bir şair vardı, öğretmen

30 Ağustos 2011

N.Nadi'den H.Şimşek'e...


Özlemle H.Şimşek

Cumhuriyet gazetesi ortaklarından ve başyazarı Nadir Nadi
ölümünden kısa bir süre önce “Dostum Mozart” kitabını

yayımlamıştı.

Babasının zoruyla kemana başlamasını, Amadeus ile
tanışmasını ve giderek derinleşen dostluğunu akıcı bir dille

aktarıyordu.

Hatta dostlukları öyle bir noktaya varıyor ki, sanırsınız
okul arkadaşı, aynı çağın insanları!


Demek ki müzik aşkı böyle bir şey, sevdiniz mi özümsediniz mi
aradan geçen yüzyılların fazlaca önemi kalmıyor.

Yazarımız da bu aşkı yaşayanları  yeryüzünün "mutlu azınlığı" olarak tanımlıyor.

Evet, mutlu azınlık

Çünkü klasik batı müziğinin dinleyicisi giderek azalıyor…

Özellikle genç kitleler arasında.

Ancak yeni düzenlemeleri aranje edilip popüler sanatçı veya guruplar
tarafından dünya piyasalarına sürüldüğü zaman güncellik kazanabiliyor.


Yine de olumlu girişimler olmasına karşın gönül arzu ediyor ki;
Mozartlar, Beethovenler, Brahmslar yaygınlaşsın, hak ettiği değeri görsün,

vahşi kapitalizmin pompaladığı tüketim müziğini geriletsin!

Elbette bizimkisi boş hayal, popüler kültürün egemen olduğu bu devirde

milletin işi gücü yok, klasik müziğin anlaşılması emek isteyen labirentleri
arasında keşfe mi çıkacak!..


Düşünsenize, ne kadar zor iş!..
Günlük yaşam gailesinden yorulmuş toplumlarda, insanın kanını oynatan

bir-iki hareketli parça dinlemek varken, kim hatırlar baba oğul Bachların varlığını?

Eskiden Hikmet Şimşek amcamız vardı televizyon ekranlarında…

Bayram demez, seyran demez illâ ki Pazar günleri çıkardı karşımıza…

Ya şimdi, bırakınız özel Tv’leri, Devletinki bile “Osman Abim evde mi?” türküsünü çığırıyor!
Haksızlık etmeyelim, elbet o da fena değil ama RTE’nin iktidarında sabah/akşam

oyun havası çekilmez ki!

Rahmetli Şimşek hocamız yaşasaydı eğer, yapardık damardan bir istek…
Artık “Bitmeyen senfoni” mi olur, yoksa yitirilen Cumhuriyet değerlerinin ruhuna
Fatiha niyetine "Cenaze marşı" mı?..

Tekrar iyi bayramlar, her şeye rağmen şeker gibi geçsin günler...


29 Ağustos 2011

Atlıkarınca!..


“Zamanın ruhu”, “Siyasetin üslûbu”, “Şiddetin iklimi”
Ne çok kavramlar girdi hayatımıza.

Ya “Bayramın dili?”

Varsa nasıl gelir kulağa, gönüllere nasıl ulaşır,
yüreklere nasıl işler?
Çok mu gerilerde kaldı, tümden unutuldu mu anılar?


“Arife”, “Bayram” hangimizin geçmişinde yer almaz?..
Bir çift pabuç, iki kınalı şeker, mendile sarılmış üç kuruş para…

Cümbür cemaat buluşuldu mu bayram yerinde…
Atlıkarınca, dolap, cambaz, hokkabaz, denizkızı Eftelya

Masum kumarlar, papazı bulmalar, niyet, büyüklere show; iki oyuna bir bilet…
Yıpranmış gösteri çadırının iğne deliklerinden sahneyi dikizleme…

Oynayan dansözün kıvrak göbeğini beyne nakşetme!

Haykırıyor içerden delikanlılar; “Aç, aç, aç!”
Daha icat edilmemiş “Açılım” o devirlerde…
 
Çenginin bacak arasını görmek cennetin pasaportu niteliğinde!

Yıllar, yıllar, yıllar…
Yaşanıyor bambaşka bir dünya!

Zenginin fakirin belli olmadığı, aynı hayatların paylaşıldığı çağlar.
Gözlere ışıltıyla yansıyan müthiş bayram heyecanı, el öpmenin hazzı…

Büyüklerin belli etmediği gururu, ağır başlılığı!
Babayla kılınan Bayram namazları, çöreklerle donanmış sabah kahvaltıları…
Eve gelen ilk konuğun yürekte yarattığı tatlı çarpıntılar…

Bilince çıkan çocuksu hayaller, bayramın adına yakışır şeker gibi duygular!


Gelelim mi günümüze?
Yoksa hiç gelmeyelim mi o derin ve hassas mevzuya?


Kıyamam, dayanamam ben…
Bu günlerde ayrı bir güzel!

Yarın bayram, çoluk çocuk ve dahi torun;

Ant içip dağılıyoruz bu günden dört bir tarafa!..
Anında “Çall”, devamında “Hoşçakal”

Haberleşiriz cepten, yoksa “eM-eS-eN”den!

“Olur evlâdım”, biz buradayız yedi çarpı yirmi dört saat nöbetteyiz!
Yeter ki siz iyi olun, Allah göstermesin kaza belâ…

Hele hele de kavga niza küslük, kırgınlık, ölümüne ayrılıklar?

