bir şair vardı, öğretmen

31 Aralık 2014

Hoş geldin 2015

Macit CÜNÜNOĞLU
31/12/2014 07:42

 

A+
A-
Gel bakalım 2015...
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş...
2014’den bu yıla devrolan o kadar çok dert yaşadık ki...
Bakalım hangi biri temizlenecek?
Elbette maden ocaklarında, şantiyelerde yitirdiğimiz canlar unutulmayacak...
Lâkin illâki hırsızlıklar, yolsuzluklar...
Dakka bir gol bir...
5 Ocak tarihi itibariyle açılış yapılacak...
“Haramiler Yüce Divan’a gönderilsin mi, gönderilmesin mi?”
Bakar mısınız gündeme...
Bir tarafta kokusu çıkmış “saray”...
Çürümüşlüğün, utanmazlığın simgesi...
Diğer tarafta haysiyet, şeref oylaması...
Başlarım böyle yıla...
Ne hâli varsa görsün!

Hâlbuki her yıldönümü umuttur, heyecandır...
Bir de hayâl, hayâllerimiz...
Gerçekleşmeyeceğini bildiğimiz hâlde anlamlar yüklediğimiz beklentilerimiz...
Köreldi, daha doğrusu gözlerimize mil çekildi...
Aydınlığımızın ışığı söndü...
Ve utancın zaferi yaşandı...
Yalnızlaştı namus...
Mahzunlaştı vicdan...
Çaresizlik, elden bir şey gelmemesi belimizi büktü...
Şimdi ağlamak zamanı...
Sessizce, derince...
Gözyaşlarımız yüreğimize akar oldu!

Yine de hayat hızla ilerliyor...
Coşkun nehirler gibi denizlere koşuyor...
Bir telaş, bir neşe...
Belki de yok olmayan yaşam sevinci...
Şiirlere karışıyor dünyamız...
Senfoni olup yükseliyor sesimiz...
Ressamın fırçası ellerimiz...
Heykeltıraşın inceliğinde yeniden doğuyoruz...
Ve çok uzaklardan fısıldayan duygular...
Davetkâr, cüretkâr...
Benim adım “sevda”, benim adım “aşk”...
Çağırıyor...
“Yanaş bana, sokul bana”...
“Pişman olmazsın”...

Öyleyse hadi bakalım 2015...
Hoş geldin, sefalar getirdin...
İçinde umut olmasa da...
Bir dilek, tutmayacağını bile bile...
Belki dua, belki yakarış...
Al götür Büyük Usta’yı...
Nereye istersen oraya...
Artık nefes almak istiyorum, güneşi görmek en büyük dileğim...
Daha fazla zorlama...
Yoksa ya çıldıracağım ya isyankâr olacağım...
Hadi koçum, insanlığa bir hizmet yap...
Özgürleştir, güzelleştir bizleri...
Dayanamıyorum ve biçareyim...
Düştüm ocağına...
Sen bari büyük sözü dinle...
Yetmişlik aşkına...
Eğer adın 2015'se, bir de yeniyse!

Tüm dostlarımın yeni yılını yürekten kutlarım...
M.C.

30 Aralık 2014

2015'e Merhaba!











İstanbul’a kar yağıyor, yılın ilk karı.
İster istemez yoksullar düşüyor yüreğime.
Evet, manzara güzel, tam benlik...
Bas deklanşöre, kim bilir ne hoş fotoğraflar çıkar...
Hele hele de İstanbul kucak açınca...
Sisler arasında minareler...
Avlularda yiyecek derdine düşmüş güvercinler...
Şadırvanlarda tek tük abdest alanlar...
Ya martılar?
Sakinler, mendirekler üzerinde sıra sıra...
Aralarına karabataklar karışmış...
Denizin dalgası vuruyor kanatlarına...
Ve kar yağıyor İstanbul’a...
Yüreğimde yoksullar.

M.C.


.

Felsefenin aydınlığında...

  

29 Aralık 2014

Savaş ve Barış

Macit CÜNÜNOĞLU
29/12/2014 09:34

 

A+
A-
Hafta sonu izlediğim ilk film: “Gel ve Gör”...
Yapım yılı: 1985
Ales Adamoviç’in “Kathyn’in Öyküsü” kitabından uyarlanmış...
II. Dünya Savaşı’nda Alman işgali altındaki Beyaz Rusya’sında
bir gencin partizanlara katılma çerçevesinde; Nazi zulmünün
yarattığı maddi ve ruhsal yıkımları ele alıyor...
Ve bu eser sinema çevreleri tarafından en önemli savaş karşıtı filim
olarak kabul ediliyor.

İkinci filim ise: “Berlin’de Bir Kadın”...
Daha yeni, 2008 yapımı.
Konusu: Almanya düşmüş, Kızıl Ordu başkentte...
Sovyet askerlerinin Alman kadınlarına reva gördüğü tecavüzü anlatıyor...
Gerçek olaylardan yola çıkmış, Alman gazeteci Marta Hillers’in günlüğü.
Ve açlık, ölüm...

İki filmde de ürkütücü, dayanılmaz sahneler var...
Lâkin “savaş” yok mu?
Hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, insanın insanlığını koruması zor.
İllâki öldüreceksin...
Çünkü yaşamak, kazanmak zorundasın.
Hele de ideolojiye bağlı olarak devreye giren işkenceler, toplu kıyımlar...
Ve ağır savaş fotoğrafları...
Kahrolsun, eyyy “barış”, duy sesimi nerelerdesin?

Aradan geçti yetmiş yıl...
Hâlâ savaş...
Bıkmadı insanlık, insan öldürmekten!
Kâh El-Kaide, kâh Hamas, Hizbullah, El-Nursi...
Şimdilerde IŞİD olarak çıkıyor karşımıza.
Boğazlıyor, kesiyor...
Naklen yayın yapıp fotoğraf çektiriyor.
Sanki her yer Berlin, her yer Beyaz Rusya...
İki filmde de izlediğim her sahne tekrar canlanıyor...
Ancak çağımız yirmi birinci yüzyıl!

Biz de çektik, tam otuz yıl...
Devlet PKK çatışması on binlerce canın göçüp gitmesine neden oldu...
Bebekler öldürüldü kundaklarında, köyler basıldı, yakıldı yıkıldı...
Alt üst oldu toplum...
Nice ocaklar söndü.
Ya şimdi?
Görünen bir barış var...
Ne kadar doğru ne kadar yalan...
Dilerim devam eder...
Ağlamaz analar, dağlanmaz yürekler...
Çünkü bu acıyı çeken, yaşayan bilir...
Hayat filim sahnesi değil...
Vatan-Millet-Sakarya hiç değil...
Boş verin “Tek Millet-Tek Bayrak” hamasetini...
Mühim olan önce insan olmak...
Başı dik, onurlu, boyun eğmeyen...
Ve savaşları lânetleyen.

28 Aralık 2014

Koalisyonsuz siyaset!

Macit CÜNÜNOĞLU
28/12/2014 08:27

 

A+
A-
Çağdaş demokrasilerin temel taşlarından biri de uzlaşmadır.
Yani koalisyonlar.
He ne kadar bizdeki tecrübelerin sabıkası kabarık olsa da,
gene de çok ortaklı iktidar paylaşımlarının faydası vardır...
En azından tek adamlığın, mutlak otoritenin...
Daha açık ifadeyle diktatörlük heveslerinin bir nebze de olsa
önüne geçilir.

Gel gör ki bu toprakların yetiştirdiği en büyük dâhi Burhan Kuzu
beyefendimiz aynı görüşte değil...
Üstelik bu şahsiyet anayasa profesörü...
Bakan makan olamamış ama yine de meclis komisyonlarının kıdemli başkanı.
Danışman...
Özal’dan bugünkü reise!
Ayrıca başkanlık sisteminin yılmaz savunucusu.
Lâkin “koalisyon” sözcüğünü duyunca hop oturup hop kalkıyor,
tüyleri diken diken oluyormuş!
Olabilir, demokrasiye inancımız gereği her görüşe sonsuz saygımız vardır.
Fakat barajları da savunuyor ve Avrupa’dan örnekler veriyor...
Almanya yüzde yedi imiş, Rusya yüzde beş...
Bizdeki yüzde on düşerse yıkımlara yol açarmış ki...
Hafazanallah, düşüncesi bile millî felaket!

Hâlbuki evlilik müessesi de bir nevi koalisyon değil mi?
İki kişi arasında gerçekleşen...
Aşkı, sevdayı boş verin...
Üreme faaliyeti için yola çıkılır...
Ki altında cinsellik vardır...
Sonrası malûm...
Anlaşır, arkadaş olmayı becerirseniz hayat cennet olur...
Yoksa cehennem...
İşte bu kadar basit!

Tüm bu gerçeklere rağmen politikacımız geçmişin kötü örneklerini
kullanarak seçmeni korkutmayı marifet sayar...
Ve bir taraftan “ileri demokrasi” yalanına sığınır...
Diğer taraftan da uzlaşmanın kötülüklerinden dem vurur!
Dolayısıyla bu topraklarda gerçek demokrasinin gelişip serpilmesi zordur...
Hele böyle politikacılar başımızda olduğu sürece.

Aynı şey muhalefet partileri içinde geçerlidir.
Biliyorsunuz yakında genel seçimler var...
Başta CHP olmak üzere bir milletvekili adayının üyelerin seçimiyle
listeye girdiğini bu yaşıma geldim, duymadım...
Aslında ne kadar zavallı bir durum...
Ortaya çık; insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet de...
Tabanın söz ve karar sahibi olamasın...
Sonra da masal oku...
Kim inanır kim kanar sana?

En iyisi mi “böyle gelmiş böyle gider” ilkesinden hareketle...
Burhan Bey’in izinden gidip kuzu kuzu biat etmek...
Ki nefesimizi boşa tüketmeyelim...
Çünkü bu halk otoriteyi sever...
Hele de yalancı, hırsız olanını...
Alır, baş tacı eder!

27 Aralık 2014

"En az dört!"

Macit CÜNÜNOĞLU
27/12/2014 08:49

 

A+
A-
Gözler çakmak çakmak...
Bir o kadar da keskin.
Burun derseniz uzun mu uzun...
Her şeye maydanoz!
Ya el?
Sormaya gerek var mı, zavallı halkın cebinde.
Soyuyor soyuyor...
İşin garip tarafı, gene takdir görüyor.
Zekâ derseniz, müthiş...
Yanında Nobelli bilimciler halt etmiş...
Peki; sanat, estetik, felsefe...
İşte orasını sorma...
Allah vergisi kabiliyet!
Öylesine ki, heykelden, müzikten, bilhassa mehterden anlar...
Hele felsefe...
Mübarek sanırsınız Aristo...
Antik çağ yanında bok yemiş...
Döktürür...
Ayrıca hangi dilde felsefe yapılacağını dâhi bilir...
Dedim ya, tanrının lütfu, özel imalat!

