bir şair vardı, öğretmen

21 Temmuz 2020

Karanlığa doğru...

Macit CÜNÜNOĞLU 









Siyaset yazmak sıkıntılı iş, hele de ülkemizde.
Zaten cehaletle yönetilen bir toplum hâline geldik.
Muhalefet de öyle, al birini vur ötekine.
Kemal bey apayrı bir âlem.
Aklı fikri koltuğunu korumak.
O nedenle de sonucu belli kurultay peşinde.
Hem de nasıl, bahanesi de hazır.
Pandemi dönemindeyiz, şartlar olağanüstü.
Diyor ki birlik olun, hep beraber öpün beni!
Oh ne âlâ, valla iki de bir büyük Reis’i tek adamlıkla suçluyoruz ya…
Zannedersem haksızlık ediyoruz.
Zaten bu ülkede tüm liderler kendinden menkul bulunmaz Hint kumaşı.
Varsalar yüksek politika devam edecek, yoksalar dünyanın sonu!
Ve tüm bu olan bitenin adı da parti içi demokrasi.
Aslında izlediklerimiz trajikomik sahneler ama maalesef inanan çok.
Çünkü aslını tanımayınca mevcudu Zümrüdüanka kuşu sanıyorlar.
Garibim nerden bilsin 1215 tarihli Magna Carta’yı.
Hadi vazgeçtik çok eskilerden, 61 Anayasası’nın ruhundan
haberi olan var mıdır?
Ve bu şahsiyetler ülke yönetiyorlar, sözüm ona muhalefet yapıyorlar.

Hâlbuki siyasetçi profili deyince aklıma zarafet, incelik, bilgi
ve dahi saygınlık geliyor.
Sanatla ilgilenen, dünyayı izleyen, zamanın ruhunu kavramış…
Hepsinden önemlisi de ırkçılıktan arınmış, inançlarını
ortalığa saçmayan…
Yalnızca halkına ve insanlık ideallerine hizmet etmeyi düşünen biri.
Sahi, böylesini tanıyor musunuz?
Yoksa tipolojiyi ben mi abartıyorum?
Halk neyse onlarda o.
Uzaydan gelecek hâlleri yok ya.
Neticede toplumun iz düşümü.
Öyleyse tahammül etmeye, çile çekmeye devam.
Ancak nereye kadar?
Hamdolsun Ayasofya’yı açtık, ilk namaz önümüzdeki Cuma.
On binlerce vatandaşımız katılacak.
Ama İsa’nın ruhu kubbelerde, duvarlarda yaşayacak.
Ve insanlık naklen yayınları ibretle izleyecek.
Secde edenler mutlu ve huzurlu, kiliseleri elden gidenler hüzünlü.
Nihayetin de dünyayı da ikiye böldük ya…
Mescid-i Aksa’yı fethedemedik, al sana Ayasofya!
Bonusu da var, Heybeli Ruhban Okulu erkek, Sümela Manastırı kız
İmam-Hatip olacakmış!
Hakikaten Fatih’in ahvadı, Osmanlının takipçileriyiz.
Yemişim T.C.’yi…
Hilafeti ilân edeceğiz 2023 de.
Var mı itirazı olan?
Varsa lütfen bir adım öne çıksın, Silivri’deki Devlet Konukevi’nde
yeriniz hazır.
Benden söylemesi.
Kalbi selâmlarımla, muhabbetle dostlar.

