bir şair vardı, öğretmen

15 Mart 2024

AÇLIK

 Dün akşam ilkokul ve ortaokuldan sınıf arkadaşım

Hünkâr Ülkü Doğan ile telefonda konuştuk.
Belirli bir mevzu yok, dereden tepeden hayattan sanattan
söz ettik.
Nihayetinde geldik son çalışmasına.
Tablosunun adını “AÇLIK” koymuş.
Yani çağımızın temel sorunlarından birini tuvaline yansıtmış.
İyi de yapmış, çünkü bambaşka bir çağda yaşıyoruz.
Ayrıca kendi kendine yeten ülke masalı da çok gerilerde kaldı.
Artık market-pazar artığından, çöp konteynerlerinden beslenen
yoksul halk yığınlarımız var.
Her ne kadar iktidar yanlısı medya organları pembe tablolar çizse de hayatın gerçekleri öyle değil.
Ciddi anlamda ekmek mücadelesi veriliyor.
On altı milyon emeklinin büyük bölümü de golü yemiş durumda, ucuz kıyma kuyruklarında ömür tüketiyor.
Üstelik sabahın ayazını yiye yiye.
Sakın yanlış anlaşılmasın, derdim siyaset yapmak değil.
O işi yapan yapıyor.
Benim üzerinde durduğum konu insanlık sorunu.
Ülke milliyet beni ilgilendirmiyor…
Ama iş açlık işsizlik gibi temel meselelere gelince akan sular duruyor, duyarlı yürekler paramparça oluyor.
O nedenledir ki Hünkâr gibi değerli sanatçılarımızın
hassasiyetini daha iyi anlayabiliyorum.
Ve “AÇLIK” gibi temaları işlemelerine saygı duyuyorum.
Ayrıca toplumun kaçta kaçı sokağın hikâyesini merak ediyor?
Hangi televizyon dizisinde ülkenin acı gerçekleri anlatılıyor?
Cevap belli: “Kurtlar vadisi”-“Arka sokaklar” ile geçen ömürler!
Gelelim Amasya’ya, bizim topraklara.
Kâğıt üzerinde 40 bin hane olduğu gözüküyor.
Mübarek Ramazan’ı da yaşıyoruz, bereket ayını.
Ancak kimin tarafından (STK’lar dahil) örgütlendiği önemli değil, yardım kolileri medyada çarşaf çarşaf dolaşıyor.
Çok merak ediyorum, ihtiyaç sahibi kaç aileye ulaşıyor ve
bunların kent nüfusuna oranı ne?
% 10 mu, % 20 mi, veya daha mı fazla?
İşte bu husus önemli, çünkü dilenci durumuna düşürdüğümüz
binlerce insanımız var.
Yalnız Amasya’da değil, ülkenin dört bir tarafında.
Sonra da 55 milyon dolar ödeyerek uzaya yolcu gönderiyoruz,
adına da “astronot” diyoruz…
Ve bu durumla da övünen milyonlarca vatandaşımız
meydanları dolduruyor ve haykırıyor:
“Reis, Türkiye seninle gurur duyuyor!”
Ama halkımızın büyük bölümü aç, yardıma muhtaç.
Yeterli beslenemiyor ve aç sefil yarın endişesi ile yaşıyor.
Yine de lâfı daha fazla uzatmadan hoş geldin Ramazan diyelim, sofranızda bereket olmasa bile gözlerinizdeki ışık, yüreğinizdeki ateş sönmesin.
Macit CÜNÜNOĞLU

10 Mart 2024

İstanbul'dan Amasya'ya...


"Dalgalandım da duruldum..." Müzeyyen Senar söylüyor.
İnanın yüreğimin ta derinliklerine işliyor.
Yine akşama yolculuk başladı, yine duygu dolu saatler.
Evet, bedenim yorgun ve yaşlı…
Ya ruhum?
Kafir beynimi rahat bırakmıyor.
Alttan alta hâlâ aşk peşinde.
Neyse ki onu dinlemiyorum…
Yoksa kim tutar beni(!)
Şaka bir yana, yaşlılıkta hatıralar işe yarıyor.
Bozdur bozdur yazıya dök.
Gez İstanbul’u, Adalar’a uzan…
Mimozalar topla, erguvanlar altında şiirlerle yaşa.
Aşiyan’da Orhan Veli, mezarı buram buram gençlik kokuyor.
Az ilerisinde Yahya Kemal, son faslın nağmelerinde
aşk yaşıyor.
Yelkovan kuşları yine Boğaz’da martılarla kanat çırpıyor.
Çamlıca uzun boyuyla tepeden bakıyor aziz İstanbul’a.
Ancak gözleri yaşlı, bağrına dikildi altı minareli cami.
Oysa minik ormanlarıyla o ağacın altıydı.
Neyse, oradan geçtik Amasya’ya.
Doğduğum topraklara.
Bir iki tur attım ırmak boyunca.
Çınar ağacının komşusu Örnek Otel’de yer ayırttım.
Şehrin göbeği sayılır, her tarafa yakın.
Bir çırpıda uzandım Selağzı’na…
Önce Kale’yi selâmladım, sonra Mahzen’i ziyaret ettim.
Gençlik yadigârıdır mekân, bir yirmilik rakı söyledim…
Peşinden açtım muhabbeti, bilhassa muhacir hikâyelerini.
Muhakkak ki katılan olacaktır.
Yad etttim Süer kardeşleri, Selim Salim amcaları.
Nurlar içinde yatsın aziz hemşerilerim.
Meyhane kültürünü Amasyalılara öğrettiler.
İtibarı taşırmadan da hesabı ödeyip ufak ufak müsaade istedim.
Hükümet köprüsü beni bekliyor.
Irmağı, Gümüşlü camisini seyrettim doya doya.
Yok olan mahalleme el salladım, çünkü çocukluğum gençliğim
orda saklı.
Fazla duygusal olmanın lüzumu yok, gözyaşlarımı içime akıtıp,
yoluma devam ettim.
İstikâmet İlâankaya üzerinden Kuş köprü.
Ama yol üzerinde inşa edilen Hilton otelinin duvarına işemeyi
ihmal etmedim…
Biliyorum ki kesinlikle sağ omzuma sevap yazılacaktır!
Ayrıca yitip giden parkları için ah eden hemşerilerimi de
desteklemiş olurum.
Bu arada aktif olan Kumacık hamamına girdim…
Havlet sonrası kese ile ilif iyi gider.
Sonra selin getirdiği taşın yanındaki yoldan Savadiye’ye çıktım.
Ulu Mama beni bekliyor, istavroz çıkartmasam da ayazmasından
su içmeyi unutmadım.
Çok uzaklarda yaşayan Ermeni ahpariglerimi de selâmladım.
Evet, bugünlük bu kadar hasbıhal yeter.
Ramazan süresince Amasya gezilerime devam edeceğim.
Yeter ki sayfamızı takip etmeyi sürdürün…
Ki hatıralar zenginleşip yazıya dökülsün.
Ne demişler: “Söz uçar, yazı kalır.”…
Hele de mevzu Amasya olunca gerisi teferruattır.
Nokta!
İstanbul’dan canım memleketime gani gani selâmlar.
Macit CÜNÜNOĞLU