Bazen düşünüyorum da...
Bu dünyaya çile çekmeye mi geldik?
Böyle birinin gölgesinde yaşamak...
Bırakın yaşamayı, hayatın her alanında hissetmek...
Ne fena!
Örneğin gülüp eğlenmeye gidiyorum...
Karşımda O, yiyip içmeme karışıyor...
İki sigara tellendireceğim...
İnanmayacaksınız ama yine O...
Vay efendim, nargilenin tömbekisi, sigaranın tütünü...
“Sana ne Usta?” diyemiyorsunuz...
Çünkü adam bir numara, yani sultan...
Bu hırsla vapura biniyorum, Beşiktaş’a geçeceğim...
Yanımda torunlarım...
İkisi de kız, anaları da bir süslemiş ki...
Sormayın gitsin, iki dirhem bir çekirdek...
Biri şortlu, diğeri minili...
Tam iniyoruz...
O ne?
Bir çift göz röntgene yatmış, torunlarımın kıçını dikizliyor...
Sordum, ne iş?
Röntgenciyi bir ordu bekliyor...
Aralarından biri cevap verdi...
"O gözlerin sahibi ahlâkımız, vicdanımız, namusumuz!"

Kısaca böyle yaşamaktan bıktım...
Bana ne lan Esad’dan, Mursi’den, Sisi’den...
Komşum Suriyeli...
Dostum Beyaz Rus...
Tam yatağa gireceğim...
Arkamda O...
Sırtıma vuruyor...
“En az dört”...

26 Aralık 2014

Düşüncenin önlenemez kaderi!

Macit CÜNÜNOĞLU
26/12/2014 09:11

 

A+
A-
Konya’da bir çocuğumuz, yaş: on altı...
Sultanımız hakkında olumsuz konuştuğu için hapsi boylamış.
Aferin yakalayan polislere, davayı açan savcıya ve tutuklama kararı
veren hâkime...
Tam da usulüne uygun, zamanın ruhuna yakışan davranışlar...
N’olacaktı, düşüncesini açıklayan her gence bir demet gül mü verilecekti...
Yok böyle bir şey, hele de bu ülkede...
Herkes haddini bilip çizmeyi aşmayacak...
Çünkü bu topraklarda “ileri demokrasi” uygulanıyor...
Yalanı, hırsızı bol...
Lâkin iş gerçekleri söylemeye geldi mi...
Patlatırlar enseni...
İnen sultanın eli, nam-ı diğer Osmanlı Tokatı...
Ki bir yiyen pişman, bir yemeyen...
Var mı ötesi?

Hâlbuki en kralını Demokrat Parti yapmış...
Bakmışlar ki Atatürk’e saldırıların önüne geçilmiyor...
Parlamentoya dayamışlar teklifi...
Şipşak, işlem tamam...
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun devreye girmiş;
kamuoyunda anıldığı şekliyle Atatürk'ü Koruma Kanunu...
Tarih: 31 Temmuz 1951...
Nefes almış memleket, özgürlüğün tadına varmış millet!

Bir de Manisalı gençlerimiz vardı...
Yıl doksan beş...
İktidarda kimdi?.. unuttum...
Cumhurbaşkanı Demirel’di, ondan eminim...
Hani “Konuşan Türkiye”nin mimarı...
O çocuklar da yanılmıyorsam sınıfta bir şeyler karalamışlardı...
Hop içeri...
Suçları devrimci terör örgütü kurmak...
Ağır işkenceler, uzun tutukluluklar, kararan hayatlar...
Sonuç: BERAAT...
Ya geriye kalan?
Trajik bir enkaz...
Yaraları hâlâ onarılmayan!

Demek ki aradan yüzyıllar geçse de...
Zihniyet devrimi yaşanmadığı sürece...
Düşünce suç olmaktan öteye geçemeyecek.
İşte Demokrat Parti...
Koyun üzerine altmış küsur yıl...
İktidarda Adalet ve Kalkınma Partisi...
İkisi de fiyakalı isme sahip...
Netice?
Al birini vur öbürüne...
Çünkü burası Türkiye...
Bu ülkede güneş doğar, düşünce asla...
Karanlık hâkimdir...
Ve ışığı sevmeyen yarasalar iktidardır...
Varsa inanmayan...
Aziz Usta’nın yüzde altmış sınıfındandır ki...
İflah olmaz ve düşünce her daim boğulmuştur bu memlekette!

25 Aralık 2014

Kalkedon'dan çıktım yola...

Eminönü vapuru...
Martılarla sarmaş dolaş...
Çay ve simit...
Aşını paylaşmak...
Her hafta yaptığım iş.
Sonra tramvay, ver elini Sultanahmet.
Mavi caminin eşsiz çinilerini seyre dalarak Osmanlı’ya ulaşmak...
Peşinden gelsin Bizans...
Karşımda muhteşem Ayasofya...
Bin beş yüz yıldır direnen katedral...
Aman tanrım, önünde ne uzun kuyruk var...
En az kırk milletten.

Hemen arkasında Soğukçeşme sokağı...
İmza; Çelik Gülersoy...
Ortalarda bir yerde Fahri Korutürk’ün doğduğu ev...
Sahi, adamcağız ne sessiz cumhurbaşkanıydı...
Şimdikilere hiç benzemiyor...
Milattan sonra (12 Eylül 1980) bir başka dünyaya evrildi güzel ülkem...
Hırsızı bol, konuşanı bol, kibir azamet ha keza...
Ayarı kaçtı...
Gelen çaldı, giden çaldı...
Küresel soygunlara yelken açtı!

Fakat Çelik Gülersoy’a bir parantez açmak lâzım.
Tam bir İstanbul beyefendisi...
Turing’in efsane başkanı...
Rahmetliyle tanışmıştım, uzunca sohbetlerimiz olmuştu...
Yer: Fenerbahçe Parkı...
O’nun eseri; Çamlıca, Yıldız, Emirgan gibi...
İstanbul’dan İzmit’e uzanan büyük projelerini heyecanla aktarırdı...
Hedefi dünyanın gözbebeği interlandı yaratmak...
Olmadı, hem ömrü hem konjonktür elvermedi.
Nurlar içinde yatsın, hâlâ özlerim...
Eksik kaldı yaptıkları...
Derken geldik bugünlere, çok tutan bir zihniyete.

Sürpriz!
Efendim, halkçılık işini AKP’liler iyi beceriyor.
İşte örnek...
İstanbul’un dört bir yanını saran Beltur’lar ile Büyükşehir Sosyal Tesisleri...
Buralarda hayat ucuz, âdeta bedava...
Sanırsınız ki orduevindesiniz...
Su elli kuruş, çay yetmiş beş...
Tost iki lira, karışığı iki buçuk, gözleme iki yirmi beş...
Ve hepsinden önemlisi çaka çaka dolu.
Ağırlıklı müşteri profili Beyaz Türkler...
Ellerinde Sözcü gazetesi, pastırma yazının keyfini çıkartıyorlar.
Ne güzel işte...
Gel de Kadir Abi’ye lâf söyle?

Ya bizimkiler...
Yarım yüzyıldır Kadıköy’de yaşıyorum...
Kaç seçim oy verdiğimi unuttum...
Ancak aslan sosyal demokratlar en az otuz yıldır iktidarlar...
Belediye de canım...
Memlekette nerdeee?
Daha bin yıl var!
Sağ olsunlar, üç mekân açtılar...
Üçünün de adı: Kalkedon...
İlki Kalamış’ta, ikincisi Fenrbahahçe’de, sonuncusu Moda’da...
Güzel mimariler, çalışanlar türbansız...
Yani bizden...
Ayrıca bar da var, enva-i çeşit içkinin sunulduğu...
Gel gör ki, fiyat politikaları elitist, düşmanca...
Aynen Turing kafası...
Çay üç buçuk, tost beş lira...
Müşteri derseniz, eh işte; boştan biraz çok, çoktan az...
Kısaca halksız mekânlar ve de ruhsuz...
Tüm bunları niye mi yazdım?
Biliyorsunuz altı ay sonra seçim var...
Bir de “testi” hikâyesi...
Açizane hatırlatayım istedim!

Macit CÜNÜNOĞLU


.

24 Aralık 2014

Hırsız var!

 

Hırsız var!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
24 Aralık 2014, 09:04
                          
 
Sıktı artık...
Hergün bir “Paralel” senaryosu...
Hırsızlar mı yakalanmış; Paralelci tezgâhı...
Terör mü var; Paralelci kumpası...
Yargı görev yapamıyor mu; kesin Paralelcilerin işi...
Ve uzayıp gidiyor.
Aslında Paralelci kadroların yatacak yeri de yok...
Ama ne yaparsınız...
Cemaatçilik, tarikatçılık toplumsal ruhumuza işlemiş.
Takım tutar gibi herkesin bir aidiyet duygusu var...
Demek ki zamanın ruhu...
Hobin ve lobin olacak...
Ve elbirliğiyle “Yeni Türkiye”nin değirmenine su taşınacak...
Ki tez zamanda Cumhuriyet, laik düzen yıkılsın!

Peki, bu araba böyle gider mi?
Non-Stop hareket hâlinde...
Motor yağ yakıyor, balatalar bitmiş, egzoz pis duman çıkartıyor...
Sanırsınız Sultanımızın ağzı...
Ha bire kurum saçıyor!

Bir de “açılım”...
Hem de ne açılım...
İktidar-HDP vermişler el ele...
Gidiyorlar gündüz gece...
Kâh İmralı’dalar, kâh Kandil’de...
Bir türlü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne konamıyorlar!
Organizatör iki müsteşar...
Biri Teşkilat-ı Mahsusa’dan, diğeri Kamu Güvenliği’nden...
Kapalı kapılar ardında...
Belki de yer altında...
Bir pazarlık, bir pazarlıklar...
Alan memnun, satan memnun...
Lâkin diplomatik ticarete konu olan malzeme ne?
Ah bir bunu bilebilsek...
Söyleyecek sözümüz, meydana çıkacak gücümüz olacak...
Ama dedim ya; “devlet sırrı”...
Tüm bilgiler kozmik odada saklı...
Hani o oda basılıp kirli çamaşırlar ortalığa saçılmıştı?

O eskidendi efendim...
Artık yeni Türkiye’deyiz...
Hırsızlarıyla, saraylarıyla, lay lay lomlarıyla...
Yepyeni ufuklara yelken açtık.
Kıçımızda Versace don...
Gömleğimiz Etro...
Urbamız Damat...
El burnuyla yatağa girmeyi çok severiz!
Sonuç itibariyle viagralı toplum olduk...
Söylesene Tayyip Amca:
“Gençliğimiz nerde?”...
“Yoksa geleceğimizi, yarınlarımızı sen mi çaldın?”
Hırsız var!