20 Temmuz 2020

Kızımın mektubu

Nehir Özarca
Bugün Kuzum Nehir’in Galatasaray İlkokulu için kurası vardı. Geçen sene sokmuştuk ama ruhu duymamıştı: ) 8510 başvurundan 50 kişi alacaklar. Olasılık düşük. Biz ucundan kaçırdık. Bizim sayı 2747 idi . 2739 ve 2753 çıktı ama bizimki çıkmadı. Çok inanmıştım. Çok dua etmiştim. Çok istemiştim. Bununla birlikte hiç üzülmedim. Asıl işin en güzel tarafı neydi biliyor musunuz? Ben işi gücü bıraktım Canlı Yayından izliyorum. (Bu arada deli demeyin, büyük kızım Su 2 kere girdi, Nehir 1 kere hiç birinde izlemedim) Pandemi dönemi diyelim… Gelelim detaya, balkonda üçümüz el ele tutuştuk. Son 5 talihli çekilecek artık . 45., 46. 47. 48.49.ve 50. 45 olmadı, Ugur 46. Da çıkacak demişti işte o zaman acayip heyecaladık çünkü sayılar okunuyor 2-7 oldu derken son 2 rakam 3-9... Ama bizdeki heyecan , çığlıklar, sarılmalar, inanmalar, biri 6 diğeri 9,5 yaşında . Kızlara çaktırmıyorum ama heyecanım dorukta. Kızım Su rüyasında sonlarda çıktığını görmüş çünkü. Gerçekten inandırmıştık kendimizi. Derken art arta çekildi ve bitti. Evet 2747 yoktu. Nehir bastı yaygarayı ve başladı ağlamaya, neden çıkmadı diye. Su klasik, surat bombok çöktü koltuğa. Nehir, neden onlar şanslı ben şanssız diye ağlıyor. Su inandığı olmadığı için, yoksa çok anladığından değil bana göre, hayal kırıklığına yaşaması işin özü. Nehir kucağımda soyut kavramlar olduğu için, örneklerle anlatma çabası, bak suyun okulun tamamı başvurdu sadece 1 sınıfa çıktı gibi düşün diyorum. Şans çok azdı. hemen, bu sefer çıksaydı olayın zor taraflarını anlatmaya başldım. Çok erken kalkacaktın, geç gelecektin. Servisle gidecektin. Babanla gidip- gelemeyecektin. Evde ablanla benimle daha az zaman geçirebilirdin. Hem çok istersen lisede bileğinin hakkıyla denersin dedim. Ama ben Fransızca öğrenecektim dedi küçük frankafon Su‘ya anlattım, anlatacaklarımı anlamasa bile yer edecek biliyorum onun o güzel kalbinde. Hiç bir şey tesadüf değildir. Çıkmamasında bir hayır vardır dedim. Daha güzel kapılara açılacaktır dedim. Kendimden bir anı anlattım. Baktım sakinliyorlar. Sardım, sarmaladım. Özelikle Su beni gözlemledi. Üzüldüm mü Anne dedi? Hiç üzülmedim dedim. Bu cevabımda zerre kadar sansür yoktu. Hiç üzülmedim. Hata ettim size bu kurayı söylemekle. Özür dilerim dedim. Su bak seni de 2 kere soktuk çıkmadı ama haberin olmadı dedim. Pandemi döneminde yani 13 Marttan beri hiç ayrılmadık. Duyguları saklamak, yaşananları saklamak pek mümkün olmadı bu dönemde. Belki hata ettim, bu kadar içine almakla L Sonra akşam yürüyüşümde olanları düşündüm. Biz çok farklı bir deneyim yaşadık. Kenetlendik, birlikte el ele, sarmaş dolaş çekilişi bekledik. Heyecanlandık. Yükseldik, yükseldik ve bir anda düştük. Son nefesimize kadar bir sürü duyguyu an ve an yaşıyoruz. Çocuklarımızda yaşıyor ama biz ebeveynler o duyguları yaşamasınlar diye hep kalkan olmaya çalışıyoruz. Ama gerçek hayat hiç öyle değil. Sonra birlikte üzüldük. Birbirimize destek olduk. Ve yarım saat geçmemişti konu unutulmuştu. Hopp havuza indiler, geldiklerinde konudan eser kalmamıştı. Bence harika bir deneyimdi. Kura bir yana, harika bir hayat dersi ve deneyim yaşadık birlikte. Binlerce şükürler ettim. Hiç üzülmedim gerçekten. Çünkü kim bilebilir ki Mevlanın dediği gibi “Hayatın altının üstününde daha iyi olmadığını“ Not: Çıksaydı fena olmazdı hani... Şaka şaka, varlıklarına binlerce şükür, gerisi hikaye… Sıla Özarca

15 Temmuz 2020

Asayiş berkemâl!

