bir şair vardı, öğretmen

14 Haziran 2017

Hatıralar...

Amasya








Yıl: 1961
Ortaokula başlamışım, Amasya Ruhi Tingiz Devlet Hastenesi'nin
 önündeki Amasya Lisesi'nde.
Ancak bizler barakalarda okuyoruz.
Arka bahçeye yerleştirmişler, Amerikalılardan kalma.
Sınıf ihtiyacımız karşılanıyor.
Müdürümüz Süleyman Duygu.
Teneffüs zilini (çan) erken çaldığım için kendisinden bir sopa yemiştim...
Elinden rahmetli Maide Abla kurtarmıştı.
Ne kadındı ama, okulun âdeta jokeri, kimsesizlerin kimsesi.
Öğretmen dostu, öğrenci velisi...
Ana-Baba gibi sarıp sarmalayan.
Aile dostu olduğumuz için yokluk günlerimizde az desteğini görmedim.
Bayramlarda başta giysi olmak üzere tüm kırtasiye malzememi karşılardı.
Nurlar içinde yatsın, mekânı cennet olsun.
Ya kardeşleri, Ali-Doğan Temizer kardeşler.
Besim Ağa'nın mahdumları.
Şehir Kulübü'nün vazgeçilmez üyeleri.
Her akşam, ama her akşam kafayı çekerlerdi.
Zahire tüccarıydılar, babam sağ, beni çırak olarak ilk
onların yanına verdi.
Haftalığım 2,5 Lira.
Büyük para, bir file meyve sebze ile eve dönebiliyorsunuz.
Yıl: 1958
İkisi de erken yaşta göç ettiler.
Kaliteli adamlardı vesselâm, hurilerin koynunda uyusunlar...
Âmin!

Dün Gümüşlü Mahallesi'ndeydim...
Bugün ortaokul yılları.
Beden Eğitim hocamız efsanevî Mehmet Akkuş.
Şiddeti dillere destan, gördü mü yaprak gibi titriyoruz.
İleriki yıllarda Rona Bey (Özener) geldi de biraz nefes aldık.
Tabii Türkçe öğretmenimiz Cevriye Hanım'ı unutmak ne mümkün.
Henüz Fosfos Nuri ile evlenmemiş...
Devrimci kadın, sağlam kitaplar okutuyor.
Yalnız Münevver Hanım'dan sonra ingilizce derslerimize iki
Amerikalı ithal ettiler.
Adları Bill ile Karl...
Bill medeni, faydalı olmaya çalışan öğretmen...
Ama Karl, sanırsınız Gestapo'nun karargâhından çıkmış...
Öğrencilerin kafasında hergün bir cetvel kırıyor...
Kimse de "dur" demiyor.
Eti senin kemiği benim devirleri...
Üstelik dayağı atan Amerikalı, vurduğu yerde gül bitiyor(!)

Tabii bu hatıralarımı yazıya dökerken....
Ben de biliyorum, belki lafâzanlık, belki geçmişe duyulan özlem.
Yine de satır aralarında bir döneme projektör tuttuğumu zannediyorum...
Elbette dostlarımın hoşgörüsüne sığınarak.
Yoksulluk yıllarıydı.
Sınıfsal ayrışma henüz başlamamıştı.
Zengin, fakir çocuğu aynı topun peşinden koştururdu.
Doğduğum kentin nüfusu o tarihlerde 13 bin...
Gelen gazete sayısı 500 civarında.
Şehirdeki özel araç sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Yine de Cumhuriyet baloları yapılır...
Musikî Cemiyeti aracılığıyla konserler düzenlenirdi.

Ya bugün, çılgın bir çağda yaşıyoruz.
İnsanların serveti milyar, milyon dolarlarla ölçülüyor.
Vahşi bir dünya.
Küçük mutluluklar asırlar öncesinde kalmış...
Bense barakalarda okuduğum o güzelim yıllara hasret...
Daha insandık, daha uygardık...
En azından gözyaşlarımız vardı, komşularımızın arkadaşlarımızın
sevdiklerimizin acısına akan.
Yetmez mi?


Macit CÜNÜNOĞLU

Hiç yorum yok: