bir şair vardı, öğretmen

30 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
30/06/2014 06:51

     Piyer Loti manzaraları!

A+
A-
Tayyip’siz hayatı solumak gerçekten güzel.
Bol oksijenli ortamlarda yaşamaya benziyor.
Sanki güneş bile farklı…
Bir de Yıldız Parkı’ndaysanız sincaplarla göz göze geliyorsunuz…
Ve sessiz bir diyalog başlıyor aranızda…
“Nasılsın Sincap kardeş?”
“Anlıyorum ki uzun süredir burada yaşıyorsun.”
“Abdülhamit’in ayak izleriyle karşılaşıyor musun?”
Derhal cevap veriyor:
“Karşılaşmak ne kelime, ruhu sinmiş parka.”
“Bilirsiniz, iyi marangozdur, ağaçtan anlar.”
“Çalışmalarında en çok kestaneyi, cevizi kullanmıştır.”
“İlmek ilmek oymuştur ürettiklerini…”
“Yalnız yaydığı korkular yok mu?”
“Aradan yüzyıl geçmesine rağmen hâlâ yüreğimizde yaşar!”


Vay be, zavallı sincabın hisleri buysa, ya insanların?
Lâf aramızda, iyi ki Abdülhamit döneminde yaşamıyoruz…
Ne zor iştir sıkıyönetim altında nefes almak…
Hele hele de adı konmamış,  derinden hissediliyorsa…
Aman tanrım, gerçekten özgürlüğün lezzeti bambaşka!

Fakat Tayyip ustanın idaresi de istibdat devrini aratmıyor.
Dün Eyüp Sultan’daydım…
Ramazan-ı şerifin ikinci günü, sabahın erken saatlerinde kalabalık yok,
ortalık bomboş.
Türbenin restorasyonu sürüyor, sanırım iki yıl oldu…
Ne hikmetse AKP’li müteahhitler aldıkları işleri bitirmek bilmiyorlar.
Örneğin Ortaköy Camii, tamı tamına üç yıl sürdü…
Hâlbuki Balyan ailesine verilseydi, aynı süre içinde en az üç cami dikerdi,
bir de kilise (bonus niyetine)…

Neyse, dönelim Eyüp’e…
Camiyi ziyaret ettim, bir iki fotoğraf…
Bir de 99’luk tespih, tespih sahibinin elinden kaçıp bir köşeye sığınmış…
Baktım; yalnız ve mahzun, derhâl insanî görevimi yerine getirip cebime attım…
Artık mutlu ve huzurluydum, çünkü tespihin boyuna posuna zarafetine
ilk görüşte âşık oldum…
Mübarek çektikçe parmaklarımdan kayıyor, manevi dünyamı aydınlatıyordu.
Caminin avlusunda biraz daha huşu içinde dolaştım ve bu duygular içinde
teleferiğe bindim…
Ver elini Piyer Loti…
Aslında zampik Fransızı sevmem ama adı bahşedilen koordinatlar mükemmel…
Belki de tarihî İstanbul’un en müstesna köşesi…
Tam karşısında Altın Boynuz, bir nevi Marmara’nın mavi Tuna’sı!

Her zamanki gibi ilk işim Hüseyin Avni Lifij’le buluşmak oldu…
Bana göre Osmanlı’dan yadigâr en değerli ressam…
Ne yazık ki kırk bir yaşında öldü…
Hatta bu toprakların Van Gogh’u, fakat bırakın dünyayı bizden tanıyan yok!
Öylesine ki, tam mezarının bitişiğine büfe kondurmuşlar…
Ve büfenin çör çöpü mezarın üstünde, üstelik kocaman kovalar hâlinde!
Şikayet amaçlı fotoğraflayıp belgeledim…
Ve üzüldüm; sanat adına, insana verilen değer adına utandım…
Tam Kültür Bakanı’na bir küfür sallayacakken…
Aklıma Yıldız Parkı’ndaki sincaplar geldi, özellikle söyledikleri…
İnanmayacaksınız, vallahi billahi korktum…
Çirkefe bulaşmaktansa çalıyı dolaşmak evladır ilkesiyle efkârdan bir sigara
yakayım dedim…
Yine korktum, bu kez Tayyip’ten, hışmından…
Malûm Ramazan, oruç ayı, ya adamları (kefenliler sürüsü) palayla kovalayıp beni keserlerse…
Çünkü fıtrat meselesi…
Sustum, öfkemi içime akıttım, kuyruğumu kıstırıp Kadıköy’ün yolunu tuttum…

Bu arada Eyüp’te bulunan cellatlar mezarlığını bulup inceleme amaçlı ziyaret edecektim…
Bakarsınız Yasin bile okuyabilirdim, o anki psikolojime bağlı…
Sordum soruşturdum, zaten bilen eden yok, bir dahaki sefere deyip vazgeçtim…
Evet, dönüş yolunda aklımın bir köşesinde Abdülhamit’in zulmü, bir köşesinde bizim belâ…
Yani filli Başkan, başkanlık sistemi…
Ve o meşhur millî deyişe çaresizce sığındım: “Haydi hayırlısı!”na…

29 Haziran 2014

 
Macit CÜNÜNOĞLU
29/06/2014 06:32

     Dante'nin cehenneminden!

A+
A-
İnsan yüreğinin sürgünde yaşaması dünyanın en zor işi olsa gerek…
Üstelik ülkesinde, yaşadığın topluma uyum sağlayamamak, gidişattan
hoşnut olamamak, zorunlu olarak diasporaya katılmak…
Aman tanrım, ne fena!
Dikkat ediyorum, çevrem dâhil oluşturdukları minik adacıklarda
yaşayan o kadar çok tanıdığım var ki…
Kim bilir ülke çapında sayıları kaça ulaşmıştır?

Kısaca, ayrı dünyaya ait olmak, kendi dışındaki gelişmelere ilgi duymamak…
Farklı düşünmek, eğlenmek, gülmek, konuşmak; ama her alanda, her şeyde…
Başka türlü yaşamak, başka gezegenin üyesiymiş gibi davranmak…
Ve her şeyden önemlisi mutlu olmak…
Hakikaten kolay mıdır, başa çıkılabilecek iş midir?

Hiç sanmam, ama yine de hayatın gerçekleri…
İstediğiniz kadar kabul etmeyin, reddedin…
İnsan denen varlık tercihleriyle yaşar.
Kimi kalabalıklara karışır, okyanustaki damla misali hissedilmez, sessizdir…
Varlığıyla yokluğu tartışılır, lâkin mutludur…
Ait olduğu toplumla birlikte güler ağlar…
Asla yalnız değildir, koro hâlindedir, sesi güçlü çıkar…
Eğlencede, gezide, ibadette hep beraberdirler…
Moraller yüksek, maneviyatları sağlamdır…
Tek bir yumruk olarak sonsuzluğa koşmanın keyfini yaşarlar!

Ya adacıklarda kıvranan yalnızlar, benlikleri mızmız, sinameki azınlıklar…
Kuşatılmış hayatlar; bir temasa, bir sese, bir gülümsemeye ihtiyaç duymayanlar…
Sürgünün ağır koşullarına rağmen kızılcık şurubu içenler…
Bir dokunuştan mahrum hüzünlü dünyalar…
Ne âlemdeler?
Eğer onlar da mutluysa mesele yok…
Alan razı veren razı, başkalarının hayatlarından bize ne?

Ayrıca Schubert dinlemek, Balzac okumak, Lorca şiirleriyle mest olmak,
Goya’nın tablosunun altında uyumak hayatın en değerli lezzetleri değil mi?
Ne güzeldir yaşarken cennete kavuşmak…
“Tanrı herkese nasip etsin” diyelim ama lâf aramızda pek de imrenilecek hayatlar değil!
Nedenine gelince; başta kavga gürültü anarşi yok…
Otomatiğe bağlanmış tempo, kurgulanmış düzende korku dâhi yaşanmıyor…
En önemlisi isyan; fırtınalar esmiyor yüreklerde, âdeta felce uğramış mekanizmalar…
Öyleyse onların olsun dünyaları, kolay gelsin hayatları, önü açık olsun yolculukları!

Ben ise her şeye rağmen Dante’nin cehenneminde olmayı seçerdim…
Huzursuzluğu, sıkıntıyı, ateşi, telaşı severim…
Zaten kavruk yaşadık, yanıktır yüreklerimiz…
Bana ne el âlemin erişilmez zevklerinden…
Bir lokma bir hırka olmasa bile bir “aşk” olsun gönlümüzde…
Sarıp sarmalasın dört bir yanımızı…
Hava olsun, güneş olsun, bulut olsun, kuş olsun, çiçek olsun…
Fark etmez…
Yeter ki çıkalım gökyüzüne…
Tanrı katına…
Alt kattakilerin hayatı kendine, benimki bana…
Yalnız sevdam olsun isterim.

İşte o zaman çoğalırım sevgiyle, yağmur olur yağarım…
Karışırım toprağa, geldiğim yere…
Milyarlarca yürekle buluşurum…
Ve tekrar başlar hayat…
Üzerimde gelinciklerin kokusu…
Sürüp gider devri âlem…
Mutlak ölüme, adımız hatırlanmamaya, unutuluncaya kadar.

28 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
28/06/2014 06:04

                   "Yazı" sevdası!

A+
A-
Yayıncı bir dostumdan öneri geldi:
“Madem her gün yazıyorsun, çocuk hikâyeleri de yaz.” dedi.
“Olur” dedim, “en azından denemiş olurum”
Nasıl olsa işin ucunda ekmek parası yok, taş atıp kolumuz da ağrımayacak…
Ayrıca yazılacak hikâyelerin öznesi çocuk…
Eski bir eğitimci olarak hiç de fena olmaz.
Bir de torunlarım, zaten onlarla beraber büyüyorum…
Aklım yattı ve o heyecanla oturdum klavyenin başına.

Artık bir başka boyutta yazı serüvenim başlayacak…
Bana ne siyasetten, günlük dedikodudan…
Tayyip denilen sultan da alsın başına çalsın köşkü...
Millî iradeyi de promosyon olarak takdim ediyorum…
Ki tepe tepe kullansın, sömürsün!

Oh be, dünya varmış…
Yıllar sonra ilk kez kendimi rahatlamış hissediyorum…
Ne güzel duyguymuş özgürlük, çocukların dünyasında olmak…
Ayşe, Ali, Zeynep, Can daha binlercesi…
Hep beraberiz; evcilik oynuyoruz, çember çeviriyoruz, dokuztaş, körebe derken…
Gerçekten burası başka bir âlem…
Sevinç, coşku, gülmek, koşmak, kaçmak, yakalamak, sobelemek…
Daha neler neler!

Hafifledim artık, uçuyorum…
Yer ayırttım martıların kanatlarından…
Yolculuğum bulutlara, güneşe, yıldızlara, meleklerin dünyasına…
Tutmayın beni, aşağı çekmeyin, gülmeyin hâlime…
Hiç olmadığım kadar mutluyum, sevinçliyim!

Fakat o ne?
Beynim dolu, karıncalanıyor, uçuşuyor kelebekler…
Lâkin söz olup dökülmüyor klavyenin tuşlarına…
Aman tanrım, ne zor işmiş!
Yüreğim sıkışıyor, ellerim titriyor…
Çocukluk yıllarım geliyor aklıma…
Ben ne zaman büyüdüm, yaşlandım…
Yoksa bunadım mı, kocadım mı?
Silinmiş hafızamdan hayâller, o güzelim duygular…
Acımasızca, sanki yaşlı gönlümden intikam alırcasına!

