bir şair vardı, öğretmen

23 Haziran 2017

Bayram!

Amasya









Bayram deyince çocukluğum gelir aklıma.
Sevinçle heyecanın harmanlandığı üç-dört gün.
Başucumda iskarpin, sedirin üzerinde yeni giysiler...
Ve onlarca hayâl.
El öpmeler, toplanan paralar...
İstikâmet İmaret'in bahçesi.
Ispanağın Osman'ın salıncağı bizleri bekliyor!

Babamın arkasına düşüp gidilen namazlar...
Dönüşte Amasya çörekleriyle bezenmiş enfes kahvaltı.
İskender dayımın iki evlâdıyla soframızı paylaşması...
Kardeşlik, samimiyet üst seviyede.

Hani, "yalan dünya" derler ya...
Bayramlar mı yalan, yaşadıklarımız mı?
Hacer halama giderdik önce...
Sonra Solmaz ablama...
Bilâhare Şamlar mezarlığı...
Babam yoktu artık...
Kardeşim Fatoş'la birlikte rahmetliye Fatiha okurduk.

Fakat bayramın büyüsü günler öncesinden hissedilirdi.
Kimse kaçacak delik aramaz...
Birlikte olmanın keyfi hasletti!
Ya şimdi?
Yaşlar ilerlemiş, algılar mutasyona uğradı, çağdaşlaşıp
yalnızlıkla mayalanan narsisizm egolarına dönüştü.
Herkes hâlinden memnun...
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" şiarıyla geçen zaman.

Yine de özlüyor insan...
Geçmiş bayramları, yitirdiklerini.
Elbette tüm değerler gibi onlar da erozyona uğradı.
Nasıl uğramasın?
Ne İstanbul İstanbul, ne Amasya Amasya...
Vahşi kapitalizm ikisini de yıkıp geçti.
Çocukluğuma, gençliğime ait ne varsa.

Özlerim İmaret'in bahçesindeki bayram yerini...
Özlerim Hacılar Meydanı'ndaki panayırları...
Hele çadır tiyatroları...
Dansöz çıkardı, zula yırtıklardan bakardık...
Kendimizden geçercesine!

Üsküdar Şemsi Paşa da güzeldi...
Boğaz'ın en yakın komşusu...
Avlusunda ne aşklar yaşamıştım.
Şimdi kazıklanıp duvarları çatlamış...
Aynen yüreğim gibi!

Macit CÜNÜNOĞLU

21 Haziran 2017

Yerseniz tabii!

Macit CÜNÜNOĞLU










AKP iktidarında hiçbir zaman gerçekleşmeyecek ADALET için
Kılıçdaroğlu yürüyor.
Üstelik RTE, Bahçeli posta koyuyor...
Hatta zurnanın son deliği Perinçek bile.
Demirel'in dediği gibi elbette yollar aşınmaz...
Lâkin vatandaşın yüreğine bir nebze olsun HUKUK fikri
aşılanırsa ne mutlu Kemal Bey'e.
Maksat hasıl olur.

Keşke yürüyüş Maltepe Cezaevi ile sınırlı kalmasaydı.
Edirne'de yatan Selahattin Demirtaş'ı da kapsasaydı.
İşte o zaman "Hayır cephesi" adına hayırlı bir iş yapmış olurdu.
Çünkü adalet yalnız Türklere lâzım değil, Kürtlerin'de hakkı.
Fakat ülke son on beş yıldır o kadar sarsıldı ki...
AKP iktidar avantajlarıyla âdeta temellerinden dinamitledi...
Ve ortağı FETO, elinden geleni haince kurnazca hayata geçirdi.
Özellikle adalet, güvenlik, eğitim alanlarında.
Dolayısıyla "15 Temmuz" darbe girişimi maskeleri düşürdü.
Kılıçdaroğlu haklı, kesinlikle kontrollü darbe.
Ayrıca darbeler konusunda tecrübeli milletiz.
60'da başladık, ardı arkası kesilmedi.
Hepsi de gericiliğe, yobazlığa hizmet etti.

Aslında yazık oldu ülkemize...
Asırlık Cumhuriyet birikimleri siyasal din uğruna kolayca harcandı.
Ve hız kesmedi.
Ta ki anayasaya "Şeriat" girene kadar!
Merak etmeyiniz, o da yakındır.
Bu ülkede yüzde 51'i yakaladığınız sürece bayrağı da, sınırları da
değiştirirsiniz.
Adamların demokrasi anlayışı böyle bir şey.
Öncelikle sandığı kutsamışlar...
Peşinden "Millî irade" martavalı...
Vur Abalıya...
Enis'i mi yakaladın; at içeri...
Yüz yıllık Cumhuriyet gazetesi mi; kapat gitsin...
Muhalif TV mi, çek fişini, ne lüzumu var...
Geriye de buram buram şeriat propagandası yapan kanallar ile
basın kalsın...
Ve adına da özgür medya densin...
Yerseniz tabii!

20 Haziran 2017

Hayatın sırrı sevgi

Celal ve Ben

Celal aradı, dayımın oğlu.
Hâl hatır derken sohbet ettik.
Akciğeri sıkıntılı, canım benim...
Şimdi çok iyiymiş.
Amasya Türk-İş temsilcisiydi.
DSİ'li işçi, sevilen kişilik.
İnsan gurur duyuyor.
Ancak hayat bu, hangi sürprizlerle karşılaşacağınız belli mi?
İki yıl önce birlikteydik...
Eşi Ayşe, evlâtları Sıla ile Ozan
Sevgiyle sardılar bizi.

