bir şair vardı, öğretmen

30 Nisan 2015

İstanbul turları...

Macit CÜNÜNOĞLU
30/04/2015 11:53

 

 
 
İstanbul turlarına kaldığımız yerden devam edelim.
Kadıköy’deki Beşiktaş iskelesindeyim...
Şehir hatları Emirgân’a sefer koymuş...
Kimin aklına geldiyse iyi de olmuş...
Ne de olsa Lale Devri pazarlanacak.
Ağırlıklı kadın yolcu; doluştuk gemiye...
Ver elini Boğaz.

Hava sıcak mı sıcak, sanki Ağustos ayı...
Rüzgâr her zamanki gibi kuzeyden esiyor...
İstanbul bütün şirinliğiyle objektiflere poz veriyor...
Tabii çarpık yapılaşmanın çirkinliğini saymazsak!
Yine de güzel kent...
Onca tahribata rağmen mihrap yerinde!

Nazım geliyor aklıma, büyük insan...
Ve Yahya Kemâl...
Bir de Orhan Veli...
“İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı ” satırlarının şairi...
Hemencecik bindiğim vapurun adına bakıyorum...
Baş tarafta Emin Kul yazıyor...
Denizciler Sendikası başkanı, Türk-İş genel sekreteri...
İki dönem milletvekilliği (ANAP) ve üstüne üstlük bakanlık...
Halis sağcı...
Rizeli, Erdoğan’ın hemşerisi...
“1 Mayıs” arifesinde nur içinde yatsın diyemiyorum...
Az çektirmedi işçi sınıfına!

Hâlbuki İstanbul vapurlarının adları Nazım Hikmet, Yahya Kemal,
Orhan Veli olmalı...
Ki bu şehir sevinsin, kanat çırpsın yelkovan kuşları...
Aşiyan’dan her geçişlerinde...
Şad olsun şairlerimizin aziz ruhları!

Ama nerde...
İdris-i Bitlisî aranıp bulunacak...
Ta çağlar öncesinden...
Kürt asıllı halk düşmanı...
Kırk bin Alevi’nin katlinden sorumlu yobaz...
Ve adı Piyer Loti’ye verilecek...
Hem de iktidar tarafından!

Biz de kalkmışız vapur adlarından söz ediyoruz...
Aslında bu işleri dillendirmek siyasilere düşer...
Bilhassa soldan yana tavır alanlara...
Ancak onların da işleri başından aşkın...
Artık seçim sathı mailindeyiz...
Ve anketler...
Yayınlanan çalışmalar iyiye delalet...
Daha açıkçası Sultanımızın partisi gidici...
En son yüzde 38 öngörmüşler...
Bu demektir ki hoş geldin koalisyonlar...
Yeni bir devrin başlangıcı...
İşte o zaman Nazımların adını taşıyan vapurlar
salına salına dolaşırlar Boğaz’da...
Desem de inanma...
Çünkü aslan sosyal demokratları biliriz...
Bilhassa yaralı parmağa işemeyen özelliklerini de!
Neyse, hele bir iktidarı görsünler...
Biz yine Emin Kul hazretlerinin adını taşıyan vapura
binmeye devam ederiz...
Ki İstanbul sevenlerine küsmesin, sarıp sarmalasın
tarihsel vefasıyla.

29 Nisan 2015

Dostlarıma objektifimden sevgilerimle...

İyi ki varsınız... Tüm samimiyetimle...
                                                                                                                                                          M.C.

Lalelerin gölgesinde İstanbul

Macit CÜNÜNOĞLU
29/04/2015 08:41

 

 
 
İlkbahar İstanbul’a uğramıyor...
Birdenbire yaz...
Hem de öyle bir hızlı giriş yapıyor ki...
Giysiler kısa kollu, millet denize.
Demek ki yazılanlar doğru; mevsimler değişti...
Sorumlusu teknoloji midir, tanrı mıdır?..
Bilemem...
Fakat İlkbahar’ı görmeden yaza dalmak hiç de hoş değil...
En azından insandaki romantik duyguları öldürüyor...
Veya yaşanmasına izin vermiyor.
Hâlbuki ne hayâllerim vardı...
Sevgililer yapıp şiirler yazacaktım...
Hepsi boşmuş...
Kızgın güneşin altında aşk yaşanmaz ki...
Hele bu yaştan sonra!
Neyse, daha fazla geç olmadan İlkbahar’ı elbette yakalarız...
Acısını çıkartırız o zaman!