Yine de çabuk teslim olmuyorum…
Biliyorum, morale motivasyona ihtiyacım var.
Derhal çocukların ellerini tutmalıyım, tertemiz dünyalarında yolculuk etmeliyim…
Arkadaşça, dostça…
Belki zaman tüneli, yedi sekiz yaşlarına acilen ışınlanmalıyım…
Ve ondan sonra siyaset yazar gibi aynı iştahla bilgisayarın tuşlarına basmalıyım…
Mehmet olup, Cemile olup, milyonlarca yürek olup…
İçimden geçenleri en yalın hâliyle ifade etmeliyim…
Sevgiliye, sonsuzluğa mektup yazarcasına!

Ve en altta da do mi sol mi mi, sol mi mi re re…”
notaları yer almalı, en güzel şarkı, sevginin sesi “Dostluk” parçası…
Kaybedecek vakit yok, tekrar başa dönmeli…
Çocukların, çocuklarımızın dünyasına…
Arkadaşlıkların en değerlisi yaşanmalı; yalansız, duygu yüklü, içten, tertemiz…
Daha çok sevmek, daha çok insan olmak için!
“Var mısın Macit?”
“Elbette, elimden geldiğince…”
Beceremezsem utanmam, en azından “denedim” derim…
Ve bir kez daha, bir kez daha denerim…
Ta ki ben yazıyı, yazı beni terk edinceye kadar!

27 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
27/06/2014 08:29

         Haydi Taraf, bastır...

A+
A-
Kabineden arkasında duracağım bir bakan ismi ver deseler
aklıma tartışmasız Mehmet Şimşek gelir.
Çok severim delikanlıyı. Alışılagelenlerin dışındadır.
Epeyce özelliği bünyesinde barındırır.
Her şeyden önemlisi hem Türk hem İngiliz vatandaşıdır.
Bir nevi çifte kavrulmuş.
İlk eşi İngiliz, ikincisi ve sonuncusu bizdendir.
Halis Türk ve Müslüman!
Kendisi Kürt’tür, Batmanlı.
Siyasalı bitirmiş, Londra’ya kapağı atmıştır.
Dürüsttür, bir Britanyalı kadar sadedir.
Ve bunlar benim bildiklerim, basın yoluyla vatandaşa yansıyan…
Bir de bilmediklerimiz?

2007 yılında ülkemize transfer edildi, Tayyip Abisi tarafından…
Mesleği ekonomist, ülkenin parası maliyesi kendisine teslim edildi.
O gün bu gündür memleket huzur içinde…
Ne yolsuzluk ne rüşvet, film artistlerinin Cannes’da giydiği yürek hoplatan
elbiseler gibi devletimiz şeffaf, bilhassa ihaleler!
İşte kalite, işte huzur, işte ayakkabı kutusu…
Bununla kalsa iyi, biricik hükümetimize iftira atıldığı çamurlu günlerde
Mehmedimiz çıktı ortaya, şimşek gibi bir lâflar etti…
Dedi ki: “Olaylar içinde bir yakınım olursa anında istifa ederim!”

Toplum rahatladı, hırsızlıklar soygunlar ayyuka çıkmıştı…
Ancak istifa eden yoktu, yani dörtlü çeteden ses çıkmıyordu…
Fakat Avrupa terbiyesi görmüş Mehmet yok mu?
Yaptı yapacağını; duruşuyla söylemleriyle halkımızın yüreğine su serpti.
Ve seçmen hareketlendi, Mart ayında yapılan seçimlerde AKP’ye yüklendi…
Sakın yanlış anlamayın, oy olarak yağdı gürledi, iktidarı onuncu kez yüreklendirdi…
Her şey yolundaydı, gidişat on numaraydı!

Ta ki Taraf’ın muzırlığına kadar…
Daha düne kadar hükümetin bir numaralı şakşakçısı gazete kalkmış,
müfteriler kervanına katılmış…
Olacak iş mi?
Üstelik hedefe bizimkini koymuş, yere düşse çamur olmayacak mücevheratımızı…
Sevgili Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek beyefendiyi…
Asilzadem benim, sana yan gözle bakanın gözünü oyarım!

Neymiş efendim, abisi Selahattin Şimşek akçeli işlere sıklıkla bulaşıyormuş…
İzmir Liman'ı, askerî ihaleler vs…
Çok ayıp, tamam; meyve veren ağacı taşlarlar ama bu kadarı da olmaz…
Ayrıca bu ülkede herkes yanlış yapar, bir tek O yapmaz…
Mehmet Şimşek, zaten yanlış yamuk olsa anında istifayı basar…
Bilirim, diğerleri gibi (egemenler, çağlayanlar) değil ince derilidir…
Duygusaldır, zariftir, centilmendir…
Başta dedik ya, full aksesuar asilzadedir…
Salar av köpeklerini iftira çalanların üzerine, anında çözülür mesele.
O da öyle yapmış, Taraf gazetesini iki ay içinde iki kez incelemeye almış…
Ayıptır söylemesi, Taraf’ı sevmesem de yönetim binasının terasında hizmet veren
Kafe Kafka’yı çok severim, hatta müdavimiyim…
Taraf’ın patronu Başar Arslan işletir, zaman zaman karşılaşırım…
Doğal olarak bugünlerde çok sıkıntılı…

Geçenlerde yanına uğrayıp “etme, bulma dünyası” demek istedim…
Sonra vazgeçtim, yesinler birbirlerini…
Parayla değil sırayla…
Bastırıyor Taraf…
Dün militerlere, bugün iktidardakilere…
İşletmenin dilek ve öneriler kutusuna yazıp attım:
“Başarcığım, seni öpüyor destekliyorum, arkandayım…
N’olur başladığın işi yarım bırakma, devir iktidarı, neşelendir bizleri!”

26 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
26/06/2014 07:43

      Ezilenlerin dünyasından

A+
A-
Emekli Banka Müdürü dostum Tayfun Sözer kurmuş…
Adı: Türkiye Mızıka Platformu
Şimdilik 3232 üyesi var, topluluk her geçen gün genişliyor.
Zaman zaman benim de katıldığım buluşmalarımız var…
Canlı performans, gençlik aşısı, müthiş keyif!
Giriş bölümü Tayfun’dan, onlarca mızıka, her birinin özelliği farklı…
Deneysel eğitim, dersimiz o minik enstrümandan yayılan harika sesler…
Sonra pratik, gençler alıyor sazı eline…
Hani içmeden sarhoş olma hâli var ya, aynen öyle…
Vuruyorlar blues ezgilerin dibine dibine!

Evet, blues…
Dört yüzyıllık geçmişe sahip…
Kökleri Afrika; on yedinci yüzyıldan itibaren Amerika kıtasına getirilen kölelerin
hüznü, umudu, özgürlüğü ve derin acıları…
Tarlada çalışan, prangalara mahkûm edilen kara talihli insanın dayanılmaz ağıtı…
Bluse, köleliğin kaldırılmasıyla birlikte (1865) dalga dalga dünyaya yayılan eşsiz müzik…
Belki Afrika’nın arabeski, kahrolası kederle yoğrulanların insanlığa haykırışı!

Son Dünya Kupası’nı izlerken bir kez daha emin oldum…
Yalnız müzikte değil, futbol dâhil tüm alanlarda Afrikalıyım…
Nijeryalı, Ganalı, Kamerunlu, Fildişili, Cezayirli…
Fark etmez, neresi olursa olsun, artık kara kıtalıyım.
Bazı sahtekârlar gibi söz de değil öz de!

Hani bizim mazlum tüccarı var ya…
Yüzde ellilik, müstakbel devlet başkanı…
Halkın dinini, milliyetini, her türlü duygularını sömüren…
Afrika’nın eli kanlı diktatörleriyle işbirliği yapmaktan beis duymayan…
Kefenliler, IŞİDLİLER, İhvancılar, Hamascılar, Hizbullahcılar gibi bilumum
kanlı orduların onursal komutanı…
Ne sağcı ne solcu, sadece eski futbolcu…
Bu ülkenin kaderini tayin eden insan…
Olmaz olmaz ya…
Blues dinlese, azcık ezilenden yana olsa…
Bir de bizim mızıkacıların toplantısına katılsa…
Seyreyleyin manzarayı, dinleyin makarayı!

Lâkin o paralelle meşgul, böcekle uğraşıyor, tayin terfii rutin işleri…
Bu arada Esad’la baş edemedi, düştü IŞİD’in peşine…
Yeni macera…
Yer: Irak, kaçırıldı vatandaşım…
O hâlâ maval anlatıyor, eğer bu halk yerse!

Evet, sıkıntılı günlerden geçiyoruz…
Allahtanki Dünya Kupası yetişti imdada…
CHP’den hazır umudu kesmişken, düştük Afrika'nın peşine…
“Ya ya ya, şa şa şa, Drogba Drogba çok yaşa!”
Sen yaşama usta...
Çok canımızı yaktın çok, kıydın çoluk çocuğumuza…
Katillere öpücük, bizlere kurşun yağdırdın!
Esir ettin bu halkı yaban ellerinde...
Saddam’ın ahı mı tuttu ne?
İnşallah tez zamanda Tomalara gelesin, altında kalıp ezim ezilesin!
Hem de çöreklendiğin saray diplerinde!
Bak o zaman, toplayacağım grubu…
Mızıkalardan çiftetelli isteyip göbek atacağım!
Oldu mu, sakın kusura kalma!

25 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
25/06/2014 06:44

     CHP'nin dayanılmaz halleri!

A+
A-
Recep Tayyip Erdoğan (RP)… Yüzde 25,19
İlhan Kesici (Anavatan)… Yüzde 22,14
Zülfü Livaneli (SHP)… Yüzde 20,30
Bedrettin Dalan (DYP)… Yüzde 15,46
Necdet Özkan (DSP)… Yüzde 12,38
Ahmet Vefik Alp (MHP)… Yüzde 1,87
Ertuğrul Günay (CHP)… Yüzde 1,40

Yukarıdaki tabloya dönüp dönüp bakmalı…
Mümkünse her seçim dönemi imsakiye misali bastırıp partililere dağıtmalı…
En azından değerli sultanımızın politikadaki kutsal doğum günü aşkına!
Topu topu yirmi yıl öncesi, milat mı dersiniz siyasî gaflet mi?
Tarih 27 Mart 1994, İstanbul yerel seçimleri…
Bir varmış bir yokmuş türden, gidenlere rahmet kalanlara selamet!

Evet, bu antik fotoğrafı nasıl okumalı?
Hemen fikrimi belirteyim; öncelikle manzarada demokrasi kültürü yok.
Örneğin merkezdekiler; sağ iki, sol üç…
Alt alta, yan yana topluyorsunuz;  netice sıfır…
Çeşni olarak bir milliyetçi; oldum olası etkisiz eleman, genellikle iktidar kuyrukçusu…
Bir de radikal dinci; o gün İstanbul’da, bugün (12 yıldır) Türkiye’de iktidar!

Dünya siyasî tarihinde böylesine dangalakça kontrpiyede kalmak var mıdır
veya kariyer düşkünü egoların önlenemez sefaleti midir?
Ayrıca “bir kazadır, geldi geçti” diyelim ama bi daha, bi daha düşülmedi mi aynı tuzaklara?
Dedim ya, demokrasi geleneği patolojik, ayrıca dört dörtlük uzlaşma kültürü olsa tüm bunlar
gelir miydi başımıza?
Yok işte, maalesef yok, ideali dar grup çıkarları, böyle gelmiş böyle gider meselenin özü!