Zaman sular seller gibi akıyor.
Celal'in dünyaya gelişini hatırlarım.
Yengem Sündüs dur durak bilmiyor...
Üretimi otomatiğe bağlamış...
Ha bire doğuruyor.
Kaçan kurtulan da biz çocukların eline düşüp
cenaze merasimiyle uğurluyoruz.
Adres: Dut ağacının dibi!
Kulakların çınlasın Cihan ile Gülhan...
Hatırlıyorsunuz değil mi?

Birkaç gündür torunlarımla birlikteyim.
Tatildeler.
Evin içinde oyalamaya çalışıyoruz.
Bazen park, bazen oyuncak.
Ne mahalle var ne sokak.
Hayatlarında arkadaş yok.
Sek sek oynamanın zevki, evciliğin dayanılmaz heyecanı...
Şimdilerde var mı?

Evet, çok şey bilip çok zekiler.
Ancak mayalarında hamur, çamur hiç olmadılar.
Plastik çağın harika yaratıkları, geleceği meçhul varlıklar...
Ama; yine de umudumuz, sevdamızlar.

Celal'in sesi iyi geldi.
Çok özlemişim.
İlk fırsatta Amasya'da olacağım...
Akrabalıklar hayatın rengi, dostluklar kıymetli...
Ve hissedildiği kadar da değerli!
Bir kez daha haykırayım;
Hayatın sırrı SEVGİ!

Macit CÜNÜNOĞLU

19 Haziran 2017

Her şeye rağmen

Macit CÜNÜNOĞLU









Küçük yaşta kaybettiğim için babasız büyüdüm.
Evlâtlarım daha da şanssızdılar, anaları genç yaşta öldü.
Canlarım benim; "anne" bile diyemediler.
Hayat işte, kimine kavun yedirir kimine kelek.
Piyango bize de vurdu.
Yine de hâlime şükrederim, beterin beteri var.
Nice aile ne acılar yaşamıştır.
Özellikle de ülkemizde.
Kırk yıla varan terör nedeniyle kırk bine yakın ocak söndü.
Dile kolay, ancak savaşlarda verilecek kayıplar.

Babalar günü münasebetiyle dün çocuklarım, torunlarım geldi.
Ellerinde hediyeler.
Kapitalizmin icadı saçmalıklar ama insan yine de mutlu oluyor.
Hep beraberdik...
Eksik yaşamıştık, fakat bugün kalabalıktık.
Hem de tam kadro.
Tabii insanım, üstelik yaşlar ilerledi.
Duygulanıyorum, içimde çocuksu bir heyecan.
Afacan torunlarım ortalığı birbirine kattı...
Kimin umurunda?
Yeter ki yokluklarını hissetmeyeyim.

Hayat garip, oğlum ve kızım Anneler Günü'nde de babalarını
unutmazlar...
Telefon açıp kutlarlar.
Normaldir, az kıçlarını yıkamadım, az yemek yapmadım.
Hızlı geçti zor yıllar.
Siyasî kimliğim olmasaydı belki işler daha kolaylaşırdı ama

yine de yaşadığım hayattan memnunum.
Ne eksik ne fazla.
İster kader deyin, ister dünyanın ritüeli...
Açılan parantezler bir gün kapanacak...
Arasını neyle doldurursanız doldurun.
Yeter ki gözyaşı, çaresiz dertler olmasın...
Daha ne ister insan?

Bir de sanat sevdalısıysanız...
Örneğin müzik, edebiyat; âdeta besleniyorsunuz.
Güne Vivaldi ile başlamak, araya Cahit Sıtkı şiiri sıkıştırmak...
Bir kez daha Dostoyoveski'nin eşsiz dünyasında yolculuğa çıkmak...
Müthiş lezzetler!

Ve gün batımı...
Alışkanlık işte, kulvar değiştiriyorum.
Elimde udum, uşşak makamıyla kadehim buluşuyor.
Rahmetli babamdan mirâs.

"Akşam oldu, hüzünlendim ben yine...
Hasret kaldım gözlerinin rengine..."

derken torunlarım zıplıyor kucağıma;
"Dede küçük kurbağayı çalsana!"

Her şeye rağmen hayat güzel, hele kalabalık yaşamayı
becerebiliyorsak!

16 Haziran 2017

Canım halkım!

Macit CÜNÜNOĞLU









Nazizmin kendi halkına reva gördüğü en büyük ceza:
Toplama Kampları ile Krematoryum.
İnsanları fırınlarda canlı canlı yaktılar.
Çağımızda da faşizm sürüyor.
En büyük zevki, sorgusuz suâlsiz namuslu insanları içeri tıkmak.
On beş yıllık tecrübeyle sabittir...
Kimler gelip geçmedi Silivri Toplama Kampı'ndan?
Öyle davalar tezgâhlandı ki; devletin atadığı Genel Kurmay Başkanı
"Terörist Başı" suçlamasıyla iki buçuk yıl hapis yattı!
Hâkim güçler intikâm duygularının esiri olmaya görsün:
Ne hukuk kalır ne adalet.
Günümüzde olan biten de bu.

Birileri çırpınıyor, iktidarı izana çağırıyoruz diye.
Nafile.
Çünkü mayalarında kin...
Yüz yıldır sürüyor M. Kemâl, Cumhuriyet düşmanlığı.
İflah olmazlar, damarlarında Arapların her türlü argümanı...
İdealleri şeriat!

Dolayısıyla duyarlı halkımızın işi zor.
Hele aydınlık yaşamak...
Bilime, sanata dayalı...
Karşınıza sürekli iki seçenek çıkıyor:
Sanatta mehter, bilimde ulema!
Boş yere mi Cüppeli ayda seksen bin lira kazanıyor...
Müşterisi var...
Vaazlarını on binler izliyor!

