kabul göre...
Arabın yalellisine verecek canımız yok bizim!

Bir ömür geçti, umutla kavgayla mücadeleyle...
Geriye kalan hoş bir seda...
İçinde onur, bir lokma bir hırka taşıyan...
O da bizim gibilere yeter de artar bile...
Yeter ki insan olmasını bil!

01 Eylül 2015

Barışa özlem!

Macit CÜNÜNOĞLU
01/09/2015 09:44

 

 
 
1 Eylül "Dünya Barış Günü"...
Hitler faşizminin Polonya'ya saldırıp II. Dünya Savaşı'nı başlattığı gün...
Yıl: 1939
Ancak çağımızda anlamı kalmamış...
Sadece aydın çevrelerce anılıp etkinlikler düzenlendiği gün!
Aslında çok önemli...
Uğrunda kavga verilecek kadar.
Hele bizim topraklarda..
Çünkü otuz yıldır ülkemizde savaş var...
Kürt Türk bir türlü paylaşamadık memleketi...
Elli bine yakın gençliği kırdık geçirdik...
Ve acılar hâlâ da devam ediyor...
Yazık çok yazık ama yapacak birşey yok...
Mademki siyasete kan lâzım...
Barışı kov, silaha sarıl.
İşte otuz yılın özeti!

Zaten ormanda yaşıyoruz...
Tek farkla...
Ağaçların yerini beton, tilkilerin sansarların yerini siyasetçiler almış...
Üstelik egemenler...
Rakiplerine "çakal" diyecek kadar da seviyesizler...
Bizde kalkmışız barıştan söz ediyoruz...
Orman yasalarının geçerli olduğu memlekette kardeşliği kim anlar kim dinler?

Evet, hergün yazıp çiziyoruz...
Barışı sağlamak savaşmaktan daha zor...
Çünkü pazarlığa sıkıştıralacak kadar basit değil...
Çözümün niyetle, samimiyetle ilgisi var.
Öncelikle evladını -tabii öz çocuğunu- cepheye göndermekten,
ölmesinden korkacaksınız...
Boş verin şehit masallarını, cennet hikâyelerini...
O söylemler cahil işi...
Hatta afyon...
Cami avlularında halkın kabaran öfkesini yatıştırmak için!

Dün yine üç polis bir çocuk ölmüş...
Törenler törenler...
Bıktıran, insanın içini acıtan hazin tablolar...
Bir de politikacı nutukları...
Yalanla dolanla bezenmiş, hamaset dolu...
Hâlbuki gerçek ağlayan analar babalar kardeşler yavuklular...
Var mı ötesi?

Evet, 1 Eylül Dünya Barış Günü...
Bizlere o kadar uzak ki!
İşte bu koşullarda seçime gidiyoruz.
1 Kasım'da sandık başında olacağız, tam iki ay sonra.
Kim kazanır, kim seçilir umurumda değil...
Hatta konuşmaktan kafa yormaktan dâhi sıkıldım...
Yalnızca barışı özledim...
Bir de gülümsemeyi!

Lâkin ülkem hak hukuk tanımayan seçilmiş darbeciler tarafından işgal altında...
Hatırlar mısınız, daha dün Gezi'deki gençlerimize nasıl da saldırmışlardı?
Sekiz cana kıydılar...
Fişeklerle, sokak ortasında döve döve katlettiler...
Ağladık, çok ağladık, yüreğimiz yandı.
Bugün de üç polisimizin cenaze töreni var...
Halk çocukları...
Yine derinden üzülüp ağlayacağız...
Barış düşmanlarını, pis politikacıları lânetleyerek...
Gözü dönmüş saray sırtlanları...
Leş yiyiciler...
Siz ne anlarsınız insanlıktan, barıştan!

Bu duygular içinde herşeye rağmen 1 Eylül "Dünya Barış Günü" kutlu olsun...
Çünkü insanlık daha ölmedi...
Mücadeleye, kavgaya devam!