bir şair vardı, öğretmen

31 Aralık 2013

Zor durumda Vatan!


Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
Yılbaşı arifesinde demokrasi ayakkabı kutusuna girdi.
Ne demişti Bülent Abi; “Ben kum torbası değilim!”
Vuran kim?
Kim olacak, anlı şanlı Sultan!
Yalnız dövülen Bülent Abi olsa iyi…
Ne yargı kaldı, ne yasama.
Alayı nasibini aldı.

Tanık olduğumuz manzara meşrutiyette olur mu?
Olmaz…
Ne de olsa bir alt organ var…
Ya şimdi?
Ne organı, dersimiz biyoloji mi…
Veya kuvvetler ayrılığından bahisle yurttaşlık bilgisi mi?
Geç bunları geç…
Yaşadıklarımız -dilim varmıyor söylemeye ama- resmen neofaşizm…
Hem de bir gruba dayalı değil, tek kişinin egemenliği…
Savcıdan, hâkimden, bakandan, milletvekilinden hesap soran!

Hâlbuki ne kadar umutlanmıştık…
Bir taraftan Bülent Abi itiraz ediyor diğer taraftan cemaat…
Oh dedik!
Lâkin hevesimiz kursağımızda kaldı.
Kadük oldu ileri demokrasi atılımları, evrensel insan hakları standartları…
Sebep olanlar utansın!

Keşke şu dershaneler sorunu yaşanmasaydı…
Keşke yolsuzluklar, rüşvetler, hırsızlıklar su yüzüne çıkmasaydı…
Ne güzel geçinip gidiyorduk…
Ah ahhh!
Kader işte, kıydılar güzelim cumhuriyetimize!

Ayıp oluyor iç ve dış kâfirler…
Faiz lobisi, Tahtakale piyasası, bilhassa Halk Bank düşmanları…
CHP’liler, Geziciler, Esedciler, Amerikancılar, Avrupacılar, Siyonistler…
Kısaca yedi düvel…
Nedir len Sultanımıza kastınız?
Kodu mu oturtur…
Ne hukuk dinler ne demokrasi…
Ne de olsa Kasımpaşalıdır!

Son sözüm de Bavulcuzadelerden Baransu Abime…
Diyor ki,
“Kılıktan kılığa girdiler…
Yedikleri yetim hakkı, çaldıkları para, aldıkları rüşvet ortaya çıkmasın diye
utanmadan bir de ellerini Allah’a kaldırıp dua seansları düzenlediler…
Utanmadan milletin yüzüne baktılar ama Allah’a nasıl baktılar doğrusu
hayretler içindeyim.
Dini de Müslümanlığı da başlarındaki örtüyü de kısacası tüm kutsalları da
yalanlarıyla kirlettiler.
Değer miydi bu kadar alçalmaya, alçaklığa…”


Evet, haklı olmasına haklı da…
Ya sen, ya siz?

Kısaca düştük ellerine…
Satırla katırın arasına, seç beğen al…
En iyisi mi önümüze, yeni yıla bakalım…
Tazelensin umutlar, sevgiyle saygıyla nice yıllar.

Not: Baransu ağır yazmış, Sultan’ın yerinde olsam anında dava açar
sesini soluğunu keserim. Bu toprakları çobansız köy mü sandı...
Bastır büyük Usta, arkandayız!

www.gazetemen.com

.

30 Aralık 2013

Kumpaslı Demokrasi!

Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
“Tarihin bizi donattığı kıt malzemeyle insanı yargılamayı
  kesinlikle reddediyorum.”
Mahatma Gandhi

Yaşı dört buçuk milyar olan gezegenimizde insanoğlunun varlığı çok yeni…
Homo Erectus (Dik duran insan-RTE değil canım): 1 milyon yıl
Homo Sapiens Sapiens (Biz): 89.000
Afrika’dan dünyaya yayılışımız: 66.000
İlk duvar resimleri: 30.000
İlk tarım: 10.000
İlk şehirler (Çatalhöyük-Eriha): 9.000
İlk yazı: 5.000
İlk kitap (Gılgamış): 4.500
Birleşmiş Milletler’in kuruluşu: 78
Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi:75
Ve 21’inci yüzyıl, günümüz, TÜRKİYE.

Tarih bilinciyle bir kronolojiye bakıyorum, bir çağımıza…
En önemli fark elektrik (aydınlık) olsa gerek.
Gecenin gündüze evrildiği, karanlığın mahkûm olduğu çağ.
Bir de HUKUK.
İnsanlığın en büyük kazanımı…
Aklın düzenden, dogmatizmden, dinden bağımsızlaşarak özgürleştiği
ve Fransız Devrimi’nden sonra modern toplumların benimsediği
kurallar manzumesi; özgürlük-eşitlik-kardeşlik ilkeleriyle yükselen değer.

İlkel komünal, köleci, feodal, kapitalizm derken geldik Yeni Dünya Düzeni’ne…
Yani küresel sermayenin egemenliğine…
Arada “Sosyalist Sistem” var ki, yetmiş yıllık acı tecrübe…
Sizlere ömür, Marx Amcaya selâmlar eşliğinde!

Evet, çağımızın parlayan yıldızı HUKUK, HUKUK, HUKUK
Onun bununki değil, günü geldiğinde herkese lâzım olan evrensel gözde…
Yalnız bizim ülkemizde ortalık malı, tabiri caizse fahişe!
Nasıl mı?
Nasıl olacak canım, fırsatını bulan her güç yatağa atıyor…
Dün vesayetçi militarizm, bugün vesayetçi siyaset…
İkisinin de ortak paydası kapitalizm…
Gelen ağam giden paşam…
Ezilen halk, kahramanımız cambaz…
Fondipliyorlar vicdanı cüzdanında olan reziller!

Üç kuruşluk saltanat adına bu ülkede ne huzur kaldı, ne sükûnet…
Evrensel hukuk hacıyatmaz maskaraya döndü.
Sanırsınız sahibinin sesi alametifarika…
Polis-Savcı-Yargıç figüran…
Hukuk çaya çorbaya limon…
Dünya’nın, Avrupa’nın en büyük adalet sarayları…
Tüy dikiyor insanlık değerlerinin üstüne!

Ya tarih, ya kronoloji?
Ne anlar cemaat, ne anlar siyaset…
Bulmuşlar kuzu gibi bir halk, her türlü sömürü tavan yapmış…
Düşmeye gör devletin tezgâhına, her taraf kirli kumpas!

GAZETEMEN-MARJİNAL

.

29 Aralık 2013

Kedi!

Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
Rejim şirazesinden çıkmıştır, sorumlusu da iktidarın başıdır.
Bir ülke düşünün ki, “yürütme” kendi atadığı hâkimlerden savcılardan şikâyet ediyor…
Kime?
Halka, yüzde elliye, makarna bulgur dağıttığı yeşil kartlıya…
Vah vahhh!
Zavallı memleketim, ne hâllere düştün?
Hani demişler ya, “kılavuzu imam olanın burnu baldan çıkmaz.”
Aynen öyle, ülkeyi bir yolsuzluk bir hırsızlık sarmış ki…
Sormayın gitsin!
Çalan mağdur, hırsızı yakalayan düşman…
Utanmasalar hırsızı muhalefetin akrabası yapacaklar!

İnanın bu manzarayı gördükten sonra aklıma kedi geliyor…
Köşeye sıkışan, gözlerinden ateş çıkıp dişlerini gösteren…
Süt dökmüş, ciğer çalmış, üstelik ortalığa pislemiş…
Hesap soruluyor, daha doğrusu sorgulanır gibi yapılıyor…
Lâkin kedi arsız, pişkin, yavuz hırsız…
Hırlıyor, mırlıyor…
Haince saldırıyor; bir elinde kefen arkasında kıllar…
İnsanlık onuru ayaklar altına alınıyor.

Ah ahhh!
Türkiye Türkiye olalı böylesini görmedi…
M. Kemal’i katmayalım hesaba, nurlar içinde yatsın.
Millî Şef siyaseten iyidir kötüdür, herkes kabul eder ki haysiyetlidir namusludur.
Menderes derseniz?
Evlâtları dâhil bugünkülerin yanında çamurun içinde parlayan ve
asla kirlenmeyen, onca demokrasi yanlışına rağmen çalıp çırpmayandır.

Ve siyaset-î azam…
Evet evet, Demirel…
Aile boyu geometrinin yamuklar silsilesinden…
Yine de bireysel anlamda sütten çıkmış ak kaşık…
Altüstü Güniz Sokak’ta bir gecekondu ile binlerce kitap…
Gece gündüz dua ediyor;
“Tanrım giderayak bi daha bi daha beni Cumhurbaşkanı yap!”

Nihâyet Özal ve Özalizm…
Bir devrin başlangıcı, “işçinin şerefiyle zenginin şerefinin eşit olmadığı” yıllar…
Prenslerin, papatyaların dayanılmaz saltanatı, görgüsüzlüğün hüküm sürdüğü,
bir konulup beş alındığı devirler…
Devamında mesutlar, çillerler, erbakanlar vesaire vs.
Kısaca ahlâk denilen kavramın tedavülden kalkıp sürgüne gönderildiği yıllar…
Tek kelimeyle utanmazlık çağı, kirli savaş uğruna on binlerce gencin yitirildiği,
binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği kopkoyu karanlık bir çağ!

İşte günümüz; tam da yakın tarihin kara lekelerini lânetlerken…
Yüksek huzurlarınızda K E D İ
İnanın böylesi görülmedi…
Hain, sinsi, kurnaz, rezil, hırsız, himayeci…
Ve aydınlığa laikliğe demokrasiye hukuka cumhuriyete düşman…
En tepede, baş edebiliyorsan baş et…
Eyyy namuslu müslüman, onurlu İNSAN!

MARJİNAL-GAZETEMEN

.

28 Aralık 2013

Hırant'ı düşünürken...


Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
Balyanlar 18. ve 19. yüzyıllarda saray mimarı olarak Osmanlı tarafından
yaptırılan birçok önemli esere imzasını atan Ermeni ailesidir.
Birkaç tanesini hatırlatayım, gerisini siz tasavvur edin.

- Dolmabahçe Sarayı
- Yıldız Sarayı
- Beylerbeyi Sarayı
- Çırağan Sarayı
- Valide Sultan Sarayı
- Defterdar Sarayı
- Dolmabahçe  Camii
- Aksaray Camii
- Ortaköy Camii
- Nusretiye Camii
- Küçüksu Kasrı
ve onlarca eserle bu liste uzayıp gider…

Ki sadece çok azını sıraladığım eserler İstanbul’u İstanbul yapan eşsiz
örnekler ve sanatsal özellikleri ile de yerli yabancı turistlerin başlıca uğrak yerleridir.
Gotik ve barok sanatından esintiler taşıyan yapılar âdeta İstanbul’un incilerle
bezenmiş kolyeleri olup, yeryüzünde bu kadar güzel fotoğraf veren başka bir kent yoktur.