Ah canım halkım...
Nasıl düştün bu tuzağa?
Derdin Aziz usta'yı haklı çıkartıp aptallığını ispatlamak mı?
Eyvallah; cahilsin, aynı zamanda da kurnazsın.
Abdestsiz Kur'ân'a ellemez, bayrağı görünce ayağa kalkarsın.
Keşke hırsıza, bezirgâna, saraylıya da hak ettiği
cezayı kessen...
Diyeceğim ama...
Bilirim; üç kuruşluk menfaatin uğruna vatanı satarsın!


15 Haziran 2017

"Güneşli günler göreceğiz çocuklar!"

Macit CÜNÜNOĞLU









Ne demişti Alman papaz: 

"Önce komünistleri topladılar, sonra sosyal demokratları...
Sıra bize geldiğinde ortalıkta kimse yoktu!"

Berberoğlu tutuklanmasından çıkartılacak çok ders var.

Bir: AKP'den demokrasi beklemek ham hayâl.
İki: AKP'den hukuk beklemek de hayâl, hatta gaflet.
Üç: Din siyasileşti mi ülkenin ne hâle geldiğini görmek için de
on beş yıllık AKP iktidarına bakmak yeter.
Tabii gören gözler için.

Çok tartışılır: "Ülkemize demokrasi erken mi geldi, geç mi?"
Yahu memlekete gerçek demokrasi hiç gelmedi ki eri veya geçi olsun!
Kemalist, askerî vesayet derken adım adım dinci faşizmin

kucağına oturduk.
Al sana vesayet, tepe tepe kullan!
Parlamentonun işlevi fiilen bitti.
Laiklik elden gideli çok oldu.
Saray tek merkez, emir komuta zinciri içinde belirleyici.
Ama her alanda.
Cami mi yapılacak, O karar veriyor.
Kim tutuklanacak, bir işarete bakıyor.
Bugünlerde Nazizmin tarihini bir kez daha okumak lâzım.
Belki tanıdık sahneler vardır.
Hitler zulmü altında insanlık on iki yılını geçirdi.
Halkımız dayanıklıymış, on beş yıldır gıkı çıkmıyor.
Tabii çekilecek daha nice yıllar varken!

CHP'ye söyleyecek söz bulamıyorum.
Aslında Kemal bey dürüst, çelebi adam.
Ancak siyasî sikleti partiyi taşımaya yetmiyor.
İstanbul'a doğru yola çıkmış...
Güllerle, karanfillerle karşılayacağım...
Ve fırsatını bulursam soracağım:
"Dokunulmazlıklar kaldırılırken aklın neredeydi?"
Demokrasi falan derse "ADALET" yazılı taşıdığı pankartı
göstererek:
"Git işine Usta, özgürlüğün olmadığı ülkede
adalet olsa neye yarar, olmasa neye yarar,
çünkü herkesin adaleti kendine!"


Ayrıca tanrı bile adîl değil.
Ne yoksulu tutuyor, ne zenciyi...
Hep zenginden yana, iki yüz şirkete de "yürü kulum" demiş...
Aklı sıra dünyayı yönetiyor!
Hâlbuki şair ne diyor:
"Güneşli günler göreceğiz çocuklar..."
Umutlarım tükendi ama yine de kulağıma hoş geliyor...
Ne güzel, güneşli günler göreceğiz çocuklar!

14 Haziran 2017

Faşizmin ayak sesleri

Bilindiği gibi CHP milletvekili Enis Beberoğlu
25 yıla mahkûm oldu.
Suçu malûm: TIR davası belgelerini Can Dündar'a paslamak.
Tabii karga tulumba tutuklanıp cezaevinin yolunu tuttu.
Yalnız dikkâtimi çeken bir husus:
AKP grup başkan vekili diyor ki, "dokunulmazlıkları beraber
kaldırmadık mı?"
Eğer haklıysa ne yaptın CHP?
Gerçek demokrasiye AKP  ile mi ulaşacaktın?

Yazık, çok yazık; bence tarihsel hata.
Kuzuyu yemeye niyetli kurda fırsat verilir mi?
Öncelikle gözü kara, hukuk tanımıyor...
Adalet, kanun rastgele.
Temel zihniyeti atı alıp Üsküdar'ı geçmek!
Başarılı da.

Gitti Berberoğlu...
T.C. milletvekili olarak yat şimdi.
Olacak iş mi?
Niçin?
Dokunulmazlığı yokmuş...
Sorumlusu: yanıtlamak zor.
Üzülerek itiraf edeyim ki CHP'de sorumlu.
Hangi ülkede, hangi sistemde yaşıyoruz.
Saray memleketin tek hâkimi.
Hükümet yok, bakan yok, müsteşar genel müdür yok.
Hatta hakim, savcı yok.
Geriye pespaye bir diktatörlük rejimi.
Üstelik yirmi birinci yüzyılda.

Yarın "ADALET" yazılı pankartıyla sayın Kılıçdaroğlu
yürüyüşe çıkıyormuş...
İstikâmet İstanbul.
Destekliyoruz.
Dilerim başarılı olup halkı hareketlendirir.
Bu arada açıkça ifade edeyim...
Umudum yok.
Çünkü uzunca süredir HDP milletvekilleri içeride.
Örneğin Leyla Zana 10 yıl (Yazıyla da on yıl) bu ülkede
hapis yattı...
Kimsenin kılı kıpırdadı mı?
Tecrübeyle sabittir, diktayla mücadele etmek zordur...
Ağır bedelleri vardır...
Ve Enis Berberoğlu ne ilk kurbandır ne de son...
Belki de dinci faşizmin ilk icraatıdır!

Macit CÜNÜNOĞLU










Hatıralar...