23 Aralık 2014

Küba

Macit CÜNÜNOĞLU
23/12/2014 09:01

 

A+
A-
Değerli dostum diyor ki, “en fazla bir ay”...
Biçtiği ömür Küba’ya...
Elbet yıkılmasını istediği için değil...
Yakın tarihte Küba’yı ziyaret eden bir arkadaşımızın izlenimlerinden etkilenmiş...
Ve karara varmış, kesin sonuç:
Sosyalist sistem otuz gün sonra hakkın rahmetine kavuşacak!
Haksız da sayılmaz...
Son yıllarda Küba’yı sıkıştıranlar o kadar çoğaldı ki...
Herkes Fidel’in sonunu bekliyor...
O ölecek...
Ve yeryüzündeki son kale yıkılıp tarihe karışacak!

Evet, Küba üzerine çok şey yazılabilir...
Dünü, bugünü...
Lâkin yarınları hakkında bir şeyler yumurtlanmak isteniyorsa...
Bir değil kırk kere düşünmek lâzım.
Öncelikle aklıma gelen ilk soru:
Dünyada iki yüz küsur devlet var...
Bir tane ayrık otu battı mı size?
Ayrıca yanı başında Amerika...
İlk fırsatta yok etmek isteyen...
Ki yılanının başını küçükken ezemedi (Domuzlar Körfezi)...
Dayadı ambargoyu...
Kilitledi bıraktı!

Hâlbuki Küba insanlık âleminde bir şirinlik muskası...
Hele Batista dönemi hatırlanınca...
Alçak, az insan katletmedi.
Ya şimdi...
Organik, hormonsuz yaşanan bir hayat...
Halk mutlu...
Bırakınız okuma oranını, sanatın her dalı gelişmiş...
Kültür, spor derseniz ha keza...
Koskoca adada üç heykel var...
İster inanın, ister inanmayın...
İkisi CHE, diğeri M. Kemal.

Ancak gene de çıbanbaşı...
Başta ABD, kapitalizm ürküyor...
Belki Putin bile!
En son Sabah’taki ardıç kuşunun köşesinde okudum...
Bir aşağılama, bir aşağılama...
Kişi başı gelir otuz dolarmış...
Ve bir yığın iğrenç hakaret...
Sanki yeryüzünün tüm sorunları çözüldü...
Bütün mesele Küba’nın yıkılmasına kaldı...
Ayıptır, günahtır...
O Küba ki, belki yoksul, belki dinozorlar çağında...
Ama insanlığın en haysiyetli, en şerefli devletine sahip.
Ya biz, ya bizim devlet...
Sahi, dün n’oldu?
Hırsızlar oylanacaktı...
Duyuna mı kaldı?
Hiç şaşırmadım, böyle başa böyle tarak...
Küba’ya selâm olsun...
Ben giderim ufak ufak...
Martılarla randevum var...
CHE’ye mektup göndereceğim kanatlarında...
Ve diyeceğim ki...
“Hoş geldin, sefa geldin yüreğimize”...
“Hâlâ bilincimizdesin, aydınlığımızsın”...
“Ve yarınlar mutlaka bizim olacaktır...”
“Sonsuzluğa kadar...”

22 Aralık 2014

Komisyondan nağmeler!

Macit CÜNÜNOĞLU
22/12/2014 09:36

 

A+
A-
Büyük gün...
Ülkemizin hırsızlıkla, rüşvetle, yolsuzlukla sınavı...
Aslında ne aşağılık mevzular...
Lâkin o insan dediğimiz varlık yok mu?
Hele de makam mevkii sahibi olanlar...
Temkinli olup dikkatle izleyeceksin...
Ki taraftarı olup da tongaya düşmeyesin!

Koca koca adamlar...
En üst görevlere atanmışlar, yani bakanlık...
Başbakan’dan sonra gelen en üst kademe...
Memleket yönetecekler...
Nerdeee?
İşi gücü bırakıp banka hesap cüzdanına çalışıyorlar...
Teferruata girmeyelim,  olan biteni zaten biliyorsunuz...
Ortaya saçılan para kasaları, ayakkabı kutuları, kol saatleri...
Kısaca rezillik diz boyu...
Bakara-Makara da cabası...
Hadi bakalım KOMİSYON, kolay gelsin...
Halkımız sizden adalet bekler!

Merak bu ya, nasıl bir sonuç çıkar?
Bence dördün birini feda edecekler...
O da günah keçisi, kamuoyunun vicdanı rahatlasın diye!
Peki, hangisi?
Emin olun kaynağım Fuat Avni değil...
Sadece aklım, mantığım kılavuzum...
Bir de on iki yıllık iktidarın izlediği rota...
Öylesine ki...
Ne zenginler yarattı Türkiye’de.

Örneğin Doğuş Gurubu...
Çok bilinen diye söz ediyorum...
Nereden nereye?
Hele bir Haksever’leri var ki, NTV’de...
Mehmet Abisiyle (Barlas) düşe kalka...
Bırakın “hak” sevmeyi, kralın soytarılarını bile mumla arar hâle geldik!

Evet, bal tutan parmağını yalar da...
Bu iktidar döneminde...
Bırakın bal yalamayı...
Deve hamuduyla götürüldü de...
Irgalayan yok!
Sonuç itibariyle hırsızı, yolsuzu seven bir toplumuz...
Yeter ki şan şöhret sahibi olsun!

Haaa, lâfa daldım, az daha unutuyordum...
Kurban bence Egemen...
Afili isim, parlamentonun duvarında da yazar...
“EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTIZ MİLLETİNDİR.”...
Cart, kaba kâğıt...
Yemişim ulan egemenliği...
Bu ülkede tek adam var...
Hem iktidar, hem muktedir...
O ne derse o olur...
Adı: kusura kalmayın, söyleyemem...
Yerin kulağı var...
Gören olur, duyan olur...
Hırsızların kralı, yolsuzların dostu, rüşvetçilerin hamisidir diyeyim de...
Terörist muamelesi görmeyeyim...
Ne de olsa epeydir makul şüpheliyim...
Arkasında gölgesinden başka kimsesi olmayan...
Sen çok yaşa Zeki Müren...
Mesut, bahtiyarım...
İlahım, sevdam, biricik sanat güneşim benim!

21 Aralık 2014

Batı düşman, ABD dost!

Macit CÜNÜNOĞLU
21/12/2014 08:50

 

A+
A-
Ülkemizin Avrupa Birliği macerası yarım yüzyılı aşkın bir süreç...
“Aldılar”, “Almadılar”...
Ve Batı’ya sürekli efelenen bir lider...
İpe sapa gelmez gerekçelerle kaba bir üslup...
Sanırsınız kalu belâdan beri diplomat...
Dersim, Esad bitti; sıradaki gelsin hesabı Avrupa’ya döşen...
Bakalım, bu işin sonu nereye varacak?

Efendim, son hamlesi terörist istiyormuş da...
Almanya ipe un serip vermiyormuş!
Bak şu işe, dünya lideri isteyecek de, vermeyecekler...
“Gelirsem oraya, bir kafa iki kroşe, dağıtırım valla!”
Aslında Türkiye yalnız, itibarsız...
Yönetenleri sayesinde küçük düşen ülke!
Örneğin Suriye meselesi...
N’oldu?
Askerî birlikler kuruldu, adına da: Özgür Suriye Ordusu denildi...
Eğitildi, silah para yardımı yapıldı...
Ki Esad devrilip normalleşsin...
Olmadı tabii...
Şimdi komşuyu IŞİD, El-Kaide uzantısı El-Nusra harmanlıyor...
Sonuç itibariyle dünyanın gözleri önünde kan gölüne döndü Suriye...
Terör örgütlerinin egemenlik alanlarına göre bölündü, parçalandı...
Baş mimar çılgın projelerin sahibi Sultanımız...
Kimileri için Ortadoğu Fatihi, kimileri için Asrın Lideri...
Yerseniz!

Ayrıca ülkemiz terörist cenneti...
Paralelcilerden söz ediyorum, onlar bu toprakların ele avuca sığmayan
muzır çocuğu...
Uluslararası çalışıyorlar, merkez üssü Pensilvanya...
Okullar, dershaneler derken...
Şimdi kucağa oturdular...
Artık Sultanımız öper mi, sever mi?
Elbette zamanın ruhu gösterecek de...
Bakarsınız Gülen Efendi APS ile iade edilir...
Öyle ya; Batı düşman ABD dost...
Diplomatik ilişkilerde bir Hoca’nın lâfı olur mu?
Hele bir gelsin...
Göreceksiniz, terörizmin başını ezeceğiz hep birlikte!

Gene de biz, halk olarak Sultanımıza uymayalım...
Batı ile iyi geçinmenin yollarını arayalım...
Ayrıca insanlık durduk yere mi; “Uygarlığın beşiği” demiş...
Demokrasi orda, özgürlük orda, aydınlanma orda...
Üstelik Kant, Bach, Marx orda...
Âdeta çok sesli müzik...
Tercih sizin...
İster klasik takılırsınız...
İster zurnanın peşine düşersiniz...
O da sizin kaliteniz...
Yalnız iyice biline ki, hepsi kabulümüz...
Çünkü biz hoşgörüyle yoğrulmuş hakir kullarız...
Bugün var, yarın yokuz!

20 Aralık 2014

Dostumun ardından...



Ahmet Salih Altunkuş
Birer birer eksiliyoruz...
Dün Ahmet’in (Salih Altunkuş) ölüm haberini aldım...
Epeydir yaşam savaşı veriyordu...
Zaman zaman görüşür sağlık durumu hakkında bilgi alırdım...
Olmadı işte...
Yenik düştü...
Bir zarif adam, bilge kişilik, öğretmen...
Ve genç, altmış iki yaşında...
Ah dünya, adaletin var mı?
Onca lüzumsuz yaratık ortalıkta dolaşırken!

Ahmet’in uzunca bir süre önce kalbi teklemişti...
Aynı zamanda “Koah”la başı beladaydı...
Ne de olsa sıkı bir sigara içicisiydi...
Kalktı, Ankara’nın yolunu tuttu...
Hastane turları falan derken özel bir kurum hocamızı gözüne kestirip
bıçağın altına yatırdı...
İşte ne olduysa ondan sonra oldu.
Dediğine göre ameliyatlık hasta değildi, para için kesip biçmişlerdi!
Olur mu olur...
Aynı şekilde yeğenim elli iki yaşında gitti...
O da özel bir hastanenin kurbanı oldu...
Ah bu vahşi düzen, iflah olmaz para hırsı...
Ne Hipokrat yemini tanır ne insanlık...
Bir hiç uğruna giden gider...
Geriye acılı aileler kalır...
Kısaca ateş düştüğü yeri yakar!

Ahmet iyi bir insandı, duyguluydu...
Okul arkadaşım, hemşerimdi.
Ne vakit evlenmiş; kocaman evlatları vardı...
Çok başarılı.
Ve yüzlerce, binlerce öğrenci...
Amasya, Merzifon’da yıllarca süren öğretmenlik görevi...
Ve dün kapanan parantez.