Biliyorsunuz,  Dünya Kupası nedeniyle gündem futbol, futbol hatalar oyunudur.
Peki, siyaset, siyasetteki ayak oyunları?
Hadi bir adım öteye gidip oy verdiğimiz partiye yönelelim…
CHP’ye, CHP’nin iflâh olmaz hallerine!
Mübarek politik organizasyon değil, Hisseli Harikalar Kumpanyası!
Özellikle 12 Eylül travmasından sonra ipten kurtulmuş düveler gibi yalpalıyor,
kan kaybediyor, hata üzerine hata yapıyor…
Hatta saha dışına itiliyor (1999), ancak yine de bildiğini okuyor!
Nereye kadar, sahi nereye kadar gider bu yapı?
Ne sarı ne kırmızı kart fayda ediyor, gözü kara, illâki ilk turda elenecek!

Öyleyse kadroda sorun var, baştan sona…
Koç tepeden inme, bürokrasiden gelme, olgunlaşmamış ham meyve.
Asistanlar acemi, kıdemliler kızakta…
Taktik, strateji, hedef rastgele…
Oyuncular çok parça, rüzgârlardan etkilenenlerin yanı sıra genellikle birbiriyle ölümcül rakip…
Birileri için “A”, diğerleri için “Z”
Haydi “güle güle” de diyemiyorsunuz…
Hep birlikte ilerliyorlar cumhurbaşkanlığı seçimleri ekseninde…
Adayları Ekmelettin İhsanoğlu
Ne arkasında duran var ne yanında…
İşleri güçleri kendi icatlarına muhalefet!

Ah Ekmel Abi ah!
Önce yirmi imzayı kap, sonra istifayı bas…
Ondan da şüphem var ya…
Sonracıma da nezaket çerçevesi içerisinde CHP’ye bir mektup yaz…
Üzerinde “Top Secreet” olsun, neme lâzım, dost var düşman var…
Hepsinden önemlisi er doğan tele kulak var…
De ki, “alın partinizi donunuza sokun!”
En azından seçilme şansı yüzde 99 nokta 9 olan Baykal’ın önü açılsın!

24 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
24/06/2014 08:29

    Tüm güzellikler(!) sayenizde

A+
A-

Çatı adayının uzun çalışmalar sonucu bulunup piyasaya sürülmesi
iyi mi kötü mü oldu, en azından muhalefet açısından?
Dışardan bakıldığında müttefiklerden MHP sağlam duruyor,
mucidi oldukları formülün topyekûn arkasındalar.
Gel gör ki aynı tutarlılık CHP için geçerli değil…
Her kafadan bir görüş çıkıp itirazlar giderek yaygınlaşıyor.
Bence normal, çünkü orası CHP, bazılarına göre biat kültürünün sökmediği,
demokrasinin egemen olduğu parti…
Sevsinler, öperim sizi!
Bir de seçimler arifesinde milletvekili listesi oluşumu sırasında görüşsek…
Bakın o zaman o özgürlük sevdalısı insanların düştüğü hâllere…
Çünkü siyasetin kulisi değme tiyatro sahnelerini aratmaz!

Evet, benim de dâhil olduğum çoğu çevrelerce Ekmel Abi yok hükmünde sayılıyor…
Ayrıca onlarca komplo teorisi…
Sonuncusu dün akşam yakın bir dostum tarafından Merzifon’dan iletildi…
Efendim, sayın İhsanoğlu’nun adaylığı Abdullah Gül’ün Suudi Arabistan ziyareti
sırasında bizzat kralla yaptığı görüşmede belirlenmiş…
Olur mu olur, ben de şüpheleniyordum…
Nerden çıktı bu muhterem, kesin birilerinin adamıdır diye!
Yoksa Obama’nın mı?

Her neyse, Ekmel Abi’nin adaylığı özellikle CHP cephesini kökten karıştıracağa benzer…
Zaten taraflar kılıçları kınlarında fırsat kolluyorlar…
Ortaya kim çıkarsa çıksın, illâki muhalefet olacak…
Eee, ne de olsa CHP, kronik rahatsızlıkların hüküm sürdüğü antik çağ ürünü…
Kendini hâlâ Bizans’tan kalan tarihi eser sanıyor!

Benimser veya benimsemezsiniz…
Oy verir veya vermezsiniz…
Herkesin kendi bileceği iş, lâkin her İslâm aydınını şeriatçı sanmayın…
Boş verelim eşinin açık olduğuna…
Din denilen öyle bir olgu ki, onunla kavga eden sittin sene geçse de
demokratik yollardan iktidara gelemez…
İnanmayan insanlık tarihine göz atsın veya dağılan Sovyetler Birliği’ne gitsin…
Baksın daha dün reddedilen kilisenin, papazın itibarına!

Ayrıca Ekmel ile Tayyip’in aynı kefeye konulmasından vazgeçilsin…
Aynı hamurun kurabiyeleriymişler…
Hadi canım, tek kelimeyle adamın yaptığı tahsile saygısızlık…
N’olmuş yani Mısır’da doğmakla, din öğrenimi görmekle…
Dillerimizden düşürmediğimiz, macerasını ezbere bildiğimiz
“Simavna Kadısı Oğlu Şeyh…” kim?

Anlaşılıyor ki film daha yeni başlıyor…
Cumhurbaşkanlığı seçimleri bahane, mühim olan CHP içinde parsa toplamak…
Zaten kızıştı ortalık, öfkeler kinler birikti…
Umurumuzda mı gelecek, derdimiz mi demokrasi?
“Dün dündür, bu gün bugün…”
Dün savunulan değerler bugün ayaklar altında…
Yaşasın parti içi mücadele, necip halkımıza örnek teşkil etsin…
Ve biricik sultanımız bizlerin sırtına basa basa DEVLET BAŞKANI olsun…
Afiyetler efendim, vatana millete hayırlı olsun…
Tüm güzellikler(!) sayenizde…
Öyleyse yola devam, tam şeriata teslimiyete kadar…
Modern, kapitalist…
Adı: Tayyipistan!

23 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
23/06/2014 07:48

      İçim acıyor içim!

A+
A-

Kurtuluş Savaşı’nın çıkış noktası, tarihsel belgesi 22 Haziran 1919’da
deklere edilen Amasya Genelgesi’dir.
Altı yüz yıllık imparatorluğa isyan edilmiş ve Batı’nın emperyal güçlerine
karşı mücadele kararı alınmıştır.
Gerisi teferruattır; yok efendim Bandırma Vapuru fırtınaya yakalanıp batma
tehlikesi geçirdi, buna rağmen M. Kemal Samsun’a çıktı, oradan Havza’ya vs.
Amasyalıyım. M. Kemal 12 Haziran günü şehre gelmiştir.
Hatta soyadını taşımaktan gururlandığım ailem karşılama heyetinde yer almış
ve önder ile arkadaşlarına maddi, manevi ikram izzette bulunmuşlardır.

Fakat gel gör ki 12 Haziran âdeta kutsanıp kent için milat kabul edilmiştir.
Yıldönümlerinde festivaller düzenlenir, günün anlam ve önemine binaen
“12 Haziran” isim olarak bir yığın alanda kullanılır.
Zaten oldum olası işin özünü kaçırıp şematizmi, tantanayı seven bir milletiz…
Olayların anısına bayrak taşırız Samsun’dan Ankara’ya…
Gençler koşar, güzergâhtaki yerleşim yerleri ayağa kalkar…
Devir teslim törenlerinde görev almış bir fert olarak gözlemim, tabii şimdi…
Bu içi boş şovun hiçbir manası yoktur, ayrıca İmam Hatip fırtınası nedeniyle
günümüzde koşturacak genç bulmak epeyce zordur…
Bağımsızlığın değerini içselleştirmiş, ulusal onurun farkına varan gençlik…
Hani nerde?

“22 Haziran” bana her zaman “4 Temmuz”u çağrıştırır;
“Amerika Bağımsızlık Bildirgesi”ni.
Büyük Britanya Krallığı’na kafa tutan on üç koloni 2 Temmuz günü bağımsızlığını
ilân eder ve kongreleri bu tarihi kararı 4 Temmuz 1776 tarihinde onaylar.
Bildirge öz itibariyle şu gerçekliği vurgular:
“Bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Yaratıcıları tarafından onlara hayat,
özgürlük ve mutluluk arama hakkı verilmiştir ve bu haklar geri alınamaz.”


Bu belgede ifadeye kavuşan yönetim ilkeleri için de, Amerika başkanlarından
Thomas Jefferson şöyle demiştir:

Bu hakları korumak için insanlar arasında meşru, iktidar hak ve yetkilerini
yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur.
Herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa,
onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya
en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen
yeni bir hükümet kurmak o halkın hakkıdır.”


Görüyorsunuz, özgürlükler şampiyonu ABD meseleyi yaklaşık iki yüz elli yıl önce çözmüş…
1789 Fransız İhtilali’nden, 1848 Sanayi Devrim’inden önce…
Ve bir de film patlatmış, adı: “4 Temmuz”, fonda kanlı Vietnam, başrolde yakışıklı
Tom Cruise, insanlık âleminin beynine nakşetmiş 4 Temmuz’u…
Neredeyse tüm dünya kutlayacak!

Daha dün idrak ettik 22 Haziran’ı…
Ne siyasetin dilinde, ne basının…
Hele hele de CHP, neyse açmayayım Pandora’nın kutusunu…
İçinden umut da çıkmaz, karamsarlık kaos belirsizlik, daha ne olsun?
Aslında bu ülkenin rahmine düşen cenindir Amasya Genelgesi, tarih 22 Haziran 1919
Gerisi hikâye…
Yüreğimde tek bir bayram var…
Kurtuluşu, özgürlüğü, yurttaşlığı müjdeleyen…
O tarihte güneş parlamıştır Anadolu’da, Amasya’da…
Güneşin doğduğu topraklarda…
Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunan İzmir’de, Ege’de…
Ne yazar…
Asıl kavga, direniş başlamıştır 22 Haziran’da, Amasya’da…
Bekle saltanat, bekle düşman; geliyor halk, önde M. Kemal…
Bugün ne gençlik ne halkımız farkında…
Yaşasın RTE, yaşasın AKP, yaşasın Cemaat…
Başlarım lan böyle tarihe, böyle gerçeklere…
İçim acıyor içim, sızlıyor yüreğim!

22 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
22/06/2014 08:25

          Utan insanlık utan!

A+
A-

Nihayet adam gibi bir futbol izledim. Heyecan dorukta, seyir zevki yüksek…
Üstelik ilk kez taraftar olmayı becerdim, dün akşamki Almanya-Gana millî maçında
Ganalıydım, Afrikalıydım, karardı derim, hop oturup hop kalktım…
Bizimkiler bastırıp gol attıkça coştum; ıslıklar çaldım, sloganlar attım…
Gol yiyince başım öne düşüp hüzünle sessizliğe gömüldüm.
Ancak dün gece futbol dolu bir gece yaşadım…
Bir önceki maçta da komşudaydım, İranlıydım…
1-0 yenildik Arjantin’e, uzatmada gol attı Messi, yıkıldım, hâlbuki galibiyet
İranlıların hakkıydı, cilalı rakipleri karşısında iyi futbol oynamışlardı.

Evet, Gana çağın oyununu bir başka yorumluyor…
Top teknikleri olağanüstü, kıvraklar, hızlılar, takım dayanışmaları üst düzeyde…
Bir avuç seyircileri eşliğinde umutları, inançları sahanın her alanına yansıyor…
Karşılarında dünya devi Almanya, şampiyonanın favorisi…
Her bir futbolcusunu sporseverler ayakkabı numarasına kadar tanıyor…
Müller, Laam, Kloze, Götze sanki bizden biri…
Üç milyon vatandaşımız yaşadığı içindir mi neden, Almanya halkımız için
gerçekten ikinci vatan, bir sevgi bir sempati sormayın gitsin!