Amasya








Yıl: 1961
Ortaokula başlamışım, Amasya Ruhi Tingiz Devlet Hastenesi'nin
 önündeki Amasya Lisesi'nde.
Ancak bizler barakalarda okuyoruz.
Arka bahçeye yerleştirmişler, Amerikalılardan kalma.
Sınıf ihtiyacımız karşılanıyor.
Müdürümüz Süleyman Duygu.
Teneffüs zilini (çan) erken çaldığım için kendisinden bir sopa yemiştim...
Elinden rahmetli Maide Abla kurtarmıştı.
Ne kadındı ama, okulun âdeta jokeri, kimsesizlerin kimsesi.
Öğretmen dostu, öğrenci velisi...
Ana-Baba gibi sarıp sarmalayan.
Aile dostu olduğumuz için yokluk günlerimizde az desteğini görmedim.
Bayramlarda başta giysi olmak üzere tüm kırtasiye malzememi karşılardı.
Nurlar içinde yatsın, mekânı cennet olsun.
Ya kardeşleri, Ali-Doğan Temizer kardeşler.
Besim Ağa'nın mahdumları.
Şehir Kulübü'nün vazgeçilmez üyeleri.
Her akşam, ama her akşam kafayı çekerlerdi.
Zahire tüccarıydılar, babam sağ, beni çırak olarak ilk
onların yanına verdi.
Haftalığım 2,5 Lira.
Büyük para, bir file meyve sebze ile eve dönebiliyorsunuz.
Yıl: 1958
İkisi de erken yaşta göç ettiler.
Kaliteli adamlardı vesselâm, hurilerin koynunda uyusunlar...
Âmin!

Dün Gümüşlü Mahallesi'ndeydim...
Bugün ortaokul yılları.
Beden Eğitim hocamız efsanevî Mehmet Akkuş.
Şiddeti dillere destan, gördü mü yaprak gibi titriyoruz.
İleriki yıllarda Rona Bey (Özener) geldi de biraz nefes aldık.
Tabii Türkçe öğretmenimiz Cevriye Hanım'ı unutmak ne mümkün.
Henüz Fosfos Nuri ile evlenmemiş...
Devrimci kadın, sağlam kitaplar okutuyor.
Yalnız Münevver Hanım'dan sonra ingilizce derslerimize iki
Amerikalı ithal ettiler.
Adları Bill ile Karl...
Bill medeni, faydalı olmaya çalışan öğretmen...
Ama Karl, sanırsınız Gestapo'nun karargâhından çıkmış...
Öğrencilerin kafasında hergün bir cetvel kırıyor...
Kimse de "dur" demiyor.
Eti senin kemiği benim devirleri...
Üstelik dayağı atan Amerikalı, vurduğu yerde gül bitiyor(!)

Tabii bu hatıralarımı yazıya dökerken....
Ben de biliyorum, belki lafâzanlık, belki geçmişe duyulan özlem.
Yine de satır aralarında bir döneme projektör tuttuğumu zannediyorum...
Elbette dostlarımın hoşgörüsüne sığınarak.
Yoksulluk yıllarıydı.
Sınıfsal ayrışma henüz başlamamıştı.
Zengin, fakir çocuğu aynı topun peşinden koştururdu.
Doğduğum kentin nüfusu o tarihlerde 13 bin...
Gelen gazete sayısı 500 civarında.
Şehirdeki özel araç sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Yine de Cumhuriyet baloları yapılır...
Musikî Cemiyeti aracılığıyla konserler düzenlenirdi.

Ya bugün, çılgın bir çağda yaşıyoruz.
İnsanların serveti milyar, milyon dolarlarla ölçülüyor.
Vahşi bir dünya.
Küçük mutluluklar asırlar öncesinde kalmış...
Bense barakalarda okuduğum o güzelim yıllara hasret...
Daha insandık, daha uygardık...
En azından gözyaşlarımız vardı, komşularımızın arkadaşlarımızın
sevdiklerimizin acısına akan.
Yetmez mi?


Macit CÜNÜNOĞLU

13 Haziran 2017

Akşamın içinden

Gümüşlü Cami-î











Birazdan güneş batacak.
Yolculuğum Amasya'ya, Gümüşlü Mahallesi'ne.
Elimde değil, kopamıyorum.
Ne de olsa doğduğum kent, annem, babam, kardeşlerim
ve mahallem...
Hani derler ya; toprak çekiyor.
Çörekler yapardı anacığım, bazen güveçte keşkek.
Yakutiye mahallesinin dar sokaklarını geçerek fırına götürürdük.
Hele İsmet Amcamın pideleri.
Ocakçı Zeki Usta'nın annesi Ermeni'ymiş...
Fısıldaşarak konuşurduk.

Ramazan ayındayız.
Gümüşlü Cami'sinde o kadar çok anım var ki.
Çocukluğum hemen hemen avlusunda geçti.
Evimize en yakın oyun alanıydı.
Hatta bir keresinde caminin kapısını odunla dövdüğüm için,
müezzin Behzat Amca karakola gidip şikayette bulunmuş...
Peşime düşen bekçilerden zor kurtuldum.

Ellili yılar.
Henüz Ermeniler kenti terketmemiş...
Yervant Usta tornasının başında...
Agop'un anası Gülizar Abla fanila örüyor...
Kevork, Arman, Barur, Artin sınıf arkadaşlarım.
Savadiyeli Surpik'in kızı Kumru Teyze kapı komşum.
Tabii ki özlüyorum...
Kardeşce, dostça komşuluk ilişkileri.
Nasıl hasret duymaz insan?

Hepsi geçmişte kaldı.
Tarih, kültür, insanlık.
Başka bir şey yaşanıyor bugün.
Tevazu, sadelik öykülerde rastladığımız kavramlar...
Bir de gözyaşı...
Kimse kimseye ağlamıyor...
Yeter ki düşme...
Kardeşin olsa bile!