Son yolculuk Kara Mustafa Paşa camiinden...
Hâlbuki gelebilseydi Burgaz’a gidecektik...
Sözleşmiştik...
Sait Faik onu bekliyordu...
Nesli tükenen insan yüreğini sarıp sarmalamak için...
Ahmet’i çok özleyeceğiz...
Kibar, centilmen arkadaşım benim...
Ya ışıl ışıl bakan o gözler...
Kader mi diyelim, alın yazısı mı?
Artık Ahmet’siz bu dünya...
Sabretmeyi, dayanmayı birer birer eksilerek öğreneceğiz...
Ruhu şad olsun dostumun, nurlar içinde yatsın...
Ve tanrı dualarımı lütfen ciddiye alsın...
Yoksa tiz zamanda gelirim oraya!

Macit CÜNÜNOĞLU

.

19 Aralık 2014

Lale Devri!

 

026
Macit CÜNÜNOĞLU

Her devrin simgeleri vardır.
Örneğin Lale Devri, on sekizinci yüzyıl.
Padişah: III. Ahmet, Sadrazam: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa…
Ve yüksek huzurlarınızda şair Nedim…
Bakın ne diyor:

“Bu şehri İstanbul kî bî misl ü behâdir;
Bir sengine yekpare Acem mülki fedadir.
Bazari hüner madeni ilm-ü ulemadir.”


Zevk ve sefanın zirve yaptığı dönem, Osmanlı gerilemeye başlamış…
Ancak saltanat tam gaz, yola devam!
Vakit kaybetmeden hızla ilerleyip gelelim yakın tarihimize.
(Kuruluş yıllarını tek geçiyorum)…
Menderes “Küçük Amerika” hayâlleriyle…
Demirel devlet yatırımlarıyla…
Ecevit yokluklarıyla…
Özal bir gecede türettiği zenginleriyle…
Erdoğan (… ? …)
Evet, durdum…
Boşluğu doldurmak sizlerin elinde veya nasıl algıladığınızda…
Çünkü henüz bu devir miadını doldurmadı…
Veya son kullanma tarihini bilmiyoruz…
Hani sifonu çekip rezervuara gönderecektik ya…
Bir zamanlar öyle diyordu sevgili Zapsu…
Demek ki vakti zamanı gelmedi!

Lâkin söz konusu iktidar on iki yaşını biraz geçkin…
Yaptıkları ortada, yapmadıkları da…
Lale Devri gibi bir saltanat olduğu kesin…
Saraylarıyla, camileriyle, AVM’leriye, gökdelenleriyle…
Hepsinden önemlisi tek adamlığıyla…
Demokrasi askıya alınmış, hukuk ayaklar altında…
Ben deyim diktatörlük, siz deyin faşizmin bekleme salonu…
Sonuç itibariyle bir tuhaf, ucube bir rejimin çarkları arasında kıvranıyoruz…
Çaresizce, umutsuzca!

Tabii bir de hırsızlıklar, yolsuzluklar, ayyuka çıkmış rüşvet vakaları var ki…
“Bu hasta ne yerse yesin ölür” tespitinin dışında…
Yükselen değer, en son geldiği nokta yüzde elli iki…
Demek ki muhalefetsiz sistemde…
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” temel prensip…
Ohhh!.. Ne âlâ!
Peki, bu devir ne zaman sona erer?
Kim bilir?
Belki üç vakte kadar, belki sonsuzluğa…
Ayrıca bu halk Osmanlı’dan bu yana saltanatı sever…
Kurnazdır…
Ve beklenti hâlindedir…
“Komşuda pişer, bize de düşer”
Asla düşmez ama gene de bekler…
Çünkü Lale Devri çocuklarıyız!

18 Aralık 2014

Müjde; yolculuk var!

 

Müjde; yolculuk var!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
18 Aralık 2014, 07:54            
 
Dillerini anlamasam bile zaman zaman yabancı televizyon kanallarına bakarım...
“Hâlleri nicedir?” diye...
Bugüne kadar ekranlarda ne Alman Cumhurbaşkanı’nı gördüm ne de yakinen
tanıdığım Merkel’i...
Aynı şey diğer AB ülkeleri için de geçerli.
Dönelim spora, daha doğrusu futbola...
Halka mal olmuş ünlü yorumcularımız vardır:
Erman Toroğlu, Kaya Çilingiroğlu (millî sanatçımızın eski kocası), Ahmet Çakar
ve benzerleri...
Bunlar da televizyonlarda sık sık görünen kulüp başkanlarını acımasızca eleştirirler...
Ekran düşkünü oldukları için ve Avrupa ülkelerini emsal gösterirler...
Örneğin dünyanın gözbebeği Real Madrid veya Barcelona’nın başkanlarını
kimse tanımazmış, zaten televizyonlara da çıkmazlarmış.
Herhâlde doğrusu bu...
Herkes işini yaparsa reklâma ne gerek var?
Demek ki anlayış farkı!

Gelelim bize, zat-ı şahanelerine...
Ülke babasının çiftliği, zaten ataları Osmanlı’dan kaldı...
Şirket yönetir gibi ülke yönetiyor...
Bu da yetmezmişçesine 24x365 gün televizyon ekranlarında...
Yurtdışına gitse de fark etmiyor, peşinde bir ordu kadrolu eleman...
Yalakalık parayla değil ya (aslında hizmetler çuval dolusu mangırla)...
Yazıyorlar, çiziyorlar; yere göğe sığdıramıyorlar...
Ondan sonra da necip halkımızın tertemiz beynine pompalıyorlar...
“Bakın Sultanımız ne kadar marifetli!”.

Peki, milletimiz bu numaraları yer mi?
Netice ortada efendim...
Yiyen de var yemeyen de...
İllâki sayısal değer istiyorsanız, fifti fifti.
Yani yüzde elli elli...
Çıkan tablo hiç de fena değil...
An itibariyle gözüken manzara bu, gidişata baktığımızda da...
On yıl cepte, bu durumda elli yıl daha başımızda...
Desem de inanmayın...
Çünkü kazın ayağı öyle değil.

Sebebine gelince; bu kadar öfkeyi, bu kadar kini ve bu kadar nefreti
normal bir insan organizması taşıyamaz.
Ben demiyorum, işin uzmanları söylüyor...
Yani tıp dünyasının değerli hekimleri...
Ayrıca istiap haddi denilen bir taşıma kapasitesi var...
Kişi BMC kamyon değil ki...
İstediğin kadar yük sarasın...
Ki o bile zor.
O nedenledir ki siz kıymetli okurlarıma müjdeyi şimdiden vereyim...
Madem Sultanımız bünyesinde bu kadar zararlı virüsü barındırıyor...
Ve besliyor...
O zaman gidici efendim, gidici...
Bakın görürsünüz; üç vakte kalmaz tası tarağı toplayıp terk-i diyar eder...
Artık cennete mi, cehenneme mi...
Orasını yüce rabbim bilir.
Bakarsınız yaptırdığı piramide de göç edebilir...
Ne de olsa firavun soyundan...
Keşke son yolculuğuna sevdikleriyle çıksa...
Mesela Hz. Davut, ağlak Bülent, parlamentodan bir çiçek...
Hiç fena olmaz...
İşte o zaman bir değil yüz Fatiha okuyup...
Rahmetimizi esirgemeyiz biricik Sultanımızdan!

17 Aralık 2014

Bugün "17 Aralık"

Macit CÜNÜNOĞLU
17/12/2014 06:34

 

A+
A-
Demokrasi demokrasi olalı hiç böyle zıvanadan çıkmadı.
Artık kimse bana “kuvvetler ayrılığı” prensibinden söz edemez.
Ülkede tek bir güç var...
O da iktidarın başı, biricik Sultanımız...
O ne derse o, astığı astık, kestiği kestik...
Bir fermana bakar!
İşinize gelirse; “işte kapı işte sapı”...
Sevsinler böyle demokrasiyi!

Muhakkak farkındasınızdır; on iki yıldır bir mağdur edebiyatıdır gidiyor.
Hem de öylesine ki, bu ülkede yaşamasak atılan martavallara bizde inanacağız.
Sen neymişsiniz abi, nasılda kıydılar sana...
Ah zalimler...
Demek ki Sultanımız ve şürekâsına bunları da reva gördünüz...
Bu çağda olacak iş mi?
Yok; bu düzen bu devran böyle gitmez...
Tez zamanda yıkıla, yepyeni bir Türkiye kurula!

Nitekim kuruldu da...
Hem de öyle bir düzen kuruldu ki...
Artık kim mağdur, kim mağrur belli değil.
At izi it izine, sap samana karıştı!
İşte son örneği; Soma’da, Ermenek’te yitirdiğimiz evlâtlarımızı hatırlayan var mı?
Veya Hırant tezgâhı, gerçek katiller nerde?
Ya Uludere?
Emri kim verdi?
Aradan geçti onca yıl, otuz dört canın kanı yerde kaldı.

Evet, son olaylardan sonra ülkemiz bir yerlere sürükleniyor ama
haydi hayırlısı diyelim...
Yoksa hiçbir şeyin elle tutulur tarafı kalmadı.
Bir “makul şüpheli” icat edildi...
Şüphelilerin başı da Gülen Efendi Hazretleri...
Nam-ı diğer Hizmet erbabı, Paralelci cenahın kurucu önderi...
Kızılay’da su borusu patlasa...
Sorumlusu o...
Sultanımızın uşaklarının ayağına çöp batsa...
Sorumlusu o...
Uçaklarla, tırlarla altın-silah kaçıranlar yakalansa...
Sorumlusu yine o!

Bugün “17 Aralık 2014”...
Tam bir yıl önce, bugün...
Cumhuriyet tarihimizin en büyük yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet olayları
adliyeye taşındı...
Sonuç?
Adına darbe dendi, kumpas dendi, katakulli dendi...
Hâlbuki ortaya paralar, kasalar, ayakkabı kutuları, kol saatleri saçıldı...
Lâkin o mağdur edebiyatı yok mu?
Arsızca, yüzsüzce yine devreye girdi...
Herkes serbest, iade-i itibar tarifesinden rezillerden özür dilendi...
Ve akabinde bu ülkede seçimler yapıldı, halkın önüne sandık geldi...
N’olur çıkan oy oranları hakkında fikrimi sormayın...
Açıklarsam Tahşiyeci kumpanyanın neferi olarak Ekrem Abimin (Dumanlı)
yanını boylarım!

Netice itibariyle efendim, iş öyle bir noktaya geldi ki...
Bu memleket yüzde 52’yide gördü.
Sakın ha, “hay böyle demokrasinin, hay böyle düzenin içine...” demeyin...
Sadece “17 Aralık Hırsızlar Günü”nü zevkle, neşeyle doya doya kutlayın!

