bir şair vardı, öğretmen

31 Temmuz 2012

Âminli Demokrasi!


 

 
 
Ne çok kaşınacak yaramız varmış…
Anlaşılıyor ki; huzur saadet bu topluma haram.
Farkındasınız, üç günümüz üst üste olaysız geçmiyor.
Kürt sorunu yılların birikimi, Alevîlik derseniz ondan aşağı değil…
Sağolsun idarecilerimiz, çözüm üretmek yerine yangına körükle gitmeyi marifet sayıyorlar!

Bir de laiklik meselesi var ki; evlere şenlik, nasıl tartışacağınızı da bilemiyorsunuz.
Çünkü iki tarafta burnundan kıl aldırmıyor…
Laisizm yanlısı katı mı katı, laikliği hedef alan ondan sert!
Biri görüşlerinin kaynağına batılı değerleri yerleştirmiş...
Diğeri dinsel dogmaları.

Biliyorsunuz kavram Fransız patentli…
1789 devriminden sonra piyasaya çıkmış ve o tarihten beri modernitenin vazgeçilmezi.
İyi de; uğraştığı, kiliseye hapsettiği din: Hristiyanlık.
Ayrıca İncil, Tevrat’a Kuran’a benzemez.
Seküler hayata müdahele etmez, oruç tutturmaz, günde beş kez tapınağa çağırmaz…
İçkiyle giyim kuşamla derdi yoktur…
Kısaca uhrevîdir.

Peki, Ortaçağ?
Kilise destekli feodalitenin bin yıllık saltanatı…
Ta ki rönesansa, yani aydınlanmaya, keşiflere icatlara Luther’e sanayi devrimine kadar.
İnsanlığın hâllerindendir…
Ruhban sınıfı bağnazca iktidarını ilân ederse olur…
Ayrıca 21’inci yüzyılda yok mu?
Olmaz mı, nitekim örnekleri çoktur!

Dolayısıyla esas olan: Demokrasi…
Dinsel temaların kullanılmadığı sömürülmediği düzen…
Adaletin, hukukun üstünlüğüne dayalı eşitlikçi, sosyal devlet anlayışı…
Irkçılığın yasaklandığı, mezhepçiliğin prim yapmadığı kurallar rejimi…
Tıkır tıkır işleyen mekanizmalar.
Vatandaşın hizmetkârı devlet…
Hesap sorulan, yanlışında bedel ödeyen özür dileyen devlet.

Diyeceksiniz ki; nerdeee?
Haklısınız, ülkemizde böyle bir devlet anlayışı yalnız son on yılda değil uzun yıllardır yok…
Üstelik nasıl olsun ki?
Çok beylik olacak ama “hak verilmez alınır”…
Demokraside öyle, rahmetli İsmet Paşa’mız düşünmüş taşınmış…
Bakmış kuzey rüzgârları sert esiyor, Batı kucağını açmış bekliyor…
O günkü konjonktür de cevaz vermiyor…
Bir gecede demokrasiyi ilân etmiş!

Sonrası, n’olacak; üç buçuk askeri darbe…
Sebep; ülke elden gidiyor diyen mi, özgürlükleri bol bulan mı, balans ayarı çeken mi?
Kısaca hepsinin dayanağı; “Vatan-Millet-Sakarya”.
Hâl böyle olunca demokrasi dönmüş deveye…
Sağı solu eğri-büğrü arabesk varlığa!

Yalnız haklarını yemeyelim…
Sandığı unutmamışlar, özgür iradeli vatandaş daima oy vermiş…
Makarnaya bulgura palavraya tav olsa da her türlü partiyi denemiş.
Ne yapalım, buna da şükür!

Lâkin yine de gidişat hakkında söz söylemek lâzım…
Madem ki memleketin iç işleri şahine…
Dış işleri davuta teslim edilmiş…
Varın gerisini siz düşünün!
İşimiz kaldı Allah’a…
İnşallah bugünleri aramayız…
Âmin!


www.gazetemen.com

30 Temmuz 2012

Kılavuzu karga olanın...