Bizim kuşak iyi bilir bu işleri – tecrübeyle sabittir- açtırmayın bayramlık ağzımı…
Torunuma iyi bakın, üşütmeyin hasta etmeyin üzmeyin…

Tez zamanda buluşmak umuduyla…

Babanızı bekletmeyin!..

Değerli dostlarım…
Kusura bakmayın, yaşlılık işte, dayanamayıp minik serzenişli bir hasbıhâl yaptık…
Hepinizin bayramını can-ı yürekten kutlar, sevgiyle kucaklarım…
Yurtdışından bizim fakirhâneyi izleyen gönüldaşlarımızı dostça selâmlarım…

Muhabbetle, her gününüz bayram olsun, BARIŞ eksilmesin dünyamızda...
Kalın sağlıcakla.

28 Ağustos 2011

Pazar Rüyası!..

Mehteran Eşliğinde Büyüklere Masallar!..

Türkiye lider ülke olabilir mi?
Kimilerine göre EVET!

Peki, kim bu Evetçiler?

Başta iktidar ve bil cümle destekçileri.


Olsun bakalım, kolay gelsin, hayırlı işler!
Zaten Somali çıkartması iyi gaz verdi topluma.

Daha dün gibi Simav depremi, ciddî büyüklükte de değil; "5.9"
Halkın bir bölümü hâlâ yaşıyor çadırda!


Bu işler böyledir, evinin içindeki pisliği görmeyenlerin sesi çok çıkar…
Fetva verirler sağa sola… Hatta hızını alamayıp uzanırlar Afrika’ya!

Söylemlerinde demokrasi vardır, insan hakları eksik olmaz, hele halk kavramı…
Breh, breh… Sanırsınız halk için boyunları kıldan ince, yanıyorlar hizmet aşkıyla!


Başarılılar mı derseniz?
Hem de nasıl, kırk bir kere maşallah!

Ellerinde din-iman-Kuran, tepe tepe kullanıyorlar…
Dibine kadar sömürülüyor vicdanlar.


Tezgâh deniz feneriyle başladı, peşinden “i-ha-ha” öncülüğünde niyazili Gazze rezaleti…
Bu arada Hilâl-i Ahmer Cemiyeti başkanı buharlaştı, uçtu gitti!

Libya’ya el altından vermişiz milyonlarca dolar…
Somali malûmunuz, sanatçılı Ajdalı, Doğanlı yürüyor kervan…

Yarın bir gün Kemal Abimiz de dahil oluyor kadroya…

Artık kim tutar seni Tayyip Usta?


Mübârek Başbakan değil 21.yüzyıl versiyonu Ortadoğu mimarı…
Her ne kadar İsrail, Ermenistan ile küssek de, İslâm birliğine gidiyoruz adım adım!

Kuzey Afrika’da Tunus-Mısır-Libya çantada keklik, altlarından geliyor Somali
Suriye’de işler kolay, gitti gidecek Bay Esad

Lübnan, Ürdün, Filistin alayı bizden yana…
İran’ı hiç saymıyorum, haso kanka…

Kuzeyiyle, güneyiyle Irak liderleri Talabani ile Barzani daima şeref konuğudur Ankara'nın…
Dostumun dostu dostumdur ilkesiyle –emir büyük yerden- böyle buyuruyor Amerika!


Söylesenize, geriye ne kaldı?
Bu ülkeye “LİDER” denmezde ne denir?

Münâfıklık yapmayın Allah aşkına…
Madem siz söylemeyeceksiniz, biz haykıralım…

“T.C.” bundan böyle bölgenin yeni emperyal gücüdür, ilânen duyurulur dosta düşmana…
Ve başında Kasımpaşalı, Osmanlılık ruhu diriliyor ülkemde baştan başa…

Mehteran sesleri eşliğinde geliyoruz sınırları aşa aşa…
“Padişahım sen çok YAŞA” diyeceğiz amma…

Cep delik cepken delik, bizimkide rüya işte…

Hanım mutfaktan bağırıyor; “Bey bey, üstünü ört, kıçın açıkta!”


27 Ağustos 2011

Sonsuzluğa Notlar...


"Elbet bir gün maskeler düşecek!"


Ülkemiz gerçek anlamda “Site” zengini.
Uydu kentlerden bahsetmiyorum, internet sitelerinden.

Yazılı basın organlarının mevcut siteleri bir yana,
birde bağımsız internet gazeteciliği yapanlar var ki;

çoğunluğunun durumu evlere şenlik!

Yazarı-çizeri olup bu işi dört dörtlük kotaranlar olduğu gibi
maalesef  büyük bölümü siyasî gettolaşmadan öteye gidemiyor.

Hadi dincilerin organizasyonunu bir dereceye kadar anladık,
ya M.Kemal sömürüsü yapanlara ne demeli?


Sitenin başlığına üç-beş Atatürk fotoğrafı yerleştirip sözüm ona
Kemalist düşünceye hizmet edecek!..

Ve işin kolayını da bulmuşlar, ortalıkta yazar filân yok, kopyala/yapıştır
yöntemi ile piyasada arz-ı endam eden ne kadar şöhret varsa; köşelerini arakla,

bir güzel yayımla, al sana full aksesuar SİTE!

Ha, bu arada nadiren de olsa sitenin resmî görüşünü açıklarmışçasına
üst perdeden değerlendirme yazıları yayımla!