Macit CÜNÜNOĞLU



12 Haziran 2017

Dilek Ablam


12 Haziran Anıtı (Tankut Öktem)














"BU GÜN GÜZEL AMASYAMIN ONUR GÜNÜ.
1919 HAZİRANIN 12. GÜNÜ VE SEVGİLİ ATAM AMASYA'YI ŞEREFLENDİRİYOR.
BİZLER BU GÜNÜ BAYRAM OLARAK KUTLUYORDUK, ARTIK YOK.
ÇOOOKK ÜZGÜNÜM."



Dilek Abla yazıyor...
Akrabam, babamın dayısının torunu.
M. Kemâl sevdasıyla yanıp tutuşan asilzade bir ailenin
müstesna temsilcisi.
Tam Cumhuriyet kadını, gurur kaynağımız.
Evleri Hükümet Konağı'nın hemen arkasındaydı.
Doğduğum kentin en gösterişli malikânelerinden biri.
Kocaman bahçesi, konağa çıkan mermer kaplı ikiz merdivenler...
Ve kocaman salonlar, yüksek tavanlar; bodrum hariç iki katlı.
Bir nevî saltanat yılları veya lâle devri.
Ve "12 Haziran"...
Ellili, altmışlı yıllarda öylesine görkemli kutlanırdı ki...
Âdeta şölen.
Zaten bir adı da "12 Haziran Festivali"...
Eğer kaldıysa?
Ziyere'yle, Yenice'nin kirazları birincilik için kapışır...
Statyumda esnaf resmi geçit yapar...
Halk mutludur, fener alayları eşliğinde "simsim" oynanır.
Davul-Zurna sesleri inletir meydanları...
Belediye bandosu "Zeytinyağlı yiyemem" türküsünü
büyük bir ciddiyetle çalar!
Coşku vardır, M. Kemâl heyecanıyla yaşanan.
Gönüllerde hissedilir, Samsun'dan yola çıkan "bayrak"
Amasya'ya gelmiştir...
Ve 22 Haziran'da göndere çekilmiştir...
Yedi düvele meydan okurcasına.

Dilek Ablam çok üzgün...
"12 Haziran" tedavûlden kalkmış.
Ah ablam, ne değişmedi ki?
Örneğin bizler; çağa ayak uydurmadık mı?
Dostluklar, kardeşlikler, akrabalıklar...
Sınıfsal ayırım süzgecinden geçmedi mi?
Dün yaşadık, düşenin dostu olmaz.
Halime Halam hariç, yokluk günlerimizde kapımızı çalardı...
Elinde yarım kilo tereyağı...
Garip anacığımın gönlünü ederdi.

Yine de Tarık Abimin futbolu, Yılmaz Abimin kaleciliği,
Ayşin Ablamın cazibesi hâlâ çocukluk anılarımda...
Ve unutulmaz karakterler; Dündar-Keriman kardeşler...
Güzeller güzeli Ülker Abla...
Özetle Çavuşluoğulları satırlara sığmaz...
Hepsi birer değer, hepsi birer masal...
Keşke biri çıksa da, Amasya'nın bilinmeyen yüzünü yazsa...
Asıl zenginliğini, ailesel insan malzemesini.
Babamın dayısını ilk sıralara koysa.


Macit CÜNÜNOĞLU




Öğretmen olmanın gururu

Macit CÜNÜNOĞLU








ÖĞRETMEN OLMANIN GURURU

Yıl 1965, Amasya istasyonundayız.

Samsun-Sivas trenini bekliyoruz.
Tokat'a ulaşmak için Turhal'a gideceğiz.
En ucuz ulaşım aracı, öğrenci 1 lira 15 kuruş.
Yokluk zamanı, öğretmen okulunda parasız yatılı okuyoruz.
O zamanki devlet anlayışı, özellikle kırsal kesim çocuklarına
eğitim imkânı sağlayarak meslek sahibi yapmak.
Tabii o devirlerde öğretmenliğin itibarı var.
Örneğin aileler kız veriyor!

Neşeli yolculuğumuz sonucu Yeşilırmak'ın izini süren kara tren
küllerini saça saça Turhal'a varıyor.
İstasyonda ise bir otobüs bizleri bekliyor, garajdan gelmiş...
Öğrenciler için, Tokat 1 lira 50 kuruş.
Çoğumuzda harçlık falan yok, ayrıca neye lâzım ki?
Devlet giydiriyor, doyuruyor, barındırıyor.
Zaten fakiriz, sistem tam bize göre.

Ancak okulda eğitim kalitesi üst seviyede.
İyi hocalar var.
Kel Faruk bir efsane, eşi Lemanser Hanım öğrencilerin sevdalısı...
Bedri Bey psikolojiden girip sosyolojiden çıkıyor.
Rafet Bey şeker mi şeker, eğitim şefimiz.
Şadan hocamız, güzellik tanrıçası, platonik aşkların potansiyel
yaratıcısı.
Mehmet Alan çizgileriyle Picasso rüzgârı estiriyor...
Turgut Hoca âdeta klasik müzikle yatıp kalkıyor...
Nitekim evrensel boyutta da besteci oldu.
Aralarında öküzlerde yok değil, faşist ruhlu hastalıklı öğretmenler!
Uyguladıkları şiddetle gül bahçesini karartmaya çalıştılar...
Kahrolsunlar, mezarlarında rahat uyumasınlar, âmin!