Gana yoksul, haritada yerini göstermekte zorlanacağımız bir ülke…
Yirmi beş milyon nüfuslu, Atlas Okyanusu kıyısında, Orta Afrikalı…
Başta altın elmas, maden yönünden zengin…
Lâkin sömürge, Avrupalılar yüzyıllardır çökmüş tepesine…
34 milyar dolar GSMH, bin küsur dolar ulusal gelir…
En son Büyük Britanya’ya kalmış ihale, ta 1957’e kadar…
İngiliz asilzadelerin arpalığı olmuş, diğer Afrika ülkeleri gibi!

Ulusal marşları “Tanrım Gana’yı koru” diye başlıyor…
Tanrı duyar mı bilmem, “futbol” denilen mucizenin hayatlarında olduğu kesin…
Kara kıtanın favorisi, çoğunlukla şampiyon…
Âdeta futbolcu üretim merkezi, dünyanın dört bir tarafına futbolcu gençler
ihraç ediyorlar, döviz kaynağı, turizm elçisi, tanıtımın yıldızları…
Hepsi müthiş yetenek, DNA’larına kodlanmış acı, kölelik, sefalet, …
Beyaz insanın üstünlüğüne dayalı mutlak efendilik…
Kara talih, Afrika’dan başlıyor mu insanlığın insanlık dışı dramı?

Özlemişim, gerçekten taraftar olmayı özlemişim…
Dün gece yalnız futbol izlemedim, göç etmişti yüreğim, seyahate çıkmıştı…
Atlas Okyanusu sahillerindeydim, artık Ganalıydım…
İlgilenmiyordum altınla elmasla…
Gayet iyi biliyordum ki onlar sömürgecilerin tekelinde, kanlı ellerinde…
Sadece insanî duygular sarmıştı benliğimi, top yekûn Afrikalıydım…
Haykırıyordum içten içten, “utan insanlık utan”
Sen bıraktın bu kıtayı aç susuz sefil…
Tüm değerlerine aşağılık arzuların uğruna yüzyıllarca el koydun…
Utan utan utan…
Ancak utanmazsın, çünkü sen vahşisin, çünkü sen bu dünyanın sahibisin…
Asya, Afrika sana çalışır, hizmetkârındır…
Tanrı böyle buyurmuş, sen üstün yaratıksın, efendisin, kan emici adi sömürgensin.

Yine de maç güzeldi, Almanya, Gana 2-2 berabere kaldı…
Dostça ayrıldılar sahadan, çünkü iki kardeş vardı arenada…
Çağlar öncesinin gladyatörleriydiler Boatengler
Afrikalı, siyah derili…
Biri Gana, diğeri Alman millî takımındaydı…
Rakiptiler, ne tuhaf?
Birbirlerini yenmek için mücadele ettiler, maç sonrası sarıldılar…
Tek yürek, tek vücut oldular…
Keşke insanlık bu manzarayı fark edebilseydi…
Formalar yalan, ayrılıklar tuzak…
Önemli olan iyi, doğru, güzel, adil, vicdanlı insan olmak!

21 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
21/06/2014 07:12

         Ah paşalar, paşalar!

A+
A-
Paşalar, paşalar…
Antik çağın tanrılarını aratmayan paşalar!
Bir toplumun kaderini yüz yıldır belirleyen müstesna varlıklar…
Cem Yılmaz’ın hicvettiği gibi “görmek-karşılaşmak” hemen hemen imkânsız,
belki de Zeusların yeryüzüne yansıyan, ancak derinden hissedilen gölgesi!

Geleceği tayin etme işi aslında 19. Yüzyılda başlamış, Osmanlı devirlerinde…
Mithat Paşa, Ziya Paşa derken İttihat Terakki’ye kadar uzanmış…
Ve sahnede Enver ile Talat Paşa, bir imparatorluğun çöküşünü hızlandıran kara lekeler!

Türkiye Cumhuriyeti’nin beslendiği kökler hastalıklıdır…
Devrin karakteristik özelliklerini taşır; “Türk-İslâm” sentezine dayalı ulus devlet
yaratma projesi…
Kanlıdır, acımasızdır bu süreç, bünyesinden bol miktarda düşman çıkartmıştır…
Ta ki askerî vesayet düzeni sonlanana kadar!

Ve paşaların hayatı ve etkileri bir nevi ülkemizin garip tarihidir…
Kurşuna dizilmek istenmiştir Nazım Hikmet…
Suçu, üç beş öğrenci şiirlerini okumuştur…
İnfaz için yanıp tutuşan dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak…
Paşa şairimizin on beş yıl mahkûmiyetle zor ikna edilmiştir.
33 vatandaşımız sorgusuz sualsiz katledilmiştir…
Karar mekanizmasın da yine bir paşa, adı: Mustafa Muğlalı…
Kırklı yıllar, paşanın ismi kışlalara kazınmıştır!
Ve yüzlerce örnek, kanla yoğrulmuş macera…
Yakın tarihimizin kirli kilometre taşları…
Resmî ideolojinin daima gurur duyduğu utanç dolu sayfalar!

Gecikmez darbeler, 1960’la start alır…
İdam sehpaları kurulur, amaç kör topal ilerleyen demokrasiyi iğdiş etmektir…
71, 80, 97 derken otomatiğe bağlanmıştır paşaların egemenliği…
Nasıl olsa devlet şirket, kurucu idare olarak yüzde 51 kökten onlarındır…
Tanrı dağında yaşarlar, halk sürü, bürokrasi memur, seçilmiş irade her an başı
ezilecek sürüngenler ordusu…
Gelinir iki binli yıllara, Recep Tayyip sultanlığına…
Boş durur mu alışmış kudurmuştan beter olanlar…
Bu kez karşımıza Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ay ışığı kisvesiyle çıkar…
Amaç karanlık gidişata dur deyip askerî saltanatı sürdürmek…
Suyun başında paşalar ve günahsız yüzlerce alt rütbeliler…
Çiçekler, Mehmet Aliler, Kuddisiler…
Bir bavul belge, özel mahkemeler, yargılanmalar, temyizler…
Ömür boyu mahkûmiyetler…
Yetişir imdada AYM ve başı Haşim Usta…
Paralel travmasından sonra başka bir yöne savrulmuştur adalet…
Ve final, düdük çalar; “herkes dışarı, dağılın lan!”

Dün bir, bugün iki…
Dağılır paşalar ve bir bölümü yanlarında refikaları, kerimeleri soluğu
televizyon ekranlarında alır…
Nedamet getirmek için değil, Doğu denilen hilkat garibesinin oluşturduğu
anafordan medet umup siyasî ikbal kapmak için…
Evet, bir başkadır memleketimin hikâyesi…
Yitip giden onca genç, sönen ocaklar, dinmeyen acılar…
Paşalar orduevlerinde viski yudumlarken, akıp gider hayat…
Tazelenmiştir umutlar, belki bi daha…
Olur ya, bi daha tekerrür eder tarih…
Aşağılık Kenan EVREN sülalesi işbaşı yapar…
Ondan sonrası bilinen senaryo:
“Toplayın gençleri, aydınları; tıkın işkence hanelere, zindanlara…
Hesap sorun, memleketi tümden teslim etmek için karanlığa!”

Ah paşalar paşalar, yatacak yeriniz yok ama hadi neyse…
Şimdilik kısa keselim…
Nasıl olsa bu ülkede macera bitmez, fıtratta darbecilik geleneği varsa…
Hazır olun bedel ödemeye gerçek aydınlar, yarınların ne getireceği belli olmaz!

20 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
20/06/2014 07:53

Ah fakirlik ah!

A+
A-
Gençlik yıllarında izlediğim futbol şampiyonalarından tat alıyordum.
Şimdi ise o eski meraklar, heyecanlar yok…
Herhâlde sebebi yaşlılık olsa gerek veya takip edilen gündemin farklılaşması…
Öyle ya, tuzu kuru bir ülke değiliz, iyi yönetilmediğimiz de aşikâr…
Örneğin İstanbul’da adım başı Suriyeli
Eteklerindeki dört beş çocukla dilencilik yapıyorlar.
Doğal olarak aklıma Tayyip Bey ile sayın Davutoğlu geliyor…
Dış politikayı kanaviçe gibi dokuyup ülkemize eşsiz manzaralar transfer eden ikili!
Savaş malûlü “Mavi Marmara” gemimiz de onarılmış, “Gazilik” unvanıyla
taçlandırılarak Sarayburnu’nda yatışta…
Arada sırada gövdesine “Niyazilerin” posteri takılıyor…
“Katil İsrail, hesap sorulacak” afişi eşliğinde…

Bu arada her yer Afrikalı, bilhassa Senegalli…
Ellerinde 99’luk tespih, vapurda otobüste tramvayda Kur’an okuyorlar…
Aferin çocuklara, Çin malı saatler satarak ekmek parası peşinde koşuyorlar.
Geçenlerde Yabancılar Şubesi’ndeki tanıdığıma sordum…
Bir milyon civarında kaçak yaşıyormuş İstanbul’da!
Ne kadar ürkütücü, herhâlde yirmi birinci yüzyıl göçler çağı olacak…
Gene de bu kentte çok kültürlü yaşamaktan keyif alıyorum…
Madem Rum’un, Ermeni’nin, Yahudi’nin kökünü kazıdık…
Ki onlar bu diyarların ilk kiracılarıydı…
Al sana Arap’ın hası, Afrikalının su katılmamışı…
Tepe tepe yaşama hakkını kullan!
Haaa, piyasada Nataşa kalmamış, araştırdım…
Kuzey bölgelerinden çekilip güneye yönelmişler…
Zaten o takım bizden biri, pek çoğuyla halvet olup çoluk çocuğa karıştık!

Aslında 1950 Dünya Kupası’na değinecektim…
Bir daldık İstanbul’un gizemli yaşamına, Kuzeyli yoldaşlarımızın koynundan çıktık…
Neyse, dönelim futbol aşkımıza…
Yine Brezilya’da, Menderes çiçeği burnunda iktidar…
Savaştan çıkmış Dünya, para yok patrik yok…
Hindistan’la beraber çekiliyoruz turnuvadan!
Hâlbuki Marshall yardımları gelmeye başlamış, çil çil dolarlar…
Cüzi bir kısmını Ferit’in (Eczacıbaşı) çocuklarına veriyorlar…
Onlara da Allah, -pardon- Alman Bayer firması “yürü kulum” diyor…
Bir yürüyorlar pir yürüyorlar…
Olacak o kadar, Nejat’ın babası Celal’in (Bayar) İzmir’den arkadaşı…
Kim bilir Koç’u, Sabancı’yı da arkadan kimler itekledi…
Çünkü bu gezegende hiçbir şey yoktan var olmaz veya faili meçhullerde…

Tamam, söz…
Bugün siyaset yok…
Futbol güzel bir oyun, kuralları basit ve anlaşılır…
Çerçeveden geçen her yuvarlak kalplerimizi fethediyor…
Zaten “GOL” denilen o coşku olmasa neye yarar taraftarlık neye yarar Tayyip?
Ne, Tayyip mi dedim?
Özür, binlerce kez…
Alışkanlık işte, bir de başkanlık seçimleri yaklaştı ya…
Ekmeleddin’e de henüz alışamadık, içselleştirme sürecindeyiz…
Sahi, favoriniz kim, şampiyon kim olacak?
Siyaset içimize öyle bir işlemiş ki…
Yazacağım spor yazısının da içine ettim…
Farkındayım efendim, özür dilerim.
Finallerde görüşmek umuduyla şimdilik hoşça kalın.

19 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
19/06/2014 08:29

12 Numara üzerine...

A+
A-
Cumhurbaşkanının varlığıyla ne kadar ilgiliyiz veya gündelik
hayatımızdaki etkisi ne oranda?
Sonuçta bu makam sembolik değerlerle donatılmıştır.
Tartışmaya açık işlevi ise noterlik hizmetlerinde karşımıza çıkar ki,
o da bir yere kadar…
Yine de siyasetin en yüksek mertebesidir, her kula nasip olmaz!

Fakat 12 numaralının seçimi epeyce eğlenceli geçeceğe benziyor…
Çünkü seçim mekanizmasındaki nihai adres halk…
Bu da seçmen açısından bir ilk ve iki turlu hesaplaşma!
Ayrıca diğer seçimler gibi meydanlar dolup dolup boşalır mı?
Kestiremiyorum, ancak başbakan sıfatıyla Bay RTE rahat…
Muhalefetin güzide adayı sayın İhsanoğlu ise hem iddialı hem de
alacağı oy merak konusu.
Göreceğiz bakalım neticeyi, şunun şurasında bir buçuk aylık süre var.

Lâkin yakın çevreme, dost arkadaş grubuma gelince ilginç tespitlere şahit oluyorum.
Büyük bölümü muhalefetin adayını içlerine sindirememiş…
Hatta oy vermeyecek kadar.
Olabilir, demokrasilerde zorla güzellik olmaz!
Diğer bir kısmı da Ekmeleddin Bey’i hakarete varacak boyutlarda aşağılıyor…
Ki bu gruba dâhil olanlar, genellikle mezhepçi (Alevicilik) damarlarını daima
ön plânda tutup onun üzerinden siyaset yapanlar…
Lâf söz de anlamıyorlar, en alt seviyeden belden aşağı vuruyorlar…
Ellerinde Ali’nin kılıcı, kes babam kes!
Medeniyetmiş, objektiflikmiş, şartlarmış hak getire…
Varsa yoksa Cem Evi’nin penceresinden hayatı analiz etmek…
Tabii Tayyip usta kazanana kadar…
Ondan sonra münasip yerlerine kına yakma merasimi…
Bekleriz efendim diyeceğim ama hakikaten asabiyim!

Çünkü dillere pelesenk edilen solculuk, sosyalizm vs…
Bir boktan anlayan da yok!
Varsa yoksa Doğu Perinçek ağzıyla konuşmak…
Yani bol miktarda milliyetçilik yapıp millî merkez adına çirkeflik üretmek…
Ondan sonrası kolay, üretilen malzemeyi hayasızca CHP’ye sıvamak…
Hem de parti içindeki kalleş aymazlardan destek alarak!
Neymiş efendim;
Ekmeddin köktendinci halis şeriatçıymış, Firavunlar diyarında doğduğu için
Arap kültürüyle yoğrulmuşmuş (aklınızı sevsinler ırkçı tosuncuklar)…
Daha neler neler, bir sürü deli saçması zırvalık…

Evet, katlanması sıkıntılı meseleler…
Zaten bizim ülkemizde demokrasinin yerleşip kökleşmesi zor…
Sonuç itibariyle kentsoylunun dertleri; edebiyat, güzel sanatlar gibi…
Biz de kalkmışız Çankaya’ya köy muhtarı seçercesine dip kokluyoruz…
Tayyip mi iyi, öbürü mü?
Buyrun seçin, kavundan anladığınız kadar siyasetten de anlarsınız…
Sizi gidi sizi, solcu müsveddeler sizi!

18 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
18/06/2014 20:17

             Demokrasinin sınavı!

A+
A-
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yaklaşık bir buçuk ay kaldığına göre,
bu konuda daha çok yazarız…
Kâh muhalefet adayını destekleyen kâh iktidarı yerden yere vuran…
İkisi de aynı kapıya çıkar ama varsın olsun…
Ekmel’in tadı başka, Tayyip’in ki bambaşka…
Mübarekler, ayrı ayrı lezzet…
Biri İslâm dünyasına yön vermiş duayen…
Diğeri tanrının sevgili kulu, doğuştan lider, fıtratından karizma, naturasından
Fatih Sultan Mehmet!
Şaka gibi ama şu demokrasi denen naneyi giderek daha çok sevmeye başladım…
Eskiden olsa, yani gençlik yıllarında bu kadar sempatiyle bakmazdım.
Çünkü darbelerle, sıkıyönetimlerle büyüdük…
Ondan öncesi de savaş devirleri, sıfır milat, paleolitik çağ, bir nevi karanlık dünya!
Fakat son on beş yirmi yıla göz atınca…
Görünen manzara fena değil, hatırı sayılır miktarda parti harcayıp yenilerini
devreye sokmuşuz…
En çok hareketlilikte Kürtçülerle, dinciler de rastlanmış…
Radikal solcularda da birkaç numara var ama ciddiye alınacak boyutta değil…
Varsayalım ki batıp çıkan Aczmendi tarikatları!
Peki, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde n’olur?
Muhalefetin büyük bir başarıyla yeryüzünün derinliklerinde bulup çıkarttığı
Ekmeleddin İhsanoğlu sandıkta başarılı olur mu?
Bence EVET, köşeye sıkışan Tayyip rakibinin önünü açmıştır…
Ayrıca Suriye, Irak, IŞİD türünden ayak bağı çoktur…
Ve kine dayalı davudî makamından asabi politikalar…
O da bir yere kadar…
Öyleyse deniz bitip kara görünmüştür!
Bu arada sömürecek malzeme de kalmadı…
Namazsa namaz, oruçsa oruç, hacsa hac…
Zekât ile besmele ise…
Ayıp oluyor valla, adam İslam İşbirliği Teşkilatı sekreteri!
Bence yakışır ülkemizin başına…
Sessiz sakin Müslüman, gösterişten uzak aynı ölçüde mütevazı…
Değerli eşi bizden biri, belli ki türbansız kafasıyla özgür düşünceden yana…
Aferin Kılıçdaroğlu’na, dersine ilk kez iyi çalışmış…
Mahcup etmeyip yüzümüzü kara çıkarmadı…
Devamını dileriz, zaten muhalefet zaman içinde, pişe pişe öğrenilir…
Abimizin yaşı da genç…
Şunun şurasında 2023’e de dokuz yıl kaldı…
Ha gayret Kemal Abi…
Ayakta kalmaya bak, teslim olma kurda kuşa kamere devlete denize…
Kesin başbakansın, ondan sonrasına bakarız…
Eşek değiliz ya, İstanbul usulü bir güzellik düşünürüz istikbâline!
Ey ahali…
Sınırlı sorumlu vatandaş…
İşte sana fırsat…
Ya yalandan yana ol ya doğrudan…
Ya hırsızdan yana ol ya namustan…
Dolayısıyla bütün mesele ülkemizin, evlatlarımızın, torunlarımızın
yarınlarını kurtarmak…
Var mısınız insanlık onurunu yaşatmak için kavgaya…
Demokrasi mücadelesine…
Ne dersiniz?
Macit CÜNÜNOĞLU
18/06/2014 05:10

Son sözü söylemeden...

A+
A-
“Anlamadan dinlemeden
Son sözümü söylemeden
Nereye böyle”…


Nazan Öncel’i çok severim çok…
Hemen hemen bütün şarkıları yüreğimde, dilimde...
Hele Tarkan’la yaptığı düet…
Bana beni anlatır, gençliğimi, tez canlılığımı, hızlı kararlar alıp toslamamı…
“Anlamadan, dinlemeden…”

Galiba solculuk hayalperestlikle mukîm…
Oylar çantada, halkımızın teveccühü devrimcilerden yana…
Çankaya mı?
Kesin yüzde 51…
CHP’li adayla güle oynaya!

Alla’aşkına, var mı böyle manzara?
Herkesin gönlünde tavşan…
Elbet çıkar şapkadan…
Eskişehirli garanti, o olmazsa Akdenizli…
Sürpriz Başbuğ, Haberal favori…
Çetin, Öymen derken onlarca aday adayı…
Ohhh, ne âlâ…
Tek boyutlu ülke, tek tip seçmen…
İktidar da tek parti, Millî Şef…
Ortalık zaten güllük gülistanlık…
Sahi, Recep Tayyip Erdoğan kim?
Var mı hatırlayan?

Demokrasi tarihimizde bir ilk gerçekleşti…
CHP ile MHP uzlaştı…
Ekmeleddin İhsanoğlu aday gösterildi.
Ne var bunda?
Dünyanın sonu mu, yoksa şeriata yakılan kınalı mum mu?

Yıkılıyor ortalık…
Baykal Efendi ayaklanıp toplamış divanını…
Müritleri arasında Hüseyin Aygün(!)…
Ayol senin ne işin var orda?
Yolunu mu şaşırdın, Dersim’den mi kovuldun?
Yoksa niyetin Kemal Abimize gıcıklık mı?

Allah iyiliğinizi versin, bir tuhaftır bizim solcular…
Kimseyi beğenmez, burnundan kıl aldırmaz…
En fenası da, kendilerini halkın efendisi görüp,
iktidarı destekleyenlere sövüp sayarlar…
Çünkü onlar satılmış cahil cühela, makarnaya tav olmuş kurnazlardır!
Ancak geldi çattı seçim zamanı…
İki turlu referandum, ya herro ya merro…
Bir köşede RTE, diğerinde Ekmel…
Öyleyse bastır muhalefet…
Yalova elması döşe meydanlara, Ağrı destanı yaz…
Hele birinci turda, tökezlerse Sultan…
Gerisi kolay, sen sağ halkımız selamet!

Takmayın kafanızı İhsanoğlu’na, yalana dolana rabıtaya…
En büyük hedef RTE…
Düşerse kör kuyulara, sandıkta…
İşte o an…
Bekleyiniz…
Bakarsınız Makyavel dirilip aramıza döner…
Tek tek öper yanaklarımızdan…
Özür diler siyasetçimizden…
Ustalıkları karşısında çırak çıkıp oportünizm batağına sürüklendiği için!

Öyleyse dönelim mi başa…
Nazancığıma…
“Anlamadan, dinlemeden…” şarkısına…
Duyguludur, dokunaklıdır…
Yeter ki kulak verip anlamaya çalışın…
Son sözü söylemeden!

17 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
17/06/2014 07:57

Utanmazlar!

A+
A-
İnsan “utanma” duygusuyla yaşar.
Kim bilir; belki de hayvanlar âleminden ayrılan en önemli özelliklerinden biridir.
Kedi de bokundan utanıp saklamaya çalışır ama her zaman başarılı olamaz!
Lâkin “utanma” duygusunu taşımayan insanlar da vardır…
Hem de dünyanın dört bir tarafında.
Örneğin Çinli insanın burnuna yellenir, utanmaz…
Nepalli sokağın ortasına s.çar, utanmaz…
Afrikalının kıçı başı açıktır, utanmaz...
Amerikalı çalar, utanmaz…
Nataşa açık kapı sevişir, utanmaz…
Daha neler neler?