 

Arap Baharı’nı düşünüyorum da, ne baharmış mübârek.
Üzerinden yaz geçti kış geçti yine de durmak bilmiyor!
Demir attı Suriye’ye, Esad inat mı inat…
Teslim olmak bir yana, kan gölüne döndü ülke!

Bastırıyor ABD, niyet kötü…
Kıvamına gelmiş bölge, taşeronu herkesten hevesli.
Ne de olsa tecrübe sahibi…
Libya’da maşa olmanın tadına vardı!

Gözümle gördüm, İstanbul’un lüks hastaneleri ev sahibiydi…
Anti-Kaddafici gûruhlar sıram sıram ağırlandılar.
Hizmette sınır yok, hesabı ödeyen Türkiye…
Garip ama yoksul halkımıza kapalı mekânların kapıları ardına kadar açıktı!

Şimdi de Güney illerimiz…
Elli bine yaklaşmış Suriyeli misafirler…
Yerleşkeleri depremzede Vanlılar da yok…
Faturayı ödeyen yine Türkiye!

Ohhh! Suyundan da koy!
Fakir fukaraya makarna-bulgur-tahin helvası…
Arap isyankâra sevdanın yolları!

Sormazlar mı adama; “bu nasıl adalet?”…
Kendi vatandaşına sırtını dön…
İhvancılara, El-Kaidecilere, Hizbullahcılara, Hamascılara kankardeş muamelesi!

Peki Arkadaş, Kürdün günâhı ne?
Mahabat’tan sonra kuramadı bir devlet…
Onun da ömrü on bir aydı!
Neyse ki imdada yetişti Amerika…
Önce Saddam’ın kellesini aldı…
Peşinden Irak Kürdistanı’nı ilân etti…
Var mı itirazınız?

Hatırlarsınız, bir zamanlar can düşmanımızdı Barzani…
Ya şimdi?
Unuttuk ağzımızdan çıkan lafları, yedi cihana dostluğumuzu sergileyip…
Kırmızı halılar döşedik Çankaya’nın yollarına, o biçim hasbıhâller ettik!

Gelelim “Büyük Devlet”, “Oyun Kurucu” martavalına…
Irak’la 400 Suriye ile 800 kilometre sınırımız varmış…
Varsa var, n’olmuş?
Kurulacak Büyük Kürdistan’a izin vermezmişiz!

Yahu kırk kere söyledik, dilimizde tüy bitti ama..
Bir kez daha tekrar edelim; senin aslî görevin taşeronluk…
Bu kafayla da bir adım öteye gidemezsin…
Madem ki biat etmişsin Büyük Patron’a, daha açık ifadeyle Oval Ofis’e…
O ne derse o olur…
Kurulacaksa Suriye’nin kuzeyinde devlet…
Irak’ta olduğu gibi…
Senin görevin paşa paşa itaat etmek. (Nokta)

Ayrıca büyük devlet olmanın yolu halkına hizmet…
Eşitlikçi, özgürlükçü, adaletli anlayışla…
İktidarda olduğu on yılı…
Tarikatçılığın, cemaatçiliğin yükselişini…
Yaptığı karşı devrimleri gördük.

O nedenledir ki Usta, sakın korkma...
Alt üstü 1200 km’lik sınır…
Alır ABD’den icazeti…
Salar güneye…
Nasıl olsa full-aksesuvar diplomat Davut emrine amade!
Bak o zaman ülkemizin yarınlarına…
Hani derler ya; kılavuzu karga olanın… ( Bu kez üç nokta)
Devamı gelecek yazıya!


www.gazetemen.com

29 Temmuz 2012

Tuna'ya Çağrı!

.
Basının armadası Tuna’yı da harcadı.
Hürriyet'le yazar Kiremitçi’den söz ediyorum.
Yalnız Tuna Kiremitçi’nin kırmızı kart görmesi ilginç…
Daha doğrusu teamüllere uymuyor…
Yargısız infaz, bir gecede defterini dürmüşler!