Macit CÜNÜNOĞLU












Dört yıl önce bugün sessiz ve derinden faaliyetini sürdüren yanardağ patladı.
Aslında püsküreceği üç yıl önceden belli olmuştu.
AKP FETÖ ortaklığı 17 Aralık’ta resmen son bulmuştu.
Artık iktidar kavgası başlamıştı.
Bu süreç zor ve çetin geçti.
Kapalı kapılar arkasında binlerce tezgâh gerçekleşti.
Ve nihayetin de 15 Temmuz gecesi su yüzüne çıktı.
Ve 251 cana sebep oldu.
Fevkâlâde başarılı bir senaryoydu.
Alan razı satan razı, sonuç her iki tarafı da memnun etmişti.
Bizler de evlerimizdeki televizyon ekranlarından kanlı sahneleri ibretle izledik.
Çünkü darbeler konusunda epeyce tecrübeliydik.
12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış biri olarak trajikomik görüntülere acı acı gülümsedik.
Boğaz köprüsünün bir tarafı kapalı, üzerinde bir tank, arkasında bir avuç asker…
İstanbul’u teslim alacaklar!
Yine de text güzel yazılmıştı, rol dağılımı mükemmeldi.
Tüm oyuncular hakkını fazlasıyla verdi.
Ve sonrası malûm, sürek avı başladı.
On binler tutuklandı, işten atılanlar yüz bini buldu.
Fethullah Efendi hazretleri(!) baş suçlu ilân edlip gıyabında çarmıha gerildi.
Birinci perde kapanmıştı.

İkinci bölüm sistem değişikliğiyle başladı.
Sandığa gittik, son padişahımızı seçtik.
Parlamento Hisseli Harikalar Kumpanyası’na dönüştü.
En nihayetinde layık olduğumuz rejime kavuştuk
Halkımız, devletimiz adına reisimiz düşünüyor ve O karar veriyor.
Peşpeşe fermanlar yayınlıyor.
Yan gözle bakan kodese, alkışlayan Saray bahçesine.
Oh ne âlâ!
Ancak hâlâ THE END diyemiyoruz.
En son Ayasofya’yı gönül birliğiyle cami yapıp baroları parçaladık.
Derin bir nefes alabiliriz artık.
Asayiş berkemâl, gidişat fevkâlâdenin fevkinde…
Karnımız tok, sırtımız pek…
Yemişim Corona’yı, kim korkar mikroptan virüsten…
Evelallah şerbetli milletin ahfadıyız…
Yıkarız dağları, enginlere sığmayız.
Savulun len, kefenliler ordusu geliyor.
Hedefimiz 24 Temmuz, Ayasofya’dayız, imamımızın arkasındayız.
Bize derler Mücahit, göbek adımız Niyazi…
Bir ölür bin doğarız!
Var mı yan bakan?
Ayrıca herkese yetecek kadar mahpus damlarımız var.
Anlaşıldı mı?
Şimdilik naklen yayınımız bu kadar dostlar...
Yarınlar hayırlara vesile olur inşallah!

13 Temmuz 2020

Utanç sınırı!