Gel gör ki son yılların modası ve teknolojinin getirdiği nimetlerden yaralanma
adına pek çok kutsal mekânda elektronik panolar vardır, dinsel öğütlerin ayetlerin yer aldığı.
Bir tanesi de Kadıköy meydanına bakan Sultan III. Mustafa İskele Camii girişinde…
Basından okudum, Hristiyanların Noel Bayramı’na denk geldiği gün Maide Suresi’nden
51. Ayet ışıklı panoda boy göstermiş, binlerce insanın önünden geçtiği cami duvarında…
Ayet diyor ki,
“Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlara birbirinin
dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır.”


Cahil çirkinliği sosyal medyaya yansıyınca Kadıköy Müftüsü yazının yanlış
anlaşıldığını, Hristiyanların hedef alınmadığını ve ayetin kaldırıldığını ayrıca
İstanbul Müftülüğü tarafından soruşturma başlatıldığını ifade etmiş…
Ne diyelim, 21’inci yüzyılda yaşadığını henüz fark etmeyen canım ülkeme yakışır!
Bir ırka dayalı faşizm vardı, insanlığın baş belâsı…
Bir de dine dayalı faşizm hortlasın, hoşgeldin hoşgörü çağı…
Ne yer ne içersin?
Lâkin bizim buralarda maalesef hoşgörüye ihtiyaç yok…
Çünkü sultanımız sayesinde “Tek Bayrak, Tek Milliyet, Tek Din”   
altında geçinip giden asîl bir milletin efradıyız!

Zaten az kaldı, biraz daha gaza basarsak kökünü kazıyacağız Rumların,
Yahudilerin, Ermenilerin…
Dilerseniz son tiraj durumuna bakalım:
Rumlar: 2.200
Yahudiler: 17.000
Ermeniler: 57.000
Ve toplumsal tahammül: 0 (sıfır)


Aslında bugün ecdadımızdan, padişah eşlerinden söz edecektim…
Soylarından, soplarından…
Fakat şu Maide suresinin 51. Ayeti yok mu, iyice iştahımı kaçırdı…
Bir de sultanımızı dinledim, Üsküdar da konuşuyordu…
Kefenden, savcıdan, HSYK’dan, emniyetten dem vuruyor…
Toplanan güruh karşılık veriyor;
“Dik dur eğilme, bu halk seninle!”

Kafiyedeki ses uyumuna hayran kaldım ve Hırant geldi aklıma…
Yakında ölüm yıldönümü…
Her yıl olduğu gibi katledildiği yerde olacağım, bir avuç on binlerle…
Ellerimizde karanfil, yüreklerimizde derin sızı…
Haykıracağım sonsuzluğa;
“Yaşadıklarımız rüya mı yoksa hayâl mi?”

Anlıyorum ki insanlık çoktan ölmüş, öyleyse Fatiha eşliğinde bir ayet
gönderelim, yine Tanrı kelâmından Hırantcığımın aziz ruhuna, içinde güvercinler olan.
Gelinen durum ne kadar acı; siyasetiyle, hukukuyla, adaletiyle, inançsal boyutuyla…
Nereye elinizi atsanız elinizde kalıyor, nereye dönseniz karanlık…
Galiba ülkemizde ağır bedeller ödenecek ve güneş geç gelecek…
Düşman yaratma kültüründen beslenen efendiler başımızda olduğu sürece!

GAZETEMEN

.

27 Aralık 2013

Dosttan mektup!

Macit CÜNÜNOĞLU
Macit CÜNÜNOĞLU
 

Yeni yılı karşılamaya hazırlanan ülkemizde işler karışık…
Yakın zamanda da düzeleceğe benzemiyor.
Vesayet rejimlerinden sonra kusursuz işleyen iktidar mekanizması
çatırdamaya, yarılmaya başladı…
Çünkü kurdukları sistem de maalesef vesayetçi, üstelik tek kişinin
hegemonyasına dayalı, bir anlamda seçilmiş krallık modeli!
Yargı kurumları harmanlanmış, kolluk güçleri tırpanlanmış,
sapır sapır dökülen yürütme, yeniden dizayn edilen parlamento…
Bu saatten sonra kimse demokrasiden, hukuktan, adaletten söz edemez.

Evet, kına yaksın Sultan…
On bir yılda öyle bir memleket yarattı ki ne kadar övünse azdır!
Mebzul miktarda düşman, hem içte hem dışta…
Modern toplumların vazgeçilmez prensibi “kuvvetler ayrılığı”
doksandan golü yemiş, yerlerde sürünmekte…
Kafasını azcık kaldıranın kellesi koparılmakta…
Ve özgürlük, insan hakları vadederek iktidara gelenlerin zavallı hâlleri!

Çağlayan, Güler, Egemen, Bayraktar…
İstifa eden etmeyen, kadro dışı kalan, hepsi bir tarafa da…
İnanın en çok Ertuğrul Günay’a üzüldüm!
Kesin ihraç talebiyle disipline verilmiş, hâlbuki tek ayak üzerine
durma cezası ne çok yakışırdı kendisine…
N’olacak, zalimler işte!

Yine de kim ne derse desin AKP milletvekilleri içinde Ertuğrul Abim
bi taneydi; sanattan zarafetten namazdan niyazdan anlayan çelebi.
Ayrıca kamu vicdanı, “ucube” aktivesinde aslanlar gibi direnmiş,
plastik sanatların arkasında durmuştu…
Kolay değil, tek bir ağaç olmayan çölde vaha gibi parlamak…
Âdeta serap gösterdi bizlere, derin nefesler aldırdı.
Verdiği hizmetleri, dik duruşunu, açık sözlülüğünü asla unutmayacağım…
Gönüllerin şampiyonu Abim benim, Allah senden bir kere değil
bin kere razı olsun!

Dosta düşmana insanlığı, demokratlığı, kusura bakma ama azcıkta kaliteli
dönek olmayı öğrettin, varsın olsun, o kadar kusur Fettan Hoca’da da bulunur!
Her şeye rağmen yolun açık olsun…
Lütfen tivitlerini esirgeme, emin ol gönüllerin pınarısın…
Aklın sağduyunun sesi, sen nerde biz orda, gideceğin son adresi yazmayı unutma!

Aman ha!
Cemaatçilere sığınma, zaten yeteri kadar varlar…
Ayrıca aldığım son duyumlara göre tayin-terfii işlemleri dondurulmuş…
Belki senin müstesna özelliklerinden dolayı ek kontenjan açabilirler ama
gel baba ocağını da düşün derim, CHP’yi…
Hazır Baykal kızakta, söz; ben de omuz vereceğim…
Kemal Abiyi devirelim…
Ne de olsa devrimci gelenekten gelmekteyiz…
Somut koşulların somut tahlilini yaptım…
Tüm rüzgârlar iyiden, güzelden, kariyerizmden yana…
Canım Abim benim…
En kısa sürede görüşmek ümidiyle…
Öptüm!

Bir dost.

MARJİNAL-GAZETEMEN

.

26 Aralık 2013

Siyasî Şovmenlerin Dünyasından...


Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
Son olaylar göstermiştir ki “Hukuk” dediğimiz evrensel
değerler manzumesi ülkemizi uzun yıllar teğet geçecek.
Bunun başlıca ve tek nedeni siyasiler ve siyasî dokunulmazlıklardır.
Bir ülkede meclise kapağı atan her birey rahatlıkla suç işleme
özgürlüğüne sahipse ve bırakın yargılanmayı, sorgulanamıyorsa
neye yarar demokrasi, neye yarar adalet?

Balık baştan kokar misâli iki temel sorunla karşı karşıyayız.
Elbette sade ve onurlu vatandaş olarak…
Birincisi “Nerden buldun yasası?”
İkincisi, kürsü hariç dokunulmazlık zırhından arınmış parlamento.
Yasama organı son olayları fırsat bilip bu iki engeli aştı aştı,
yoksa ilk fırsatta yenisine gebedir Türkiye.

Çünkü bu ülkede bazı kurumlar vardır, eğer bir biçimiyle içinde
yer almak zorunda kaldıysanız kirlenmeniz kaçınılmaz olur.
Örneğin yerin yüzlerce metre aşağısında üretim yapan maden işçisinin
hâli, ocağa pürü pak girse bile kömürün karası sinmiştir üstüne başına…
Ki o siyahlık onun alın teri, şerefidir.

Ya siyaset, belediyeler, en üst makam parlamento?
Ülkeye hizmet aşkıyla yanıp tutuşanların arenası değil mi?
Temiz toplumlarda EVET…
Peki bizde, günahtan korkmayıp ayıptan korkan toplumumuzda?
Köşe dönme, sınıf atlama aracı değil mi?
Bırakalım işin popülizme dayalı demogojik yanını…
Yıllardır gördüğümüz manzara, dünden bugüne, yarınlara sarkacak olan…
Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet maceraları…
Ve kaynağı maalesef Ankara, kendi maaşlarında bir çırpıda uzlaşan
milletvekili kast’ı, seçilmiş ayrıcalıklı sınıf, halkına tepeden bakan!

Evet, “böyle gelmiş böyle gitmez” diyorsak bugünden tezi yok…
Dokunulmazlıklara HAYIR, “Nerden buldun?” yasasına EVET.
Başka çare de yok…
Temiz toplum yolunda mesafe katetmenin yolu parlamentodan geçiyor…
Kokan balıkların dünyasından, mesele parti meselesi değil…
Hele hele de şovmenlerin işi hiç değil.
On bir yıl çal çırp, ülkenin altını üstüne getir…
Ondan sonra da siyasî erdem adına, kamu vicdanı adına bayraktarlık yap…
Yemezler usta!

Ebru’nun gözyaşlarına inanırım, senin istifana asla…
Önce hesap verin, halktan çaldıklarınızı iade edin…
Bahşiş verir gibi değil, mahşer gününü dünyaya taşıyın…
Cehennem ateşini yüreğinizde hissedin ve bir kez olsun düşünün…
“Nasıl kıydınız bu ülkenin geleceğine, evlâtlarına?”
Suçlu ayağa kalk; namusluca, onurluca ve yüreğiniz yetiyorsa cevap verin!

MARJİNAL-GAZETEMEN

.