Fakat en ilginç utanmaz tipi her konuda olduğu gibi bizdedir…
Canım ülkemizde!
Nasıl yani?
Nasılı var mı canım, halis “utanmaz” insan türleri bereketli topraklarımızın
güzide simgeleridir ve mevlâm eksikliğini göstermesin her gün aramızdadır…
En çokta gazeteci esnafı arasında gözükür…
Enteresan, gerçekten enteresan!
Çünkü gazetecilik mesleği kutsaldır, tanrının yeryüzündeki gözü kulağıdır…
Gördüğünü, işttiğini vicdanının süzgecinden geçirip halka duyurmakla mükelleftir.
Elbette böylesi insanî özellikleri taşıyorsa…
Yoksa nafile, yiğit bulut olmaktan hiç kimse kurtulamaz…
Karardıkça kararırlar, yağmur çamur olup iyinin güzelin üzerine yağarlar!
Umurlarında değildir dik durup savrulmamak…
Her yol Mehmet Barlas’ın yalısına çıkar…
Ki dünya nimetlerinden dibine kadar yararlanmak fena değildir!

Evet, sürüsüne bereket utanmazlar diyarında yaşıyoruz…
Aslında zor iştir bu iktidarı savunmak…
Yüksek düzeyde manevra kabiliyeti, az miktarda ar haya gerek…
Kolaydır ondan sonrası…
Bir de yalanı kılavuz edinip arkasına sığınmışsan salla salla recep…
Kimse tutamaz!

En kralından köşk, rezidans…
Son model dört çeker…
İş, güç, banka cüzdanı, gece hayatı, karı kız ayakları…
Her şey dahil sistemin natürel ritüeli…
Güle güle kullanıp afiyetle yiyin!

Ayrıca Hollywood starlarına nasip olmayacak popülarite…
Utanmazlar ordusuna kurban olsun havuz medyası…
Resmi geçit yaparcasına ekranlarda boy gösterip magentaya bürünmek…
Şeref madalyası taşırcasına yürütmenin kulu kölesi olup tanrısal hizmet üretmek…
Ustalık ister, hem de insanlık onurunu pazara çıkarıp alçakça sürünmek…
Dün IŞİD’i savunup, bugün yermek…
Rezilliktir ama n’apacaksınız…
Bizdeki gazetecilik anlayışının fıtratı utanmazlık üzerine kurgulanmış
ve her köşe başına konuşlanmıştır…
Aman dikkat, size de çıkabilir…
Taklitlerinden sakının, orijinallerinin boynunda “Ben Tayyip’i Seviyorum” yazılıdır!

16 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
16/06/2014 08:22

12 çeyrek Vapuru!

A+
A-
Gün gelir;

Irak IŞİD’den…
Mısır İHVAN’dan…
Lübnan HİZBULLAH’tan…
Afganistan TALİBAN’dan…
Gazze HAMAS’tan kurtulur…

Kurtulur kurtulmasına da…
Ya ülkemiz, ya Türkiye…
AKP’den kurtulur mu?
İşte bütün mesele!

Yıllardır yazılıp çiziliyor, RTE önderliğindeki AKP’den hayır gelmez.
Bu işin millî iradeyle, sandıkla, oyla moyla ilgisi yok…
İstediği kadar yüzde elli alsın, hatta yüzde doksan…
Mühim olan netice; ülkenin güvenirliliği, itibarı…
Biz gerçeklere bakarız!

Öyleyse baştaki örgütlere göz atalım…
Birleşmiş Milletler’in şeref listesinde(!) yer alan…
Kim bunlar?
Hemen cevaplayayım: AKP dostu,  demokrasi düşmanı!
Daha?
Bence yeter, arzu edenler söz konusu örgütlerin faaliyet alanına baksın!
Yine de tatmin olmayıp şüpheye düşen varsa, Beşiktaş’taki
Barbaros Hayrettin Paşa iskelesine gelsin…
Gelsin de birlikte saray ve çevresindeki dayanılmaz manzarayı seyredelim…
Naklen, spontane, suflörsüz, mikrofonsuz, tekmili birden!

Kadıköy vapurunu bekliyorum, yanımda torunum…
Yüksek duvarlar arkasındaki Sultanımızın çalışma azmini, insanlığa katkılarını
ve haklı olarak döt korkularını aktarıyorum…
İşte, tam da o esnada bir bağrış çağrış, düdük sesleri, acayip klaksonlar…
Üç dört polis Dolmabahçe’ye yaslanmış bir araca saldırıyor...
TCK’nın yolu… Kod adı: E-3666
İçinde hanımefendi, genç ve hoş…
Dörtlüleri çakıyor, her şey nizami, yaşasın Kanun-i Esasî
Stop hâlinde telefonla konuşuyor!

Vay sen misin kutsal hava sahasına giren…
Üç beş dakka da olsa ikâmet eden?
Marmara çırası halt etmiş, yandın hanımefendi yandın!
Lâkin fevkalâde yanıldım, çünkü cici kızımız başaklı çıkmaz mı?
Ehliyet, ruhsat, havagazı, egzoz, motor, kaporta, diş, tırnak muayeneleri fayda etmiyor…
Arabasından inip çatır çatır lâf yetiştiriyor…
Bırakınız savunmayı, Sultan’ın askerleri duvar dibine sıkıştı...
Afiyetle yiyorlar kalayı, fırçayı…
İnanmayacaksınız ama üzerlerine bir işemediği kaldı!

Necip halkımızla beraber olan biteni seyrettik uzaktan…
Bu arada arkamı dönüp sıvışmadığım için ne yalan söyleyeyim torunumun
yanında hassaten gururlandım…
Onun gözünde artık tescilli kahramandım, olay mahalline bir kilometre
olsa da aslanlar gibi direnen evlâdımızın arkasında kalben durmuştuk!
Aferin bana, şanlı mücadeleme…
Yaşasın sosyalizm…
Yaşasın devrim…

Hayrola, başıma cop mu ne yedim…
Bu ne saçmalık?
12 çeyrek vapuru da geldi…
Bana müsaade…
Devamı saray kayıtlarında, yalnız telefonla konuşan katli vacip teröristi
en son akrep destekli Toma’ya bindirilirken gördüm…
Tanrı taksiratını affetsin!

15 Haziran 2014

HASRET

Cemal Süreya “Sizin hiç babanız öldü mü?”
Can Yücel de “Ben hayatta en çok babamı sevdim” diyor…

“Öldü…
Ben de babamı çok sevdim…
Size ne!”

Evet, bu akşam efkârlı, çok fazla alkolikim …...
Çünkü üçü de öldü…
Hem babamı hem onları özlüyorum!

M.C.
Macit CÜNÜNOĞLU
15/06/2014 07:00

Çok yaşasın Babalar!

A+
A-
Kapitalist dünyanın insanlık âlemine hediyesi:
“Babalar Günü”
Bu kutsal günde yalancıktan da olsa insan kendini iyi hissediyor…
Üç beş telefon, cömertçe kullanılan sevgi sözcükleri…
Belki birkaç hediye…
Bir de yemek boyutu varsa, likidi zengin…
Mahsuru yok, olabilir!

Ne yapalım yani?
Ömrümüz zaten muhalefetle geçmiş…
Bu güzelim güne de mi itiraz edelim?
Kandillere, kutlu doğum gününe, hicrete, ayak izine, hırka-i şerife, zülfikâre,
Cüppeli’ye, Ahmet Kekeç’e, sünnete, umreye, asr-ı saadete itibar etme…
Tatiller dışında dinsel bayramları ciddiye alma…
Eee, varsa yoksa “1 Mayıs” ve şürekası!
Oldu canım, sen bu toprakları papazın çayırı mı sandın?

Ayrıca “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”, “1 Eylül Dünya Barış Günü”…
Hepsini anladık da; Fransız Devrimi, Bolşevik İhtilâli, 27 Mayıs Darbesi,
Enver Hoca’nın doğum günü; niçin ve neden kutlanır veya anılır?
İnanın, bunca yaşa geldim, hâlâ anlamış değilim!
Benim yolum “Anneler Günü”, “Hıdırellez”, “Uçurtma Bayramı” ve büyük “14 Şubat”
Aşk ve sevgi…
Kutsal “SEVGİLİLER GÜNÜ”
Başka gün tanımam…
O nedenledir ki Aziz Valentin’i babam gibi severim!

Şimdi hatırladım, sevgili babam öldüğünde tam dokuz buçuk yaşındaydım…
Demek ki üzerinden asırlar geçmiş.
Evet, her babasını kaybeden çocuk gibi çok özledim…
Hatta ileri yaşlarımda bile…
Belki bir gün…
Çıkar gelir diye bekledim!

O nedenledir ki cenneti anaların ayaklarının altına inşa ettik…
Babaların yüreğinde ise; hayatın başlangıcını, güneşi, aydınlığı keşfettik…
Ki yaşasın AŞK, ölmesin sevgi diye!

Bir de ıvır zıvır bağımlılıklar var…
Çiçek, böcek, İstanbul, şarkı, türkü, martı, deniz, roka, balık, rakı vs…
Ben torunlarıma da meftunum…
Kızım duymasın, sıralamadaki yeri hepsinden sonra!

Biliyorum, her zaman kızıyor…
Hatta “sen nasıl dedesin?” diye sitem ediyor…
N’apayım elimde değil…
Birincisi “Dedeler Günü” yok…
Demek ki adam sınıfına konulmuyoruz…
İkincisi, madem kalan süre kısıtlı, zamana karşı yarışıyoruz…
Öyleyse dibine kadar, her fırsatta yaşanmalı aşk…
Ki cennete kapağı attığımızda hurilere bakacak yüzümüz olsun…
Referans niyetine…
Umarım derdimi evlâtlarım olmasa bile torunlarım anlar!
Yaşasın HAYAT…
Çok yaşasın BABALAR…
Elbette hak edenler!

14 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
14/06/2014 08:12

Adım adım Osmanlı!

A+
A-

Her yönüyle Amerika’ya benziyoruz…
Ne mutlu!
Bölgenin en zengini, en demokratı, en güçlüsüyüz!
Övünmek gibi olmasın, liderimiz de müthiş…
Fatih ruhlu karizma, bir o kadar da romantik…
Sanırsınız Avni’si göbeğine yazılmış padişah!

İnanın canım ülkem nazar olacak diye ödüm kopuyor…
Baksanıza, tüm dünyanın gözleri üzerimizde…
Dost var, düşman var, şaşı var…
Kahrolasıcılar, bi türlü rahat bırakmıyorlar!

Zaten böyledir…
Hurma veren ağaç taşlanır, bir de dibinde zemzem varsa…
Düşman olur yedi düvel…
Lâkin şu Esed’in Suriye’si yok mu?
Can sıkacağa benzer!

Dile kolay, bir milyon insan transfer ettik…
Vasıflı dilenci!
Bunlardan bir kısmı karaya çıktı…
İstanbul’da, İzmir’de, Hayrabolu’da…
Artık parklar, refüj kenarları onların…
Eteklerinde nizama uygun üç beş çocuk…
Ellerinde bilgisayar çıktısı:

“Biz Suriyeliyiz,  Allah rızası için!”

Yürek dayanmıyor, her köşe başında…
Etiler’de, Kadıköy’de, Yeşilköy’de…
Esed’inkiler…
Necip halkımızın vicdanında yaşıyorlar!

On altı milyon yeşil kartlımız kadroda…
Zavallı komşu sürgünleri yedekte
Sırada bekliyor Iraklı Türkmenler…
Of ulan offf, ülkeye bak!
Herkese kucak açıp sarıp sarmalayan Amerika!

Çok şey borçluyuz Sultanımıza…
Her harekâtı, her adımı plânlı!
Davut, Fidan üzerinden örgütlendi IŞİD…
İman gücüyle kuşattık Irak’ı…
Düştü Musul, hedefte Bağdat…
Tek kurşun atmadan kükreyip geliyoruz…
Bekle Arap çölleri, Babil’in Asma Bahçeleri!
Biz yeni doğan Amerika’yız…
Lincoln’ün izinden giden; barışsever, dindar, muhafazakâr, liberal, dolara tapan…
Ne diyor Rooswelt:

"Ebedi dostluklar yoktur, ebedi menfaatler vardır" ...