Torunum Nehir






Sahi “ar damarı” nerde?
Sık sık duyarız: “Ar damarı çatlamış.”
Utanma duygusuyla eşdeğer tutulur.
Demek ki ahlâkla doğrudan ilişkisi var.
Hayvanda yoktur, insan olmanın temel özelliğidir.
Alnımızda taşırız.
Ne güzel, turnusol kâğıdı başımızda.
Sağlamsa mesele yok, ya çatlaksa?
İşte asıl mesele burda başlar.
Hukuk olur guguk, adalet olur hamaset.
Fay hattı gibi, çatladıysa kim tutar seni?
Kiliseler cami, okullar İmam-Hatip olur.
Cumhuriyet şeriata evrilir, demokrasi ise tramvay durağına dönüşür.
Parlamento muhafız alayı, ülke panayır yeri, akıl da gider
bir yerlere takılır.
Ve bu ülkeye de Türkiye denir.
Reisimiz dünya lideri, ekonomimiz ilk yirmidedir.
İşsizimiz çok açımız yoktur.
Tamamımıza yakını elhâmdülillah Müslümandır.
Tek bayrak, tek millet, tek din diye yanar tutuşuruz…
Sandık sonuçlarıyla geleceğimizi belirleriz.
Ve Batı da sürekli bizi kıskanır…
İyi mi?

Evet, bu toplumun maalesef ar damarını çatlattılar.
Kim mi?
Elbette ülkeyi yönetenler.
Yanlarına muhalefeti de aldılar, Ayasofya örneğinde olduğu gibi
inceden inceye utanç sınırını geçtiler.
Hem de dünyanın gözleri önünde.
Fatih dediler, hükümranlık dediler…
Bin beş yüzyıllık mabedi siyasete alet ettiler.
Ancak tarih affetmez.
Gün gelir yeniden güneş doğar bu topraklarda.
Ege’de, Akdeniz’de, Trakya’da…
Ve dahi İstanbul’da.
Aydınlığın, barışın, kardeşliğin, özgürlüğün, eşitliğin ışığı.
Kimse duramaz karşısında.
Haklılar daima galip gelirler.

Farkındayım, zor günlerden, umutsuz devirlerden geçiyoruz.
Yalnız yepyeni bir kuşak geliyor arkamızdan.
Adları “Z”
İçlerinde torunlarım da var.
Cıvıl cıvıllar, kötülük bilmiyorlar.
Taze gonca, meyve fidanları.
Hepsi çiçek açacak, yüzleri güneşe dönüp insanlığa müjdeler saçacak.
İşte o zaman ne ben olacağım, ne çakıl taşları…
Okyanuslarda yüzecekler.
Ve utanç sınırlarını aşıp bugünkü yaptıklarımızdan yüzleri kızararak…
El sallayacaklar sonsuzluğa…
Belki biz de görürüz diye.

Macit CÜNÜNOĞLU

11 Temmuz 2020

Dikensiz gül bahçesi!

Macit CÜNÜNOĞLU











Büyük deha Mimar Sinan’ın çıraklık eseri Şehzade camii,
kalfalık eseri Süleymaniye camii, ustalık eseri ise Selimiye camii’dir.
Üç mabet de döneme ait özellikleri taşımaktadır.
Tabii Ayasofya onlardan epeyce yaşlıdır.
Aradan bin yıl geçmiştir.
Elbette onun da yorgun bedeninin yanı sıra bir de ruh hâli vardır.
Üç beş kez gezme fırsatım oldu.
Her ziyaretim de başka bir dünyayla buluştum.
Kâh orta çağa gittim, kâh yüzyıllar sonrasına.
Netice de bitkindi.
Restorasyonu hiç bitmedi.
Dile kolay, bin beş yüzyıldır ayakta.
Kilise olarak doğmuş, sonra camiye dönüştürülmüş.
En sonunda da müzede karar kılınmış.
Ya şimdi, tekrar cami.
Başta CHP’liler olmak üzere toplumun ezici çoğunluğu mutlu.
Ne güzel!
Geriye de benim de dahil olduğum küçük bir grup kalıyor.
Yani karşı çıkanlar.
Belki sayımız yüzde on.
Ciddiye alınmayacak bir rakam.
Yine de yazıp çizdik, UNESCO dedik, insanlığın ortak mirası dedik…
Ama nafile.
Ne diyelim, vatana millete hayırlı olsun.
Ancak kendi adıma utandım.
Çünkü ayıptır, günahtır.
Bu kadar görgüsüzce böbürlenme dünyanın hiçbir toplumunda yaşanmaz.
Hükümranlık hakkı! ( M. İnce söylüyor!)
Sahi ne demek?
Bir örnek: İstiklâl caddesinde Tünel’e yakın Santa Maria Draperis Kilisesi vardır.
Çukurdadır, merdivenle inilir.
Ya kapısındaki yazı:
“Bizans İmparatoru II. Abdülhamid’in Belediye Başkanı
Rıdvan Paşa’nın verdiği izinle yapılmıştır.”
Arif olan anlar.