O da bu duruma itiraz ediyor…
Mahkemeye gitmiş, onurunun zedelendiği iddiasıyla “1 TL”lik dava açmış.
Aslında iyi yapmış, ne yani, Armada gemisi dediysek çalışanlar safra mı?
Sorgusuz suâlsiz denizlere at!

Farkında mısınız, son yıllarda Hürriyet’e bir hâller oldu…
Devr-î Zaman’ı geçelim, Posta birinci Hürriyet ikinci…
Tiraj açısından en istikrarlı gazete!

Buna rağmen Emin’i postaladılar…
Ki zaten gazetenin adıyla müsemma değildi, yaptığı “Bekçi Murtaza”lıktı.
Peşinden göbeğini kaşıyan Bekir şutlandı, kimseyi şaşırtmadı.
Bilâhare amigo Tufan, Dr.Cüneyt…
Keskin sosyalist İnce’yle soldan çarklı Hadi’nin gidişi son perde derken…
Şimdi de aşkın kalemi Tuna!

Üstelik genç arkadaş ana gazetede de yazmıyor…
Çıtır çerez magazin ilâvesinde, Kelebek’te yazıyor.
İyi de yazıyor; kadından yardan evlilikten çocuktan sanattan motordan seyahatten…
Bulgaristan dahil (son sevgilisinin memleketi) daha neler neler!
Ha bir de -sık olmasa da- siyasetten söz ediyor.

Sıkı bir Atatürkçü sapına kadar ulusalcı…
Dolayısıyla iktidardan hoşnut olduğu söylenemez.
Ûslubu naif edebî şiirsel, Emin-Bekir-Yılmaz üçlüsüne benzemez.
Ne yalan söyleyeyim onların dilini rahmetli Ahmet Vardar’a benzetirim…
“Bana bak lan, gelirsem oraya, ona göre, ayağını denk al!” gibisinden!

Tuna öyle mi?
Sağlam samimî bir yurtsever…
Keşke Kemalist ve Ulusalcılar o’nu örnek alsa…
Yumuşasalar -layt olmasınlar canım- empati melekelerini geliştirseler…
Statükoculuktan kurtulup devrimci ruhla çağı kavrayabilseler…
Devletin şemsiyesinden, militarizmin gölgesinden bir sıyrılabilseler…
Görün o zaman oy oranını…
Yüzde 40’ın altına düşerse kalemimi kırar klavyenin başına geçerim!

Neyse, aşkın çocuğu kelebek misâli uçtu gitti…
Yanılmıyorsam bir ara Pravda’da -pardon- Cumhuriyet’te şansını denemişti…
Demek kan uyuşmazlığı, kimyalar tutmadı!
Nasıl tutsun, Mozart aşkıyla yanıp tutuşan rahmetli Nadir Nadi’nin gazetesi…
Çakıldı kaldı 50 bin tiraja, ne uzar ne kısalır, Beyaz Türklerin basmakalıp günlük dergisi!

Kendi adıma çok özleyeceğim Tuna’yı…
Biliyorum, her şeyin başı aydın doğanlar…
Ne olduysa 3,5 milyar dolarlık vergi cezasından sonra oldu…
Önce uzlaşma, sonra tırpan, Trump Towers’ın açılışı final…
Hünkâr “yürü kulum” dedi…
Kim tutar seni, ihâleler eşliğinde merkez medya son sürat yola devam!

Sevgili Tunacığım, takma kafanı…
Gel bizim gazeteye, en azından iş bulana kadar…
Gerçek özgürlük burada, boş ver basın ahlâkını…
Olmayan şeyden söz etmek kimin işine yarar?

O nedenle uğra sitemize, çayımızı kahvemizi iç…
Arzularsan Kıbrıs’ın “Ergenekon” şarabını ikram ederiz…
Yeter ki gönüller bir olsun…
Aşktan da anlarız meşkten de…
Şimdilik geçmiş olsun…
Fazla uzatma, tez zamanda görüşelim Tuna.

Önemli Not: Mahkemede tanığa ihtiyacın olursa...
Sakın çekinme, bir alo’n yeter, sevgiyle muhabbetle!


www.gazetemen.com

28 Temmuz 2012

Olimpiyat ve Biz!