02 Ağustos 2023

BİR IŞIK DA SİZ TUTUN

 

 

Kentler insanlarla güzelleşir veya çirkinleşir.
“Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur” sözü
durduk yere söylenmemiştir.
En güzel örneği de Amasya.
Atalarımızdan güzel bir kent devraldık, ama
çirkinleştirmek için elimizden geleni yaptık.
Sorumlusu sadece siyasiler değil, elbirliğiyle
bu sonucu hazırladık.
Neyse, olan olmuş bir kere.
Fazla lâfın lüzumu yok, öyleyse ileriye bakalım.
Yaşanabilir bir ortam için birkaç gündür önerilerimi
yazıyorum….
Belki ciddiye alan birileri çıkar, yoksa gidişat
çok vahim.
Çünkü bu ülkede ne göç durur, ne de üreme faaliyeti.
Zaten Reis’imiz de en az üç dört çocuk tavsiye ederek
yüz milyonluk bir ülke yaratma çabasında.
Eh söz dinleyen kulları da hatırı sayılır ölçüde…
En azından yüzde 52…
Kesin sonuç, beş on yıla kalmaz 100 milyonun
kapısını çalarız.
Kahir ekseriyeti baldırı çıplak olan halkımıza da bu yakışır.
Zaten ne demiş atalarımız: “Nerde çokluk, orda tokluk!”
Ondan sonra da dünyaya sesleniriz:
“Var mı lan bana yan bakan?”
Kimsenin sesinin çıkacağını sanmıyorum…
En azından coğrafyamızda…
Belki biraz Putin abi itiraz edebilir ama o da
S-400’ler, nükleer santraller aşkına üzerinde durmaz.
Bakarsınız yeni siparişler gelebilir.
Reis bu, ne yapacağı belli olmaz.
Bir gün NATO’cu, ertesi gün AVRASYA’cı…
Çoğunlukla da Arap bedevilerinin vazgeçilmez dostu.
Zaten kıvrak diplomasinin prototip örneği…
Eşi benzeri yok, tek kelimeyle “asrın lideri!”
Bugün ise yazmak istediğim asıl mevzuya gelelim.
Bırakalım siyaseti, o iş ağır abilerin uzmanlık alanı.
Bir kez daha Amasya’ya uzanalım.
Biliyorsunuz seksenlik, doksanlık epeyce büyüğümüz var.
Bu teyzeler, nineler, amcalar, dedeler birer canlı tarih.
Pek çoğu kent ölçeğinde olsa da yaşayan efsane.
Öyleyse hazırlıkları bir an önce yapıp bu kişilerle
röportajlar gerçekleştirilmeli.
Kameralar profesyonel, ışıklandırma mükemmel…
Moderatör dersine iyi çalışmış, sorular can alıcı…
Ve geleceği aydınlatıcı.
Fena mı olur?
Alın size birinci elden kentimizin yakın tarihi.
Zaten anne babalarını anlatsalar yüz yılı aşkın
zaman dilimi çıkar.
Bu da yirminci yüzyılın başları demek.
Ondan sonra da YouTube gibi müthiş mecrada yayımla…
Milyonlarca insan Amasya’yı her yönüyle tanısın.
Ayrıca fonda da bol bol kent fotoğrafları kullanılsın.
İnanır mısınız, ne hikâyeler ortaya çıkar.
Projede ben varım, ya destekleyenler…
Çıkar mı dersiniz, gönlünü ruhunu koyan babayiğitler?
Daha doğrusu geçmişe değer veren, bugünü önemseyen…
Ve de yarınlara anlamlı miras bırakmak isteyen.
Haydi, er meydanına değerli dostlar…
Bir ışık da siz tutun.
Macit CÜNÜNOĞLU