Nereden nereye?
Ermeni mimar Sinan’ın yaptıklarıyla gururlanıyoruz.
Balyan ailesi baş tacımız.
Dünyanın en saygın kilisesine tahammülümüz yok.
Cidden utanç sınırı.
Ama burası başka bir ülke.
Adalet, hukuk yerlerde sürünüyor.
M, Kemal mirası paramparça.
Hoş geldin Saray saltanatına.
Oy için karakolda doğru söyler…
İnsanlık divanında şaşar.
Ve necip halkımız peşinden koşar.

Ya bundan sonrası?
Barolar tamam, savunmanın sesi kesildi.
Yüksek yargı süt dökmüş kedi.
Gelin şu sistemin adını koyalım: Dikensiz gül bahçesi!

07 Temmuz 2020

Şerefinize dostlar!

Macit CÜNÜNOĞLU











CHP kurultaylarıyla ünlüdür.
Aslında bir numara çıkmaz ama yine de konuşulur.
Elbette magazin kültürünün doğal sonuçları.
Medyaya da malzeme lâzım, seçen belli seçilen belli.
Ver gazı, ver coşkuyu…
Asırlık parti de bir havaya girer ki, sormayın gitsin.
Sanırsınız yarın iktidar olacak!
Bence içi boş, çürümüş bir çınar.
Ulusalcı, Kemalist kontenjanından 150 civarında milletvekilini
parlamentoya taşıyabiliyor.
Bütün marifeti de bu.
Bir de yerel yönetimlerde kazandığı başarılar.
O da adayın yeteneğine ve becerisine bağlı.
Kemal bey yatsın kalksın dua etsin İmamoğlu’na.
Popülizmin zirvelerinde dolaşarak seçmenin gönlünü fethetmeyi başarıyor.
En son 29 Mayıs’ta başkandan mesaj aldım.
Zat-ı âlileri fütuhat geleneğine ait olduğundan ve Topal Osman ruhu            taşıdığından İstanbul’u zapt etmenin bilmem kaçıncı yılını kutluyor(!)
Sevsinler seni, neyse ki oy vermedim artiste.

Fakat inanır mısınız; Kemal beyin karşısında Erdoğan’ı
daha istikrarlı buluyorum.
Demokrasi tramvayından ineli çok oldu, emin adımlarla hedefine koşuyor.
Ne anayasa tanıyor ne hukuk.
Tek arzusu şeriatçı düzen.
Kılıçdaroğlu öyle değil, ayrıca ne yaptığı da belli değil.
Resmen yalpalıyor.
Haspam Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine vize verecekmiş.
Bir de Reis’in arkasında namaz kılsaydın!
Nasıl olsa “Yenikapı ruhu” canlı.
Siyasî vecibelerini de yerine getir bari!

Canım ülkem, yönetenin ayrı bir dert, muhalefetin ayrı bir dert.
Düştük mü cahil cühelanın eline.
Vizyonsuz ucubeler korosu.
Ben de kalkmışım iki de bir sanat yazıyorum.
Tiyatro seyredin, Mahler dinleyin.
Dam üstünde saksağan işte.
İşimiz zor dostlar, bu kadroya katlanmak daha da zor.
İki çıkış yolu var…
Birincisi kör ve sağır olmak…
İkincisi de rakı içip güzelleşmek…
Ki ben ikinciyi seçtim.
Açıyorum YouTube’ı, karşımda Müzeyyen Senar…
Sarkis amcam el sallıyor…
“Kimseye etmem şikâyet, baktıkça istikbâlime…”
Şerefinize dostlar.