25 Aralık 2013

"O"nun Dünyası!


Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
“Zırva tevil götürmez” diye bir atasözümüz var…
Sanki bugünler için söylenmiş, daha doğrusu “O” için.
Konuşuyor ve hakikaten zırvalıyor.
Son yolsuzluk ve rüşvet operasyonu üzerine diyor ki,
On gerekçesi var ve başlıyor sıralamaya;
Başta yedi düvel, faizci, lobici, iç düşman, dış düşman, Gezici, kestaneci,
ana muhalefetin başı, yavru muhalefetin kıçı…
Konuşuyor, hız kesmeden önüne gelene çakıyor!

Ancak ortalıkta hırsız, soyguncu, rüşvetçi yok...
Kundura kutusu, banka kasası, para sayma makinası,
altın gümüş platin uranyum yok…
Karşı cepheye geçen neo-muhalif Bayraktar’ın istifası yok…
Ertuğrul’un tivitleri yok.

Varsa yoksa kahrolası Sultan sevmeyenler…
İstiklâl mücadelesine taş koyanlar…
Paralel örgütlenmede yamuk yapanlar…
Hâkimler, savcılar, polisler, bürokratlar, servisçiler…
Eee, sonra?
Genel Müdür, Beddua Güzeli, Obama, Esed, Çavez, leblebi çekirdek;
alayı düşman saflarında!

“Ciddiyet, ciddiyet”, “sadede gel” diye sesleniyorsunuz…
Başta da dedim ya, fabrika ayarlarına dönmesi mümkün olmayan hatalı imalat…
Hem insanlık, hem siyaset adına!
Alt üstü bir soygun vakası, kahramanları siyasiler, iktidardakiler…
Bakan çocukları, işadamları, bürokratlar…
Kimin elin kimin cebinde belli değil durumu olsa da…
Omurgada her zamanki gibi “O”
Tanrının yeryüzündeki gölgesi, yüzde ellinin taptığı…
Konuşuyor konuşuyor, kırk dereden su getiriyor…
Sorulara cevap YOK, YOK... Maalesef Y O K!

Sizi bilmem ama ben sıkıldım.
Hoşgörü sınırlarım azaldı, tansiyonum çıktı, basurum azdı…
Rakıyı, sigarayı bırakmışım…
Bütün doğal müsekkinler doktor raporuyla yasak…
Gel de dayan…
Temiz Türkiye uğruna kavga et…
Evlâtlarımız, torunlarımız adına…
Ve bu muhteşemlere ve yüzlerce “O” ya…
Tahammül et!

Not: Son dakka haberi…
Yüce Türk Büyüğü İdris Abi (Naim ŞAHİN)
artık saflarımızda… Oleyyy!

GAZETEMEN

.

Hicazkâr eşliğinde...

Macit CÜNÜNOĞLU
Macit CÜNÜNOĞLU
 

 



Ülkeye komünizm gelmedi ama rötarlı da olsa “istifa mekanizması” geldi!
Buna da şükür, bakalım hangi bakanlar kervana katılacak?
Lâf aramızda, yine de iyi direndiler…
Ne de olsa polis şefi değiller, ülkenin koskoca bakanları…
Biri İçişleri, diğeri Ekonomi…
Favori istifa aday adayları, Çevre ve Şehircilik ile AB’den sorumlu devlet bakanı.
Bir anlamda sistemin omurgası, lâkin aile boyu kirliliğe bulaşmışlar…
Çürümüş devlete destek çıkarcasına!

Hep yazıp çiziyoruz, Sultan’ın kaptanlığındaki gemi epeydir su almaya başladı…
Hatta klasmandan tenzil-i rütbe ile düştü, artık Kaptan; reis, gemi; tekne olarak anılacaktır…
Ki hak ettikleri rütbe budur.
Çünkü devlet idaresinde elle tutulur hiçbir mevzii kalmadı…
Şairin dediği gibi; “Her şey kirleniyordu, birinciliği iktidara verdiler!”
Ülke itibarı sıfır, komşularla ilişkiler sıfır, vatandaşlık hakkı sıfır…
Daha ne olsun?

Yazık, hem de çok yazık!
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları yaşanıyor…
Birileri çıkıp meydanlarda; “Hicaz makamından dualar okuyor!”Dedim ya, gariptir bu ülke…
Hukuk yerlerde sürünüyor, emniyet müdürleri pas pas…
Geriye kalıyor “millî irade”, iktidarda olan…
Savrulmuş, şaşkın, yavuz hırsız misâli sağa sola çamur atmakta…
Evinin önü bataklık, lâkin cennet bahçesi göstermekte mahir…
Yalan dolan, bir çuval lâf…
Mideniz alıyorsa tüm bu rezilliklere katlan!

Suyu ısınan siyasî cami duvarının dibinden ayrılmazmış…
Gitti iki bakan, ikisi sırada…
Bir kez daha mızrak çuvala sığarsa şaşma!
Çünkü işleri bu, biat kültüründen gelen o kadar çok mürit var ki…
Hükümet istasyon, bakanlar banliyö treni…
Biri gider biri gelir…
Aslında kirlenen şerefli makamlar, vicdanlar…
Yalnız kimin umurunda, kim takar ki?

Evet, gündemde kabine revizyonu…
Fonda “Beraber ıslandık” şarkısı…
Hep beraber, tek bir ağızdan haykırıyorlar;
“YOLA DEVAM”…
Öyleyse iyi yolculuklar Usta, müsait bir yerde inecek var…
Seninle yolculuğa mangal gibi yürek, kaşarlanmış sıfat lâzım…
O da bizde yok, git gittiğin yere, lütfen bu yoksul halkı sürükleme…
Dersem, dinleyecek vicdan var mı sende?

MARJİNAL

.

Sazanlık hâllerimiz!


Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
Bir kez daha “devlet” sorgulanıyor.
Ve daha uzun yıllar da sorgulanmaya devam edecek.
Çünkü devlet dediğimiz organizasyon ürkütücü, tehlikeli.
Uzak durmakta fayda var, bulaşmaya gelmez.
Vazgeçtik sıradan vatandaştan, bu tezim siyasiler için de geçerli…
Devlet karşısında herkes haddini bilecek!

Aslında bu üst yapı kurumunun mayası ekşi…
Suratsız, nobran, yüzünden düşen bin pişman!
Batı toplumlarının iki yüz elli yıl önce çözdüğü meseleleri
hâlâ tartışıp şekil vermeye çalışıyoruz veya iktidarın hizmetinde
olacak şekilde eğip büküp düzenlemeler yapıyoruz.
Normaldir, “3 Y” (Yasama-Yargı-Yürütme) prensibi üzerine
kurulmayan devletlerin kaderidir; illâki bir ayağı topal olacak!

Son olaylardan yola çıkarak bir kez daha anlaşılmıştır ki
ülkemizde devlete yaslanan yürütme erki var.
Fütursuz, gözü kara, “ben yaptım oldu” zihniyetinin hâkim olduğu
yönetim anlayışı, su yüzüne çıkan ister yolsuzluk ister rüşvet olsun
fark etmez, kefenli müritlerle birlikte hedefe yürünecek!
Oh ne âlâ!
Yargının sağlam kalan tek tük kaleleri çırpınıp dursun,
yasama organı meclisteki cılız muhalefet sıra kapaklarını istediği kadar vursun…
Kör tuttuğunu yine öpecek…
Utanmazca, arsızca, rezilce ve tüm dünyanın gözlerinin önünde!

Sıkça yazıyorum, şu yeryüzünde allah için ne bir dost kaldı ne arkadaş…
Yalnızlığa mahkûm olmuş garip bir ülkenin zavallı vatandaşlarıyız.
Biliyorsunuz, tanrının lütfu sultanımız bir iki ülke dışında Araplarla nizalı…
İran derseniz, ilişkiler uzun süredir limonî…
Ermenistan zaten kırmızı kartlı…
Batıya bakacak yüz de kalmadı…
Birazcık Rusya, o da ticari ilişkiler aşkına, bir de liderler arasında
fıtrattan gelen gen akrabalığı, ikisi de anti-demokrat asabi,
astıkları astık kestikleri kestik, üstelik fazlasıyla demogojik!

Neyse ki ileri demokraside çareler tükenmez…
30 Mart’ta yapılacak seçimler imdada yetişiyor.
Belki bir fırsat, diktatörlüğe giden yolda kilometre taşı…
Adaylarımız da nihâyet kesinleşti, İstanbul’da ceberrut devlete inat
gülen surat maskesiyle piyasayı parselleyen Sarıgül…
Ankara’da çaktırmadan yavaş yavaş transfer edilen Mansur…
Bir umut, bir nefes…
Kazanırlarsa iş bitmiştir, belki kökten kurtuluşun müjdesi…
Görüyor musun Tanrım, ne hâllere düştük…
Önce seçtik, şimdi yıkmak için çareler arıyoruz iktidarı…
Denize düşen seçmen sazana sarılır misâli!

24 Aralık 2013

Yaşasın Truva atları!


Macit CÜNÜNOĞLU

 

 
 
Bay RTE’nin “İleri demokrasi”si bütün hışmıyla ilerliyor…
Ne hukuk tanıyor ne insan hakları…
“30 Mart” seçimlerinde sarı kart görmezse daha çok can
yakmayı da sürdüreceğe benzer.
91 seçimlerinde de toplum aynı tuzağa düşmüştü…
“Şeffaf karakollar” vadediyordu Demirel…
Bu yolla iktidara geldi, Başbakan oldu.
Vazgeçtik saydamlıktan, sayıları binlerle ifade edilen faili meçhul
cinayetlere tanık olduk!

O nedenledir ki bu ülkede liderlerin ne yalanları biter ne vaatleri.
Üstelik daha dün emniyet güçleri baş tacıydı…
Bugün tıkaç muamelesi görüyor…
Ne yaman çelişki diyeceğim ama nafile!
Ok yaydan fırladı, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğu yaşanmakta…
Alınan tedbirler, yasal düzenlemeler gerçeği ters yüz edebilir mi?
71’in 24’ü tutuklandı, aralarında Bakan çocukları, bir bankanın Genel Müdür’ü…
Hâlâ demogojik nutuklardan medet umuluyorsa batsın böyle
“İleri demokrasi”, bize az porsiyonu da kâfi…
Yeter ki kaliteli namuslu olsun, düşünceyi hapsetmesin dört duvara.

Lâkin gidişat tehlikeli ve de ürkütücü…
Ustalık döneminin çılgın projeleri saçılıyor birer birer!
Karakolların etrafı zırhla örüldü, düşmeye gör, el sıkacak ne bir dost,
haber uçuracak ne bir kuşkanadı bulacaksınız…
Yukarda Allah, bir de sorgucun vicdanı ile baş başasınız…
RTE’nin adaletinde peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtınıza!

Aynı şekilde hukuk; ne evrensel normlar kaldı, ne AİHM’si kararlarını ciddiye alan…
Nurlar içinde yat Sakallı Celal, batıya ilerleyen gemide
doğuya doğru koşan zihniyetin pençesindeyiz!
Ayrıca Haşim Abi (AYM başkanı) gözümde büyümeye başladı…
Bilhassa son zamanlarda, Balbay’ı salıverdi, belki sırada diğerleri.
Zaten “12 Eylül” anayasasını beğenmiyordu, yapılana da taş koyuyor…
Daha fazla özgürlük, daha fazla insan hakları diyor!

Bak şu tanrının işine, muhalefetin adresi değişip devletin en yetkili
makamlarına taşındı…
Bir de ininden kafa çıkartıp ortalığı karıştıranlar!
Demek ki bu iktidarın mezarını içteki yapılar kazacak…
Bir nevi Truva atları!

Ne yapalım, buna da şükür…
Tek kurtulalım, yoksa bu iktidar çok yakında sokağa çıkmamızı da yasaklayacak…
Bir nefes alma…
Ölmeyip sürünelim, karanlığa tahammül edelim diye…
Yine de kötümser, umutsuz olmayalım.
Bu halk ne eylerse güzel eyler, bakarsınız önümüzdeki seçimlerde
tek yönlü biletlerini kesip tarihin çöplüğüne gönderir ustalık
dönemini yaşayan birilerini!

GAZETEMEN

.

23 Aralık 2013

Şikeli Hayatlar!

Macit CÜNÜNOĞLU
Macit CÜNÜNOĞLU
 




“Şike”,
orijinal adı: Quiz Show
Gerçek bir olaya dayanan Robert Redford filmi.
90’larda izlemiştim, kısaca hikâyesi;
50’li yıllarda Amerika’yı kasıp kavuran bir yarışma programı,
“Twenty-One” (ülkemizde ‘Yirmi bir’ adıyla Beyazıt Öztürk sunmuştu.)
Yapımcının da yardımıyla bütün soruları bilen bir yarışmacı bulunur…
Amerika’nın saygın ailelerinden gelen, yakışıklı bir profesör…
Program halkın ilgisini o kadar cezbeder ki, âdeta “Kaçak” filminin
finali gibi her bölümü olağanüstü ilgiyle izlerler.

Gel zaman git zaman bilgiye dayalı yarışmadaki kusursuz başarı idealist
bir avukatın dikkatini çeker ve yaptığı zorlu araştırmadan sonra şikeye ulaşır…
Reyting uğruna sorular yarışmacıya ahlâksızca veriliyormuş!
Ve filmin finali, yargılanma sahneleri…
İşte bu süreçte (duruşma arası) yarışmacı genç ile babası buluşur…
Olayın etkisiyle omuzları çökmüş Baba evlâdına;
“Sende bana ait olan bir şey var” der…
Evlât şaşırmıştır, merakla sorar; “Ne?”
Cevap gecikmez; “Hiçbir zaman kirletmeye hakkın olmayan SOYADIM.”

Bütün bunlar aklıma nerden geldi?
Kirlenmeden; yolsuzluklardan, rüşvetten, hırsızlıklardan…
Öylesine ki, bakanlar, evlâtları, bürokratlar, işadamları, siyasiler vs.
Pisliğe bulaşmış, yerlerde sürünen ve bir değer ifade etmeyen soyadlar…
Filmde konu edilen aile ismi, şerefle korunması gereken…
Atadan gelen, babadan evlâtlara geçen…
Sorarım; çağımızda, ülkemizde bir anlamı var mı?

Cevabı belli, olmadığı içindir ki katlanılması zor olan bu rezillikleri izliyoruz…
Tehditler, beddualar havalarda uçuşuyor.
Soysuz bir iktidar hırsı, Karun’u sollayan zenginlikler servetler saltanatlar…
Halkın manevî duygularını sömürerek yükselen değerler silsilesi…
Adı ister siyaset olsun ister cemaat…
Alayı aşağılık sürüngenler ordusu, ülkesine halkına ihanet eden.

Elbette tarih bu günleri yazacaktır…
Kirli isimlerin iğrenç kavgasını, makarna-bulgura dayalı siyaset kültürünü…
Ve Tanrı adına hareket edenlerin düştüğü zavallı hâlleri!
Peki, ya utanma duygusu?
Geç babam geç, o ne ki?
Alınır mı satılır mı, yenilir mi içilir mi?
Aslolan dünya nimetleri, kutsal ayetleri kirli ağızlarına pelesenk edenlerin
ve salyalarıyla harmanlayıp piyasaya sürenlerin ruhlarında ne işi var
günâhın, izzetin şerefin…
Ve hepsinden önemlisi de…
Sahip olunan ve göz bebeği gibi korunması gereken SOYADI…
Bir kez daha hatırlatıyorum; bir anlam ifade eder mi?
Karar sizin.

MARJİNAL

.

22 Aralık 2013

Akşam postası... Karadeniz'den

Macit CÜNÜNOĞLU
22/12/2013 17:10

 

 
 
“İman öyle bir şeydir ki, tekeden bile süt çıkartır!”
Recep Şaban söylüyor, Ordu’da.
Bu sözü ilk kez duyuyorum, emin olun böyle maharet
her iman sahibine nasip olmaz.
Demek ki tanrının sevgili kuluymuş, tekeden süt çıkartan
daha neler neler yapmaz ki?
Örneğin kundura kutusundan civciv, katırdan tay bile çıkartır!

CHP’nin liderini de aklınca aşağılıyor…
“Genel Müdür” diyor, ne demekse?
“Kalitesiz” olduğunu ilân ediyor, kendince…
Ki o kişi İETT işçiliğinden gelme, küçümseyene bugüne kadar hiç rastlamadım.
“Kalite” meselesine gelince; üslup resmen CHP’lilere hakaret içeriyor…
Çünkü sayın Kılıçdaroğlu o makama atamayla gelmedi, delege oylarıyla
seçildi ve şu anda da Ana muhalefeti temsil ediyor…
Ancak anlayana, seviye meselesi işte!

Fakat Fettan Hoca için söyledikleri yenilir yutulur türden değil…
“Devlet içinde devlet olmaz, ininize ininize gireceğiz” diyor!
Böyle dost düşman başına!
Hangi devlet, hangi in?
Vatandaş olarak biz biliyoruz ki iktidarda AKP…
Yoksa gizli bir ortağı mı var, ayrıca devletin zulası (in) sayılabilecek
kozmik odalar neresi?
Ayrıca hani şeffaflık, bu çağda gerçekten tuhaf ittifaklar!

Ya Bülent Abi (Arınç), nicedir hâli?
Sen tut, Amerikalara git, huzura çık…
Aç muhabbeti, bir güzel halvet ol…
Ondan sonra da liderin lâf çaksın!
Olacak iş değil ama oluyor işte, ihanet parayla değil ya…
Ne de olsa kalite meselesi!

Fettan Hoca altta kalır mı, ekranlarda izledim…
Kükremiş aslan gibi ağzından alev fışkırıyor.
Pençeyi takmış bir kere, leşini görmeden peşini bırakmaz…
Zaten “geldikleri gibi giderler” demişti…
Bilirim, sözünün eridir, bekleyin görün, üç vakte kalmaz kesin sonuç!
Koçum benim!

Lâkin ne dershanelermiş be?
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” derlerdi de inanmazdım...
Bak gör işte; parçalanıyor iktidar lime lime!
Dile kolay, bir bakan evlâdının yolsuzluktan, rüşvetten hapse düşmesi
ne kadar acıklı bir durum…
Önce baba, sonra iktidar için.
Üstelik kusursuz işleyen hukuk devletinde(!)

Vatandaşı saymıyorum, onlar kim ki?
Makarna bulgura tav olmuş millî iradenin yoksul üyeleri…
İbretle izliyorlar manzarayı, dinden girip imandan çıkanların düştüğü
zavallı hâlleri…
Hep bir ağızdan haykırıyorlar; “Bu günleri de mi görecektik?..
Ve devam ediyorlar; “Demek ki bu devirde babana bile güvenmeyeceksin,
bilhassa tekeden, sütten söz edenlere.”…


Öyleyse yolculuk vakti geldi Abbas, topla pılı pırtını…
Dön baba ocağına…
Ki bu kentin adı İstanbul ve bünyesinde ne düşkünler barındırır…
Sen de katıl yavaş yavaş!

.

Siyasetin Kavalcıları!

Macit CÜNÜNOĞLU
Macit CÜNÜNOĞLU
 



Bazı futbolcular vardır, kaptan doğar.
Tanrı vergisi işte, sıradanlık onlara yakışmaz.
Takımın neferliğine, gizli kahramanlığa soyunmak mı?
Asla, yeşil sahalara “1 Numara” gelmiştir, bir numara olarak da…
“Jübile” yapar diyeceğim ama yanaşmaz, yine oynayacak bir takım bulur!
Sanatçılar da öyle değil mi?
40’ıncı, 50’inci sanat yıllarını kutlarlar…
Hatta bazıları işi altmış, yetmişe kadar vardırır ki ölmediğini ayakta olduğunu
dosta düşmana göstersin!

Ya siyaset, siyasiler…
Şu anda parlamentoda bile yetmiş yaş ve üzeri o kadar çok milletvekili var ki…
Sanırsınız meclis Karacaahmet bekleme salonu!
Gözümüz yok, Allah hepsine sağlıklı uzun ömürler versin…
Ve müthiş fikirlerinden necip halkımız feyz almaya devam etsin!
Fakat bunların içinde bir de oynak oyuncular var, tut tutabilirsen…
İlk aklıma gelen Kubilay Uygun, XX. Dönem Afyon Milletvekili.
Gerçekten hızlıydı, bir çalımla dört beş partiyi harmanlardı…
O kadar ki dayanamayıp meclisteki koltuğuna tekerlek taktılar, artık mobil elemandı…
Bir orda, bir burda, o tarihlerdeki rekorlarını kimse kıramadı!

Aynı kıvraklık belediye başkanları için de geçerli.
Hele bir tanesi Kubilay’ın Adana Şubesi, sitemiz “Marjinal’in hemşerisi.
Anlamışsınızdır kimden söz ettiğimi, evet; yüksek huzurlarınızda Aytaç DURAK.
Çukurova’nın medara iftiharı, sanırsınız fareli köyün kavalcısı!
Parti falan fark etmiyor, o nerde seçmen orda…
Kazanılan beş seçim, sırada altıncısı…
Öyleyse vatana millete hayırlı olsun!