01 Ağustos 2023

AMASYA ve FOTOĞRAF


On beş günlük tatil bitti.
İstanbul’a döndüm, ilk işim evime yakın mesafede
bulunan Özgürlük parkında tur atmak oldu.
Lâf aramızda iyi de oldu.
Zaten oldu bitti uzun tatilleri sevmem.
Bir kere İstanbul’dan ayrılmak zor geliyor.
Dile kolay yarım yüzyıldan fazla süredir bu kentte yaşıyorum.
Aşkım benim, huyunu suyunu bilirim.
Gezmediğim semti, fotoğrafını çekmediğim sokağı kalmamıştır.
O nedenledir ki yüz bin civarında fotoğraf arşivim var.
Keşke Amasya’yı da binlerce kez fotoğraflasaydım.
Yalnız kalesini, yalı boyu evlerini değil…
Gizli saklı o kadar köşesi var ki…
Hepsi insanın ruhuna güzellik katar.
Olmadı işte, insan yaşarken bazı değerlerin kıymetini bilmiyor.
Sorarım size, Selağzı’nın eski hâli kaç kişinin albümünde vardır?
Hele hele de taksi durağının kahramanı şoför abilerimiz…
Kullandıkları Amerikan arabalarla birlikte tarih olmadılar mı?
Oysa Amasya Lisesi’nin efsane hocalarından Agâh beyi
sanırım ki hiç kimse unutmamıştır.
Klasikçidir, modern resimle işi olmaz, yapanı da sevmez.
Bir de imzası vardır ki, âdeta padişah mührü gibi.
Çoğu dostumun hafızlarında yer ettiğini bilirim.
Hatta daha dün Erden Candaş dostumuz bir kopyasını iletmiş,
duygulanmamak elde değil.
Neyse, asıl üzerinde durmak istediğim mesele…
Amasya ve fotoğraf.
İnanın 67 ilimizi gezdim, fakat Amasya kadar güzel poz
verenini görmedim.
Mübârek doğal plato, doğuştan artist veya konu mankeni diyelim.
Sanki objektiflerin gözbebeği, duruşu tavrı asil.
Yeşilırmak başrol oyuncu, Jhon Wayne amca gibi vazgeçilmez.
Kale ile Çakallar seyir tepesi, tripot görevini üstlenmişler.
Mabetler, medreseler, türbeler, konaklar evler çeşmeler…
Hepsinin ayrı bir hikâyesi var.
İşte bu aşamada tekrar dönersek Agâh beye…
Hocaların hocasına, İstanbul’da komşum oldu.
Zaman zaman sohbet ederdim ve fotoğraftan anladığını söylerdi.
Ama görev yaptığı süreç içinde bir fotoğraf kursu açmayı
hiç aklına getirmemişti.
Diyeceksiniz ki o devirlerde kaç öğrencinin fotoğraf
makinesi vardı?
O konuda da siz haklısınız.
Ama günümüzde, memlekette onca fotoğrafçı ve fotoğraf
ustası var.
Vazgeçtik belediyeden, o makamların ciddi işleri var!
Bari onlar işbirliği yapıp kurs açsalar, gençlere öncülük etseler…
Fena mı olur?
En azından ağır yaralı Amasya’mızın kalan zenginliklerini
kayıt altına alamazlar mı?
Ve kente kültürel anlamda büyük bir hizmet yapmış olurlar.
Tabii bir fotoğraf sever olarak bence.
Güzel bir gününüz olsun değerli dostlar.
İstanbul’dan Amasya’ya binlerce selâm...
Macit CÜNÜNOĞLU

30 Temmuz 2023

KİM TUTAR SENİ?

 

 



Yaş kemâle erince gönül zenginleşiyor, aşk kapıyı çalıyor.

Belki de niyeti giderayak altın tepside hediye sunmak.

Hayatın eksik kalan yanlarını tamamlamak.

Asla geri çevirmemek lâzım, farz edin ki teselli ikramiyesi.

Yüreğinize işleyen bir çift göz ile deniz kenarındasınız.

Güneş batışa geçmiş, tüm kızıllığıyla karşınızda.

Müzik benliğinizde, artık kaybolmaya hazırsınız.

Sessizce mırıldanıyorsunuz:


“Dönülmez akşamın ufkundayım,

bu son fasıldır, nasıl geçersen geç…”


İşte böyle dostlar, gönül adamı olmak kolay değil.

Elbette bu duyguları hissetmek, hayata geçirmek ustalık istiyor.

Nasıl ki marangoz işini yapar, demirci çeliğe su verir…

Ben de yorgun kalpleri suluyorum.

Gül ağacı gibi, saksıdaki çiçek gibi…

Yeter ki sevgi tomurcukları açsın, pembe dünyalı yoldaşlarım olsun.

Bırakın siyasetin peşini, her şey oluruna varır, su çatlağını bulur.

Elbette sofram mükellef değil, kuzu kapamaya hasret kaldım…

Ama bir de ruhsal dünyam var…

Sevdaya, aşka susamış.

Çıkmayın yoluma, kim engelleyebilir ki?


Zaten doğduğum topraklarda Ferhat’ım, yavuklum Şirin…

Kayaları delmedim ama duygularımı oya gibi satırlara döktüm.

Kimse okumasa da içimi duydum…

Ve şişenin içine gizlenmiş dünyamı denizlere attım.

Bakarsınız karşılık bulur, yepyeni ufuklara yelken açarım.

Evet, hayat baştan sona mücadele demektir.

Benim kuşağım ise büyük oynadı, yalnız ülkeyi değil

dünyayı değiştirmeye çalıştı.