.
Londra XXX. Olimpiyat Oyunları’nın açılış törenini izliyorum…
Müthiş bir gösteri, doksan yaşına yaklaşmış Elizabeth teyzeyi paraşütle atlatıyorlar.
Koruması James Bond-007!
İngilizler dünya kamuoyuna sağlam bir senaryoyla çıkmışlar.
Müzik/orkestrasyon etkili, görsellik uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek.

Ya hikâye?
Üzerinde güneş batmayan imparatorluktan tarihsel manzaralar…
Basit bir köy evinden sanayi devrimine uzanan show…
Müzikten edebiyata, sanatın her dalı ve iletişim-bilgi çağı.

Çağımızda tamamen profesyonelleşse de iyi ki spor…
İyi ki olimpiyatlar var.
Çünkü insanlığın ilgisini çeken bu tur organizasyonlar; barışı-kardeşliği-dostluğu hatırlatıyor.
Gezegende yalnız olmadığımızı; iki yüzü aşkın devlet, yedi milyar nüfus…
Bunun bilincine varmak az şey mi?

Biz de istiyoruz…
İktidarımız asılıyor, 2020 illâ İstanbul’da olacak.
Haydi oldu diyelim, körün taşı rast gitti…
Çinliler, İngilizler gibi insanlığa aktaracak ne tür öykümüz olacak?
Merak bu ya, son iki olimpiyatın açılış törenlerinden etkilendim.

Biliyorsunuz haşmetmeapımız Osmanlı hayranı…
Varsayalım ki kurgu şanlı tarihimiz!
1453’le başladık, kahpe Bizans’ı yerle bir ettik…
Beyazıd’ı pas geçelim, Yavuz’la Ortadoğu’nun fethi…
Üç yüz bin Alevî’yi kılıçtan geçirmiş ama…
Ne önemi var, mühim olan devletin bekası(!)

Ve Muhteşem Süleymanlı devirler…
Hürrem yengemiz etrafında dönen saray entrikaları…
Peşinden geri vites…
Çöküşe geçen imparatorluk!

Sonrası?
Bence şık değil, mağlûbiyetler, kaybedilen milyonlarca kilometre kare toprak…
Ve kurulan ulus devlet.
O bölüm de sancılı.
Kanla bastırılan isyanlar, darbeler, işkenceler, hapishaneler, yakılan insanlar!

Evet, durum anlaşılıyor…
İnsanlığa anlatacak sağlam bir senaryomuz yok.
Zaten son bin yıla bakmak yeterli…
Teoremi tescilli matematikçi Cahit Arf ile bulduğu hastalığa adını veren Behçet Uz…
Var mı üçüncüsü?

Ha, inkâr etmeyelim…
Bir de Nobel ödüllü Orhan Pamuk’umuz var ama…
Gurur duyanımız az, kızanımız çok!
O nedenledir ki Nazım’ın izinden gitti, attı kapağı yurtdışına!

Geriye ne kaldı?
Tarikatlar, cemaatler, İmam Hatipler, Kuran kursları, İlâhiyat fakülteleri…
Dindar ulusun sağlam kaleleri…
Çamlıca’ya da kondurdun mu altı minareliyi…
Çek bir film Sinan Çetin…
Olimpiyat ruhunu yansıtmasa da sultanımızı anlatsın…
Ki maksat muhabbet olsun!

Not: Sevgili Sinan, attan düşmeyi unutma…
Ne de olsa sporcudur hünkârımız!

.

27 Temmuz 2012

Utanmaz Siyaset!



“Can kaybından endişeliyiz”…
“Libya gibi Suriye’de istekli olmayacağız"...
Kim söylüyor?
ABD!

İnanır mısınız?
Veya mızrak çuvala sığar mı?
Çünkü taşeronu Türkiye…
Maşa varken el yakmaya değer mi?