01 Temmuz 2020

Bekri Mustafa'nın penceresinden...

Macit CÜNÜNOĞLU








Sizler de bilirsiniz, yargının üç ayağı vardır.
Birincisi iddia makamı, yani savcılık.
İkicisi savunma, avukatlık
Sonuncusu da karar mercii, o da hâkimlik.
Savcı, hâkim bir anlamda devlet memurlarıdır.
Her ne kadar bağımsız olmaları mecburiyse de Ankara’dan tayin edilirler.
Dolayısıyla siyasi iktidarla direkt temasları vardır.
Ayrıca Fetö tezgâhıyla bu husus ayan beyan ortaya çıkmıştır.
Fakat avukatlık müessesi bağımsız meslek grubuna girer.…
O nedenledir ki devlet himayesi dışında örgütlenme imkânı bulmuşlardır.
Bu durum da BARO gerçeğini karşımıza çıkartır.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de saygın kurumlardır.
Sesi duyulur, sözü dinlenir, özetle itibarlıdır.
Bünyesinden Feyzioğlu gibi çürük elmalar çıksa da genel anlamda
muhalif kimliğiyle demokrasi ve özgürlük mücadelesinde en ön safta
yer almışlardır.
Bu durum da iktidarları fevkâlâde rahatsız eder.
O zaman pasifize ederek kurtulmak gerekir.

Gelelim AKP’nin son hamlesine, daha doğrusu Saray’ın arzularına.
Büyük Reis diyor ki BARO’ları bölüp çoklu sisteme geçelim.
Mümkün mü?
Neden olmasın, zaten muhteremin her dediği oluyor.
Meclisin seçkin üyeleri âdeta Saray muhafızı.
Bir önergeyle işlem tamam!
Vaziyet bu merkezde değerli dostlar.
Avukatlar istediği kadar yürüsün, bir kere kurt kuzuyu yemeye niyet etmiş.
Hâl böyle olunca yemişim demokrasiyi, yemişim insan haklarını.
Zaten çivisi çıkmış bir toplumda hukuksuzluk vaka-i adiyeden kabul edilir
hâle geldi.
Çok merak ediyorum, Demirtaş yıllardır mahpuslarda niye sürünür?
En son Kaftancıoğlu’na verilen mahkûmiyet cezası, olacak iş mi?

Of offf!
Bu memlekette yaşamak ne kadar sıkıntılı.
Bir de kıdem tazminatı meselesi var.
İşçi sınıfının, emekçilerin vazgeçilmez hakkı.
O da topun ağzında.
Budanır mı budanır, dikensiz gül bahçesi yaratmanın zaten temel kuralıdır.
Ezip geçeceksin ve adına da “İleri demokrasi” diyeceksin!
Hatta Batı’nın bizi kıskandığını iddia edeceksin.
Ancak işin dayanılmaz tarafı seçmenin oylarını da toplayacaksın.
İster istemez mazoşizmi çağrıştırıyor.
Yoksa necip halkımızın hasletlerinin başında mı geliyor?
Yetmiş yaşıma geldim, bu mevzuyu hâlâ çözemedim.

Son olarak da muhalefet cephesine bakalım mı?
Veya hiç elleşmeyelim mi?
Kemal bey düşmüş kendi derdine, koltuğunu sağlamlaştırma peşinde.
Asena Meral’den söz etmeye hiç gerek yok, milliyetçiliğin
Millet İttifakı içindeki versiyonu.
Bu kadar renkli portföy arasında HDP de çırpınıp duruyor, ama nafile.
Öyleyse işimiz kaldı Mustafa Bekri’ye!
Ve dinci faşizm adım adım geliyor...
Benden söylemesi dostlar.