Filistin’de, Angola’da, Nikaragua’da…

Ciddi kavgaya tutuştu ve ağır bedeller ödedi…

Ve adam gibi yenilmesini öğrendi.

Kimin umurunda?

Artık yirmi birinci yüzyıldayız.

Dört bir yanı kapitalizmin kuralları sarmış.

Bireysel mutluluk çantada keklik, toplumsalı ise

hemen hemen imkânsız.

Bir de duyarlı bir yüreğe sahipseniz…

Huzura kavuşmak hiç de kolay değil.

Beş yılda sandığa gitseniz de çare değil.

Muhakkak ki bir engel çıkacaktır.

Ama Reis ama bay Kemal…

Hevesinizi kursağınızda bırakacaktır.

Öyleyse aşk pencerenizi açık tutun, şarkılar dünyanız olsun.

İnanıyorum ki auranıza takılan olacaktır…

Ondan sonra yelkovan kuşları gibi uçun:

“O ada senin bu ada benim”…

Yeter ki özgürlük sevdanız olsun…

Artık kim tutar sizi?


Macit CÜNÜNOĞLU

RÜYALAR



Eskişehir’e ilk kez 1966 yılında gitmiştim.
Bozkırın ortasına kurulmuş bir kent.
Ortasından Porsuk çayı geçiyor.
Debisi düşük, su var mı yok mu belli değil.
Tabii aradan yıllar geçti.
Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen çayın
ıslahı için mucizevi projeler geliştirdi…
Ve ortaya Venedik’i anımsatan Porsuk çayı çıktı.
Ayrıca Eskişehir Avrupa’da yaşanabilir kentler
arasına girdi, ödül üzerine ödüller aldı.
Ne güzel.

Yine 1999 yılında Almanya’yı gezmiştim.
Özellikle Bavyera’nın başkenti Münih ilgimi çekti.
72 yılının unutulmaz olimpiyatının yapıldığı kompleksi
ziyaret ettim.
Çadır Çadır Stadyumu diye hatırladığımız.
Sahanın kodunu düşük tutup çukura yerleştirmişler.
Ve çıkan hafriyatla da çevresine mini tepeler, göller
inşa etmişler.
Gerçekten görülmeye değer, her taraf yemyeşil.
12 ay 24 saat açık yüzme havuzu.
İçerisi kadın, erkek, çocuklarla cıvıl cıvıl…
Mevsim kış, aylardan Aralık.
Gençler gölde kano antrenmanı yapıyor.
Sanırsınız spor festivali…
E, şampiyonlar kolay yetişmiyor.
Önce alt yapı, sonra doğru plânlama programlama,
gerisi de kendiliğinden geliyor.

Şimdi gelelim Amasya’ya…
Doğa yeryüzü nimetlerinin hepsini bahşetmiş.
Dağını taşını bağını bahçesini ovasını eksik etmemiş.
Bir de su vermiş, adı da: Yeşilırmak.
Toprak susuz kalmasın, manzara zenginleşsin diye.
Ve her görenin hayran kaldığı kent.
Tarihse tarih, medeniyetse onlarcası…
Meyvenin sebzenin en kralı…
Gel gör ki siyaseten cömert davranmamış.
En olmayacak şahsiyetleri halkın karşısına
Belediye Başkanı diye çıkartmış.
Onlar da âdeta birbirleriyle yarışırcasına memlekete
kötülük etmekten geri durmamışlar.
Ve birinciliği Şerafettin Dağıstanlı’ya vermişler.
Çünkü seçilmiş değil, atanmış…
Kanlı 12 Eylül’ün maşasıydı.
Kibirli, kinci, azametli, nobran kimliğiyle o da
devrini tamamlayıp geldi geçti…
Sonrası?
Sonrası malûm, Belediye’nin Kültür Dairesi sinek avlarken
İmar Daire Başkanlığı tam mesai, geceli gündüzlü çalıştı.
Maksat son kalan tarihsel dokuyu yerle bir edip yeni
imar alanları açmak…
Ve 7 kat sınırlamasını kaldırıp apartman yüksekliğinde
14 kata ulaşmak…
Başardılar da ve adına da modernleşme dediler!

Ben de proje hazırlığı içindeydim.
Diyecektim ki; İstasyon, Helvacı, Taşova, Suluova tarafına
yeni göller yapın, ırmağın suyu hepsine yeter.
Etrafını süratle yeşillendirin…
Kent içinde bunalan halkımız buralarda nefes alsın.
Çoluk çocuk piknik yapsın, yaşadığını fark etsin.

Belki hayâl dünyasında yaşıyorum ama Amasya’yı
çok seviyorum.
Tabii yitirdiğimiz değerlerle…
Eski evleriyle, Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla,
sımsıcak komşuluk ilişkilerinin yaşandığı mahalleleriyle…
Çolağın bağını, Çilehane top sahasını, Hacılar meydanını
özlüyorum, çünkü çocukluğum gençliğim oralarda saklı…
Ama ben yaşıyorum, memleket hasretiyle, sevdalarımla…
Ve rüyalarımla.