Bu arada yolunuz düşerse Kadıköy’e...
PTT’nin arka sokağındayım...
Meyhanem Benusen...
Kadeh kaldırırız Sultanımızın Yeni Türkiye’sine...
Bütçenizi merak etmeyin, içkilere ilâveten ud eşliğinde şarkılar benden!
“Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç”i terennüm ederiz birlikte...
Bir kez daha şerefinize, şimdiden afiyet, bal şeker olsun can dostlar.
Endişeye mahal yok, bunlarda gelip geçer!

16 Aralık 2014

Tavsiyename!

Macit CÜNÜNOĞLU
16/12/2014 08:52

 

A+
A-
“İki arada bir derede kalmak” özdeyişimiz vardır...
Sanki bizim için söylenmiş.
Ne Batılı olabiliyoruz ne Doğulu...
Üstelik kendimiz de olamıyoruz.
Nasıl olalım ki?
Devlet dediğimiz aygıt yirmi birinci yüzyılda cemaatle hesaplaşıyor...
Öyle ki Hizmet adlı örgüt devletin bütün kademelerine nüfuz etmiş...
On iki yılda da ülkeyi kendi görüşü doğrultusunda dizayn etmiş...
Şimdi ise final...
17 ile 25 Aralık milat olmuş...
Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet tescillenmiş...
Kanlı bıçaklı ayrılık zamanı!
Vay sen misin ipliğimizi pazara çıkaran?
Al sana, al sana?

Operasyonlara gülüp geçiyorum, ya siz?
Öncelikle gelişmelere din tacirlerinin kavgası olarak bakıyorum...
Ki görünen manzara o...
Ayrıca bir tarikatçı bir tarikatçıya demiş ki,
“dibin benden kara!”...
“Hay sizin dibinize, yedi ceddinize” deyip saydırıyorum...
Yoksa ciddiye alıp dert edinirsem; tansiyon hastası olurum ki...
Neme lâzım, hele bu yaştan sonra...
Koy verin gitsin, üzülürsem namerdim...
N’olcak işte, katkısız din bezirgânları, yesinler birbirlerini...
Al birini vur öbürüne!

En iyisi mi “sil baştan” yapmak...
“Kelin merhemi olsa” safsatalarına takılmadan CHP’ye öneri götürmeli...
Nasıl yani?
Aktarayım efendim, müsaadenizle:
Bir kere devlet-i âli yeniden inşa edilmeli...
Bunun da yolu 1924 Anayasası’ndan geçiyor...
Boş verin demokrasiyi, millî iradeyi...
Mademki Cumhuriyet yeniden yapılandırılıyor...
Sosyal demokrat olmak yetmez...
Devrimci olmak lâzım!

Gerisi kolay, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu devreye sokacaksın...
Ki öğretim birliği sağlansın, evlâtlarımız nurlu ufuklara koşsun...
Bir de İmam-Hatipler...
Gözünün yaşına bakmayıp alayını kapatacaksın...
Yetmez!..
Türbanı da başta okullardan, kamu işyerlerinden söküp atacaksın ki...
Memleket rayına girsin!
Ayrıca soldan kimseye zarar gelmez...
İnsanın biraz yoksul yaşar ama (çünkü bizimkiler ekonomiyi bilmez)....
Yine de solcunun alnı açıktır, onurludur, vatanseverdir, vicdanlıdır...
Öyleyse; haydi CHP...
Bırak kayıkçı kavgalarını, rotayı sola çevir, statükoculuktan çark et...
Yaşayıp göreceksin; güneşli günler yakındır!

15 Aralık 2014

Oh be, nihayet!

Macit CÜNÜNOĞLU
15/12/2014 08:22

 

A+
A-
Devlet-i Âlimiz “İN” ziyaretine başladı...
Emir büyük yerden...
Zaman ile Samanyolu tarumar!
Rahmetli anam sık sık “Yaşa yaşa gör temaşa” derdi...
Aynen öyle...
Olan biteni şaşkınlıkla izliyorum...
Ne operasyon ama?
Darbe, darbe...
Aksaray orijinli göstere göstere nifak yuvalarına el koyma...
Helâl olsun Sultanımıza, sözünün eriymiş...
“Çökerteceğiz” dedi, anında görüntü!
Demek ki HSYK düzenlemeleri işe yaramış...
Artık memlekette iktidarın emrinde hâkimler, savcılar var...
Oh be!..
Nefes aldı Türkiye!

Neydi o eski hâl?
Bir savcı çıkıyor ortaya, öz tarikat evladı...
Elde tespih, memleketi âdeta hizaya sokuyor...
Olacak iş mi?
Suçlu suçsuz yıllarca hapis yattı insanlar...
Hatta bu ülkenin Genelkurmay Başkanı “Terörist başı” ilân edildi...
Elbette Balyozcuları, Ergenekoncuları savunmak bana düşmez ama...
Yine de hak, hukuk, adalet prensiplerinden ayrılamıyor insan...
Çünkü muhalifiz, hem de soldan...
O nedenledir ki burnumuz çıkmaz boktan...
Gelen vurur, giden vurur...
Hele darbe zamanları...
Hapishane kapıları açılır ardına kadar...
“Buyrun solcular”...
Görülecek hesabımız var!

Bence son operasyon iyi oldu...
Can-ı gönülden destekliyorum.
Aferin Tayyip’e, yürü koçum, arkandayım!
Yoksa çoluk çocuğumuz kalacaktı Hizmet’in eline...
Rol modeli salya sümük bir hoca müsveddesi...
Ne konuştuğu anlaşılır, ne vaazları...
Üç kuruşluk Arapçasıyla lânet okur...
Ki bendeniz Cüppeli takipçisiyim...
Onun mizah anlayışının hastasıyım!

Evet, gidişat iyi...
Osmanlıca, türban derken ilerliyoruz hayatın derinliklerinde...
İşi sıkı tutuyor Sultanımız...
Yok öyle hariçten gazel okumak...
Demokrasiymiş, laiklikmiş...
Sahi, onlar ne ki?
En kralı bu düzen...
Adı: Yeni Türkiye...
Hele bir Cumhuriyeti de yıkalım...
Saltanatın bayrağını dikeceğiz Aksaray’ın tam orta yerine!

Not: Hüseyin Gülerce dostuma çok üzüldüm...
Hâlbuki dönmüştü, onu da katmışlar işin işine...
Ayıptır, günahtır...
Ona bari elleşmeseydiniz...
Bu tavrınızla dönme adaylarının önünü kestiniz...
Farkında mısınız?

14 Aralık 2014

Hayat bir Tiyatro!

 

Hayat bir Tiyatro!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
14 Aralık 2014, 14:43
 

Bu
dünyadan Metin Erksan da geçti...
1929 Çanakkale doğumluydu...
Ve Türk Sineması denildi mi onunla anılırdı.
Yönetmen, edebiyatçı, aynı zamanda köşe yazarı...
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü mezunuydu...
İlk senaryosu Yusuf Ziya Ortaç’ın Binnaz’ı (1950)...
İlk filmi ise Âşık Veysel’in hayatı; Karanlık Dünya (1952)...
Ve Susuz Yaz ile zirve...
Berlin Film Şenliği’nde kazanılan büyük ödül; Altın Ayı...
Yıl: Bin dokuz yüz altmış dört.
Başrolde Hülya Koçyiğit...
Üstün hizmetleri(!) nedeniyle Tayyip’in elinden ödülü kapan sanatçı!
Millî iradenin aklı, evrensel gururumuz!
İyi ki Erksan bugünleri görmedi...
Kim bilir, neler derdi?
Belki basardı küfürü, ne de olsa sıkı devrimciydi.

Neyse, yönetmenimiz yaşadığı sürece birçok filme imzasını attı...
Yılanların Öcü ile Kartaca Film Şenliği’nde birincilik...
Kuyu filmi ile I. Adana Film Şenliği’nde Altın Koza...
Ve daha nice başarı...
Bu arada gençlik yıllarımdan hoş bir anı...
Yıl: 1968...
Profesyonel tiyatroculuk yapıyorum...
Gurubumuz Sahne Anadolu...
Âşık Mahsuni’nin bestesinden esinlenmiş oyunumuz...
“Muhtar Anamı Kaçırdı”...
Turnedeyiz, organizatörümüz TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası)...
Gençler için not düşelim, anılan sendika 12 Mart faşizmi sürecinde kapatıldı.
Afyon Dinar’dayız...
Sahne hazırlıkları sürüyor...
Yardımcımız Kuyu filminin başrol oyuncusu Hayati Hamzaoğlu...
Cansiperane çalışıyor, hem de bizlerden fazla.
Halk heyecanlı, merak içinde...
İlçelerine gelen tiyatro kumpanyasını izleyecekler.
Bir taraftan da Kuyu filmi çekiliyor...
Oyuncu Nil Göncü güzel mi güzel, nurlar içinde yatsın...
Metin Erksan artık bir efsane...
Kameranın arkasına geçip sağa sola komutlar yağdırıyor.

Asıl üzerinde durmak istediğim mesele ise...
O tarihler de bir avuç Dinar; halkıyla sanata, sanatçıya sahip çıkıyor...
Kısaca soldan esiyor rüzgâr!
Ecevit yükselen değer, CHP hareketli...
Gençlik ayaklanmış...
Anadolu devrimci tiyatroları bağrına basıyor.
Bir gecelik oyunumuz uzuyor da uzuyor...
Yedi gün, kapalı gişe!
Yüzler gülüyor, umutlar tazeleniyor...
Geliyoruz “zincirleri kıra kıra!”...
Ya şimdi?
30 Mart Yerel Seçim sonuçlarına baktım...
CHP % 4.3...
Nereden nereye?
Yıl: Bin dokuz yüz altmış sekiz...
Yıl: İki bin on dört...
Sanki arada asırlar var...
Karanlık Anadolu’ya öyle bir çökmüş ki...
Çanakkale, Biga yüz akımız...
Ve Çanakkaleli Metin Erksan gibi değerlerimiz sonsuzluğa göç etmiş olsa bile...
Hâlâ umutla bakıyoruz yarınlara.
Çünkü hayat bir tiyatro!

Sonsuzluğa doğru...

Macit CÜNÜNOĞLU
14/12/2014 10:24

 

A+
A-
CNN’de peş peşe istatistikler yayınlanıyor...
Bir tanesi ilgimi çekti...
Gelin birlikte göz atalım.
Efendim, 2014 yılı itibariyle nüfusumuzun yüzde 11.1’i
altmış yaş üzeriymiş.
Bu oran 2020’de 17.3...
2050’de 27.3 olacakmış.
Ne güzel, demek ki yaş piramitinin en tepesindeyiz!
Kimileri zenginliğiyle ilk 10’a girer...
Bizim gibiler de doğal yollardan, yani yaşla.
Buna da şükür.
Ayrıca bu çağda genç olmayı da istemem...
“Nerde çokluk orda bokluk” der büyüklerimiz...
Madem bizden küçüklerin oranı yüzde 90’ı buluyor...
Ne hâlleri varsa görsün!
Tayyipçi mi olurlar, çareyi CHP’de mi bulurlar...
Yoksa Kürt milliyetçiliğinin peşine mi takılırlar...
Yaşayıp göreceğiz, yeter ki hayat sağlık versin!