Lâkin bir de gönül verdikleri partilerin mutfağında yetişenler var…
Çilekeş, her türlü meşakkate katlanmış, yılların içinden süzülüp gelen.
Deyin ki genç takımdan, daima ilk on bir de oynayan…
Bir nevi görev adamı, öl derseniz ölür, davalarının samimi militanı.
Yaşlar ilerleyince bunların da gönlünden makam mevkii sahibi olmak geçer…
Hizmet aşkıyla aday da olurlar, hatta seçileceklerinin ışığını hissederler…
Gel gör ki tepe yöneticiler yok mu?
Bizans entrikalarından medet umup varlıklarını ilelebet korumak isteyenler…
Bu değerler delegeyi iknâ etseler bile merkezdeki oligarşik yapıyı aşamazlar.

Çünkü üsttekilerin tek hedefi, maçı kazanmak, pardon seçimi kazanmaktır.
Artık bu zihniyet için ilkeymiş, ülküymüş, ideolojiymiş hepsi hikâye…
Piyasada ne kadar çürük elma varsa toplarlar partiye…
Ve çıkarlar seçmenin karşısına; dürüstlükten, faziletten söz ederler!
Utanmadan sıkılmadan aynaya bakmadan!
Dolayısıyla bu ülkede siyasetçilik meslektir, her bünyeye uymaz.
Aytaç Duraklara gelince örnekleri piyasada o kadar çok ki…
Tüm partilere fazlasıyla yetecek kadarlar!

Bu arada zannedilmesin ki değişime karşı duran biriyim…
Mümkün mü?
Ne demiş Antik Çağ’ın büyük düşünürü Heraklit;
“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”
Naçizane sitemimiz heybesinde aynı anda üniforma taşıyanlar…
Tezgâh açtığı partilerin önünde kılıktan kılığa girenler…
Ve gün gelecek bu türlerin nesli tükenecektir.

Not: Sayın Durak’ın mektubunu “Marjinal”de okudum.
Bence yerden göğe haklı ve acilen göreve iade edilmesi gerekir.
Ne de olsa arkasında bire bir seçmen iradesi var, millî irade…
Ya bakan fırlamalarının, çakal takımının arkasında?
Babalar gibi duran iktidar!

MARJİNAL

.

21 Aralık 2013

Orta Oyunu!

Macit CÜNÜNOĞLU
21/12/2013 06:55

 

 
 
“Takalar geçiyor allı yeşilli
  takalar geçiyor dümenleri lâzlı
  takalar geçiyor en nazlı
  yelkenlilerden de güzel…”


Bu romantik mısralar rahmetli Ecevit’in.
Dün gibi hatırlıyorum, tarih: 5 Mayıs 1972
CHP’nin Olağanüstü 5’inci Kurultay’ı…
Kürsüde Millî Şef…
Delegelere sesleniyor: “Ya Bülent, ya Ben”…
Ve oylamaya geçiliyor, günlerden 14 Mayıs…
Malûm sonuç, Bülent ECEVİT üçüncü Genel Başkan olarak tarih sahnesinde.

Bu satırların sahibi de aynı tarihlerde tiyatroculuk oynuyor…
Müstafî öğretmen olarak sanatın ufuklarına yelken açmış.
Yer: Kadıköy, NET Sahnesi…
Oyunun adı: Damdaki Muhalif
Yazarı: Necmi ONUR (Hürriyet Gazetesi)
Konu: Söylemeye gerek var mı?..
“AK GÜNLER”e doğru!

“12 Mart” faşizminden çıkmış ülke…
İlk seçimlerde CHP (1973)  koalisyonla da olsa iktidarda…
Ondan sonrası bilinen hikâye!
Asıl üzerinde durduğum tiyatro günleri…
Senaryo-Text-Prova/Ezber/Mizansen/Mimik-Kulis ve Sahne…
Bir anlamda günümüz; siyaset, parlamento, iktidar ve seyirci.

Son gelişmelere bakıyorum da, aynen tiyatro.
Hisseli Harikâlar Kumpanyası’ndan seçme eserler.
Sergilenen oyun tûluat desem tûluat değil, vodvil desem hiç değil…
Belki trajedi, belki orta oyunu…

Başrol de: Sultan
Yardımcı Roller: Vezirler
Figüranlar: Mahdumlar-Bürokratlar-İşadamları
Yapımcı: Fettan
Senaryo: Zaman
Yönetmen: Avcı Söz
Teknik: Varansu
Işık: Samanyolu
Kostüm: Zerraf
Müzik: O Ses’ten Nağmeler…

Ve geliyoruz günümüze…
“Ak günler”den kaosa…
Karar sizin…
 
Ya bu çirkin oyunu elimizde çekirdek, arkamıza yaslanıp izlemeyi sürdüreceğiz…
Ya da “n’oluyoruz?”, “bu kadar da olmaz ki” deyip gereğini yapacağız…
Yerel seçimlerde, tiyatronun ilk zili çalar çalmaz, üçüncüsünü beklemeden
 sarı kartı göstereceğiz ki, kırmızıyı çıkartmaya yüzümüz tutsun.

Evet, Temiz elli Zekeriya abi, karıncaezmez Bülent emmi…
Nasıl teslim ettiniz iktidarı, sanattan anlamaz balıkçı takımına?
Olta atsalar iyi, trolle ülkenin dibini kazıyorlar…
Patlattıkları dinamitler de caba…
Ve öyle bir derde düştük ki, reisleri ayrı âlem…
Hele de tayfası, neyse yazmayayım…
Birazdan şiir okuyacağım…

“Takalar geçiyor allı yeşilli…”

The END


.

20 Aralık 2013

Hırsızın zavallı hâlleri!


Ekonomik kriz dünyayı kasıp kavuruyor…
Başbakanımız açıklama yapıyor, “Teğet geçti!”
Altı üstü bir soruşturma bir operasyon, rutin işler…
İktidar ayakta, koro hâlinde saydırıyor;
“Borsa düştü dolar çıktı, vay şerefsizler, alçaklar, hainler!”
Ve devam ediyorlar; “Ülke battı, ilk günkü kayıp 25 katrilyon!”

Şaşkınım, şaşkınlığım hâlâ da devam ediyor…
Arkadaş, bu nasıl ekonomi?
Üç beş bakan çocuğu…
Rüşvet, yolsuzluk, altın ticareti, Sit, kamu arazisi yüzünden
gül gibi geçinip giden ekonomimiz batar mı?
Münafıkların, muhalefetin ağzı diyeceğim ama açıklayan kendileri!
Resmen beyaz bayrak durumu, çarşaflama hâli!

Neyse ki dayanıklılar, yürekler-vicdanlar-et kalınlığı taş gibi…
Meselâ bu işler Kamboçya’da olsa, ortalıkta ne bakan kalır ne hükümet…
Ne diyordu millî sözcü Bülent; “Allah verdikçe veriyor!”
Vermesine veriyor da acaba utanma duygusunu neden esirgiyor?
Hiç düşündünüz mü?

Yine de iktidara, ekonomiye güvenim tam!
Soyadıyla müsemma Rıza Sarraf da kim?
Kıçı kırık bir tüccar, ülke altınının yüzde kırk beşini kontrol ediyormuş…
Boğaz’da 40 milyon avroya yalı almış(mış)…
Bir milyona tablo kapatmış(mış)…
Yatları, uçakları varmış(mış)…
Yaşı da 29’muş muş da…
N’olmuş yani, siz de çalışın siz de götürün yavruyu!
Adam prodüktör (yapımcı), ek mesleği rejisör (yönetmen)…
Hobileri, figüranlık (sahibinin sesi)…
Ya sahibi?
Dağa kaçtı, inek içti, suya düştü!

Terstir bizde siyaset, önce ahlakla başlar, hırsızlıkla sürer sonra tekrar başa döner!
Ayrıca cevabı belli sorularla lütfen sıkıştırmayın, ben aklıma geleni yazıyorum…
Öyle kazık da olmasın…
Varsa merakınız Nazlı Yengem ne güne duruyor…
Hem de boşa çıkmışken!
Vallahi o da bir âlem, yengemdir diye söylemiyorum…
Kırk yıllık yani bir gün de oldu Kâni!
Kıvraktır yani!

Kim ne derse desin, siyaset bu ülkenin garabeti…
Elbette bal tutan parmağını yalayacak, yalasınlar da doysalar iyi…
Bir de halkın vergisine göz dikiyorlar, devletin hazine dairesine…
Soyuyorlar doymuyorlar, bi daha soyuyorlar yine doymuyorlar…
Tam on bir yıldır sürüyor kutsal eylemleri…
Aynen öncekiler gibi!
Bu arada ne cumhuriyetmiş be, sanırsınız Osmanlı torunu…
Çalıyorlar, çırpıyorlar…
Gene yıkılmıyor, direniyor dosta düşmana karşı!

Not: “Marjinal”in değerli okurları, iyi hafta sonları…
Yaz derseniz yazarım, yazma derseniz yazmam…
Parola: Ankaralı Sülün Osman
Pazara buluşmak umuduyla…
Saygıyla.

macitcununoglu@gmail.com

MARJİNAL-Macit CÜNÜNOĞLU

.

İmam'ın yellenmesi!

Macit CÜNÜNOĞLU
20/12/2013 08:07

 

 
 
Temel elindeki parayla konuşuyormuş;
“Ula uşağım, Tanrı teyulsun, pileyrum, ancak ondan da aşağu teyulsun!”
Temel’in dediği gibi ah bu para denilen araç yok mu?
İnsanı vezir de yapıyor rezil de, elbette tercih sizin.
Yazılarımda sık sık Özallı devirlere gönderme yapıyorum,
ülkemizin kabak çiçeği gibi açıldığı, görgüsüzlüğün tavan yaptığı yıllar.
Kimilerine göre ülke şahlanmış, tut tutabilirsen.
Bu arada da yasaklı Demirel’in özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz sıkça sesini duyuyoruz…
Diyor ki, “Ey ahali, 11 Eylül günü bu ülkenin borcu 13 milyar dolardı, ya şimdi?”
Tonton cevap veriyor; “Git işine, ülkeyi 5 sente muhtaç ettiniz, şimdi kredi gani!”
Monolog bu minval üzerinden sürüp gidiyor.