Macit CÜNÜNOĞLU

29 Temmuz 2023

SONSUZLUĞA YOLCULUKLAR



Dünkü yazımda Belediye parkımızdan söz etmiş,
somut önerilerimi dile getirmiştim.
Bugün de yıkılan Lise binasının arazisine değineceğim.
Neyse ki otopark olarak kullanılıyor.
Ya bir de yerine cami yapılsaydı, yıkmak neredeyse
imkânsız hâle gelecekti.
Oysa Eğri cami Amasyalının gözleri önünde yerle bir edildi,
halkın sesi çıkmadı.
Aynı işi CHP’li biri yapsaydı Reis kırk yıl dilinden düşürmezdi.
Neyse, üzerinde durmak istediğim asıl mesele otopark arsası
kültür merkezine dönüştürülebilir  mi?
Neden olmasın, düşünsenize yerine görkemli bir amfi-tiyatro
yapıldığını, kent mimarisinin özelliklerini yansıtan
muhteşem bir kompleks.
Ne de yakışır Amasya’ya.
12 Haziran Festivali dönemlerinde Kitap Fuarı açılıyor,
diğer zamanlarda konserden tiyatroya kadar sanatsal
aktiviteler gerçekleşiyor…
Kentte de üniversite var, her ay temalı gençlik şölenleri
düzenleniyor…
Bir de uluslararası kimliğe dönüştürülürse dünyanın
ilgi merkezi hâline gelmez mi?
Bu da Amasya’nın yalnız ulusal ölçekte değil evrensel boyutta
şöhretine şöhret katmaz mı?

Elbette düşüncelerim bazılarınıza deli saçması ütopyalar
olarak gelebilir, varsın olsun…
Ben yine de hayâllerimi yazmaya devam edeceğim.
Bakarsınız Nasrettin hocanın gölü misâli maya tutar.
Çünkü Amasya bu tür projeleri fazlasıyla hak ediyor.
Mademki sıfatı da Müze-Kent…
Kaybettiğimiz güzelliklerin yerine işlevsel yapılar koymak
zorundayız, yalnız bugün için değil, gelecekler nesillerin
karşısına açık alınla çıkabilmek için.

Ayrıca ülkeler arası dostlukların tek çaresi kültürel
köprüler kurmaktır.
Sanatın her dalıyla, müzikle desteklenen ilişkiler.
Ve Amasya, ilklerin şehri, Strabon’un memleketi…
Giriftzen Asım beyin sürgün yeri…
İlk musiki cemiyetinin kurulduğu vilayet…
Ve başlarsınız Yeşilırmak boylarında üstadın en sevilen
şarkısını terennüm etmeye:

“Cana rakibi handan edersin

Ben bî nevayi giryan edersin
Biganelerle unsiyyet etme
Bana cihani zindan edersin.”

İşte böyle dostlar, benim hayâllerim bitmez.
Bir de mevzu Amasya olunca ne kadar düşünsem azdır.
Çünkü doğduğum topraklar olduğu için öncelikle gurur duyar,
sonra da düşler dünyasına sığınırım.
İçinde sevgi, aşk olan…
Şarkılar eşlik eder yolculuğuma…
Martılar yoldaşım, bulutlar sevdamdır…
Sonsuzluğa koşar adım ilerlerim.


Macit CÜNÜNOĞLU

28 Temmuz 2023

BAŞKAN ARANIYOR!




Tarih: 25 Mart 1984
Amasya’da yerel seçimler yapılıyor.
Vatandaş Belediye Başkanı’nı seçmek için
sandık başına gidiyor.
Ve çıkan sonuçlara gelin hep birlikte bakalım.

Toplam Seçmen Sayısı: 21.998
ANAP: Mustafa Hatipoğlu-10.843-%59.34
SODEP: Arif Gündüz Türem-5.505-%30.13
DYP: Ahmet Kazancı-710-%3.89
HALKÇI PARTİ: Osman Uzun-628-%3.44
REFAH PARTİSİ: Doğan Saraçoğlu-387-%2.12
MDP: Mustafa Dede-199-%1.09
Geçersiz ya da boş oy: 1.464

İşte bu tablo Amasya’nın kaderini belirledi.
12 Eylül olmuş, toplumsal siyasetin ana damarı
iki parti kapatılmış. (CHP-AP)
Dört yıl belediyeyi Kenan Evren’in arkadaşı olduğu
rivayet olunan petrolcü Dağıstanlı yönetmiş.
Ülke seçimlerini de ANAP kazanmış. (1983)
Faşizmin karabulutları altında sivil siyaset tekrar
hayat bulmuş…
Ve Müze-Kent Amasya inşaat mühendisi Mustafa Hatipoğlu’na
vatandaşın oylarıyla teslim edilmiş.
İşte bundan sonra da kentin hazin hikâyesi başlıyor.

Başbakan Turgut Özal ülkeyi küresel kapitalizmin kucağına
koşulsuz ve de büyük bir iştahla teslim ediyor.
Arkasında militarizmin sınırsız desteği…
Hızlı göçler, plânsız büyüyen şehirler…
Bedrettin Dalan İstanbul’un efesi, yıkımlara başlıyor…
Ve beton saltanatının  yükseldiği devirler.
Tarih, kültür kimsenin umurunda değil.
Varsa yoksa rant ekonomisine dayalı politikalar.
Hemşerimiz Hatipoğlu da boş durur mu…
İlk kazmayı Eğri caminin mütevazı minaresine vuruyor.
Ve peşi geliyor.
Yok edilen mahalleler, sokaklar, bağlar, bahçeler…
Buldozer gibi şehrin yarısının üzerinden geçiliyor.
Ortaya çıkan enkazın arsalarına da imar izinleriyle apartmanlar
konduruluyor,  ve çirkin manzara değişim dönüşüm adına
gururla seyrediliyor.
Alan razı satan razı.
Ahalinin çoğunluğu neler kaybettiğinin farkında bile değil.
Bozuk para gibi harcanan binlerce yıllık kent tarihi.
Ne uğruna?
Elbette üretmeden tüketen toplumun bireyleri olarak
konformizmin cazibesi herkesin ruhuna işliyor.
Dün dünde kaldı hesabı anılar, çocukluklar, gençlik
hatıraları bir çırpıda silinip atılıyor.
Bizlere de kaybedilen geçmiş değerleri yazmak düşüyor.
Tabii içimiz kan ağlayarak, sanatsal kaygılarla yarınları
kurtarmaya çalışıyoruz.
İnsanlık adına, yaşanabilir bir dünya inşa etmek için.