Velhasıl al takke ver külâh misâli, para kazanmanın ucuz yolları keşfedilmeye çalışılıyor.
Öyle ya, kimse hilâli ahmer uğruna M.Kemal pazarlayacak değil ya?


Diğer taraftan gelelim muvzunun can alıcı kısmına, yani yorumcu tayfasına…
Doğaldır ki her site izlediği siyasî rota gereği taraftarını bulmakta zorluk çekmiyor.

Dinci dinciyle, milliyetçi milliyetçiyle, liberal liberalle buluşuyor…
Tek tük olsa da araya giren gerçek demokrat-özgür düşünce sahipleri
anında site yorumcuları tarafından boğulup diskalifiye edilmesi sağlanıyor.

Hatta bu eylem o denli kararlılıkla yapılıyor ki; iş sansüre kadar varıyor.
Hem de ne sansür, gözü dönmüş site yöneticileri ülke dışına engellemeler dahi uyguluyor.

Üstelik özgür düşünceyi, demokrasiyi, insan haklarını savunarak!
Elbette yerseniz!


Fakat bu yorumcu kitlesinin ortak özelliğine değinmek lâzım…
Şöyle ki; sürü halinde hareket ediyorlar… Evet evet aynen sürü, bildiğimiz sürü!

Çünkü bireysel olarak bir hiç oldukları için sesleri ancak sürünün içinde gür çıkıyor,
veya duyulabiliyor. Yalnız çıkan ses akortlu değil, aklınıza gelen her türlü küfrü,

aşağılamayı içerebiliyor. Bir bölümü de, kaba tehditkâr üslubuyla Osmanlı tokatını
gösterip kabadaylık raconları kesiyor!


Nerden mi aklımıza geldi bu konular?
Sadece M.Kemal’imizin bu derece sömürülmesine gönlümüz razı gelmediği için.


Peki yazdıklarımız işe yarar mı?
Orasını bilemem ama amacımız bloğumuzun başlığına uygun olarak

“Sonsuzluğa yazılar” göndermek ve tarihe not düşmek.

26 Ağustos 2011

"Kanaryam, güzel kuşum..."



Beklenen hazin son; Fenerbahçe nakavt!
Sürpriz mi? Asla!

Nedenine gelince, “Balık baştan kokar!”

İdarecini söyle bana, ülkeni söyleyeyim sana!
Yıllardır mırmır eder dururuz, “FB” Türkiye’nin izdüşümü!

Çünkü Özalizmin tüm özelliklerini taşıyor.
Bir: Hukukun geçerli olmadığı düzen…

İki: Tek adamlığın hüküm sürdüğü yönetim biçimi…
Üç: Ben yaptım oldu anlayışı…

Dört: Kısaca, oya dayalı otoriter sistem, her nasılsa?


Devam edelim...
Seçmen iradesiyle iktidara geliyorlar.

Seçildikleri makam sanırsınız “İmparatorluk”  tahtı!
Tayin ettikleri yönetime tepeden bakıyorlar…

Aynen “Ben varsam siz varsınız” edasıyla!..
Anayasa, hukuk, tüzük rastgele…

Demokrasi araç iktidar helâl, hele şampiyonluk illâ ki farz!
Rahmetlide sıkça derdi; “yasaların anasına bi defa dokundurmayla bi şey olmaz”…

Hesap aynı hesap, yıllardır yasaların yedi sülalesi belleniyor…
Hakikâten hiç bir şey olmuyor… Olmadığı gibi birinin oyu tavan yapıyor, oluyor %50…

Diğeri zaten malûm, biat etmeyen kırmızı kartla ihraç!

Canım Türkiyem, tuhaf Ülkem
Bu günleri de mi görecektik, sarı kanaryam Avrupa’ya uçamıyor?

Anında giriyor Hamsi potaya…
Kartalın derdi yok, iadeli taahhütlü vedalaşıyor kupaya…

Aslan rahat, nasıl olsa ne tasa ne gam, ilk kez işe yaradı son sıralarda yer alma!

Ya Anadolu kulüpleri?
Hiç birinden ses çıkmıyor, alayı zevkten dört köşe!


Lâfı uzatmadan gelirsek sadede; "Kara dipli kazanlara..."
Top yekûn elle tutulacak hâlimiz yok da…

Kabak patladı Fenerbahçe’nin başına!

Bilinen hikâyedir;
Vergi kontrolü itiraz eden mükellefe ne demiş?..

“Bizler denize olta atan balıkçı, sizlerde oltaya takılan balıksınız!”…

Bilmem anlatabildim mi?
Oltaya takılmaya ne çok aday var denizde?

Kader utansın, ilk yakalanan oldu Fenerbahçe!..

NOT: Yürürlükteki Siyasetin Üç İlkesi; "A=Sinsilik B=Kurnazlık C=Tuzakçılık"... Sakın unutma!

24 Ağustos 2011

Plânsız Sosyal-Demokrasi!..



Demirel’in 60’lı yıllarda söylediği;
“Bize plân değil, pilav lâzım” sözü dillere
pelesenk olmuştu.

Bu lâfı alır CHP’ye adapte edersek;

onlara da plân değil parti içi kavga lâzım!

“Neden?” derseniz…
Şunun şurasında yerel seçimlere bir buçuk yıl kaldı…

Aman da aman!.. Kurultay öncesi ısınma turları şimdiden çıktı ayyuka!