Ve zaman hızla ilerliyor, elle tutulur hiçbir yanı olmayan 90’lı yıllar…
Sanırsınız ülkenin karanlık çağı, siyasetçi savrulmuş keza asker…
“A’dan Z’ye her şeyin bozuk olduğu düzen”, kazananı vurguncu, spekülatör…
Köksüz soysuzlar takımı, siyasetle kol kola devleti soymaktalar.
Hele biri var ki, değinmeden geçemeyeceğim…
Galerisi var Sirkeci’de, otomotiv üzerine.
Hani deveyi amuduyla yutmak var ya; öylesi işte…
Olmayan servetine servetler katıp vergi rekortmenliğinde bir numaraya oturuyor.
Hâlâ da öyle, yıldızı sönmüş gözükse de daima ilk beşte!

Madem dünden söz ediyoruz, dilerseniz ünlü Manukyan’ı da hatırlayalım.
Bilindiği gibi Genelev patroniçesi, Ermeni ve o da yılların vergi şampiyonu.
Geçenlerde Yedikule’deki Surp Pırgiç Hastanesi’ni ziyaret ettim, bahçesinde
bulunan huzurevini, Manukyan pavyonunu…
Yaşlı hemşerilerimle uzun uzun sohbet imkânı buldum, hepsi Madam’a duacılar.
Bir de hekim dostum anlattı, sağlığında Manukyan Cerrahpaşa Üniversite
Hastanesi’nin bir katını bağış yoluyla tefriş etmek istemiş…
Yetkililer Ermeni diye izin vermemiş, asîl milletim benim!

Bütün bunlar aklıma nerden geldi?
Bugün yaşananlardan, yolsuzluklardan, rüşvetten, para sayma makinalarından.
Adı geçenler tek bayrak, tek kitap, tek milletin aziz vatandaşı...
Konuştu mu mangalda kül bırakmazlar, en üzerinde durdukları hassasiyet ise
“din”, “iman”, “ahlak”, “doğruluk”, “ar, “namus”, “şeref”, “haysiyet” vs.
Ayyuka çıkan rezilliklere bakıyorum, bir de bunlara…
Acaba diyorum, ben başka bir gezegende mi yaşıyorum?

Yüzde elli seçmen de aklıma geliyor, hani şu meşhur “Millî İrade” tayfasından olan…
Bu canlarım herhâlde kör ve sağır değil...
En azından içlerine bir şüphe düşmüştür…
Öyle ya, bir tarafta Manukya’nın ahlakı, diğer tarafta İmam’ın yellenmesi…
Acaba diyorum siyasî tercihlerini kimden yana kullanacaklar?
İyiden doğrudan yana mı, yoksa Ebru kızımızın şarkıları eşliğinde
tanrının lütfundan yana mı?

Merak bu ya, bekleyip göreceğiz ve nihaî kararımızı ondan sonra vereceğiz…
Ve yazmaya devam edeceğiz; insanlık, güzellik, onur, sadelikten yana.

19 Aralık 2013

Sisler Arasında…

Macit CÜNÜNOĞLU
Macit CÜNÜNOĞLU

 


Depremin artçı etkileri sürüyor, ortalık toz duman…
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Bu arada “komplo”, “çete”, “tezgâh”, “hizmet”, “devlet içinde devlet” vs…
Onlarca görüş gırla gidiyor!
Bazı dostlarımız da “deniz bitti” diyerek sevinç içinde…
Öyleyse kurtuluş yakın!
Keşke diyeceğim ama…
Bir ayağı Almanya’daki “Deniz Feneri”ni ne çabuk unuttuk?
Rezillikleri ayyuka çıkmış davanın sonucunda ne oldu?
Kocaman bir 0 (sıfır), sen sağ ben selâmet!
Ve sizlere ömür, kaynadı gitti.

Ya şimdi?
Kimler yok ki!
İşadamları, bürokratlar, bakan çocukları…
Ortaya çıkan skandal ahtapot gibi, o kadar çok kolu var ki…
Bir ucu iktidarda, bir ucu vurguncunun cebinde!
Ve dönen rakamlar ciddi boyutlarda, deyin ki 90 milyar Euro…
Ülke ekonomisinin yaklaşık beşte biri.
Olay büyük ve derin, Tarzan zor durumda!

Ancak pişkinler, öylesine ki, hacıyatmaz dediğimiz oyuncak
bunları gördükten sonra çocuklarımızın dünyasından istifa etti…
Hem de on bir yıl önce.
Bastırıyor Sultan…
Daha düne kadar savunduğu hukuku, adaleti “şer çetesi” ilân ediyor…
Bu kadarına da pes doğrusu!

Arkasında da -lütfen bağışlayın beni- yalaka ordusu…
İnatla savunuyorlar rüşvetçiyi, yolsuzu, hırsızı, iktidarı…
Buna da pes, lânet olsun alçaklara.
Yine de gidişat iyi, fazla iyimser olmamamıza rağmen sevgili Sultanımız
ağır yaralanmıştır, hem de Brütüsler tarafından!
Operasyonlarına, yüreklerine sağlık…
Helâl olsun, aferin onlara, demek ki yeteri kadar yemlenmemişler!

Bu arada “Bir musibet bin nasihattan evlâdır ” sözünü hatırlayıp
“Düşmanımın düşmanı dostumdur” tuzağına düşmeden
Nazlı Ablamın saf değiştirmesine sevinmedim dersem yalan olur.
“Hoş geldin Yenge”, soyadını taşıdığın rahmetli hemşerimizdir…
Valla yakıştınız bizim cenaha, Amasyalı sayılırsınız!
Darısı diğer yağcı, yalaka takımına…
Ne de olsa ustamız Mevlâna, hepinizi bağrımıza basacak kadar hoşgörümüz var bizim…
Yeter ki gelin!

Evet, son söz olarak da; tecrübeyle sabittir ki bu iktidar gitmez…
Hatta ve hatta zeytinyağı gibi üste çıkarsa…
Oyları artarsa…
Ne bileyim ben, Kasımpaşalı İstanbul, Ankara, Adana’yı alırsa…
Halk tarafından seçilmiş kral olursa…
Emin olun Melih’in izindeyim;
“Tüküreyim böyle adaletin, düzenin içine” dersem asla şaşırmayın!

macitcununoglu@gmail.com

.

Buyrun hasbihale...

Macit CÜNÜNOĞLU










Bir ülke düşünün ki temelinde fosseptik çukurları…
Kimler tarafından açıldığı, kimler tarafından kullanıldığı önemli değil…
Sonuç itibariyle zaman zaman ülkeye yayılan pis kokular her daim var.
Mataracıları, İşgüzarları hürmetle anarken…
Hatırlar mısınız bilmem, bir tarihler bu ülkede “surları deldirmem” diyen
siyasi önderler cirit atar ve seçmen katında ciddi oylara mazhar olurlardı.
Bir de Özal’ın bakanı vardı, İsmail Özdağlar…
Nasılsa sandığı doldurmak isterken yakayı ele verdi…
Ve Yüce Divan’da yargılanıp hapse mahkûm oldu.
Yanılmıyorsam Sandıklılıydı!

Daha sonra işin çivisi çıktı…
Sistem öylesine çürümüştü ki mahkemeler siyasiler için yolgeçen hanına dönüştü.
En son Devlet Bakanı Çağlar’ı hatırlıyorum…
O da bir iki ay misafir edildikten sonra paçayı kurtardı.
Başkaca da varsa unuttuğum için lütfen bağışlayın.
Yalnız sermaye birikimi dediğimiz ve nerde duracağı belli olmayan illet
hastalığa tutulduysanız artık iflâh olmazsınız.
Ne din ne ideoloji çare olur, giderek soysuz bir sömürgene dönüşürsünüz…
Ve yaşadığınız görkemli hayatın enstrümanlarını (uçaklar, yatlar, yalılar vs.)
kullanırken yaşanılan toplum gözünüzde küçülüp değersizleşir…
Çünkü vicdan dediğimiz insanî duyguların bütünü bencildir artık, vahşidir…
Mağarada yaşayan atalarımızı mumla aratacak kadar!

Keşke Marx gibi yıldız bir düşünür on dokuz değil de XX. Yüzyılda yaşasaydı…
Bambaşka bir yöne savrulurdu insanlık.
Ayrıca bazılarının hâlâ inatla savunduğu Leninist uygulamaları sosyalizm
sanması gibi saçmalıklara katlanmak zorunda kalmazdık,
Neyse, düşünceye saygı çerçevesinde ona da eyvallah!
Lâkin “1924 İzmir İktisat Kongresi”nin temel hedefleri arasında yer alan
karma ekonominin en büyük zaafı sermaye birikiminin yollarını formüle
edememiş olmasıydı…
O nedenledir ki devlet kasasından sülük gibi beslenen zenginlerimiz türedi,
örneğin Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşıları, Doğuşlar, Uzanlar ve diğerleri.

İşte bu cazibeli gelenek bugün de devam ediyor, arsızca rezilce.
Mesele “A” partisi “B” partisi değil, asıl mesele toplumun gözünün içine
baka baka gerçekleşen soygunlar.
Ve “benim zenginim iyidir” diyen kör zihniyetlerin egemenliği altında
yaşamaya tahammül etmek, ne kadar acınası durum?
Teröristi, insanlık düşmanlarını savunan siyasilerin dünyasını izlemeye
mahkûm edilmek gibi bir şey!

Belki de gençlik yıllarında okuduğum George Orwell kitaplarının
fazlasıyla etkisi altında kalmışımdır, o nedenle söylediklerimi ciddiye almayın…
Benimkisi dostlarla hasbihal!
Ancak Thomas More’un yıllarca önce iddia ettiği gibi sömürüsüz, eşit, özgür
düzen hep ÜTOPYA olarak kalacak…
Gelen öpecek, giden öpecek ve değişmeyen tek gerçek…
Üretenler, yaratanlar sömürülmeye devam edecek.

Yaşasın güler yüzlü SOSYALİZM!
(Hayrola başıma taş mı düştü ne?)
Dostlara sevgiyle…
 

.

18 Aralık 2013

Akşam postası...

Macit CÜNÜNOĞLU
18/12/2013 17:38

 

 
 
İktidardaki partiyi ecdatları Osmanlı’ya benzetebiliriz…
Tarihsel süreç açısından; “Yükselme-Duraklama-Gerileme-Çöküş” devirleri.
Zincirlikuyu nizamiyesinde ne yazıyordu:
“Her canlı ölümü tadacaktır!”
Öyleyse tarihin çöplüğüne “Hoş geldiniz!”