Her şeye rağmen güzel günlerdi.
Yatılı okumanın heyecanı, çocuk yaşta aileden kopmanın
dayanılmaz hüzünleri...
Ve bir yığın anı...
Pervane Hamamı, Ali Sabri sineması, staj günleri.
Kadim dostlukların temellerinin atıldığı yaşlar.
Henüz siyaset hortlamamış...
Mezhepçilikte öyle, okulun çoğu Alevî...
Kimin umurunda, kardeşçe dayanışma içinde güle oynaya
zaman tünelindeyiz...
İdeallerimiz var, hedefimiz aydınlık Türkiye.
Köy Enstitüleri geleneğinin devamıyız...
Özgürüz, bağımsızız, başımız dik.
Ve o asil hocalarımıza çok şey borçluyuz.
Farkında olmadan diyalektik öğrenmişiz...
Ve emeğin en yüce değer olduğunu...
Adam olana yetmez mi?
O nedenledir ki hâlâ kavgamız var; yobazla, softayla,
Cumhuriyet düşmanlarıyla...
Yüreğimizde öğretmen olmanın gururu var!

Öyleyse uzanalım nihâvende...
Sözler: Ümit Yaşar
Beste: Avni Anıl



"İçimde nice uzun yılların özlemi var
Bu gece efkârlıyım ağla gitar, çal gitar
Bitmesin bu sarhoşluk, sürsün sabaha kadar
Bu gece efkârlıyım ağla gitar, çal gitar."

Macit CÜNÜNOĞLU


11 Haziran 2017

Güneş elbet bir gün doğacak!

Macit CÜNÜNOĞLU










Kadıköy Özgürlük Parkı'nın hemen yanı başında Meteoroloji'nin
istasyonu vardı. Yemyeşil arazi içinde.
Maliye Bakanlığı marifetiyle devlet el koydu.
Sonra kat karşılığı Taş Yapı'ya teslim edildi.
Kısa sürede 47 kat, 3 bloktan oluşan gökdelenler yapıldı.
İstanbul'un her bir köşesinden gözüküyor.
AKP'nin gurur duyacağı(!) icraatlarının başında geliyor.
Aynı Taş Yapı Kadıköy Meydanı'na yasa dışı yollarla Hilton
Otel'ini de dikmişti.
Çevre mevre rastgele, gözü dönmüş bir talan, rant zihniyeti.

Ve beton imparatorluğu her geçen gün hız kazanarak güzelim
İstanbul'u teslim alıyor.
Artık SİT alanı falan da kalmadı.
Tarihsel dokusuna bakmadan her bir köşe potansiyel arsa adayı!
Devir Ağaoğluluların, Taş Yapıların devri.
İkramlar altın tepsi içinde devletten...
İşbilir müteahhit firmaları da gereğini yapıyor.
Ve necip halkımız seyrediyor.
Göğsü kabaranlar yüzde 51, nefret edenler yüzde 49.
Siyah&Beyaz bir dünya yarattılar.
Artık siyasetin de bir anlamı kalmadı.
CHP ile HDP istediği kadar çırpınsın; nafile.
MHP'yi yedeğine alan AKP, liderlerinin önderliğinde ilerliyor.
Elbette karanlığa ama uzun vadede ortaya çıkacak tahribatı
fark edecek kitle o kadar az ki.

Dikkat ediyorum, duyarlı namuslu dostlarım küçücük adalarına

çekilip kendi dünyalarını yaşıyorlar.
Belki de haklılar, verilen mücadeleler kavgalar hep duvara tosluyor.
AKP iktidarı öyle bir ülke yarattı ki...
Salt yazıp çizmek meselesi değil, yakın zamanda düşünen bile
kendini kodeste bulacak.
İşte Cumhuriyetçilerin hâli, tutuklulukları bir yıla yaklaşıyor.
Ya Altan kardeşlerin, Nazlı Hanım'ın durumuna ne demeli?
Arkalarında kimse de kalmadı.
"Yetmez ama EVET"çiliğin en büyük ödülünü aldılar!

Evet, Türkiye bir yerlere sürükleniyor...
Bizler de ibretle seyrediyoruz...
Bakalım gemi ne zaman karaya vuracak?
Veya ne zaman batacak?
Haydi hayırlısı; dayan ülkem, dayan namuslu halkım...
Güneş elbet bir gün doğacak!

10 Haziran 2017

Yaşasın hayat!

Dede ile Torun











1972 yılında çok sevdiğim öğretmenlik mesleğinden
siyasal nedenlerle ayrılmak zorunda kaldım.
12 Mart süreciydi.
Gençlik kıyımı idam sehpalarında, zindanlarda sürüyordu.
İstanbul'a geldim, tabii iş lâzım.
Dostlar aracılığıyla Türk Demir Döküm'e girdim.
Devlet memurluğundan sonra ilk sigortalılık...
Ve fabrikada anlı-şanlı Maden-İş yetkili, DİSK'in kurucusu.
Başında da rahmetli Kemal Türkler.
80 ortalarında evinin önünde faşistlerce vuruldu.
Sendika o tarihlerde 99 gün sürecek ünlü greve çıktı.
Polis baskınları, grev kırıcıları derken benim de çalışmam
son buldu.
Siyaset böyle bir şey, insana ağır bedeller ödetiyor.
Yine de yaşadığım o zengin hayattan memnunum.
Çok şey öğrendim, genç yaşta büyük birikimler sağladım.
Dostluk, çevre anlamında.

Daha sonra tekrar devletle buluşma.
Bakan olan halamın oğlu değerli Erol Çevikçe'nin sayesinde.
Ve sendikacılık dönemim orada başladı.
Kısa sürede Şube Başkanlığı, hemen peşinden DİSK'e bağlı
Bayındırlık İşçileri Sendikası'nda Genel Başkan Vekilliği.
Eğitim Daire Başkanı'ydım.
Seminerler, eğitimler, konferanslar derken hızla 12 Eylül'e sürüklenme.
Darbe bizleri kıskıvrak yakaladı.
İşkenceler, yargılanmalar, mahpusluklar derken bugünlere ulaştık.