Ayrıca güven olur mu Tayyip Usta’ya?
Ne de olsa çabuk celâllenen, öfkesine yenik düşen,

Kasımpaşalılık ruhunu hâlâ taşıyan ve uluslararası şöhrete sahip “One Minute” kahramanı!

Belli mi olur, eser kafasına, seçimleri çeker altı ay öncesine.


Ya bizim aslan sosyal demokratlara ne demeli?
Seçimler sonrası kasaları olmuş tamtakır, -züğürt ağa misâli-
Ha bire kadro değiştiriyor Kemal Ağa!

Tamam, değiştirsin…
Kimsenin itirazı yok, lâkin kurultay ruhuyla sürekli yaşanmaz ki…

Az buçuk olsa da, plânlamaya ihtiyaç yok mu?


Plân deyince aklımıza yıllar öncesinden bir anı düştü…
Konuyla ilgili olduğu için affınıza sığınarak paylaşalım sizinle…


Efendim, devir 70’li yıllar…

O zamanlar bu satırların yazarı hakîr vatandaş bir sendikanın hasbelkader yöneticisi(!)

Neyse, Dünya Sendikalar Federasyonu’ndan kalantor bir davetlimiz geldi…

Adam Genel Sekreter, üstelik Rus…

Fakat ne hoş sohbet, yedi dil konuşan, ağzından bal damlayan irikıyım insan evlâdı.

Soydaşı İstanbul Sovyet Başkonsolosu ile tanıştırdı bizleri…


Malûm bilinen seremoni, bir iki tek attık, olduk çakırkeyif, her Türk gibi düştü çenemiz…

Ve başladık genç diplomatı sorgulamaya.

Merak etmeyin, “Nerelisin hemşerim?” demedik…
Lâkin konuştuğu güzelim İstanbul Türkçesine şaşırıp kaldık!


Neyse, öğrendik işin aslını astarını…
Meğersem o devirlerde Sovyetler'de her iş plânlamayla yapılırmış…

Almışlar bu yoldaşı, çocuk yaşta başlamışlar eğitmeye…

Demişler ki; sen geleceğin İstanbul Başkonsolosu’sun…
Düşünsenize, monşerin yaşı “26”, eğitime başladığı yaş “6” (yazıyla da altı).

Hepimizin ağzı açık kaldı…


O zaman pilavın değil de plânlamanın ne kadar önemli olduğunu bizzat yaşayarak öğrendik.

Gittiğimiz Beyoğlu meyhanesinde uygunsuz yerlerin muhabbetini de açmaz mı kâfir!..

Vallahi pes, mübârek hariciyeci değil sanırsınız (içimizden)  “Haza İstanbul pez…!”  dedik.


Her halde mevzunun nereye geleceği anlaşılmıştır…

Kutsal Ramazan günü arzuhâlimizdir CHP’den, M.Kemal emaneti partimizden…

Vatan aşkına, halkımız aşkına, olmayan sosyal demokrasi aşkına…

Yap bir güzellik…

En az altı ay öncesinden -bir kez olsun- belediye başkan adaylarını açıkla!..

NOT: Olursa ön seçim, yakışır CHP'ye... Umut tazeler seçmen, bu da önemli bir aşama.

Gökten Düşen Beş Elma!..

Davut'un Eli  Kapının Arka Tokmağında!


E.Bernstein ile K.Kaustky geçen yüzyılın en popüler dönekleri…
Aynı zamanda Sosyal Demokrasi'nin kuramcıları, öncüleridir.


Nerden mi dönmüşler?.. Diktatörlükten...
Tümden inkâr etmişler proletaryanın mutlak egemenliğini,

savunmuşlar özgürlükleri ve çok porsiyon demokrasiyi.


Bak şu revizyonistlere, pişmiş aşa su katılır mı?
Dönemin yıldızı V.İ.U.Lenin’in kurduğu düzene çomak sokulur mu?

Ne demiş K.Marks; bastıracaksın zalîm burjuvazinin tepesine,

gözünün yaşına bakmayıp koyacaksın kellesini sepete!


Peki, bizim döneklerin itirazı?
Demişler ki; Hoppp!.. Bir dakika, insanlık öldü mü?

Kuracağımız sistemde hep beraber güle oynaya yaşayalım.
Sömürü namuslu olsun, ulusal geliri, artı değeri dağıtalım adilâne.


Vay, sen misin bunları söyleyen, gerisi malûm...
Kavga-niza, lâf salatası, ayrılıklar sürdü gitti tarih boyunca!


Allah selâmet versin, Lenin’in kurduğu düzen de sizlere ömür…

Ne sistem kaldı, ne insan merkezli nizâm.
Çin bile kapitalizmin şefkâtli kollarında hızla ilerliyor tarihin derinliklerinde.

Bu arada bizim döneklerin teorisi demokrasinin sosyali de can çekişmekte!

Zaten kimsenin aklına da  gelmiyor sosyalizm-paylaşım...
Eşitlikçiliğe, adalete bile tahammül kalmadı, günümüzde gemisini kurtaran kaptan!


Artık devir neo-liberal çarklı, global motifli, yalnızca tüketime endeksli!

Saddam, Bin Ali, Mübârek, Kaddafi, Esad  "Yeni Dünya Düzeni"ne ayak bağıydı…
Daha açıkçası muhteremler küreselleşme sürecinde zurnanın son deliği, ayrık otlarıydı.