Yüce tanrım, bugünleri de gösterdin ya, Allah senden razı olsun!
Ne demiş büyüklerimiz; “yüzde elliden sonra azanı teneşir paklar!”
Var mı itirazınız?
Bir de leş kargaları gibi ülkenin tepesine çökmüşlerse…
Neye yarar bayrak, neye yarar kitap?
Sonuçta mazlumun, yoksulun ahı var.

Farkındasınız…
Resmen çöküyorlar, su alıyor gemi.
Muhalefetin bir b.k yaptığı yok, birazcık fettan Hoca, az porsiyon devlet…
Temizlik harekâtı başladı, gelen dalga dipten!
Ohhh!
Sefam olsun!

Operasyonlar da umurumda değil…
Zaten lağımlar akıyordu.
Yapılan iş sondaj, anında pis kokular yayıldı…
Hem de öyle ki, Bakanlar Kurulu’nun şerefli üyesi utandı…
Dedi ki, “ben olsam istifa ederdim”

Lâkin nerdeee?
Deriler kalın, yürekler kaşar…
Uçaklar, yatlar, villalar, tatlı hayatlar…
Bal tutan parmağını yalar misâli deveyi amuduyla götürmeye alışmışlar!

Yine de üzüldüm…
Kime mi?
Halk Bankası Genel Müdürü’ne.
4,5 milyon dolar çıkmış ayakkabı kutusundan!
Helâl olsun, tam zula!
Necip halkımızın tasarruflarının saklanacağı en güvenli adres!
N’olmuş yani?
Bu kadar yaygara koparmaya değer mi?

Fakat içimde bir şüphe…
Ne yalan söyleyeyim kaynar durur.
Deyin ki fitne, deyin münafıklık…
Şu an ekranlarda Bülent Abim…
Arz-ı hürmet eder ellerinden öperim.
Konuşuyor; “hedefimiz 3 Y”
Açılımı: Yolsuzluk-Yoksulluk-Yasaklar’la mücadele!
Bak şu asalete?

Yine de tüm olan bitenden sonra sevgili hükümetimize bu tuzakları
hazırlayanları uzakta aramayalım…
Bence içerden, birincisi kum torbası…
İkincisi, onun arkasında duran Erciyes dağı…
Tepesinde karlar, eteklerinde güller eksik olmayan!
İkisinin de emeğine sağlık, erinde geçinde bu halktan üçün üçte birini
ÖDÜL olarak alacaklar!

Ne dersiniz ve önümüzdeki seçimlerde ödül törenine var mısınız?

.

Tarihin çöplüğüne bir iki...


Macit CÜNÜNOĞLU








80’li yıllar aynı zamanda Özalizmle birlikte anılır.
Darbenin korkunç karanlığında Başbakan Özal önderliğindeki
kadrolar ülkeyi globalizme entegre etmekle meşguldüler.
Elbette üretimde değil tüketimde.
Yıllardır ekonominin can damarı tekstil kısmen hareketlenmiş,
inşaat sektörü ise almış başını gidiyordu.
Dış borçlanmayla yapılan yollar, viyadükler, hava alanları ve
telekomünikasyondaki sıçramalar seçmen indinde puan topluyor,
verdikleri destekle de ANAP’ı ayakta tutuyordu.

Tefeci spekülatör Kastelli gibiler ise âdeta düzenin simgesi hâline gelmişti.
Dertleri halkı soyup soğana çevirmek ve tatlı saltanatlarını sürdürmek!
Bir nevi otuz yıl öncesinin Ağaoğluları…
Ülke ekonomisi dip yapmakta gecikmedi, tarihî “5 Nisan” kararlarıyla da
teslim bayrağını çekip bugünlerin hazırlayıcısı oldu.
Elbette tarihin tekerrür etme alışkanlığı yoktur, olsa olsa geçmişle
benzerlikler kurulabilir, bugünlerin yakın tarihimizi çağrıştırdığı gibi.

O zaman da prenslerden, papatyalardan oluşan iktidar eksenli aileler vardı…
Bu gelenek Demirel döneminde de devam etti, hatta hatıra fotoğrafları
çektirecek kadar, bir tarafta Çağlarlar Çörtükler, diğer tarafta yeğenler kayınbiraderler!
Ortak paydaları devletin kaynaklarını sömürerek sisteme yeni zenginler hediye etmek…
Ki bu konuda da olağanüstü başarılı oldular.

Evet, bir kez daha bakalım son on bir yıla, AKP iktidarı sürecine…
80’li yılları ne kadar çağrıştırıyor değil mi?
Sadece işadamı üniformalı figürlerin adları değişmiş…
Örneğin Sancaklar, Çalıklar, Albayraklar, Taşyapılar vs.
Bir de ağır toplar Şahenkler Cinerler, servetlerine servet katanlar!
Sonuç itibariyle hangi devirde olursa olsun soyulan halk.

İşte kanıtı, son operasyonlar rezilliklerin taşmış hâli…
Çalınan minareler kılıfsızlıktan elde kalıyor, çuvala sığmayan mızraklar
birilerinin münasip yerlerine batıyor!
Aslında gelinen son nokta tek kelimeyle iflas, sonun başlangıcı...
Muhalefet güçleri aklını başına toplayıp bu zayıf halkayı kırmayı başarırsa,
öyle fazla enerji sarf etmeye de gerek yok, gözüken it dalaşı kendi mezarlarının
hazırlayıcısı olacak.

Öyleyse ha gayret, bastırın!
Fettan Hoca’dan icazet alarak değil, devrimci duruşla bastırın…
Ki ülkenin başına tebelleş olmuş bu sefilleri tarihin karanlıklarına,
ait oldukları yere gömelim, bir daha çıkmamacasına.
Biz hazırız, ya siz?
Ne dersiniz?

.

17 Aralık 2013

Son durum, acil yorum!

Macit CÜNÜNOĞLU
17/12/2013 19:08

 

 
 

Siyaset garip platform, akıl sır erecek gibi değil.
İlk ve son kez sayın RTE’ye hak veriyorum…
Ne demiş Hakan Şükür için:
“Dürüstse parlamentodan ayrılır. İşin ahlaki yönü bunu gerektirir.
Ama herkese nasip olan bir şey değil.”

İşte bu, kesin adres; istifa mekanizması.

Haklı, çünkü Hakan Şükür ne ilk ne son...
Lâkin seçildiği parti, gönül veren seçmenin tercihleri yok mu?
Yazık, çok yazık!
Boşa gitti onca emekler, yüksek idealler.
Hâlbuki her şey yolundaydı, birlikte koşuluyordu nurlu ufuklara…
Ne zaman ki dershaneler araya girdi…
Boy gösterdi oyunbozan fitne organizasyonlar!
İşte o zaman, öküz öldü ortaklık bitti.
Var mı itirazı olan?

Fakat başta da dedim ya…
Siyaset garip iş, partilerinden ayrılan kimler gelip geçti.
Hele de transfer şampiyonları?
Saymaya kalksam sayfalar yeter mi?
O nedenledir ki Hakan Şükür en namuslusu…
Emirle gelip emirle giden…
Ve arzuhâlini en samimi ifade eden…
Aferin O’na…
Bir de parlamentodan istifa ederse…
Emin olun, gönüllerin şampiyonu!

Bir de gündemde operasyon var…
Arka plânında cemaat sanılan.
Aslında bıçak kemiğe dayanıp devlet ahlâksızların peşinden koşuyor…
Hırsızın, rüşvetçinin, rantçının!
Ne de olsa ülkede “nerden buldun yasası” yok…
İktidar tuttuğunu, kör bulduğunu seviyor.

Bir yaygara bir yaygara ki, sormayın gitsin.
Ortalığı komplo teorileri kapsayıp namussuza yol açılıyor…
Hem siyasî, hem ruhanî!
Aman dikkât!
Bu ülkede vurgun var.
Gemicikler okyanusta damla, asıl soygun iktidarda.
Karada, denizde, enerjide, ithalatta, ihracatta…
En büyüğü de; din de kitap da!
Soyuyorlar ülkenin maddi kaynaklarını…
Sömürüyorlar insanımızın duygularını!

Evet, Türkiye bir yerlere koşuyor ama bakalım seçimler çare olacak mı?
Soygunun, köşe dönmenin kol gezdiği ülke…
Rahmetli Özal devirlerine fersah fersah nazire yaparcasına…
Dün “serbest piyasa” patentliydi, bugün RTE!

Yalnız tüm olanları fettan Hoca’ya ihale etmeyin…
Hırsızlık ve yolsuzluklar öylesi boyutlara vardı ki…
“Bakan” çocukları işin çıtır çerezi…
Asıl üzüldüğüm Ebru…
Yazık oldu, ne güzel söylerdi “sen allahın bir lütfusun” şarkısını…
Ne diyeyim bilmem ki, boyun devrilsin Sarraf Rıza…
Rezil rüsva ettin kızımızı!

.

Zoraki Evlilikler!


Macit CÜNÜNOĞLU

                                                                                                      


Genç demokrasimiz ilk koalisyonla 1961 yılında tanıştı,
darbe sonrası.
Ortakları ise CHP ile Adalet Partisi.
AP'yi bilerek açık yazdım, ne de olsa milâttan önce…
Özellikle gençler tarafından hatırlanması epeyce zor…
Üstelik o devirlerde Demirel tarih sahnesine çıkmamış,
siyasetin kıyısında ısınma turları atmakta!

Bilâhare yetmişli yıllar, tek kelimeyle koalisyonlar vahşeti...
Ve 12 Eylül, karanlık çağ…
91’den sonra tekrar, ta ki altın tepside iktidarı
“Ünlü Türk Büyüğü”ne ikrâm edene kadar!
Bugün de var ama genellikle illegal…
Meselâ “Hizmet-Hükümet” / “Cemaatler-Devlet”
Her yol adı konmamış koalisyonlara çıkıyor, seç beğen al!

Fakat uygarlığın beşiği dediğimiz BATI, modern çağda
koalisyonlarla yoluna devam ediyor ve bu işi seviyor.
Belli ki II. Dünya Savaşı sürecinde canları fena yanmış...
Yoğurdu üfleyerek yeme misâli ülkeyi bir partiye toptan ihale etmiyorlar.
Ne de olsa Avrupalı; her konuda Amerika’yı, tahterevalli demokrasiyi
taklit edecek değiller ya!

Aslında “koalisyonlar” siyasetin omurgası, hoşgörünün zirvesi.
Evlilik gibi düşünün; mutlusu cennet, tersi cehennem…
Yalnız mutsuz evlilikte faturayı bireyler, sorunlu koalisyonda halk öder.
Dolayısıyla konsensüs her babayiğidin altından kalkacağı nane değil…
Hele de demokrasisi prematüre doğmuş ülkemizde.