Şaka bir yana...
Dün Burgaz’daydım...
Yine her zamanki gibi güzel, alımlı...
Erguvanlar açmış...
Renkleri Destina’nın dudağı...
Çiçekten, böcekten ev sahibi Sait Faik anlar...
Vardım yanına, sarıldım...
Üç beş sohbet, hâl hatır sormaca...
Merak etmiş gidişatı...
Bir bir anlattım.
Dedim ki “iyi de var, kötü de”...
“Nerden baktığına bağlı”...
“Ben iyimser taraftayım, yani senin tarafında”...
“Bolca sanat, az porsiyon didişme”...
“Hayat su gibi akıp gidiyor, gerisini merak etme!”
Gülümsedi...
“Zaten ben de öyle yaşadım”...
“Yeter ki sürünme, bizim tarafa gelmekte gecikme”
...
“Eyvallah” deyip vedalaştık...
İyi adam Sait Faik...
Günümüzü düşündüm...
Böyleleri yok artık...
Bir Orhan Veli, bir Cahit Sıtkı, bir Behçet Necatigil...
Öyle özlüyorum ki...
Ne kadar samimi, sıradandılar...
İçimize akardı mısraları...
Sevgi olurdu, hasret olurdu...
İnsana dair ne varsa...
Ya şimdi?
Bir başka yaşanıyor dünya...
Baksanıza mevsimler bile değişti...
Iskaladı İstanbul’u İlkbahar...
Yalnız bugün randevum var, Boğaz’da...
Emirgân’da...
Lalelerle...
Mevsim her şeye rağmen İlkbahar!

28 Nisan 2015

Tuz koktu!

Macit CÜNÜNOĞLU
28/04/2015 08:09

 

 
 
Noterdeyim...
Noter badem bıyıklı, emekli hâkim.
Sohbet ediyoruz.
İlk sorum son gelişmeler hakkında;
“Nasıl görüyorsunuz?”...
Cevap: “Tuz koktu!”
Kısa, öz ve net.
Anlamışsınızdır, hukuk sisteminden söz ediyoruz.

Evet, artık adalet saraylarındaki tabelaları değiştirme vakti geldi...
Derhal Kumpas Sarayı olarak düzeltilmeli...
Ben demiyorum...
Devletin en tepesindekilerin arzusu veya tespiti...
İyi de olur hani...
En azından malûmun ilânı doğru biçimde ifade edilir.
Yoksa vatandaş yargı sistemini bağımsız sanacak ki...
Bu da halkı kandırmak olur!

Hâlbuki bu ülkede yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı...
Bırakalım kuruluş dönemini, İstiklâl Mahkemeleri’ni...
Örneğin Nazım ve arkadaşlarını 1938 yılında mahkûm eden
zihniyet ne kadar tarafsızdı?
Aynı şekilde Menderes ve iki bakanını ipe gönderenler...
12 Mart darbesi sonucu üç fidanımızı asanlar...
Ve 12 Eylül faşist düzenini yaratanlar...
Onların hâkimleri, savcıları...
Pek çoğunun eli kanlı değil miydi?

Biz toplum olarak alıştık kumpasa, katakulliye...
Polis siyasi, asker siyasi, savcı siyasi, hâkim siyasi...
N’olacaktı netice?
Alınan kararlar temiz, adil, vicdanımızı yaralamayacak mıydı?
Şimdi de düştük Hayrettin Karaca’nın peşine...
Samanyolu Tv’nin başıymış...
Feto’un adamıymış, öz cümle Paralelciymiş...
Efendim, haksız yere yatıyormuş da, özgürlükleri elinden alınmış da...
Mış mış mış...
Yahu Kuddisi Okkkır’ı ne çabuk unuttunuz?
Adam Ergenekon’un anlı şanlı kasası ilân edildi...
Meğer kıçında don yok...
Onca yıl hapis yattı...
Bir de kanser belâsı...
Neyse ki kimsesizler mezarlığına zıpladı da...
Naçiz bedenini daha fazla sürünmekten kurtardı!

O nedenledir ki bir başkadır benim memleketim...
Hem da baştan aşağı...
Sultanımız bir âlem...
Düşmüş zevkine sefasına...
Sanırsınız imparatorluk ailesi...
Familya da bırakınız orta hâlliyi...
Karun kadar zengin olmayan yok!

Hükümet derseniz, Hayâli Küçük Ali’nin kahramanları
ondan daha şahsiyetli...
Biz de kalkmışız hukuku, adaleti konuşuyoruz...
Yani olmayan şeyi...
Ben size bir şey söyleyeyim mi...
Takmayın kafanızı, dert etmeyin...
“7 Haziran”ı bekleyin...
“Yola devam” kararı çıkarsa üzülmeyin...
Dört yıl daha bekleyin...
Sizi bilmem ama ben yetmişinde olacağım...
Yani yolun yarısı...
Umudun, taze duyguların başlangıcı...
Yine çalıp söyleyeceğiz, meşkler yapacağız, aşklar sevdalar yaşayacağız...
Ve kutsal muhalefeti sürdüreceğiz...
Hırsızlara, hukuksuzlara, uğursuzlara rağmen!

27 Nisan 2015

"Sınırları aşmak"

Macit CÜNÜNOĞLU
27/04/2015 07:36

 





 
 
Fransız Kültür Merkezi’nde bir sergi...
Kars, Gümrü, Ani’nin fotoğraflarından oluşuyor.
Çekenler Ermenistan’dan Zaven Khachikyan ile Türkiye’den Mesut Tufan.
Çalışma 2012, 2013 yıllarında gerçekleşmiş.
Proje; merkezi Lahey’de bulunan Tarihi Adalet ve Uzlaşma Enstitüsü’ne (IHJR) ait...
Serginin adı: SINIRLARI AŞMAK

Gezdim, gördüm, beğendim...
Ve etkilendim...
Nedenine gelince sergi aşağıdaki metinle başlıyor...
Gelin birlikte okuyalım:

Öyle bir sınır düşünün ki insan geçişine kapalı.
Oysa binlerce yıldır ticaret yollarının, göçlerin,istilaların, savaşların
aralıksız gelip geçtiği bu özel coğrafya, birçok sevinç ve acılar paylaşmış.
Soğuk Savaş’ın en zor dönemlerinde bile bir demiryolu geçen bu sınır,
dünyanın nadir kapalı örneklerinden biri.
Sınırın iki yanında yaşayanların ortak bir geçmişi, birbirinden beslenen
zengin kültürleri var.

Fotoğraflardaki gündelik yaşam, sokaklar, insanlar ve mimari kültür izleri,
özellikle Kars’la Gümrü arasında ikiz şehir hissi uyandırıken, iki kent arasında
Ani de eşsiz bir arkeolojik sit alanı olarak karşımıza çıkıyor.

İki fotoğrafçının birbirinden ayrı olarak, farklı zamanlarda çektiği fotoğraflar
arasındaki görsel diyalog, hassas ve insan geçişlerine kapalı bir sınır bölgesinin
karmaşık tarihi yapısını izleyicilerle paylaşıyor.
Sınırları aşmak sergisi izleyiciyi kolay olduğu kadar zor da olan zininlerdeki
sınırları aşmaya davet ediyor.”


Dikkâtinizi çekmiştir; “zihinlerdeki sınırları aşma” daveti...
Ne kadar zor iş, hele de ülkemizde...
Devlet ayrı bir âlem, siyaset ayrı...
Afedersiniz(!) milliyetçilik her kesimde paçadan akıyor.
Ağzını açan Ermenilere çakıyor...
Çete diyen mi ararsınız, hain diyen mi?
Neyse; iflâh olmaz zavallı refkeslerimiz...
Asıl mesele 1915 faciasının aklanması...
Dolayısıyla Talat,  Enver, Cemal paşalar halk kahramanı ilân ediliyor.
Özetle topyekün suçlama, lânetleme...
Nasıl uzlaşacağız, barışı nasıl kalıcı kılacağız bu ülkede?