Ve gereği düşünüldü; oy birliğiyle alınan karar sonucu çekildiler ipe birer birer.
Gördünüz mü, döneklerin hikâyesi, Arabik Sosyalizm nerelere sürükledi bizleri…

Her neyse, daha fazla uzatmayalım sözü…
Evet, masalımız şimdilik bu kadar, gökten beş elma düştü…

Düşen başların listesi yukarıda, onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine!..

NOT: Tanrı bizimkini (RTE) nazarlardan korusun "AMÎN", %50 gaz oranıyla iyi götürüyor işleri!..

23 Ağustos 2011

Sıradaki gelsin!..

Neo-Diktatörlerin Sonu!

Bernard Shaw’ın “Savaşta babalar, barışta evlatlar ağlar”
sözünü idrâk edebilmemiz için illâ ki yılların geçmesi lâzımmış.


Daha dün gibi aklımızda; yıl 1969,
Kaddafi devrim yoluyla iktidara geliyor Libya’da.
Yaşasın, Nasır’ın açtığı yoldan yürüyor Araplar
Ortadoğu’da birer birer yıkılıyor krallıklar!

Esad, Saddam ve karşınızda efsanevî kahraman Ye.Arafat!

Anadolu'da boş durmuyor, 27 Mayıs darbesiyle katılıyor kervana!
Baştan aşağı devrim rüzgârları esiyor coğrafyamızda…
Deniz ve arkadaşları Filistin topraklarında…

Yerli malı Nasırlar ihtilâl tezgâhlıyor vatanda, direkten dönüyoruz 9 Mart'ta!

Münih Olimpiyat Köyü basılıyor 72’de…

Gencecik sporcular katlediliyor, İsrailli diye…
İnsanlık ayakta!.. Delikanlı solcular vurandan yana!

Hareketli yıllar, Soğuk Savaş devam ediyor bütün hızıyla…
Ölenler, parçalanan masumlar, kan, gözyaşı, kaçırılan uçaklar, patlayan bombalar…
Teröristin kahraman ilân edildiği devirler!

Gençlik sıraya girmiş, ruhunda CHE, gönlünde Leyla Halid
Haykırıyorlar; “Savulun, kızıl bayrak geliyor zincirleri kıra kıra!”…
Hey gidi hey, ne bedeller ödeniyor coğrafyamızda?

Yıl 2011. Arap Baharı giriyor devreye…

Önce Tunus’dan start alıyor, yayılıyor dalga dalga…
Gecikmiyor Tahrir meydanı, direniyor Mübârek, ancak nafile…
Kaddafi çetin ceviz, uzatmaları oynuyor, lâkin NATO karşısında boynu kıldan ince.

“Sıradaki gelsin” diyor çağımız, anında giriyor potaya yavru Esad'ımız!
Evet, tarih yazılıyor güneşin-diktatörün bol, demokrasinin olmadığı sıcak topraklarda.

Ya BARIŞ?

Şimdilik o kadar uzaklarda ki, İran’ıyla, Hizbullah’ıyla, Hamas’ıyla,
PKK’sıyla, El kaide’siyle vs… vesaire, alayı savaşın hizmetinde.

Yine de kararmasın yüreğimiz, şairimizin deyişiyle; “Güneşli günler göreceğiz…”
ANADOLU eşittir “Işığın doğduğu Dünya”

Darısı ülkemizin başına, dağılsın karanlıklar, gecikmesin aydınlıklar dileğiyle!..
.

21 Ağustos 2011

Ampulün Işığında!..



Bizimkinin (RTE) Afrika sevdası durup durduk yere nerden çıktı?..
Askerî gemilerimiz bir taraftan NATO şemsiyesi altında Libya’da,
Müslüman kardeşlerimize güzellik yapıyor…
 
Diğer taraftan Davut’umuz, emir-komuta zinciri içinde
Suriye lideri B.Esad’ın peşinde!

Geçenlerde üşenmedim, Afrika haritasını aldım önüme…
Başladım saymaya; tam elli kûsur ülke çıktı karşıma!
Bir de bir milyarı aşkın nüfus!

Demek ki her kabileye bir devlet düşüyor kara kıtada!
Kuzeydeki Araplar biraz daha şanslı, petrol filân vaziyeti idare ediyorlar…

Ya geriye kalanlar?
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin altını-elması, Zimbabwe’nin tütünü İngilizin…
Diğer ülkelerin yer altı/yer üstü zenginliklerinin çoğu da Avrupalı sömürgecilerin…

Eh, açlık sefalet, kıçı açık susuz yaşamakta takdîri ilâhi sonucu yerli halkların(!)
İşte kara talihli kıtanın dayanılmaz, utanç dolusu insanlık manzaraları.
Ancak san’atçı destekli Ortadoğu Fatihi Başbakanımız makûs talihi değiştirmek için
Somali topraklarına ayak basmakta gecikmedi…

Artık ikinci bir Kıbrıs’ımız var Afrika’da!
Ve dönüş sonrası ayağının tozuyla basın toplantısı düzenledi İstanbul’da…
Dedi ki; “Yardımlarımız geçici değil kalıcıdır, sürecektir ilelebet,
İHH ile Deniz Fenerimiz artık devrede ve hizmetinizdedir!”…

Hoppala!..  Nerden çıktı şimdi bu dernekler?
Birinin sabıkasında dokuz Niyazi,  ikincisi malûm, arif olan anlar!