Ne kadar da haklı…
Tek basıp çift yellenen kılavuzumuzun hedefinde kutsal topraklar…
Kâh IŞİD, kâh HAMAS, kâh HİZBULLAH, kâh İHVAN olarak…
Hepsi yüreğimizde, hepsi biz, ne fark eder?
Yaşasın Neo-Osmanlı, Yaşasın SULTAN!

13 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
13/06/2014 06:49

Hazreti YETER adına...

A+
A-

Dün Şişli’deydim, Abide-i Hürriyet Tepesi’nde…
Yeniden düzenlendi, yemyeşil, İstanbul Adalet Sarayı ile komşu…
Sanki hâkim ve savcılara tahsis edilmiş, girmek o kadar zor ki…
Utanmasalar güvenlik noktalarında üst arama yapıp parmak izi alacaklar…
Neyse, epeyce zorluk çektim ama gezmeyi başardım!

İlk ulusal anıtımız mezarlığın tam ortasında…
Alt tarafında 31 Mart (Rumî: 1325) şehitleri, ruhları şad olsun…
Bir köşede Mithat Paşa, nurlar içinde yatsın…
Karşılarında Enver ile Talat Paşa
Alman hayranı kankalar, ne işleri var “Hürriyet” tepesinde?
Kızmasın değerli okurlar…
Elimde değil, halkına ihanet edeni bağışlayamıyorum…
Ki o Enver; askeri kırdıran paşa…
Ve o Talat ki, Ermeni tehcirinin baş mimarı, büyük felaketin hazırlayıcısı…
Vermişler el ele, koskoca imparatorluğu onursuzca ölüme sürüklemişler...
Gel de mezarları başında dua et…
Etmedim tabii, zaten benim dualarımdan rahmet çıkmaz…
Çünkü insanlık suçu işlediler, Alman dış politikasının aşağılık çıkarlarına
barışı kurban ettiler…
Yitip gitti yüzbinler savaşlarda, cephelerde, sürgünde…
Irkçıydılar; Mussolini’yi, Hitler’i yaratan ideolojiye hizmet edecek kadar!

Sadrazamdı Talat, yani başbakan…
Askerin başı Enver, Turancılık hayâlleriyle yanıp tutuşan…
Şimdi birlikteler toprağın altında…
Yattıkları yer Abide-i Hürriyet
Öyleyse hayırlı işler Recep!
Haydaaa!
Yine mi O?
Ne âlâka?
Müsaadenizle, anlatacağım.

Talat ile Enver büyük düşündüler, golü yediler…
Ve temsil ettikleri milli iradeye ağır bedeller ödettiler!
Günümüzde Recep ile Davut, onlar da büyük düşündüler, hem de çoook…
Hevesleri İslâm İmparatorluğu…
Lideri Neo-Halifecik, bizim Kulaksızlı…
Netice; gol yense iyi, kendi yarattıkları sayesinde dünya âleme rezil oldular!
Yok canımmm, bu kadarı da olmaz...
Pozisyon hakikaten kontrpiye mi?
Evet, işte IŞİD?
El Kaide uzantısı, paralar recepten, icraat örgütten
İşi gücü basmak; ülke basar, konsolosluk basar!
Adı netameli,  menşei Ortadoğu, finansörü T.C.
Hareket sahası kalbinizin çektiği yer…
Sınırsız, sonsuz…
Şam’dan Bağdat’a, dilerse Ankara’dan Taşova’ya…
Mühim olan cihadın muzaffer kılınması…
Kökle IŞİD, muhalefetin beceremediğini sen becer…
Tez zamanda tarihin çöplüğüne gönder…
Ortadoğu’ya tebelleş olan ikiliyi, gerisi çorap söküğü gibi gelir…
İnsanlık adına, barış adına, Hazreti YETER adına…
Sonuncusu?
Valla ben de tanımıyom, bir elinde terazi diğerinde kılıç gözleri bağlı
yavrunun ismiymiş; adalet dağıttığını söyleyen mekânların kapısında…

11 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
11/06/2014 21:27

Yaşasın Tornistan!

A+
A-
Saygıdeğer Sultanımızın ustalık dönemi maalesef su almaya başladı…
Eee, her çıkışın bir inişi var…
Uluslararası diplomasi bayrak şovuna benzemez…
Hele hele de çapsız Dışişleri Bakanı ile raksa heveslenmek…
Adamı kıç üstü yere çakıp gönderi eline verirler!

Vazife miydi Kaddafi’nin altını oyup arkadan vurmak?
Bak gör, Libyalının ahı er geç yedi sülalene yapışacak!
Ya Sisi, dünyaca popüler lideri haşlama mısır mı sandın…
Ki saracaksın kabuğuna, tuzlayıp evire çevire yiyeceksin!
Oldu canım!
“Senin fıtratın güzel mi?”

Ayrıca Tahrir’de laiklik dersleri…
Rabia’ya yılışmalar, Mursi’ye destek…
Yoksul halkımızdan esirgediğin milyarları transfer…
Olmuyor Usta…
Bu işler böyle yürümez!

Esad’ı saymıyorum bile…
Senin onla aşık atmaya kalibren yetmez…
Çünkü adam aileden, refikadan, valideden kalite…
Şam saraylarında yetişmiş, almış babasından sıkı terbiye…
Ya sen?
Kulaksız’da emeklediysen, imam-hatip bitirdiysen…
Kendini kulağı kesik diplomat mı sandın?
Hadi canım…
Bir “van minut” üflemesiyle yürümez bu işler…
"Fatih" olmak için Fransız asıllı Ester Stella’ya dayanmak gerek!

En son IŞİD
Sahi, bu örgüt kim?
Bizden mi, içimizden mi?
Ay inanmıyorum…
Dalga geçmeyin lütfen, fena oluyorum!
Akrabamız mı, köprüde mi karşılaştık…
Şaka!
Bu kadarı da olmaz…
Çökmüş konsolosluğumuzun tepesine…
Adres: Musul
İçerde 48 can…
Başlarım böyle işin içine…

Bir ellerinde Kur’an, bir ellerinde Keleş mi?
Offf!
Desene PARALEL
Darbeci, Gezici tezgâh…

Derhal işbaşına Tomalar, Polis, Jandarma, Özel Harekât…
“Zor durumda TARZAN!”
Savunun Dolmabahçe’yi…
(İçeri gel lan, sana söylüyorum Ahmet)
Öpmüşüm Musul’u, Kerkük’ü…
Veren düşünsün…
“… ? ...  aşağısı Kasımpaşa”  diyeceğim ama…
Giden can, ben insan, vatanım Arabistan…
Yaşasın IŞİD, Yaşasın TORNİSTAN!

10 Haziran 2014

Ah bir bilsem!

Macit CÜNÜNOĞLU
10/06/2014 19:20

A+
A-
Yaşadığımız toprakların huyundan mı suyundan mı,
gündeminden provokasyon eksik olmaz!
Hatta otomatiğe bağlanmıştır, ne zaman ihtiyaç hâsıl olur…
“Provokasyon Üretim Merkezi” devrededir!
Bu konuda çok eskilere de uzanmaya gerek yok,
cumhuriyetin ilk dönemlerine falan…
Örneğin Topal Osman’ın sallandırılması, İzmir suikastı,
İskilipli Atıf numarası, Menemen trajedisi, Trakya olayları,
Nazım’ın mahkûmiyeti, Tan baskını, 6-7 Eylül faciası…
Alayı provokasyondur, sebep olanlar kahrolsun, cehennem ateşinde yansınlar!

60, 71, 80, 97 (Post-Modern)…
Darbelerin kronolojisi, logaritmik olarak ne güzel de sıralanmışlar…
Lâkin inanmayacaksınız ama hepsi provokasyon!
Bu arada kanlı 1 Mayıs’ı, Maraş’ı, Çorum’u saymanın lüzumu var mı?
Kan gölüne dönmüş ortalık…
Varsın olsun, provokasyondur provokasyon!

Yetmezzz…
Sivas yanıyor ülkenin orta yerinde, canlar yoldaşlar…
Provokasyon!
Av başlıyor Gazi’de, gece gündüz demeden, sokak ortasında…
Provokasyon!
İstanbul’un göbeği Taksim kızıla bürünüyor…
Düşüyor gençler toprağa…
Bir yaprak, bir tomurcuk misali…
Utanıyor Gezi’deki ağaçlar…
Provokasyon!

Uludere provokasyon, Soma provokasyon…
“Yetti lan” diye haykırmak geliyor içimden…

“Zaten sizin iş başında olmanız provokasyon…
Hem de provokasyonların en büyüğü en rezili en alçakçası”
değil mi?

Evet, bir bayrak inmiş…
T.C.’nin bayrağı…
Rengi al, ortasında yıldızlı ay…
Şehit kanıyla sulanmış…
Kurtuluş savaşında şahlanmış vs.
İndiren genç, çocuk…
Her neyse…
Hani çekiniyorum söylemeye…
Dostlarım kızar diye…

KESİN PROVOKASYON!

N’oldu?
Neden sustunuz?
Bu ülkede son otuz yılda 40 bin insan öldü…
On yedi bini faili meçhul…
Bir bellemişiz provokasyon…
Provokasyon aşağı, provokasyon yukarı…
Dalga mı geçiyor provokasyon müptelaları?
Kıyısından, köşesinden yukarıda sıraladım…
Gidenler insan; gençler, evlâtlarımız, yarınlarımız…
Farkında mısınız?

Ve nerde bu katiller, kan emiciler…
İnsanı insana kırdıran barış düşmanları, aşağılık provokatörler…
Mit mi, it mi, asker mi, polis mi, jitem mi, siyaset mi…
Aramızda gizlenen biz mi?
Ah bir bilsem!
Macit CÜNÜNOĞLU
10/06/2014 06:44

Her yer Paralel, her yer Kumpas!

A+
A-
“Şeyh uçmaz mürit uçurur!” derler ya, ne kadar doğru.
Devletin kanallarından ikrah geldi, cemaatinkiler malûm…
Her dakka belgesel de izlenmiyor, zaten oldum olası yabandaki
kanlı mücadeleyi içim almıyor…
Belki biraz tarih, o da Amerikalı’nın, İngiliz’in tekelinde!
Lâkin insan soyunun içindeki sapkın yaratıkları gördükten sonra,
kurban olayım hayvanlar âlemindeki ekmek kavgasına…
Karnı doyan hakka şükredip kenara çekiliyor…
Ya insan?
Âdeta eşi benzeri olmayan zalim…
Önce stok yapıyor, tatmin olmuyor bi daha…
Ta ki bitmez tükenmez arzularına ulaşıncaya kadar!

Üzerinde asıl durmak istediğim tarikatlar…
CNN izliyorum, uzun zamandır kirli sakallı bir genç program yapıyor…
Üslubu yumuşak, ağzından bal damlıyor…
Konuklarını genellikle dinsel çevrelerden seçiyor…
Ya hacı hoca molla, ya da badem bıyıklı akademisyenler!
Dertleri ise tasavvufu (sûfilik) yüceltip bilinçleri ince ince oymak.
Bu bağlamda Mevlâna başköşeye oturuyor…
Ondan sonrasını tahmin edersiniz…
Şeyhimiz öyle bir uçuruluyor ki, sanırsınız geri tepmesiz top…
Tutabilene aşk olsun!