Son zamanlarda torunlarımla sık sık birlikte oluyorum.
"Dediş" diyerek beni sevmeleri, tepemden inmemeleri
yorgun bedenime öyle bir iyi geliyor ki...
Âdeta yaşam iksiri, doping.
Pamuk ellerini okşarken hatıralarım aklıma geliyor.
Ne kadar da hızlı yaşamışız.
Devlete meydan okuyan mangal yürekler...
Zindandan, polisten korkmayan dirençli gençlik...
Düzeni değiştirmeyi kafaya koymuşlar.
Hey gidi günler hey!
Torunlarımla bilgisayarın başındayız...
Çizgi film izliyoruz.
"Koca Ayı ile Maşa"...
Kumanda üç yaşındaki Nehir'in elinde...
O seçiyor, o karar veriyor.
Işıl ışıl, dedesinin kucağında.
Arada sırada gözlerim de nemleniyor...
Çaktırmadan damlayan gözyaşlarım...
Yolculuğumuz sonsuzluğa, koşuyoruz...
Avuçlarımda torunlarımın pamuk elleri.
Sımsıcak, yaşam sevinci dolu!
Sessizce haykırıyorum: "Yaşasın hayat!"

Macit CÜNÜNOĞLU

08 Haziran 2017

Amasya

Amasya










Yeşilırmak binlerce yıldır akar.
Hedefi Karadeniz'dir.
Belki de en yorgun, en süzgün hâli Amasya'dadır.
Hayattır âdeta.
Kıyısındaki salkım söğütlerin gölgeleri düşer suya.
Resimdir, fotoğraftır.
Hele dağların arasından kıvrılarak süzülmesi...
Şiirdir, müziktir.
Meraklısına da tarihtir.
Asıl önemlisi kentin cansuyudur.
Ve insanların gönüllerindeki âşkın yaratıcısıdır.
Amasya âşkı.
Bilhassa gurbettekiler için.

Şovenizm tuzağına düşmeden en karakterli kentlerin
başındadır dersem abartmış olmam.
Doğu Roma'da (Bizans, Pontus dâhil), Selçuklu'da, Osmanlı'da...
Özellikle yakın tarihimizde.
M. Kemal'le özdeşleşen 22 Haziran Genelgesi ülkemizin
âdeta kuruluş müjdesidir.
Bu gerçek bile kenti alır, bir başka yere koyar.
Tabii ayrıntılı kimliğini tanıdıkça sevmek için pek çok
neden daha ortaya çıkar.
Hele eski Amasya'yı bilenler, yaşamışlar için.

O nedenledir ki Amasya âşkı sadece hissedilmez, yaşanır.
Gönüllerde, satırlarda, anılarda, resimlerde.
Ünlü şahsiyetler geçer gözlerinizin önünden birer birer.
Hayatlar roman, komşular masal, mahalleler hayâl.
Çağımızın Vandal eli değmiştir tarihsel dokuya.
Küçük hesaplar, köylü kafasıyla yıkıp yerle bir etmiştir
o güzelim kenti...
Hesapsız, kitapsız.
Yemyeşil vadide beton hakimiyeti kurulmuştur...
Arsızca, kurnazca...
Geçmişle alay edercesine!

Yine de aşklar sürer...
Kalan kırıntıları bile insanları mutlu etmek için kafidir.
Çünkü Yeşilırmak vardır...
Akar durur binlerce yıldır...
Hedef Karadeniz.
Aslında su mahçuptur, utangaçtır.
Çok kan taşımıştır...
Kesilerek yok edilen insanların kanı.
Ermeni mezarlığının yerinde yeller eser, toprağına
İmam-Hatip konmuştur...
Şamlar da yoktur artık, üzerinde yükselen lojman binaları...
İnsanlar özler eski Amasya'yı...
Eczacı Mardros'u, Foto Mari'yi, Terzi Kevork'u,
Zahireci Ohannes Amca'yı, Kuyumcu Dikran'ı ve daha nicelerini...
Kolay harcadık kolay...
Aca ama Amasya sevdası yine de bambaşka.
Geçmiş artık hayâllerde, satırlarda, fotoğraflarda...
Ve gönüllerde...
Hem de derinden...
Mezara kadar sürer...
Bu âşk da bize yeter!


Macit CÜNÜNOĞLU


07 Haziran 2017

Ayrılıkları yaşayan bilir



Macit CÜNÜNOĞLU




Ayrılıkları yaşayan bilir.
Avuç avuç toplarsın gözyaşlarını.
Her şarkı dokunur ruhuna.
Parçalanmış yürekler.
Tahrip olmuş bedenler.
Neye yarar?

Yine de dört elle sarılırsın hayata...
Biraz umut, biraz neşe.
Ceviz ağaçlarının gölgesine sığınırsın.
Kâh Gülhane'de, kâh köy meydanında.
Zeytinlikleri arar gözleriniz...
Gri yeşil yapraklarını.
Ve siyaha dönüşmeye başlamış meyvelerini.
Hâlbuki ne çok düşmanı vardır...
Sanki kurbanlıklar listesinde ilk sırada.
Zavallılar, ana vatanlarında öylesine huzursuzlar ki...
İnsanoğlu nankör ve de hain.
Aslında serüven binlerce yıllık...
Her dalı barışın sembolü.
Heredot çocuk kalır yanlarında.
Gemiler taşımıştır özsuyunu yüzyıllarca.
Işık olmuştur, sabun olmuştur, gıda olmuştur.
İkiz kardeşi de üzüm...
Şarabın atası.
İkisi de bu toprakların efendileridir...
Medeniyetler emeklemeden önce.