Ancak utanma olmayınca…
Ne yazsanız boş!
Daha dün Irak’ta…
Hatırlarsınız, demokrasi gelecekti…
N’oldu?
Arife tarif gerekmez…
Üç’e bölündü de facto…
Kuzey Kürdistan…
Güney iki parça…
Ortası Sünni…
Aşağısı Şii…
Hoş geldin çok parçalı Mezopotamya!

Sırada Suriye…
Boş verin Beşer’i…
Huyu kurusun, babasının oğlu.
Baas’çı, Mısırlı Nasır’ın soyundan…
Laik-Milliyetçi-Diktatör…
Üstelik Müslüman-Nusayri!
Gelir mi bu topraklara demokrasi?

Peki, ABD’nin telaşı?
Muhalefeti örgütleyen, dolarları saçan, Esad’ı gözüne kestiren…
Bunlar yetmezmiş gibi Ortadoğu’nun gelmiş geçmiş yegâne fatihini şamar oğlanı yapan…
Demez mi; “insan hakları demokrasi!”.

Arsız, rezil…
Bir buçuk milyon cana kıydın…
Biz de sevmeyiz Saddam’ı!
Senin derdin barış mı…
Yoksa aşağılık çıkarlarını örgütlemek mi?

Ah bu gerçekleri anlasa halkımız…
Maskesi düşecek “One minute”ın.
Yalnız maskesi mi…
Tüm kirli çamaşırları sergilenecek…
Villalar, gemicikler özel dostluklar!

Keşke mabet yapmakla tarihe geçilseydi…
Ölümsüzleşirdi diktatörler.
Kaç kere gördüm Arap liderlerini…
Fakirin iftar sofrasında!
Bir ellerinde hurma, kıçları altın taharet musluğunda!
Tövbe tövbe…
Mübârek Ramazan-ı şerifte günâha mı giriyorum acaba?
.

26 Temmuz 2012

Aydınlık Yarınlar

.

12 Eylül…
Sıkıntı çok, kaçaklık günleri…
Bir taraftan ekmek kavgası, diğer taraftan yakalanma korkusu.
Daha Özalizm ilân edilmemiş…
Oturduğum apartmanın bahçesinde araba sayısı tek…
Röno…
Sahibi: Emekli Başçavuş…
Sanırsınız cuntanın Özel Kalem Müdürü!

Omzu değil kolu pırpırlı asker eskisi…
Arabasına aşkından olsa, binanın ortak kullanım alanını özel garajı yaptı.
Aslında kocaman bahçe, alayı otopark.
Lâkin henüz ufuklar dar, öncelikle ehliyetimiz yok…
Beyinsel kalibremiz yetmiyor almaya…
Yalnız o’nun var!

Komşularım öğretmen, emekli, memur, küçük esnaf…
Fakat gediklimiz imparator…
Bir afra tafra…
Arkasına almış faşizmin gazını…
Sanırsınınız Hitler’in yeni versiyonu!

Neyse, kışlasında yaptığı işgâl kanımıza dokundu…
Acil bir toplantı…
Yıkım kararı çıktı.
Başta hâkir kulunuz, elinde balta…
Bir gece vakti yıktık garajı cümbür cemaat.

Tepkisiz kalır mı kumandan?
Anında dava…
Gerekçesi: “Özel mülkiyete tecavüz!”.
Çıktık mahkemeye…
Kaç kişi?
İki…
Çoğu komşum sinmiş, özür dilemiş!

Yalnız Hakim konuya hakim…
“Söyle şikayetini?” demesiyle…
Bizim dıngıl: “Arabamı kıskanıyorlar” demez mi?
Sonuç malûm…
Bir fırça, hakkımızda beraat!

Bütün bunlar aklıma nerden geldi?
Tahmin edin bakalım…
İpucuna gerek var mı?
Bizimki canım…
ABD’ye arkasını verip komşularına efelenen!
Hani “oyun kurucu” diyorlar ya…
Kırk yıllık dostuna ihânet eden.


Kargadan başka kuş, Kâbe’den başka kıble tanımayan…
Ki aslî görevi taşeronluk…
Sahibinin sesi…
Utanmasa Amerikan bayrağıyla dolaşacak.