Ancak kalan ömrümüz neyse...
Huzur içinde yaşayacağımız kesin.
Geçmişte kaldı “Tek yol devrim” sloganları...
Şimdilerde elimde aypet, kulağımda ayfon, boynumda fotoğraf makinesi...
Ada yollarında günümü gün ediyorum...
Sefam olsun, gözü kalanların gözü çıkmasın...
Kına yaksın!
Ne mi dinliyorum?
Favori makamım “karcığar”...
Aman da aman, bir kıvrak, bir neşeli...
Mesela “Kara bulutları kaldıralım aradan” şarkısını günde en az beş kez dinliyorum...
Ardından Joseph Haydn’nın 45. Senfonisi (Veda Senfonisi olarak bilinir)...
Rotam Burgaz...
Elimde Sait Faik hikâyeleri...
Adı: “Yalnızlığın yarattığı insan”...
Öyle diyor Usta: “Bir insanı sevmekle başlar her şey”...

Evet, yaş altmış beş...
Geldik gidiyoruz...
En azından bu hayat bizlere, kuşağıma...
Yani yüzde on bir nokta onda bire sevgiyi, sevmenin değerini öğretti...
Az şey mi?
Bence çok büyük zenginlik, ayrıca ayrıcalık.
Nasıl ki damarlarımızda turlayan hayati sıvıya çok şey borçluyuz...
Âdeta yakıtımız...
Sevgi de öyle...
Sevdikçe çoğalıyor insan...
Zenginleşiyor...
Ve hayat denilen ömrü yaşamak renkleniyor...
Besin kaynağımız aşklar, sevdalar ve illâki sanat; her dalıyla...
Hep birlikte, hep beraber ilerliyoruz sonsuzluğa.

13 Aralık 2014

Ömre bedel hayatlar!

Macit CÜNÜNOĞLU
13/12/2014 08:29

 

A+
A-
“Ah ah Macit Bey kardeşim, yarama tuz basma ne olur, gel günü gün edip
kendi üslubumuzla yaşamamızdan haz duymaya bakalım belki yarınlarda
umut gizlenmiştir, sizi çok iyi anlıyor ve seviyorum
.”

Dünkü yazımdan sonra değerli bir dostumdan yukarıdaki mesajı aldım...
Sımsıcak, insanın içini ısıtan...
Okşanmaya, sevilmeye ne kadar da çok ihtiyacımız varmış...
Koklaşmak, muhabbet etmek...
Herhâlde dünyanın en büyük zenginliği...
Ayrıca kim istemez hayattan tat almayı, haz duymayı...
Lâkin öyle bir belaya çattık ki...
Adamın her konuşması olay, her hareketi ofsayt, her davranışı faul...
Yüreği gibi gözü de kara...
Bir kişinin ar damarı çatlamaya görsün, ne komşu tanıyor ne insanlık...
Azgınca saldırıyor sağa sola!

Yoksa biz de biliriz neyin neyle yenileceğini...
Yalnız ortada olan bulgur pilavı...
Ah ah!.. Canım kardeşim benim...
Aslında sende haklısın.
Hayat dediğin nedir ki...
Bir lokma bir hırka...
Biz ki sade yaşamayı seven bir neslin evlâdıyız...
Gösterişten uzak, yalın, sokakta bir muz dâhi yiyemeyen...
Utanırız, sıkılırız...
“Yiyen var yiyemeyen var” diye!
Arsızlık, yüzsüzlük, yolsuzluk, hırsızlık, hele de yalakalık kitabımızda yazmaz...
Çünkü kaynağımız önce ahlâkımız, sonra vicdanımız...
Aç varken tok yatamayız...
Bir de gencecik canlarımız sapır sapır toprağa dökülüyorsa...
Madenlerde, tersanelerde, şantiyelerde...
Bırak gözümüzün nemlenmesini...
Oturur hüngür hüngür ağlarız...
Demek ki fıtratımızda insanlık var...
Asla söküp atamayacağımız...
Onur duyacağımız...

İyi ki böyleyiz, şükürler olsun bizleri dünyaya getirenlere...
Alnı açık yaşamak en büyük servet...
Bir de aşktan, meşkten anlıyorsan...
Daha ne olsun?
Lâf aramızda mesaj iyi geldi...
Hatta tam zamanında...
Çünkü Güzin Abla gibi dedikodu yazmaktan sıkılmıştım...
Bana ne Bülent Ersoy’un Kur’an kursundan...
Bana ne Yavuz Bingöl’ün dönekliğinden...
Favorim  Sarkis  Efendi...
Gir bakalım nihavende...
Bilirim iyi ud çalarsın...
“Kimseye etmem şikâyet...” ile başlayalım fasıla...
Bakalım gelecek günler ne gösterecek...
Bu arada ben de sizi seviyorum canım kardeşim...
İyi ki varsınız, varlığınız ömre bedel.

12 Aralık 2014

Kapitalizmin dayanılmaz tuzakları!

Macit CÜNÜNOĞLU
12/12/2014 10:08

 

A+
A-
Sanayi devrimiyle birlikte “Kapitalizm” insanlığın bağrına çöktü...
Hem de ne çöküş...
Ne emeğin değeri kaldı, ne ideolojinin...
Aslında Marx ile Engels el ele, gönül gönüle verip gelişen tehlikeyi gördüler...
Ve ortaya koydukları eserlerle de insanlığı uyardılar...
Tek bir kusurla...
O da çare olarak “Proletarya Diktatörlüğü”nü önermeleri...
Ki o diktatörlük modelinde demokrasinin yeri yoktu...
Hele bireyin söz hakkı, özgürlük tutkusu...
O ne ki, tut kuyruğundan çak duvara...
Nitekim öyle de oldu, yetmiş yıllık tecrübe arkasında acılar bırakarak iflas etti!

Kısaca sosyalizm tatsız tuzsuz yemek gibi insanlığa yavan geldi...
Hele parti egemenliği?
Tıpkı kapitalist sistemdeki “mutlu azınlık”...
Deyin ki üstün sınıf, hatta ayrıcalıklı kast...
Sonuç itibariyle “kitabi sosyalizmin” hayâlleri kadük kaldı...
Hiçbir zaman da gerçekleşemedi.

Evet, bu girizgâhtan sonra gelelim kapitalizmin kutsal mabetlerine...
Yani AVM’lere...
Son günlerin en moda tartışmasına:
“Pazar günleri kapalı olsun mu, olmasın mı?”
Zokayı dibine kadar yutmuş toplum...
Kapalı olsa ne yazar, olmasa ne yazar...
Sistem insanımızı ele geçirmiş bir kez...
Ne kadar anlatsan nafile!
Lâf aramızda tüketimde de üstümüze yok...
Aynen Osmanlıyız, el burnuyla yatağa girmesek de, alışveriş yapmayı çok severiz...
Para yok, patrik yok...
Ancak aslanlar gibi kredi kartımız var...
Hem de sürüsüne bereket.
Harca harca dur, nasılsa ödeme kolaylığı, taksit her yerde...
Savulun Türkler geliyor...
Açlıktan, kıtlıktan çıkmış aziz milletim...
Hem AVM seviyor, hem de babasını...
Öyleyse “sen çok yaşa kapitalizm”...
Ki içmeye ayranı olmayan necip halkım mutlu olsun...
Ve market arabaları tepeleme dolsun cola ile, peçete ile!

Ah zavallı çaresizliğim, tükenen umudum...
Hâlbuki ne niyetlerle yola çıkmıştık...
Yıl bin dokuz yüz altmış sekiz...
Aylardan Aralık...
“Yerli Malı Haftası”nın ilk günü...
On binlerdik, yüz binlerdik; yürüyorduk başkente, Ankara’ya...
Sloganımız: “BAĞIMSIZ TÜRKİYE”...
Dün akşam torunlardaydım...
Büyüğü “Su” kestane olmuş...
Yerli Malı etkinliklerine hazırlanıyor...
Dilimin ucuna geldi, lâkin yanlış anlaşılır diye sustum...
Hadi sizlerle paylaşayım, elbette hoşgörünüze sığınarak...
Kapitalizm denilen o vahşi düzen kestanemizi öyle bir çizdi ki...
Ne Tayyip çare ne Kemal Abi...
Bir de hanım demez mi; “yarın anjelika reçeli yapacağım”...
Dayanamadım artık;
Sinkaf üstüne sinkaf...
Ve gözyaşlarımı tutamadım...
Ağladım hem kendi kaderime, hem de memleketin düştüğü hâllere!

11 Aralık 2014

Sanatın içinden...

Macit CÜNÜNOĞLU
11/12/2014 09:08

 

A+
A-
Bülent Ersoy’un avukatı Fevzi Siverek;
“Müvekkilim mirasıyla cami yaptırmak, Kuran kurslarına bağış yapmak
ve yatılı Kuran kursları yaptırmak istiyor.
Bunları yapacak kadar birikimi ve gayrimenkulü var”
demiş...
Ve ilâve etmiş, “Mehmetçik Vakfı’nı düşünmüyor, çünkü darbelerden
çok çekti, askeriyeye kızgın.”

Helâl olsun kadına, siyasetçilerin yapamadığını yapıp cezayı kesmiş militerlere...
İşte gerçek sanatçı, üstelik devrimci!
Yalnız camiyi anladım da, Kur’an kursunu anlayamadım...
Nerden icap etti?
Yoksa yaşlar ilerleyip tanrıyla buluşma vakti mi geldi?
Olur olur, bizim ülkemizde yarım yüzyılı devirdi mi başlarsın ölüm korkusu yaşamaya...
Ve hiçbir zaman kaçılamayacak borcun peşine düşersin...
Yani “ölüm borcu”nun!
Eh, Kur’an kursu yaptırmakta iyi reçete...
Güllerle döşenir cennet ayaklarının altına...
Yaşasın, madem pasaportu da kaptın...
Artık Huri olarak mı gidersin, yoksa Nuri mi?
İşte bütün mesele!

Ah Bülent Abla...
Aldığın kararlarla bütün umutlarımızı yıktın...
Hâlbuki biz senden Dede Efendi veya Itrî’nin adlarını taşıyan sanat
okulları beklerdik...
Musikimizin akademik doruklarının öğretileceği...
Sen kalktın, Sultanımıza şirinlik uğruna Kur’an kurslarını tercih ettin...
Elbette tasarruflarına karışmak haddimiz değil ama...
Yine de içimize sindiremedik...
Bilesin istedim.

Hâlbuki bendeniz neler hayâl etmiştim...
Bülent Ersoy hanımefendimiz kalkar bir Cem Evi yapar...
İçinde saz da, söz de, meşk de var...
Bir de Nesimi’nin divanı...