Evet, ayrılıkları yaşayan bilir.
Avuç avuç toplarsın gözyaşlarını.
Her şarkı dokunur ruhuna.
Parçalanmış yürekler.
Tahrip olmuş bedenler.
Neye yarar?











06 Haziran 2017

"Yandan Halimem, yandan!"

Macit CÜNÜNOĞLU



"Fetö sanığını serbest
bırakan hakimi

Fetö'den rüşvet aldı diye tutuklayan hakim 
Fetö'den tutuklandı…" Basından.

Alın size bir denklem veya ülkemizin geldiği nokta.
Damatların biri tutuklanıyor, diğeri serbest bırakılıyor.
Tüm olan bitene hukuk denirse?
Bizler de ibreti âlem için izliyoruz.
Durum tuhaf ama gerçek.
Arsızlık, yalancılık, kurnazlık âdeta iktidar
politikası olmuş.
Belki de bu 
günler iyi günlerimiz.
Bakalım OHAL destekli AKP ülkenin başına
daha ne çoraplar örecek?

Fakat Ordaoğu'daki gelişmeler enteresan.
Katar'la yedi Arap ülkesi diplomatik ilişkisini kesiyor...
Sarayımız ise çok üzgün!
Çünkü gerekçe El-Kaide, IŞİD...
Allahım; ne günlere kaldık!
Kimin eli kimin cebinde, belli değil.
Müstehâk mıyız?
Kesinlikle.
Yüzde 51 az, yüzde 90'mız "EVET" demeliydik...
Zaten oldu bitti sahtekârları severiz...
Hele de din tüccarlarını...
İşte FETO, işte doğal müttefikleri...
Biri iktidar, diğeri Amerikalı!

Evet,

"Fasulye yedi buçuk lira
Hem kaynasın, hem oynasın
Yandan Halimem yandan
Severim seni candan."


Canım Türkiyem, bu satırların yazarı da kurban olsun sana...
Saraylısına, vicdanını beş paraya satanlara!










05 Haziran 2017

Güvenerlere bir kez daha saygıyla...

Faruk-Müşerref Güvener
Sağolsun kızım Sıla büyüklerini
önemser.
O nedenledir ki evlâtlarının yaş
günlerini en büyük anneannenin

evinde gerçekleştirir.
Büyük dede yaşarken de 
böyleydi.
Faruk Bey'i yakın zamanda yitirdik.
Selanik-Ustrumca doğumluydu...
Yüz yaşında vefat etti
Geriye 1922 doğumlu değerli eşi Müşerref Hanım kaldı...
Dünürüm Feyza Hanım'ın annesi.
Bir abide...
Doksan beş yaşında demeye bin şahit ister.
Torunum Nehir'in üçüncü yaşgünü münasebetiyle tekrar evlerinde toplandık.
Dört nesil bir arada.
Ne sevinç ne saadet.

Demek ki yaşlanmakta sanat.
Hep yazar, söylerim; "kocamak ayrı şey, yaşlanmak ayrı bir şey."
Yaşadığınız hayatı ciddiye alıyorsanız yaşlanıp, kocamıyorsunuz!
Karşımda somut örneği...
Sürekli sorguluyor.
Gözlerinde yaşam ışığı, ruhunda tatlı heyecan.
Bir arada olmanın dayanılmaz sevinci...
Âdeta yudum yudum içiyor.

Yüzyıla dayanmış bir ömür...
Kimin umurunda.
Eteğ
inde torunlarının çocukları.
Biri öpüyor yanaklarından, diğeri ellerinden.
Müşerref Hanım eğilip bükülmüyor...
Dimdik...
Arkasında devasa anılar...
Kimbilir neler görmüştür?

Nazım satırlara boşa dökmemiş:
"Yaşamak güzel şeydir kardeşim..."...
Tabii Müşerref Hanım gibi ustaca, onurluca.
Keşke bizler de o yaşlara ulaşıp...
Gülümseyerek toprakla buluşabilsek!

Macit CÜNÜNOĞLU

02 Haziran 2017

Acı gerçekler!


Macit CÜNÜNOĞLU
Nice komutanlar gelip geçti...
Üstelik rütbesi general.
Örneğin 71 darbesinin lideri Memduh Tağmaç...
Onca genci kırdı geçirdi.
Kenan Evren'i söylemeye lüzum var mı?
Faşistin allahı.
Dağlarda evlâtlarımız şehit olurken kortlarda
tenis oynayanını da gördük.

Dolaysıyla belge çok.
Hatta; dost acı söyler ama PKK'nın saldırısına gerek yok.
Yönetim hatası yüzünden çok insan yitirdik, çok!
Son kaybımız Tümen Komutanı sağlammış.
Silah arkadaşlarıyla yatıp kalkan cinsten.
Zaten tuhaf bir savaştayız...
Kırk yıla varan.
Ne galibi belli, ne yenileni.
Barış denilen kavram o kadar uzak ki!

Elbette ateş düştüğü yeri yakıp ocaklar sönüyor.
Ancak nereye kadar?
Zaman zaman Fenerbahçe Orduevi'ne uğramışlığım var.
Yakın zamanın anlı şanlı paşaları oradalar.
Sıfır deniz lüks lojmanlar...
Bir tarafta kan ve gözyaşı, diğer tarafta tatlı hayat.
Askerin adı Memed, canım benim...
Yoksul halk çocukları...
Kanlarıyla âdeta toprak suluyorlar.
Vatan için, insanlık için.
Kimin umurunda, kim farkında?

Boş yere dememişler:
"Ağlarsa anam ağlar..." 

Hele generaller?
Gerçekten çakmalar...
En bildikleri söylem; "çek bir viski oğlum, JB olsun"...
Bu ülkenin paşaları kaliteyi sever...
Şerefine Türkiyem!