Bu arada Kızılay Başkanımız hangi gerekçeyle istifa etti, onu bile tam öğrenemedik…
Reva mı Somali’yi İHH’lere, Fenerlere ihâle etmek?
Üstelik kadîm dostumuz Kaddafi ile Esad kardeşlerimize karpuz kesmeye niyetliyken!

Her neyse, elbet bir bildiği vardır Afrika Sultanının…
İster misiniz toplum gaza gelmiş, ekip kurulmuşken…
İkinci Gazze seferi başlasın?

“Hadi ordan münafık, o kadar da uzun boylu değil” demeyin...
Çünkü yüksek huzurlarınızda XXXVII. Padişahımız, adı Recep Tayyip ERDOĞAN!


20 Ağustos 2011

Sevgiyle yaşamak!..


Bugünlerde ilgiyle izlediğim yazarlardan
“ötekileştirme”, “tahammül”, “hoşgörü”, “nefret”

konularını içeren o kadar çok yazı okuyorum ki…

Herhalde ülkenin iklimi böylesi hassas konuları
ön plâna çıkartıyor?


Elbette bu tür insanî yazıları takip etmenin
okura fevkalâde yararı ve katkısı oluyor…

Öncelikle “empati” sınırlarınız alabildiğine gelişiyor,
ikincisi psikanalizin derinliklerinde seyahat edip

“sevgi” üzerine daha fazla yoğunlaşmanızı sağlıyor.

Eh, söylediklerimiz az şey olmasa gerek, hayata bakış açınız değişiyor.
Hatta düşünsel dünyanız, kırmızı çizgileriniz öylesine mutasyona uğruyor ki;

giderek Hayyam, Mevlâna, Bektaş, Yunus felsefesine yaklaşıyorsunuz.
Daha düne kadar sevmediğiniz, uzak durduğunuz, bir adım ötesi nefret ettiğiniz

insanı anlamaya çalışmak, yüreğinizi koyarak, sevgiyi esirgemeden...

Sonra geçmişe, tarihsel köklere bakıyorsunuz…

Nefret edilen, hatırlanmak istenmeyen varlıklar,
beyinsel stoklarda biriken ve insanın kanını dondururcasına iz bırakan ne çok olay...


Yüzleşmeden, masaya yatırmadan ağır anıların gölgesinde yaşamak…
Aman tanrım, ne zor iş! Ruhun zulasında bir ömür saklamak,

özenle yerleştirilen bilinç altında yaşamasına, beslenmesine izin vermek…
Sevgiyle nefretin dansını büyük bir iştahla izleyip, meftunu olmak…

Yaşarken insanî güzellikleri müebbet hapse mahkûm etmek, zincire vurmak,
artezyen misâli fışkıracak sevgiyi kelepçelemek?


Bütün bu saydıklarımız şairin dediği gibi;

“Sol memenin altındaki cevahirin” kararması, körleşme değil mi?


Halbuki insan gülümsemeyle, sevgiyle, paylaşmayla, aşkla, sanatla, müzikle güzelleşiyor…
Bünyesinde nefret tohumlarının yaşamasına izin vermeyenlerin dünyası ışıklar saçıyor…

Anlamaya çalışan, ötekileştirmeyen, kin duygusuyla tanışmamış bir topluma
ait olmak hayatın sunduğu en büyük nimet, çiçeklerle donatılmış bahçelerde yaşamak…

İşte, rüya gibi bir şey!..
Sevgiyle…


19 Ağustos 2011

Yürüyen Türkiye!..


5.9'luk Simav depremi...
Halkımız hâlâ çadırlarda!


Başbakanımızı Somali’ye uğurladık.
Cebinde 250 Milyon dolara yakın para.
Yanında san’atçılarımız ve medara iftiharımız Ajda!

Demek ki bir ülke daha kurtardık
açlıktan, sefaletten Afrika’da!
Süper güç dediğin böyle olur, gelsin sıradaki!


Valla gıpta etmemek elde değil, AKP’nin reklâm uzmanı kimse helâl olsun...
Son bir aydır ayağa kaldırdı ülkeyi, yatıp kalktık Somali’yle…
Zaten oldum olası yufka yüreklidir necip halkımız.
Mayındı, pusuydu; şehit sayısı kırkı geçmiş…
Dünya krizi gelmiş kapıya dayanmış, carî açık tavan yapmış…

Bu arada Danıştay; “Yapmayın, etmeyin benzine bu kadar zam olmaz” demiş…

Lâkin hiçbir olumsuzluk yolundan döndürememiş Erdoğan’ı…
Emir komuta zinciri içinde Suriye girdabına önce Davudî makamından balıklama dalma…
Peşinden, Batılıların kılını kıpırdatmadığı Somali’ye
vicdanî duyguları sömürerek çıkartma yapma…
Hatta Kemal Abimizi kervana dahil ederek…
Ki, Ana Muhalefet partisininde çorbada tuzu bulunsun, malûm yarın yapılacak ortak ANAYASA!

Ne memleket be, 7,4 deprem, devam eden iç savaş,
on binlerce insanımızı yitirdikten sonra bile sarsılmıyorsak…
Hakikâten “Yola devam" Tayyip Usta!..
Asırlık CHP rutin işler peşinde, matkap operasyonuyla sayısı unutulan
kurultay hazırlıkları içinde! MHP’de de lider huzursuz, artık rahat dolaşamıyor bahçesinde…
Orda da kriz eli kulağında, her an her şey olabilir, devletten sesi çok çıkanlar çoğunlukta.