Düşman bir tane de değil...
Yedi düvel!
Tamam, Esad’ı anladık...
Peşinden Papa, fırçayı yedi, Almanya da okşandı...
Putin’e gelince tısss!
Gerekçe, ülkenin enerji politikası teslim edilmiş Ruslara...
Nükleer santral yükseliyor Akkuyu’da...
Halkımız ise...
Büyüklere masallar ile oyalanmakta...
Bolca Çanakkale maceraları...
Ki dibine kadar yanlış...
Bir de 1915...
Ecdadın işlediği büyük günah...
İllâki temizlenecek!
Nasıl mı?
Cevabı milliyetçiliğin dayanalmaz cazibesinde...
Biz, Müslüman asil Türkler...
Güneş bizim için doğar, dünya bizim etrafımızda döner...
Ya ötekiler?
Sahi, onlar kim?

Son söz: Siz yine de çağrıya kulak verip sergiyi gezin...
Adres belli, final 7 Mayıs...
Açizane tavsiyem, önyargılarınızı kapıda bırakın...
Özgürleştirin  aklınızı...
Ani harabelerine doya doya bakın...
Bir de traverslerinde otlar biten demiryoluna...
Ucu nereye gidiyor...
İnanın, karşıda bir değer var...
Ve bir el...
Korkmayın, tutun...
Özür de dileyin...
Çünkü Anadolu’nun vicdanısın...
Sınırları yıkacak insansın...
Ve alnı ak yaşamayı cahil, popülist politikacılara teslim etmeyecek
kadar da duyarlısın...
Öyleyse “Hodri meydan!”

25 Nisan 2015

Şiirin dünyasından...

 

Şiirin dünyasından...
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
25 Nisan 2015, 14:51
 
Şiir küstü mü?Yoksa biz mi ilgilenmiyoruz?Hâlbuki şiirsiz edebiyat olmaz...
Daha doğrusu şiirsiz hayat yaşanmaz.

Geçenlerde şair bir dostumla karşılaştım...
Şiirlerini bastırmak için yayınevine götürüyormuş...
“Şansın var mı?” diye sordum...
“Sıfır” diye yanıtladı...
Ne kadar acı!..
Ve peşinden ilâve etti...
“Ben Küçük İskender” değilim ki...
Demek ki O satıyor...
Olsun, tek okunsun da kim satarsa satsın!

Bu arada haksızlık etmeyelim...
Nazım hâlâ bir numara...
Ve eskiler: Yahya Kemâller, Necip Fazıllar, Ahmet Haşimler...
Bir de Ahmet Hamdi Tanpınar...
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”  diye sesleniyor yıllar öncesinden.

Gerçekten şiir özel bir lezzet...
Onsuz bakmak, dokunmak, duymak, hissetmek tatsız, yavan.
Sözcükler kristal olup yerleşiyor satırlara...
Az lâf, çok anlam...
Ve özgür, bağımsız, serseri, âşık, devrimci, kavgacı...
Yeter ki dal...
Derinliklerinde kaybolmayı bil.

Şiiri her zaman sevdim...
Bazı satırlar var ki karanfile dönüşüp yüreğime kondu...
Üzerinde yaşanmamış sevdaların kokusu...
Anarşist ruhumu sarıp sarmaladı...
Bazen ışığım, bazen umudum oldu.

Yine de eskilere hasretim...
Bedel ödenerek yazılan şiirler...
Zindanlarda, mahpuslarda...
Güneşi, bulutları, martıları özleyen haykırışlar...
Arkasında acı, gözyaşı...
Ve çelik irade...
Kâğıda dökülen inci taneleri...
Neleri desteklememiş ki...
Gün gelmiş vatan olmuş, yeri gelmiş insan...
Aşkı, sevdayı örmüş ilmek ilmek...
Bir de şarkıları beslemiş...
Melodilerin kanı, canı...
Onunla hayat bulmuş en güzel besteler...
Dilden dile dolaşmış...
Engel, sınır tanımadan!

Evet, şiir eksik olmasın hayatımızdan...
Duygularımızda yaşasın; sevgi olsun, umut olsun...
Kimseye zarar gelmez romantizmden...
Hele de çağımızda...
İki damla gözyaşı dökebiliyorsak insanlık hâllerine...
O zaman değerlisin...
Kıymetini bil dostum.