Bu nedenledir ki yeni döneme ilişkin samimi önerilerimi
yazmaktan geri durmayacağım.
Dolayısıyla babayiğit, gözü kara bir Belediye Başkanı arıyorum…
Devrimci, kararlı ve de radikal.
İlk kazmayı Orduevi ile yanındaki otele vurmasını talep ediyorum.
Ve acilen park yapılsın, madem ki eskisini Taşovalının ihtirasları
yüzünden kaybettik, yerine yemyeşil bir dünya ikame edilmeli ki
değerli hemşerilerim bir bardak çay ile bir fincan kahve içsin…
Ve Yeşilırmak’ın sularına bakarak eşsiz hatıralarına selâm göndersin.

Macit CÜNÜNOĞLU

27 Temmuz 2023

ACI GERÇEKLER



Torunum Nehir devlet okuluna gidiyor.
Göztepe’de, İlhami Örnekal İlköğretim Okulu.
Bu yıl dördüncü sınıfa geçti.
Sınıf öğretmeni Rasim Özçelik.
Mesleğinin zirvesinde, emekliliği yakın kıymetli bir hoca.
Ve tatil günlerinde aklı yine öğrencilerinde.
WhatsApp üzerinden de annesine mesaj göndermiş.
Diyor ki,

“Siz çalışkan öğrencilerimden bazılarının kitap okumadığı
günlerin sayısı çok arttı.
Hepsini not ediyorum.
Günlük en az 50 sayfadan fazla kitap okuyanlar,
okul açılınca ve ileriki yıllarda çok rahat edeceklerdir.
Ailelerin gayreti ve çocukları üzerindeki motivasyonları kitap okumalarında belirleyici olmaktadır.
Düzenli kitap okumalı iyi tatiller diliyorum.”

Ne güzel öneriler, çağdaş bir öğretmenden beklenen uyarılar.
“Çocuklar günde en az 50 sayfa kitap okumalılar” diyor.
Fakat karşılığı var mı?
İşte bütün mesele burada!
Maalesef torunlarımız başka bir dünya da yaşıyorlar.
Belki de aynı gezegende yaşamıyoruz.
Ya onlar Mars’tan geldiler ya da biz!
Hele “kitap” denilen hazine kadar kıymetli bilgi kaynağının,
zihin açıcı pusulanın günümüzde zerre kadar değeri yok.
Hâl böyle olunca kitap var, kitapçı var…
Ama müşterisini ara ki bulasın!

Geçen ay yolum İstanbul Kütüphanesi’ne düşmüştü.
Gülhane parkının üstünde, Arkeoloji müzesinin bahçesinde.
Raflarında  milyonlarca kitap var.
Üç memur çalışıyor, ayaküstü sohbet etme imkânı buldum.
Tek şikâyetleri gelen gidenin olmaması.
Tek tük ziyaretçiyle ömür tüketiyorlarmış!
Ne kadar acı, 16 milyonluk kentin en büyük kütüphanesi…
Maalesef yalnızları oynuyor.

Evet, çağımızın insanlığa en büyük hediyesi cep telefonu.
Bağımlılık ne kelime, âdeta tutsağı olduk.
Onunla yatıp onunla kalkıyoruz.
Çocuklardan söz etmiyorum, biz yetişkinlerin alışkanlıklarını paylaşıyorum.
E, “armut dibine düşer” derler…
Üç buçuk yaşındaki torunum bile şimdiden annesiyle pazarlık
yapıyor ki kahvaltı menüsünde telefon bulunsun diye!

Dolayısıyla kitap, gazete, dergi insanoğlunun yaşamından
çıkalı epeyce oldu.
Hatta sinema, tiyatro kültürü bile tedavülden kalktı.
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.
Günümüzün popüler kanaat önderleri ulema takımı.
Baksanıza Menzil liderine, cenaze törenine 300 bin kişi katıldı.
Bir de Cüppeli ölse, ben diyeyim 1 milyon, siz deyin 2 milyon,
inanıyorum ki yer yerinden oynar ortalık ayağa kalkar.
Evet, geldiğimiz nokta maalesef bu.

Sevgili Rasim hocam da çocukları motive edip kitap okumaya
yönlendirin diyor.
Hem de günde 50 sayfa.
Oysa akıllı insana fazla lâf söylenmez, hele çocuklara…
Hepsi doğuştan ultra zeki oldukları için onlara hiç söylenmez.
Tabii bunlar benim açizane görüşlerim…
Katılan olur katılmayan olur…
Yine de hayatın acı gerçeklerini yazmak istedim…
Belki okunur diye.