Herhalde AKP’yle birlikte en rahatı BDP
Altısı içerde olmakla birlikte otuzu dışarıda, ne parlamentoya girildi, ne de yemin edildi…

Ellerinde “Mazbata”,  bol bol demokratik toplum kongreleri düzenleyip çay partisi veriyorlar…
Barış sloganları atıyorlar, bazen özerklik bazen ayrılık rüzgârları estiriyorlar!

Yürü be TÜRKİYE, kim tutar seni... "Ayrılsak da beraberiz" şarkısı eşliğinde!..


18 Ağustos 2011

Var mı duyan?..



Başbakan Somali’ye giderayak klişe sözleri
sıralamaya başladı…

“Bıçak kemiğe dayandı”, “Sözün bittiği yer”.

Yine kan, yine kan, yine kan…
Uçaklar havalandı, Kandil bombalandı…

Bir araba dolusu lâf…
Sonuç; “Buyrun cenaze namazına”…

Ya gerçek; ateşin düştüğü yeri yakması.

Aslında ölüm üzerine yazı yazmak ne kadar zor, duyguları ifade etmek…
Derin bir acı oturuyor yüreğimizin orta yerinde, içinde öfke, hüzün, gözyaşı.

Lânetlemek, slogan atmak işin kolay tarafı…
En çözümsüz olanı, “Nereye varacak bu iş?” sorusunun cevabını bulmak.


Son YAŞ operasyonundan sonra “Taraf” gazetesi istifacı paşalarla alay ederek
manşet atmıştı; “Nereye gidiyorsunuz, daha karpuz kesecektik”

Kestiniz mi karpuzu çokbilmişler, yüreğiniz soğudu mu?
Yoksa yaşanan trajik olayları gördükten sonra yüksek öngörüleriniz

gerçekleşmedi diye karalar mı bağladı?


Haydi çözsün bakalım meseleyi, demokrasi kahramanı ilân ettiğiniz Erdoğan
Neymiş efendim, Genel Kurmay Başkanı Millî Savunma Bakanının emrinde olacakmış!

Olsun hiç mahzuru yok, dilerseniz Melih Gökçek’e bağlayınız…

Ancak unutmayınız ki; her konuda olduğu gibi son karar merciî PENTAGON!

Nasıl ki bir günde askerî gemilerimiz Libya seferine çıktı,

üstelik Meclis kararı olmadan…

Kandil’inde “Muhafız alayı”nın markası halis “Amerikan”.

İstediği kadar “Heron”lar gezsin sınır boylarında, semalarda…
Ağırından bombalar yağdırsın jetler, isterse ATOM olsun…

“Asarım, keserim, yakarım, yıkarım”la bir yere varılmaz.
Dile kolay, otuz yıldır aynı terane, aynı lak lak, leyleğin ömrü misâli…


Ayrıca Gazze’den, Libya’dan, Suriye’den, Somali’den önce gelir VATAN

Bir de toprağa düşen evlatlarımız, kınalı kuzularımız, anaların yüreği yok mu?
Dayan, dayanabilirsen dayan…

Kahrolsun SAVAŞ, yaşasın BARIŞ diye haykırmak istiyorum…
Var mı duyan?



17 Ağustos 2011

Kapitalizme giden uzun ince yol!..


( ??? )


Nazım Hikmet’in Sovyetler'deki yakın dostu
Türkolog Radi Fiş doksanlı yılların başında
hasbelkader konuğum olmuştu…

Berlin duvarı yıkılmış, sosyalist dünyada
Gorbaçov rüzgârları esiyordu…


Sovyet lideri sosyalist ülkeleri sık sık ziyaret ediyor ve
gittiği her ülkenin devlet başkanını dudaklarından bir güzel öpüyordu.


Ne gariptir ki dudağından öpülenler domino teorisine

uygun olarak bir bir devrildiler.
Benzetmek gibi olmasın, bugünkü Arap liderleri örneği.

Bazıları paçayı da kurtaramayıp kurşuna dizildiler.

Nihayetinde de bilinen muhteşem final,
yetmiş küsur yıllık Sovyetler paramparça olup tarihteki yerini aldı.

Evet, yazar Radi Fiş’i bir hafta eşiyle birlikte İstanbul’da ağırladım gezdirdim, yenildi içildi vs…
Fakat rakı-balık masalarında hüzünlenerek aktardığı bir tarifi hiç unutmadım.

Şöyle ki; “Sosyalizm, kapitalizmden kapitalizme giden zor ve çetin bir yoldur!”
O tarihlerde Sovyet halkı bu tanımlamaya çok gülerlermiş…

Kim bilir, belki birbirlerine anlatıp hâlâ gülüyorlardır(!)


Bütün bunlar aklımıza nerden mi geldi?
Dün yitirdiğimiz 1916 doğumlu Mihri Belli’den.
Altmış sonrası sol hareketin önemli liderinden.
Aybarların, Arenlerin, Boranların sosyalist kavgaya öncülük ettiği yıllar.