Bütün bunları niçin yazdım?
Cevaplayayım efendim, biliyorsunuz iktidar yedi belâ…
Son on bir yıldır girdiği tüm seçimlerin galibi…
Ayrıca icraatlarını sıralamaya gerek var mı?
Cumhuriyetimizin değerlerini, kazanımlarını satıp, yakıp yıkıp geçiyorlar…
Bir de hedefleri var; “2023”, “2071”
İnanın gördüğüm manzara kanıma dokunuyor.

Ve önümüzde yerel seçimler, “Yeni Ankara”nın toplardamarı belediyeler…
Bir kez daha muzaffer olmak istiyorlar, başta İstanbul, Ankara’da…
Ki bu iki kent iktidarın aynı zamanda atardamarı, vitrini…
Acilen dolaşımdaki kirli kanı durdurmak lâzım.

Nasıl mı?
Baştan söyleyeyim; gün ayrılık, kavga, nüanslar üzerinden tartışma günü değil…
Öyleyse tek çare uzlaşmak, ilkeleri/siyasî namusu koruyarak.
İşte Ankara, işte İ. Melih Gökçek…
Kurtarmak, kurtulmak istiyorsak düşünelim yavaş yavaş.
Ben de biliyorum “Stockholm Sendromu”nun sancılarını…
Lâkin karanlık öylesine büyük ve hızla yayılıyor ki…
Bugün dur diyemezsek, evlâtlarımız, torunlarımız kapkaranlık geleceğe
mahkûm olacak!

Bu arada kutsal ittifakın işaret fişeği seçim arifesinde çaktı…
Son dakka haberi, Hakan istifa etmiş, şükürler olsun!
Baştan da söyledim, zor iştir bizim ülkemizde koalisyon…
Hele hele de soyulacak soğan, arpalık çoksa!
Gündemde dershaneler…
Onuru incinip ağrına gitmiş millî topçunun…
Ne adına?
21’inci yüzyılın nurlar saçan ruhani lideri adına!

Gör gör bunları sevgili seçmen…
Gör de, büyük felâketten kurtulmak için zoraki koalisyonlara EVET de…
M.Kemal, aydınlık yarınlar aşkına…
“Yetmez ama EVET” de, insanlık onuru adına…
Başka çare yok, yoksa beş yıl daha tepemize çökecekler…
Tahammül edemediğimiz gülümsemelerini esirgemeyerek!

macitcununoglu@gmail.com

.

16 Aralık 2013

Siyasetin Dayanılmaz Tuhaflıkları!

Macit CÜNÜNOĞLU
Macit CÜNÜNOĞLU

 

Bir siyasinin geleceği en yüksek makam başbakanlıktır.
Cumhurbaşkanlığı da olabilir ama parlamento dışı seçeneklerde var.
Bilâhare bakanlık, milletvekilliği gelir.
Kısaca her ülkede olduğu gibi meclise kapağı atmak kaymaklı iştir.
Bir de emeklilik onuruna (24 ay) erişmişseniz, gelsin tatlı hayat…
Ancak 550 kişilik kontenjana dâhil olmak kolay iş değildir.

Öncelikle yüksek siyasete kıyısından, köşesinden bulaşacaksınız…
Gerisi sizin maharetinize, melekelerinize bağlı!
Bu arada oportünizm, nepotizm, kabarık banka hesap cüzdanı geçerlidir.
Yeter ki neyi ne zaman kullanacağınızı bilin.
Artık sizi kimse tutamaz, değerli olmasanız bile kesin meclisteniz.
Önemli şahsiyetler listesine (VIP) girdiğiniz için de her türlü kapı açılır.
Örneğin cennete transit vize alabilirsiniz, Tanrı vatana-millete hizmet edeni sever!

Daha alt kümede ise belediyecilik vardır, yerel yönetimler.
İstikbâlini sınırlayan siyasiler için ideal adres.
Hatta göze kestirilen belediye etli butluysa kaymaklı kadayıf…
Yeme de yanında yat!
Yine de parlamentonun lezzeti başkadır, ufukları geniş, dünyaya açılan pencere.
Fakat kapasitesi az, belediyeler öyle mi?
Herkesi mutlu edecek kadro, makam vardır.
Hele de imar işlerine bulaştıysanız, kim bakar zabıtanın yüzüne!

Gel gör ki son zamanlarda moda oldu…
Bakanlık koltuğunu boşaltıp (boşaltan da yok) belediye başkanlığına aday olmak!
Doğrusu ya, aklım almıyor.
Ülkenin koskoca bakanısın, başbakandan sonra anılıyorsun…
Sen kalk belediye başkanı ol.
Anlıyorum, şefin tavsiyesi (emri), direnmek mümkün değil.
Seçim hesapları falan filân, gene de olacak iş mi?
Veya -insanın aklına gelmiyor değil- belediye denilen şu netameli yerler
Ankara’dan daha mı ballı?

Kimbilir, cevaplaması zor sualler.
En iyisi mi “minareyi çalan kılıfını hazırlar” diyelim de yanlış anlaşılmasın…
Sonuçta hizmet aşkı, ha Ankara’da olmuş ha Hatay’da.
Büyüklerimiz ne demiş; “bir baş ol da istersen soğan başı ol”…
Ayrıca belediye başkanlığı da küçümsenecek mevkii değil…
Bizimki de lâf işte!

Öyleyse küçük bir anıyla bitirelim yazıyı…
Yaklaşık yirmi yıl önce, memleketteyim.
O günkü CHP il başkanı çocukluk arkadaşım…
Aynı mahallede büyümüşüz, aynı okullara gitmişiz.
Hilafsız tüm seçimlerde de adaylığı var…
Lâkin kasaba zihniyeti yok mu, bir türlü seçmediler dostumu…
Onlarca hödük parlamentonun yolunu tuttu, bir O…
N’olacak; CHP’li delegeler işte, bir hamam sefasına sattılar oyunu!

Neyse, gelelim aktarmak istediğim konuya…
Arkadaşımın ofisinde bir vatandaş, 12 Eylül’ün hışmına uğrayıp İstanbul’a yerleşmiş.
Benim gibi eski öğretmenlerden, iki taraflı hemşerim.
Meramını anlattı, market sahibi, işleri de oldukça iyiymiş…
Satmış!
Çünkü köyü beldeye terfii ederek belediye statüsüne kavuşmuş…
Gönlünde başkanlık yattığı için de onca yılın birikimini harcamaya hazırmış!
Dayanamayıp bir iki yoklama çektim…
Aldığım cevap ilginçti: “Adam olana beş yıl yeter!”…
“Hayırlı işler” dileyerek süratle ofisten ayrıldım.
.

Antalya'da seçim zamanı!

Macit CÜNÜNOĞLU
16/12/2013 06:32

 

 
 
Biliyorsunuz, Antalya’da Menderes Türel tekrar aday oldu.
Üstelik gül gibi makamı (AKP Genel Başkan Yardımcısı) bırakma pahasına.
Aslında Türkiye’deki tüm belediyelerden sorumluydu, bir nevi en tepe nokta…
Yine de memleketi olan Antalya belediye başkanlığına aday olmayı seçti.
Elbette RTE’nin projesi, eyvallah!
Lâkin son seçimde “Yaparsa Hoca yapar” sloganıyla ortaya çıkan
Mustafa Akaydın’a karşı otuz bin küsur oy farkıyla kaybetmişti.

Tesadüf bu ya, Türel’in başkanlığı süresince Antalya’da ikâmet ettim…
Ve yenilgiyle çıktığı seçimde oyumu kullanıp İstanbul’a kesin dönüş yapmıştım…
Dolayısıyla Menderes başkanı ve icraatlarını yakından izleme imkânı buldum.
Hemen belirteyim, sayın Türel Fazıl Say’ın yakın dostu.
Ortak paydaları sanat, müzik ve “Uluslararası Antalya Piyano Festivali”.
Bu vesileyle enternasyonal epeyce sanatçıyı dinleme fırsatım olmuştu.
Bir de değerli Başbakanımız henüz sanat tarihi yorumculuğuna terfii etmemişti…
Dolayısıyla Antalya’ya karışmıyor, festivalleri “ucube” falan ilân etmiyordu.

Menderes çalışkan genç, alt geçit üst geçit, tramvay, basketbol takımı derken…
Uçurdu kenti, hükümet oluk oluk para akıtıyor, her türlü proje en kısa sürede
bitiriliyor, gerçekten müthiş çalışmalar.
İktidarla beraber yıldızı parlayan Fettah Tamimce ise Rixos oteller kervanına
her geçen gün bir yenisini ekliyordu (hız kesmiş değil, hâlâ öyle)…
Hani Sultanımızın sıkça ziyaret ettiği mekânlar!

Gel zaman git zaman seçim vakti geldi çattı...
Antalya önemli, ülkemizin dünyaya açılan penceresi...
Ve yarattığı katma değerle devlet bütçesini besleyen turistik damar.
Bir anlamda bacasız sanayii, seracılık-turfandacılık işin ekstrası…
Öyleyse bu kent “AKP’de ya kalacak, ya kalacak!”
Asılıyor Sultan, hafta geçmiyor ki Antalya’da…
Miting meydanlarında anlatıyor, anlatıyor, dönüp bir daha anlatıyor…
İnanmayacaksınız, Başbakanı izlemekten yorgun düşüyor seçmen.
Ne de olsa onlarınki de can!

Lâfı daha  fazla uzatmadan 29 Mart akşamı sandıklar açılıyor…
O de ne, Mustafa hoca söz verdiği gibi yapacağını yapıp Menderes’e takıyor!
İşte o gün bu gündür sevgili Erdoğan Antalya’ya küs…
Akdeniz’e (White see) uzansa da kente yan gözle bile bakmayıp pas geçiyor…
Hatta öylesine ki, mitinglerini ilçelerinde düzenliyor.

Ne de olsa dinmek bilmeyen kuyruk acısı!
Bünye kin sarmalına bürünmüş, tek bir düşman yaratmış kafasında;
O da CHP, acilen kurucularıyla birlikte kökünden kazınması gereken kurum…
Ki Pensilvanyalıyla kol kola nurlu ufuklara koşsun Türkiye(!)
Bu koşullar altında kolay gelsin Antalya…
Karar sizin, bir tarafta PİYANO, diğer tarafta MEHTER…
Seç beğen, M.Kemal’in adaşını asla unutmadan.

macitcununoglu@gmail.com