Macit CÜNÜNOĞLU

26 Temmuz 2023

DÜŞÜNCELER, ÖNERİLER



Amasya’nın son kırk yılı talihsiz geçti.
Daha doğrusu 12 Eylül’den sonra karabulutlar
kentin üzerine kâbus gibi çöktü.
Öncelikle tarihsel dokusunu kurban ettiler.
Kimler mi?
Elbette halkın seçtiği vizyonsuz yerel yöneticiler.
Zaten bu toprakların ruhu olduğunu bir türlü anlayamadılar.
Müteahhitler ordusu ile birlikte güzelim şehrimize kıydılar.
Tabii işin rant boyutu da var, o da ayrı bir tartışma konusu.
Oysa 99 yılında Almanya’yı ziyaret etmiştim.
Özellikle Nürnberg kenti dikkatimi çekmişti.
Ortaçağ’dan kalma şirin bir yer.
Ve Amasya’ya çok benzetmiştim.
Tam ortasından nehir geçiyor, şehri ikiye bölüyor.
Nüfusu 500 bin civarında.
Endüstri gelişkin, ancak İkinci Dünya Savaşı sürecinde
yerle bir olmuş.
Ancak eski mimariyi yeniden inşa etmeyi başarmışlar.
Şimdi de gözü gibi koruyorlar.
Kent içi yollar parke taşlarıyla döşenmiş, yeşil alan derseniz,
olabildiğince cömert.
Çevresi ise ormanlarla kaplı, yürüme mesafesinde.
Yani piknik yapmak için arabaya doluşup kilometrelerce
uzağa taşınmıyorsunuz.

Dolayısıyla böylesi güzellikleri memleketimiz de fazlasıyla
hak ediyordu ama cahil, görgüsüz, ihtiraslı idarecilerin
kirli çıkar ilişkileri maalesef ortaya fevkalade dayanılmaz
manzaralar çıkartıyor.
Öyle ki yollar asfalt denilen çirkin malzemeyle kaplandı,
tarihi evler, konaklar yıkıldı, yerine apartmanlar dikildi.
Lütfen Çakallar’dan panoramik bir fotoğraf çekmeye
kalkışın, Yeşilırmak’ın gözükmediğine şahit olacaksınız.
Hele bağlar, bahçeler öylesine kolay harcandı ki,
meyve ağaçları, asmalar ağladı…
Kimse seslerine kulak vermedi.
Aslında yitirdiğimiz, gözlerimizin önünde kayıp giden
geçmişimizdi, çocukluğumuz gençliğimizdi.
Okulumuzdu, parkımızdı, atalarımızın mezarlarıydı.

Evet, bu saatten sonra oturup ağlamanın kimseye faydası yok.
Sekiz ay sonra, Mart ayında yerel seçimler var.
Tekrar sandığa gidip Belediye Başkanı ile Meclis Üyeleri’ni seçeceğiz.
Lütfen Amasya’yı partiler üstü düşünün.
Mesele o parti bu parti değil…
Eldeki insan malzemesini iyi değerlendirin.
Bir de bu topraklarda yetişmiş olmasına dikkat edin.
Örneğin Taşovalı Taşova’da, Merzifonlu Merzifon’da,
Hacıköylü Hacıköy’de siyaset yapsın.
Cennet şehrimize oy vererek davet etmeyin.
Yani her horoz kendi çöplüğünde ötsün.
Yoksa yeni kayıplardan sonra oturup bir kez daha ağlarsınız…
Ki asıl hedefimiz kalanı kurtarmak olmalı.
Diye düşünüyorum ve hariçten gazel okuyan biri olarak da
sık sık bu mevzuları yazıyorum…
Belki sesimi duyan, yazılarımı okuyan olur umuduyla.

Macit CÜNÜNOĞLU

HAYATIN İÇİNDEN



Geçen hafta Erden Candaş dostumuz sımsıcak
bir yazı paylaştı.
Amasya’yı anlatıyor, atmış yıl öncesine uzanıp
mahallesini, sokağını bir kez daha gezip
izlenimlerini günümüze taşıyor.
Zevkle okudum, duygularını bizlere samimi
bir şekilde aktarmış.
Ne güzel, keşke her hemşerimiz benzer
yazılarla Amasya’yı, mahallesini, sokağını anlatsa.
Tabii derdimiz geçmişte yaşamak değil,
sadece anılara selâm göndermek.
Çünkü yaşanmışlıklar kıymetli.
Bizi biz yapan onlarca değer taşıyor.
Öncelikle aidiyet duygusu mahalle ile başlıyor,
sokakla zenginleşiyor.
Geriye de evin içi ve aile kalıyor.
Hepsini mercek altına aldığımızda da kocaman
bir dünya çıkıyor.
Çocuk gözüyle kayıt yaptığımız fotoğraflar, enstantaneler.
Candaş yoldaşımız bu işi ustalıkla yapıp yazıya dökmüş.
İyi de yapmış.
Üstelik tam da zamanında.
Çünkü özellikle benim gibi gurbette yaşayanlar için
Amasya vazgeçilmez hasretlerimizden.
Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür hesabı
memlekete duyulan özlem her daim yüreğimizde.