“Ben melamet hırkasını
kendim giydim eynime
ar-ı namus şişesini
taşa çaldım kime ne?

Sofular haram demişler
aşkımın şarabına
ben doldurur ben içerim
günah benim kime ne?

Kâh giderim medreseye
ders okurum hak için
kâh giderim meyhaneye
dem çekerim aşk için.

Kâh çıkarım gökyüzüne
seyrederim âlemi
kâh inerim yeryüzüne
seyreyler âlem beni

Nesimi'ye sorsalar ki
yârin ile hoş musun,
hoş olayım, olmayayım
o yar benim kime ne?”


Hatta nedamet getirip Yavuz da bizlere katılır...
Hep birlikte çalar söyler, yükselirdik semaya.
Olmadı işte, güvendiğimiz dağlara kar yağdı...
Zaten hangi sanatçının kuyruğuna yapışsak elimizde kalıyor...
“Susuz Yaz”ın kahramanı ve akillerden Koçyiğit...
Ricky Martin’in kıçına elleme şerefine erişen Avşar kızı...
Sezen derseniz; kâh orda kâh burda...
Bingöl malûm, hidayete erdi...
Ve onlarcası...
İktidar ballı kuyu, düştün mü içine...
Aydınlığı fark edemezsin ama...
Ah, o para, o servet düşkünlüğü yok mu?
Unutursunuz insanlığı, sanatçılığı...
Bokun içinde yaşayan güle dönersiniz!

10 Aralık 2014

Ah bir yakalarsam...

 

Ah bir yakalarsam...
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
10.Aralık.2014


Ağzı var konuşuyor, yetkisi var uyguluyor.
Niyet kötü...
Gerici, karanlık, çağdışı; ne derseniz deyin...
Kafaya takmış bir kez...
İllâki “Cumhuriyet”i yıkacak...
Yerine de din eksenli devlet kuracak.

Önlenebilir mi?
Bence zor, ayrıca sanıldığı kadar kolay da değil.
Hani “köşeye sıkışma” hâli vardır ya...
Vicdan sahibi vatanseverlerin durumu aynen öyle.

Ya Kürtler?
Gidişat onların umurunda mı?
Düşmüşler İmralı ile Kandil’in peşine...
Banliyö treni misali git gel.
Kapalı kapılar ardında bir pazarlıklar, bir pazarlıklar...
Ülke mi pazarlanıyor, yoksa değerler mi?
Netice itibariyle “bindik açılımın kayığına, gidiyoruz kıyamete!”...
Seçim barajı, Osmanlıca martavalları da hikâye...
“Kör tuttuğunu beller” hesabı...
Maksat gündem boş kalmasın...
Duyduğumuz ılıman şeriatın ayak sesleri!

İzlenen rota da yeni, hedef; Kasımpaşa tipi demokrasi;
Sandık var; özgürlük yok...
Meclis var; irade yok...
Kanun var; uygulayan yok...
Denetim; üst düzeyde, âdeta adı konmamış sıkıyönetim...
Yan bakma; ne mümkün...
Şüpheli; makulden başlıyor, sürüsüne bereket...
Yalan; bol...
İftira; yalandan da bol...
Kibir, azamet; sınırsız...
Soygun, rüşvet; almış başını gitmiş...
Velhasılıkelâm bombok vaziyet!

Peki, çare?
Benim aklıma gelmiyor...
Ya sizin?
CHP, düşmüş kendi derdine...
Bir kuple Bizans, bir kuple İttihat-Terakki...
Yakında seçim var, milletvekili adayı olmak ateşten gömlek...
Kontenjan yüz civarında, gönül gezdiren on binler...
Özetle Kemal Abi’nin işi zor...
Mavi boncuk dağıtmakla ömür tüketmekte...
MHP ise etkisiz eleman, iktidara stepne görevini eksiksiz ifa etmekte...
Özetle, hâl ve gidiş berbat...
Ati ondan da berbat...

Öyleyse kolay gelsin memleket...
Bu halk senden önce iş ister, aş ister...
Bir de şeref haysiyet...
Sense teslim olmuşsun padişah bozuntusuna...
Ve ortalıkta dolaşıyor koskoca bir yalan...
Adı da “Millî İrade”...
Ah bir yakalarsam...
Bu arada nasıl Osmanlıcam?

09 Aralık 2014

Mesaj var!

Macit CÜNÜNOĞLU
09/12/2014 08:59

 

A+
A-
Mimar Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği Süleymaniye Camii’ni sık sık
ziyaret ederim.
Görkemlidir, bahçesinde Kanuni ile Hürrem yengemizin mezarı vardır...
Bir de Hüseyin Avni Paşa’nın...
Mermer işçiliğiyle bezenmiş lahit mezarda yatar...
Ve taşında uzunca bir şiir vardır...
Tabii Arapça harflerle yazılmış...
Dizeler Hüsnü Paşa’nın...
Paşa satır aralarında ufak ufak giydirmiştir saraya!

Asıl üzerinde durmak istediğim mesele Paşamızın katledilişi...
Tarih: 18 Haziran 1876
Kabine Mithat Paşa’nın konağında toplantı hâlinde...
Kısa bir süre önce bilekleri kesilerek hakkın rahmetine kavuşan
Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi Çerkez Hasan Bey eniştesinin
ölümünden sorumlu tuttuğu Hüseyin Avni Paşa’yı toplantıyı basarak katleder.
Hem de nasıl, önce revolverle ateş eder, baktı ki ölmemiş...
Kamasıyla vücudunu delik deşik edip ağzını kulaklarına kadar keser...
Ve seraskeri ertesi günü saltanatlı bir törenle Süleymaniye’nin bahçesine gömerler.

Caminin haziresindeki en göz alıcı mezar O’nunkidir.
Az ilerisinde Özal’ın anası Hafize Hanım yatar.
Mezardaki şiire gelince, epeyce uzundur...
İşte giriş bölümü:

“Sipehdar-ı uluvvü’l-kadri devlet, ekrem-i millet
Cenab-ı Avni Paşa hem dem oldu şah-ı merdane
Büyük hizmetler etti devlet ü dine bu alemde
Kıyasım böyledir kim misli az geldi bu devrane
Sebat ü istikametle olub meşhur-u ser-efraz
Cihan içre geçirdi ömrünü gayetle merdane
Edüb fenn-i celili harbde bir hayli eser tedvin
Delili hayr ü nusret oldu el-hak sınf-ı süc’ane...”


Ve bendeniz zaman zaman mezarın karşısına geçip başlarım ağlamaya...
“Ah ecdadımız, ölümünüz böyle mi olacaktı?” diye...
Bir taraftan da yarım yamalak Arapça bilgimle şiiri sökmeye çalışırım...
Ancak nafile, öylesine ağdalı bir dille yazılmış ki...
Birkaç kez Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe lügatini yanımda
götürdüm, yine de işin içinden çıkamadım...
Çevrede yardım alacağım kimse de yok...
Maalesef bu konuda cahil kaldım!

Ah bu kültür meselesi yok mu?
Galiba devleti yöneten bir numara ile iki numara haklı...
Asıl tarih mezar taşlarında...
Ayrıca Nobel’lik fizik formülleri, kimyanın sırları da promosyon...
Edebiyat derseniz, zaten gani...
Geçenlerde bir mezar taşında gördüm, galiba Eyüp’teydi...

“Yaşadım fani dünyada, bir bok anlamadım
Toprağın altı huzur dediler, yine aynı kader...
En iyisi mi hayatın değerini bilin...
Kanmayın cennet pazarlayanlara.

 Şakir Doğrucudavut ruhuna El-Fatiha”

Gördünüz mü mesajı, hem de birinci elden, kaynağından...
Bundan böyle Şakir abimin izindeyim...
Mezar taşlarına bakmadan, ölümü aklıma getirmeden yaşayacağım...
Yüzüm geleceğe dönük, bugünü ıskalamadan, geçmişe bakmadan!

08 Aralık 2014

Yavuz'a...

Macit CÜNÜNOĞLU
08/12/2014 09:37

 

A+
A-
Hafta sonunu iki film izleyerek geçirdim.
Birincisi gençliğimin başyapıtı Ben-Hur, 1959 yapımı, 11 Oscar’lı...
İkincisi Mel Gibson’un yönetmenliğini yaptığı ve izleyici rekorları kıran film.
Tutku-İsa Mesih’in Çilesi (2004).
İki filmin ortak paydası Hazreti İsa...
Ancak ikinci filmde İsa’nın son 12 saati anlatılıyor...
Sahneler tek kelimeyle vahşet, ortalık kan gölü.
İnsanın tüylerini diken diken eden, dayanılması güç bu filmi niye çekmişler ki?
Herhalde ilkinde düşülen yanlışı düzeltmek için.
Şöyle ki, Ben-Hur’da İsa’yı çarmıha gönderen Romalılar...
Tutku’da Yahudiler...
Tarih işte, hangisine inanırsanız inanın...
O güzelim insanı, yüce Tanrı’nın biricik evladını -üstelik peygamber- ağır işkenceler
sonu asmak olsa olsa Musa’nın dinine hizmet etmiştir diye düşünüyorum...
Ki o Musa var ya, O da bir katil...
Fakat ilk semavi dinin yaratıcısı, kuramcısı...
Sonuçta yargılamak bana düşmez...
Yüce rabbim her ikisinin de taksiratını affetsin, âmin!

Gelelim Yavuz’a (Bingöl), düştüğü hâllere...
Canım benim, “Sarı gelini” ne de duygulu söylerdi...
Sanki O bestelemiş, Ermeni türküsünü Yavuz’dan dinlemeye öylesine alışmıştım ki...
Başkası söylese eğreti duruyor, kulaklarımı kapatıyordum...
O kadar yani!
Lâkin yanlış ata oynadı...
Gitti; Tayyip’in kanatları altında Devlet sanatçılığına soyundu...
Hem de on beş yaşındaki Berkin’in cesedini çiğneyerek!
O ki alevi canları yıllarca sömürdü...
Ve ne idüğü belirsiz “açılıma” yılların birikimini heba etti...
Ben söylemiyorum, sevgili babası söylüyor.

Evet, sanat sanatçılık apayrı bir iş...
Halkın gönlünü fethettin mi saltanat sürersin...
Bir Yılmaz Güney, bir Ahmet Kaya...
Sürgünde ölseler bile kalplerde hâlâ yaşıyor.
Ya Yavuz Bingöl?
Bir yanlış yaptı, üzeri çizildi, yaşarken öldü!

O nedenledir ki halkın beğenileri, taraftarlığı çok önemli...
Bir de ceberrut devlete kafa tutuyorsanız...
Alır sizi başına taç yapar...
Yok, ben devletten yanayım, Tayyip’in hayranıyım diyorsanız...
Bu kez de kıçına tıkaç yapar...
Ki Yavuz’un düştüğü durum!
Artık ne yaparsanız yapın, ağzınızla kuş dâhi tutsanız iflâh olmaz...
Tarihin çöplüğünde debelenip durursunuz.