Ayrıca cemaatlere bir övgüler bir övgüler…
Haber kanalı CNN mi izliyorum, yoksa paralel kenardan yayın mı?
İster istemez şüpheye düşüyor insan; yoksa Aydın Doğan da mı teşkilattan?
Bu ülkede “olmaz olmaz”
Aklıma “17 Aralık”, “Darbe”, “Süper Zekeriya”, “Tayyip’in gardı” geliyor…
Hımmm!
Neden olmasın?

Çaktırmadan kendimi de test ediyorum…
Ki çıkan sonuç; antitayyipçilik uğruna girmediğim kılık kalmamış!
Meselâ “yetmez ama evetçi” tayfadan sarfınazar edenlerin kervanına katıldım…
Sonra liberal demokratlara sıcak bakmaya başladım…
Daha sonra bilumum Ulusalcı, Kemalist, Atatürkçü, Milliyetçi, Türkçü, Kürtçü,
Mezhepçi zevata karşı dayanılmaz sempatiler geliştirdim…
Daha daha sonra sosyal demokrat, sosyalist, komünist dindarları, hatta en koyu
şeriatçıları anlamaya çalıştım…
Enternasyonal düzeyde de Esedçi, Sisici, Nuri Kamil Muhammed Hasan el-Malikici oldum…
En son da hidayete erip Fethullah Hoca Efendi Hazretleri’ne (tanrıma binlerce şükür)
biat ettim ki, şimdilik son durağım, gerisi Allah kerim!

Evet, tüm bu hakikatleri itiraf ettikten sonra, düşündüm taşındım;
aydın görünümlü Doğan saf değiştirse n’olur, değiştirmese n’olur” yargısına vardım.
Ayrıca muhterem, Mecidiyeköy’deki “Trump Tavırs” iş merkezini kiminle açtı?
Kanlı bıçaklı Sultanımızla değil mi?
Bu dünyada mühim olan menfaat…
Yaptırır en babasından bir cami de Kelkit’e…
Hoca efendi gelebilirse O’na…
Gelemeyip bir manisi çıkarsa, cemaatlerin gülü bülbülü Cüppeliye açtırır…
Balans ayarı, konjonktür meselesi; işte bu kadar!

Dolayısıyla devir devran kumpasçılarındır.
Bakın bana, elli yıllık iflâh olmaz solcuya?
İktidara, AKP’lilere kızıp tarikatçı olduk…
Hem de nur saçanından!
Bu sebeptendir ki dünya devi CNN bile olsanız, eğilip bükülürsünüz!
Boş verin tenkiti, çamur atmayı…
Vergi rekortmenliği de hikâye…
Doğru yoldadır Aydın abim, her aydın O'nun yolunda olmalıdır…
Yakındır kurtuluş, kerem gibi yanmaya da gerek yok…
Yeter ki övün çalış; CNN’e, Celâleddin’e, cemaatlere, Pensilvanyalı’ya güven!
Macit CÜNÜNOĞLU
10/06/2014 06:44

Her yer Paralel, her yer Kumpas!

A+
A-
“Şeyh uçmaz mürit uçurur!” derler ya, ne kadar doğru.
Devletin kanallarından ikrah geldi, cemaatinkiler malûm…
Her dakka belgesel de izlenmiyor, zaten oldum olası yabandaki
kanlı mücadeleyi içim almıyor…
Belki biraz tarih, o da Amerikalı’nın, İngiliz’in tekelinde!
Lâkin insan soyunun içindeki sapkın yaratıkları gördükten sonra,
kurban olayım hayvanlar âlemindeki ekmek kavgasına…
Karnı doyan hakka şükredip kenara çekiliyor…
Ya insan?
Âdeta eşi benzeri olmayan zalim…
Önce stok yapıyor, tatmin olmuyor bi daha…
Ta ki bitmez tükenmez arzularına ulaşıncaya kadar!

Üzerinde asıl durmak istediğim tarikatlar…
CNN izliyorum, uzun zamandır kirli sakallı bir genç program yapıyor…
Üslubu yumuşak, ağzından bal damlıyor…
Konuklarını genellikle dinsel çevrelerden seçiyor…
Ya hacı hoca molla, ya da badem bıyıklı akademisyenler!
Dertleri ise tasavvufu (sûfilik) yüceltip bilinçleri ince ince oymak.
Bu bağlamda Mevlâna başköşeye oturuyor…
Ondan sonrasını tahmin edersiniz…
Şeyhimiz öyle bir uçuruluyor ki, sanırsınız geri tepmesiz top…
Tutabilene aşk olsun!

Ayrıca cemaatlere bir övgüler bir övgüler…
Haber kanalı CNN mi izliyorum, yoksa paralel kenardan yayın mı?
İster istemez şüpheye düşüyor insan; yoksa Aydın Doğan da mı teşkilattan?
Bu ülkede “olmaz olmaz”
Aklıma “17 Aralık”, “Darbe”, “Süper Zekeriya”, “Tayyip’in gardı” geliyor…
Hımmm!
Neden olmasın?

Çaktırmadan kendimi de test ediyorum…
Ki çıkan sonuç; antitayyipçilik uğruna girmediğim kılık kalmamış!
Meselâ “yetmez ama evetçi” tayfadan sarfınazar edenlerin kervanına katıldım…
Sonra liberal demokratlara sıcak bakmaya başladım…
Daha sonra bilumum Ulusalcı, Kemalist, Atatürkçü, Milliyetçi, Türkçü, Kürtçü,
Mezhepçi zevata karşı dayanılmaz sempatiler geliştirdim…
Daha daha sonra sosyal demokrat, sosyalist, komünist dindarları, hatta en koyu
şeriatçıları anlamaya çalıştım…
Enternasyonal düzeyde de Esedçi, Sisici, Nuri Kamil Muhammed Hasan el-Malikici oldum…
En son da hidayete erip Fethullah Hoca Efendi Hazretleri’ne (tanrıma binlerce şükür)
biat ettim ki, şimdilik son durağım, gerisi Allah kerim!

Evet, tüm bu hakikatleri itiraf ettikten sonra, düşündüm taşındım;
aydın görünümlü Doğan saf değiştirse n’olur, değiştirmese n’olur” yargısına vardım.
Ayrıca muhterem, Mecidiyeköy’deki “Trump Tavırs” iş merkezini kiminle açtı?
Kanlı bıçaklı Sultanımızla değil mi?
Bu dünyada mühim olan menfaat…
Yaptırır en babasından bir cami de Kelkit’e…
Hoca efendi gelebilirse O’na…
Gelemeyip bir manisi çıkarsa, cemaatlerin gülü bülbülü Cüppeliye açtırır…
Balans ayarı, konjonktür meselesi; işte bu kadar!

Dolayısıyla devir devran kumpasçılarındır.
Bakın bana, elli yıllık iflâh olmaz solcuya?
İktidara, AKP’lilere kızıp tarikatçı olduk…
Hem de nur saçanından!
Bu sebeptendir ki dünya devi CNN bile olsanız, eğilip bükülürsünüz!
Boş verin tenkiti, çamur atmayı…
Vergi rekortmenliği de hikâye…
Doğru yoldadır Aydın abim, her aydın O'nun yolunda olmalıdır…
Yakındır kurtuluş, kerem gibi yanmaya da gerek yok…
Yeter ki övün çalış; CNN’e, Celâleddin’e, cemaatlere, Pensilvanyalı’ya güven!

09 Haziran 2014

Kitapsız Dünya!

Macit CÜNÜNOĞLU
09/06/2014 06:38

A+
A-
Geçenlerde değerli bir büyüğüm bir kitap tavsiye etti…
Adı: “İnancın sonu”, yazarı: Sam Harris.
Ünlü profesör Richard Dawkins’in övgüyle söz ettiği düşünür.
Kitap 2014 Ocak ayında piyasaya sürülmüş…
Derhal Kadıköy’deki kitapçılara uğradım…
“İmge”, “Alkım”, “Mephisto” ve “Nezih”
Bilgisayarlardan arandı tarandı, kayıt yok…
Ayrıca böyle bir kitabın varlığından da hiç kimsenin haberi yok.
Şaştım kaldım!

Bu arada kitabı ararken fark ettim…
Milyonlarca kişinin gelip geçtiği Kadıköy’de sahafları saymazsak
dördü dışında kitapçı kalmamış…
Ne kadar üzücü, zaten ülkemizin düştüğü hâllere bakınca olağan netice!
Ancak yılmadım, yayınevine (Kuzey Yayınları) durum hakkında mesaj çektim…
Anında yetkiliden cevap geldi, diyor ki,

“Haber verdiğiniz için teşekkür ederim, mailinizi dağıtıcımıza da gönderdim.
Kitabı D&R ve Migroslara da dağıtmışlardı. Eğer henüz almadıysanız oralarda bulabilirsiniz.”


Olacak iş mi, hele benim gibi AVM karşıtına…
Bir de kalk, o merkezlere yönelt…
Valla ağırıma gitti…
Nasıl ki “sinema” sinemada, “dansöz” çadırda seyredilir…
Aynı şekilde “helva” helvacıdan, “kitap” kitapçıdan alınır!
Ne işim var benim Migroslarda, alışveriş dünyalarında…
İstemem, ayrıca prensip meselesi, o kadar!
Aslında patates, soğanla kitabın yan yana durması, aman tanrım, ne fecii…
Tek kelimeyle saygısızlık, biri beyinsel diğeri midevî…
Sonuç itibariyle bakış açısı, tercih meselesi!

Fakat yaşadıklarımdan sonra kitabın sonunun iyi olmadığını düşündüm…
Hatta Tayyip paçayı kurtarır (elbette sandıkta), ancak kitap?
Maalesef cüzzamlı hasta gibi inim inim inleyerek yok olur gider!
Emin olun tespitlerim şaka değil, internet muhalifi de hiç olmadım…
Eeee, yine de kitap denilen kutsal kaynağın kuruyacağına inanıyorum.

“Bu ne karamsarlık?” diyebilirsiniz…
Haklısınız, lâkin matbuat âleminin hâl ve gidişine bakıyorum…
Popüler üç beş yazardan öteye geçmiyor…
Onlar da yayıncı tekellerin gazı, pazarlama ustalıklarıyla…
Erkeklerden Ahmet (Ümit), Yılmaz (Özdil), Zülfü (Livaneli)…
Kadınlardan Ayşe (Kulin), İnci (Aral), Elif (Şafak)…
Gerisi de raflardaki dolgu maddesi!
Var mı itirazı olan?

Haaa, yabancılardan Dan Brown var ki…
O’nu katmıyorum, Amerikalı fırlama, girmiş İsa’nın donuna…
Malzemeyi evirip çevirip Papa’ya nazire yaparcasına Vatikan’dan rol çalıyor…
Zaten yeryüzünde en çok basılan İncil
İkincisi itin yazdığı Kavgam, üçüncüsü Heri Potır mı ne…
Dördüncü de Dan’ınki, yani şifrelerin peşinden koşan adamınki!

Bu arada Sultanımızın, Hariciye nazırımızın üstün gayretleri ve
hizmetleri neticesinde Kur’an da ilk beşin içinde…
Ne mutlu bizlere, hissettiklerimiz asr-ı saadet kabilinde!
Fakat kim ne derse desin, ilk beşe rağmen dünya genelinde kitap
agonide (can çekişme odası)…
Belki son nefesini vermeyecek ama alçak sürünmeyle hayatını idame ettirecek…
Ki insanoğlu tümden unutmayıp evlerin duvarında bez torbada saklasın…
Kutsanmış eşya niyetine…
Öyleyse hep birlikte okuyalım “El Fatiha"...
Kitapsız dünya aşkına, mağfiret günlerinin yaklaşması hesabıyla!