Ayrıca pek çoğumuzun yaşadığı ahşap evleri kim unutabilir ki…
Hepsi birer gizemli dünya.
Mutfakta kuzine, tel dolabı, küllüsu taharı.
Ve bir köşede ocak, içinde sacayağı, üstünde yağlıları yanıçları
bekleyen bombeli sac.
Yanı başında maltız, kahve cezvesine yer açma telaşında.
Ya doyumsuz lezzetler.
Turşular yazdan kurulmuş, salçanın en alâsı.
Tereyağı tuzlanmış, akşam yemeğine pehli var.
Çekirdeksiz patlıcanlar bahçe mahsulü, pijama yapılmış.
Kuzu eti kasap Ünal abiden (Koçak)…
Bakır kulaklı keyiften dört köşe, Amasya’nın has yemeğini pişirecek.
Kuzinenin ateşi harlanmış, ibrikteki su fokurduyor…
Bacaya takılı aparatta mendiller, çoraplar kurumak üzere.
Peşkirler çamaşır leğenine basılmış, tokaçlanmayı bekliyor.
Anaların yükü her zamanki gibi ağır.
Sorumlulukları arasında çoluk çocuğu doyurmak, temizleyip
paklamak ve çarşı pazar alışverişini yapmak.
Bu arada sıkı komşuluk ilişkilerini aksatmadan diri tutmak…
Ve bol bol dedikodu yaparak beyinsel performansa
malzeme sağlamak.
Babalar ağır sıklet, işinde gücünde.
Akşama çakır keyif de gelebilir.
Ama anne ile evlatlar hazırol da karşılamak mecburiyetindedir.

Elbette zaman çok değişti.
Yazdıklarım sanki tarih öncesine aitmiş gibi.
Oysa bizim hayatımız, yaşadıklarımız.
Şimdiki gibi çocuklar tanrı katına terfi etmemiş…
Anneler yuvayı yapan gerçek bir dişi kuş,
babalar itibarlı ve saygın.
Ya günümüzde…
Dünyanın merkezinde çocuklar, anneler çalışma hayatında,
ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş, sesi çok çıkıyor.
Emir komuta zinciri içinde babalar zurnanın son deliği…
Veya kapının mandalı…
Çağın konforuna ulaşmak için sistemin dişlileri arasında
çırpınıp duruyor…
Ama herkes mutlu, özellikle cipe bindiklerinde…
İstikamet Uzakdoğu mutfağı, hep beraber suşi yemeye gidiyorlar!

Evet, Amasya hatıratı bugünlük bu kadar.
Gönül ister ki sayfamızın destisine yarından itibaren
su dolduranlar çıkar da…
Biz de seve seve okuruz.

Macit CÜNÜNOĞLU

25 Temmuz 2023

YEŞİLIRMAK



Doğduğum evin bahçesinde kırmızı güller vardı.
Bir de duvarın dibinde gülbahar çiçeği.
Tam karşı köşede şimşir ağaçları…
Ortada havuz, bir metre yanında kiraz ağacı…
Gövdesini saran kabuklardan tezene yapardım.
Bağlamamım sesi gür çıksın diye.
Evet, çocukluk anıları asla unutulmuyor.
Aşk gibi, bir çift yeşil göz gibi insanın yüreğine işliyor.
Ve hayat akıp gidiyor, nehirler gibi.

Amasya da yerinde durmuyor.
Kocaman bir şehir oldu, nüfusu 200 bine ulaştı.
Belki eski hâlinden o da memnun değildi.
Üniversitesi yoktu, şimdi var.
Saltanat kayığı yoktu, şimdi var.
Kale karanlıktı, şimdi ışıl ışıl.
Kent içi otopark yoktu, şimdi var.
Hem de okul yıkma pahasına.
Orduevi dağın eteğindeydi, şimdi ırmak kenarında.
Üç dört yıldızlı otelleri yoktu, şimdi sürüsüne bereket.
Üstelik Hilton’una kavuşuyor, çok yakında vatandaşın hizmetinde.
Sarı başkanın giderayak hediyesi.
Tarihi parkımız elden gitti ama “itibardan asla
tasarruf olmaz.”
Asrın lideri de böyle diyordu!
McDonald’s, Starbucks yoktu, şimdi tıka basa.
Tramvayımız yoktu, şimdi lastik tekerleklisi var.
Teleferiğimiz yoktu, halkımız uçtu, artık semalarda.
Sanayi yoktu, şimdi mis kokulu maya fabrikalarımız var!
Daha ne olsun?
Özetle Amasya devrim yaşıyor devrim.
Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar şehrimizi
sarıp sarmalıyor, girmediği köşe bucak kalmıyor.

Ve Yeşilırmak, gözümüzün nuru, gönlümüzün sultanı…
Binlerce yıldır yolculuğuna aheste aheste devam ediyor.
Rengi biraz bozulmuş, sularıyla oynaşan salkım söğütler
yok olmuş, kaytan bıyıklı ılganusun nesli tükenmiş…
Yine de şikâyet etmiyor.
Sadece özlüyor, geçmişi, taşan coşan kenti tehdit eden hâllerini.
Ama efelik devirleri çok gerilerde kaldı, adı gibi tarih oldu.
Geçenlerde kulağıma fısıldadı, kara donlu çocuklarla halvet
olduğu yılları anlattı.
Baktım gözleri yaşarıyor, belli ki içi acıyor.
Bilir misiniz, onun da kalbi var.
Bağları bahçeleri sular, meyvelerin en güzeli yetiştikçe mutlu olur.
Yine de gençlik yıllarını özler.
Bu kente can suyu olmuştur, hayat vermiştir.
Efsanedir, şairlerin ilham kaynağıdır.
Nice aşklara şahittir, kenarına çöken şarapçılarla yarenlik eder.
Yatağından yalnızca su akmaz, tecrübe vardır kıvrımlarında.
Ve binlerce yıllık tarihi birikim…
Aheste aheste ilerler…
Ta Karadeniz’le buluşuncaya kadar.
Artık denizdir, okyanustur…
Mutasyona uğramıştır, ama Amasya her zaman yüreğindedir.
Benim olduğu gibi.

Macit CÜNÜNOĞLU