Saldırır sağa sola…
Ne hak bilir ne adalet ne vefa…
Arkadan hançerleme ustası…
Bir de Arap kavmine lâf ederler!

Elbet tarih yazacaktır…
Mazlumdan yana gözüken siyaset bezirgânlarıyla…
Kapitalizme uşaklık eden din tüccarlarını.
Tanrıya şükürler olsun…
Bizim ülkemizde yok…
Var gözükse de kesin gidiciler…
Sağlamdır temeller…
Endişeniz olmasın, aydınlıktır yarınlar.


.

25 Temmuz 2012

Medyanın Ahlâkı!

.
Aklıma 1989 yerel seçimleri geldi
Başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere silmiş süpürmüştü SHP.
İl Genel Meclisi bazında aldığı oy: %28.71
Toplamda 39 il, Kayseri’de bile sosyal demokratlar.

Hayatın garip cilvesi…
Şimdi adını vermeyeyim, yıl 92…
İstanbul’un yeni kurulan belediyelerinden birindeyim…
Ayıptır söylemesi, üstün yeteneklerimden istifade edilmek üzere atanmıştım…
Unvanım: Genel Koordinatör(!)

Vatan sevgisi yüreğimizde, cüzdan boş…
Sapına kadar sosyalistiz, her zamanki gibi!
Başladık kutsal göreve, maksadım halka hizmet.

Lâkin başkan iki de bir demez mi; “Proje üretsene arkadaş”
Ve ilâve ediyor yüzü kızarmadan: “Sen de kazan ben de!”.
Zaten yeni iş başı yapmışım, tanımam dönen çarkı…
Ne zaman ki idrâk ettim, bastım istifayı.
Toplam kıdemim 4 ay 3 gün…
Utanmaz reziller, SSK primimi “30+1” gün yatırmışlar!

Evet, girizgâhı uzattım, farkındayım…
Derdim o günlerden bir anıyı paylaşmak…
Aslında çok da, bir örnek arka plân için yeter de artar.

Sabah akşam basın mensupları belediyede…
Akşam yemeği garanti (içkili), öğlen tabldot...
İftira atmayayım, kahvaltıdan haberim yok.
Çenem düşüktür, haydi ekstrayı da aktarayım…
Gazetecilerin cebinde İGS fişi!

Ya karşılığı…
Başkan basında, sürmanşette…
Sanırsınız belediye Büyük Şehir…
Sarıgül’ün erken versiyonu!

Şimdi gelelim sadede…
Ahmet Altan ûstâd, nam-ı diğer Taraf Genel Yayın Yönetmeni…
Dokunmuş basının ahlâkına, şalterine.
Yazdıkları yenilir yutulur türden değil.
Şahsen medya mensubu olsam…
Tabii ki temizsem…
Yedi ceddinden başlarım da…
Neyse ki üzerime alınmadım, sonuçta kendi hâlinde emekliyim.

Olsun, yine de söyledikleri üzerinde durmak lâzım...
Ayrıca ülkemizde kime sorarsanız sorun…
Gazetecinin haklı bir şöhreti var.
Önce güvenilmez, yazdığına inanılmaz, iktidar kayığını sever!
Ee, daha ne olsun?

O nedenledir ki sevgili Ahmet okurlarına ders verme…
Ne demiştin “İsyan Günlerinde Aşk ” adlı eşsiz eserinde:

“Kimseyi kendi ölçülerinle yargılama, herkesi kendi ölçüleriyle yargıla”…
“Ahlâksızlık benim ahlâkıma uymayan değil, kendi ahlâkına uymayandır”…

Ne dersin yüksek ahlâk sahibi Ahmet Usta?

Meraklısı için not: Bizim başkanın parlak siyasî hayatı devam etti.
İş adamı kimliğiyle çiftliklerinin yanı sıra yurtiçi ve yurtdışı şirketleri aldı yürüdü.
Önce kız kardeşi bilâhare kendileri milletvekili sıfatıyla parlamentoyu şereflendirdi!
Ya şimdi?
Nerden bileyim değerli okurlar…
Köprüde sürtündük diye akraba olacak değiliz ya!
.