Aynı şey İsa içinde geçerli...
Roma’ya başkaldırının cezasını genç yaşında bedeniyle ödedi...
Fakat peygamberdi...
Tanrının biricik oğluydu...
Anası Meryem bakireydi...
Mezarı yedi kat gökyüzünde...
O’nun, yaratıcının yanı başında...
Melekler hizmetkârı, cennet ayaklarının altında...

Yavuz ise golü yedi, artık bu dünya O’na cehennem...
Çok inandığı sultanı bugün var, yarın yok...
Vatan burada, halkımız burada...
Yavuz kör kuyularda...
Çık bakalım çıkabilirsen usta!

07 Aralık 2014

"Dil şad olacak..."

Macit CÜNÜNOĞLU
07/12/2014 09:17

 

A+
A-
Millî Eğitim Şurası toplanıp gerici bir yığın karar alıyor...
Ki geleceğimiz, gençliğimiz ecdadımıza benzesin...
Yobaz, çağdışı...
Yüzü geçmişe dönük...
Böbürlenmeci, tepeden bakmacı...
Demek ki Fatih’in torunlarını yetiştirmek böyle bir şey!

Miniklere türban, takke...
Liselilere Osmanlıca...
Gerekçe; Türkiye çağ atlayacak!
Sevsinler icraatlarınızı!
Elimde “Sözlerin Soyağacı” adlı kitap (Adam Yayınları)
Yazarı: Sevan Nişanyan...
Ermeni vatandaşımız...
Oturmuş, binlerce kelimenin kökenini araştırmış...
Ve dilimize kaynak olacak etimolojik eseri kazandırmış...
Biz ne yapmışız?
Beyni sulanmış Alev Alatlı’ya ödül...
Soğuk nevale Hülya Koçyiğit’e madalya...
Sevan’a mahpuslar!

Yakışır canım memleketime...
Zaten ne şair sevdi, ne romancı...
Nazım’dan Can Yücel’e ve daha nicelerini süründürdü...
Yurtdışında, sürgünde ölen yıldızlarımıza bakıyorum...
O kadar çok ki...
Âdeta utanç tablosu!

Hep iddia ederim; yaşayan dil çok önemli...
Geçmişte çok tartışma yaşandı...
Özellikle dil meselesinde...
Bizim cenah TDK’nu merkez alarak Yeni Türkçeciliği savundu...
Karşı taraf eski dili, yani Osmanlıcayı...
Hâlbuki sular seller gibi akan halkın dili vardı...
Pırıl pırıl, anlaşılır...
Yunus’un dili, Karacaoğlan’ın özdeyişi, Pir Sultan’ın divanı...
Nabi, Nefi, Nedim ile yürümüyordu kervan...
Yıllarca yedik birbirimizi...
Bir türlü orta yolda buluşamadık.
Hâlâ hastalığa “Sayrı”, hastaneye “Sayrıevi” diyen dostlarım var...
Kim dinler, kim anlar?
Binaenaleyh, nasıl ki “İmtihan” tedavülden kalkıp “Sınav” dilimize yerleşti...
O nedenledir ki dilde zorlama olmaz...
Korumacılık, dayatma hiç olmaz...
O “su” gibi akar, kendi yolunu bulur.

Bir örnek, bir şarkı: Nihaventten...
“Bir ihtimal daha var...” adlı parçayı...
Kim “Bir olasılık daha var...” diye okuyabilir?
En iyisi mi hayata, yaşayan dile güvenmek.
Kim ne yaparsa yapsın, ne kadar saçma sapan karar alırsa alsın...
Bu halk ne dilinden vazgeçer ne hayatın gerçeklerinden...
Yeri gelir Türkçe konuşur, yeri gelir Osmanlıca...
Ve doğrusu da budur...
Zevk sahibidir benim milletim, üretmeyi sevmez ama aşkı meşki sever...
Bir de mehtaba çıkmayı!

Dümbeleklerin aldığı kararları kafanıza takmayın...
“İki dörtlük” hayatınızı sürdürmeye çalışın...
Nasılsa “dört dörtlük” olmayacak...
Trakya havalarıyla işi götürün...
Yani “dokuz sekizlik”...
Aksaktır ama oynaktır kıvraktır...
Bu arada “Dil şad olacak...” şarkısını dinlemeyi de ihmal etmeyin...
İyi gelir gönül sofralarına...
Şimdiden afiyet olsun...
İyi pazarlar efendim.

06 Aralık 2014

Sezar'ın hakkı...

Macit CÜNÜNOĞLU
06/12/2014 07:50

 

A+
A-
AKP madeni buldu, hem de ne maden...
Öylesine zengin ki, ilerledikçe kan fışkırıyor!
Samimi olsalar; eyvallah...
Niyet kötü, düşmanca...
Ayrıca ayrılıkçı, bölücü!
Hâlbuki mühim olan bugün, gelecek...
Fakat kim dinler?
Bastırdıkça bastırıyor...
Maksat toplum iyice ayrışsın...
Ve din sömürüsü üzerinden oylar sandığa aksın...
Nitekim öyle de oluyor...
Cumhurbaşkanıyla, başbakanıyla topyekûn saldırıyorlar...
Bakalım işin ucu nereye varacak...
CHP mi kapanacak, yoksa Cumhuriyet mi yıkılacak?

Geçtiğimiz günlerde genç bir arkadaşım kitaplar hediye etti...
Külliyat...
“Alfa Yayınları”nda çalışıyor...
Editör, adı: Seda Çakmakcıoğlu Şan...
Yazarı: Mehmet Fuat Köprülülü...
Tarihçi, Ordinaryüs Profesör, Dekan, Milletvekili, Dışişleri Bakanı...
Yayınevi üstadın eserlerini tekrar -pırıl pırıl bir Türkçe ile- okurlarına sunuyor...
Ne güzel, iyi ki kitap var...
Gerçek kaynak, bir de yazan Köprülü olunca...
Kim bakar Bardakçızade Murat’ın yüzüne...
Televizyon maskarası, n’olacak!

Tarihe ilgi duymak, sevdalanmak bambaşka bir duygu...
Geçmişin izini sürmek, kökleri araştırmak...
Yalnız bilgi birikimi değil, aynı zamanda Tarih bilincinin gelişmesine
yardımcı oluyor...
Ve Şeyh Sait isyanına, Dersim olaylarına apayrı bir pencereden bakıyorsunuz...
Tamam, popüler tarihçi İlber Ortaylı’nın ağzının içine de bakalım ama...
Bir Fuat Köprülü’yü, bir Halil İnalcık’ı, bir Mustafa Akdağ’ı da ıskalamayalım.
Yoksa iktidardaki siyasetçilerin yalanlarına dolanlarına mahkûm olursunuz ki...
Olan da bu!

Hâlbuki ülkemizin önünde aydınlık bir gelecek var...
Ne kadar kötü yönetilirsek yönetilelim, geçmişten taşıdığımız değerler,
birikimler var...
Ve hepsinden önemlisi de “umut” var...
Yetmez mi?
Bir M. Kemal...
Başlı başına miras...
Işık, güneş; ne derseniz deyin...
Fakat tarihin kara lekelerini temizleyeceğim diye...
O’na vurmaktan, O’nu paspas yapmaktan vazgeçin...
Ki Sezar’ın hakkını Sezar’a...
M. Kemal’in hakkını M. Kemal’e teslim edelim.

05 Aralık 2014

Yaz bir kenara!

Macit CÜNÜNOĞLU
05/12/2014 09:33

 

A+
A-
Önce bu düzenin adını koyalım...
Ki tespitlerimiz yerli yerine otursun.
Efendim, bu düzen “Serbest Piyasa Ekonomisi”...
Nam-ı diğer “Rekabetçi Kapitalizm”...
Ya toplumsal hayatımız?
Yaşama kültürümüz, ufkumuz, dünyayı kavrayışımız...
Orası tartışmalı...
Favori yiyeceğimiz “Et ile Pide”...
“Ne var bunda?” demeyin...
Çünkü her ikisi de göçer toplumların besin kaynağı...
Sebze ise yerleşik toplumların...
Demek ki göçer zihniyetimiz hâlâ devam ediyor...
Ayrıca zor iştir sebze, meyve yetiştirmek...
Et öyle mi, hele hamur işleri; bir sac bir ateş, işlem tamam!

Asıl üzerinde durmak istediğim konu “Asgari ücret”...
Biliyorsunuz, meşhur komisyon bugünlerde toplandı...
Hesap, kitap; malûm sonuç...
“Yüzde üç” ile var biraz sen de oyalan!
Oyalanalım oyalanmasına da...
Sultanımız da iki de bir gözlerini ağartarak diyor ki,
“Kişi başı ulusal gelirimiz on bin doları aştı”...
Bu hesapla adam başı dokuz yüz dolar eder...
O da kaba bir hesapla iki bin lira.
Ya asgari ücret...
Yarısı bile değil, ondan da aşağı...
Ve işin acı tarafı, iş yok...
İşsizlik almış başını gitmiş...
Millî kahpemiz de diyor ki, “Saray abartılı değil, sıradan”...
Hay senin fıtratına, cibilliyetine...
Neyse, mübarek gün, ağzımı bozup abdestimi kaçırmayayım...
Birazdan Cuma’ya gideceğim!

Özetle; yaşam kalitesi açısından bilmem kaçıncıyız...
Özgürlükler meselesinde ise iki yüz ülke arasında yüz ellinci sırada...
Varın gerisini siz düşünün.
Feodal kültürle, gözlemeyle karbon hidratla ancak bu kadar oluyor...
Kulakların çınlasın Aziz Nesin...
Merak etme, az kaldı verdiğin oranı tutturmaya...
Ha gayret, belki ilk seçimde...
Bu madrabazlar yüzde altmışı çakmazsa...
Ben de canım kadar sevdiğim karımı terk ederim ki...
Altıncı evliliğimin önü açılsın!
Ne yapayım, aşksız sevdasız yaşayamıyorum...
Hele müsiki, hele meşk...
Emekli maaşım da asgari ücretin azcık üzeri...
Öyleyse çalsın sazlar, oynasın kızlar...
Yemişim siyaseti...
Desem de, bilirsiniz bu gönül bu vicdan el vermez...
Yine ağlarım emekçinin sürünenin hâline...
Utanırım saltanattan saraylardan...
Derdim sade yaşamak, insanca onurluca...
Arif olan dostlarım ne demek istediğimi anlar.
Bu arada başta İslâm âlemi olmak üzere herkese hayırlı Cumalar!
Ne demiş Muhammed, “Komşun aç yatarsa...”...
İnanma...
En doğrusu, “Tok açın hâlinden anlamaz”...
Yaz bir kenara!