Kırklı yıllarda Yunanistan iç savaşına da katılmış eski tüfek Mihri Belli
27 Mayıs sonrası acilen millî demokratik devrim istiyordu (MDD)
Geniş kitleleri derinden etkileyen bu görüşler özellikle gençlik örgütlenmelerinde
ayrılıklara, yarılmalara neden oldu ve 12 Mart darbesi devreye girmekte gecikmedi.

Mihri Belli, yitirilen, ipe giden gençlerden daha şanslıydı.
On dokuz yıl sürgünde kalsa da, yüzyıla yakın bir hayat yaşadı…
Ne diyelim, nurlar içinde yatsın…

Belki bir gün çok savunduğu demokratik devrimi o görmese bile torunlarımız görür!


16 Ağustos 2011

İnceldiği yerden kopsun...



TFF’nin şike olayları üzerine aldığı son karar
ülke çapında geniş yankı buldu.

Toplum olarak her derdimizi çözdük,

şikecilerin akıbetini merak eder olduk!
İlk başta Fenerbahçe düşecek mi, düşmeyecek mi?
İkincisi ve en çok merak edileni; “Ne olacak Aziz başkanın durumu?”

Medyaya da gün doğdu, büyük bir iştahla mevzuya daldı…
Hatta gelmiş geçmiş en büyük siyaset bilimci ve polemikçi R.O.Kütahyalı bile
konunun uzmanları arasında yerini aldı!

Halbuki Batı ülkelerinde bu işler lastik gibi uzatılmadan anında çözülüyor.
Kimse bakmıyor arızalı kulübün şanına şöhretine şampiyonluk tirajlarına…

İlgili kurullarda vicdanî kanaat oluştu mu, kesiliyor ceza…

Artık II.ligi mi boylar yoksa uluslararası müsâbakalardan men mi edilir…
İşlem kesin ve tamam.

Ya bizde, artık günlerce aylarca konuşulur, tartışılır…
Yüksek siyasetin de bir güzel malzemesi olur, karanlık odalar, kapı arkaları, kulisler
devreye girer, meclis gündemine taşınırsa hiç şaşırma!

Gözünü seveyim, ne memlekette yaşıyoruz?
Devenin boynu hesabı, sanki her işimiz düzgün, futbola ayar çekmek kaldı…

O işi bari yüzümüze gözümüze bulaştırmasak diyeceğim ama…
Nerdeee, dört yıllık davaların varlığını görünce,

anlıyorum ki futbolu da havale ettik Allah’a...

Mevlâm ne eylerse güzel eyler, bakalım takdîri ilâhi nasıl tensip buyuracak?
Zaten büyüklerimizin ne zaman başı derde düşse –genellikle dertsiz geçmiyor günleri-

başlıyorlar uzun nutuklar atıp, %99’u Müslüman halkımızın vicdanları ile oynamaya…
Cüzdan hariç ahlâktan, dinden, imandan, ulemadan bahsetmeye…

Ve şikeye ilâveten Teravih namazını da gündeme soktuk; “Var mı, yok mu?”
Eğer yüzlerce yıldır kılınan namaz da, sehven kurbanıysa…

İnceldiği yerden kopsun futbol da, takıntılarda!..

15 Ağustos 2011

Gün ola devran döne!..



Ülkemizin izlediği dış politikaya bakınca “Abi”lik
modunu iyiden iyiye benimsemiş gözüküyoruz.

Hem de üzerimize vazife olmayan her konuya

ciddî ciddî maydanoz olarak!

Demek ki “Neo-Osmanlıcılık” denilen format böyle bir şey.
Davos’la başlayan süreç hız kesmedi, Gazze rezaleti ile devam etti.

Oradan Tahrir meydanı, derken Libya semaları, en son olarak da
komşumuz Suriye üzerine ahkâm kesmeler!

Sanırsınız hakikâten Ortadoğu’nun abisiyiz, hatta ağabeylik ne kelime,
efendilikle efelik karışımı bir havaya büründük…

Elbette yerseniz!

Hatırlarsanız bir tarihler Özal’da aynı role soyunmuştu…

Yalnız bir farkla; rahmetli Orta Asya bozkırlarında at koşturmayı seviyordu.
Yani Türki cumhuriyetlerin hamisi olmak gibi bir şey!

Neyse, bu heves kısa sürdü, herkes yoluna devam etti.


Şimdilerde ise Suriye’nin yaşadığı iç meseleleri birinci derecede
ülke sorunumuz olarak görenler var!

Aslında ne garip bir durum, kelin merhemi yok başına sürmeye,
akıl dağıtıyoruz önümüze gelen her millete!

Adama demezler mi; “Sen kimsin, yoksa ABD’nin bölgedeki
noter tasdikli vekili misin?”… İşimiz gücümüz sağı solu dizayn etmek.

Eğer varsa böyle bir yeteneğin, meleken; çöz bakalım Kürt meselesini!

Libya açıklarında gemilerimizin ne işi var, Kaddafi Amcama güller mi atıyor,
yoksa Akdeniz Kefali mi avlıyor?

Derler ya; “Sap döner keser döner, gün gelir hesap döner” …

Elbet bir gün gelecek, “Takke düşecek, kel görünecek”
Bakalım o gün âllame-i cihan Davut Bey hazretleri piyasada görünecek ki?

Ya padişahımız, biricik hâlifemiz?
Onun istikbâlini de zaman ve konjonktür belirleyecek!

Gün ola devran döne, bu işler hep böyle gidecek değil ya!