Ah o şarkılar!

Macit CÜNÜNOĞLU
25/04/2015 09:31

 

 
 
“Bu evde benim bir pardösüm, iki kat elbisem, bir bavulum,
bir radyom, bir buzdolabım var. Bunları Gülfiye'ye bırakıyorum.
Benim evimde birikmiş param yoktur. Emri hak vaki olduğu zaman
Sıraselviler'deki apartmanımın 1, 3, 9 numaralı dairelerinden kiralar alınıp
cenazemin teçhiz ve tekfinine (kefenleme işlemi) sarf edilsin.
Cenaze namazım Nuruosmaniye Cami Şerifi'nde kılınsın.
Merkezefendi'de kabrim hazırdır. Kabir taşımı Gülfiye yaptırır.
Yazılacak şey şudur: Sultanselim Cami Şerifi Başimamı ve
Sultanahmet Cami Şerifi İkinci İmamı ve Hatibi Meşhur Bestekâr
Hacı Hafız Sadettin Kaynak'ın ruhuna fatiha.”


Bir vasiyetname, üstadın...
Söz konusu apartman da “Varlık Kanunu” nedeniyle dara düşen bir
azınlıktan alınmış olup ölümüne kadar kira alınmamıştır.
Gülfiye de bakıcısı...
İlk karısından bir türlü boşanamadığı için evlenmek nasip olmamış...
Hani derler ya; “her hayat bir roman”...
Sadettin Kaynak’ı tanıdıkça sözün ne kadar doğru olduğuna daha
çok inandım.

Dün konserdeydim, Caddebostan Kültür Merkezi’nde...
Organize eden Feneryolu Gönüllü Evi...
Özgürlük Parkı’nın içinde...
Kırk türlü faaliyet, kurslar, geziler vs...
Ortam cıvıl cıvıl...
Bana bile hocalık teklif ettiler...
Katılımcılara fotoğrafçılık öğretecekmişim...
Düşünelim dedim...
Hâlbuki uzmanlık alanım dinlemek, öğrenmek, anlamak,
sanatla hayatla yoğrulmak...
Ve faydalı birey olma doğrultusunda gayret etmek...
Kasmadan, sıradan, sade, basit...
Şikâyete de asla yer yok, bütün mesele hayata gülümseyebilmek...
Ve mutluluğun sırrını keşfedilmek...
İşte, ben buyum!

Amma reklâm yaptım, neyse...
Şef Osman Aksu yönetiminde konser güzeldi, doyurucuydu...
Her ne kadar güneş rakı burcuna girmediyse de...
Benim gönlüm doğuştan sarhoş!
Bir de Sadettin Kaynak eserlerinden seçkiler...

“Ayrılık yaman kelime
Benzetmek azdır ölüme
Kim uğrasa bu zulüme
Gündüzü olurmuş gece...”


Âdeta damar yaptılar...
Kanunda Sezgin Sezer, utta abim Adnan Cününoğlu...
Vurdukça sazın tellerine...
Kopmak ne kelime, uçtum...
Segâhtan nihavende bir yolculuk başladı...

“Bahar bitti, güz bitti artık bülbül ötmüyor
Yâre tel çeke'm dedim tel derdim iletmiyor

Yollar kapandı kardan, turna gelmez diyârdan
Haber çıkmadı yârdan, bu ayrılık bitmiyor...”


Bu arada bir anekdot geldi aklıma...
Selahattin Pınar’a sormuşlar:
“Üstadım siz mi, O mu?”
Elan cevap vermiş...
“O kaynak bense pınar!”

Ruhları şad olsun...
Bu topraklardan ne kaynaklar ne pınarlar gelip geçmiş...
Geriye kalan ölümsüz şarkılar...
Öyleyse hüzzamla yarınları selâmlayalım...
Güzel günler umuduyla...

“Çıkar yücelerden haber sorarım
Solarken dağların gümüş yaldızı
Bilmem neredeyim neyi ararım
Uyanır içimde derin bir sızı...”

24 Nisan 2015

Yüzleş(me)!

Macit CÜNÜNOĞLU
24/04/2015 08:10

 

 
 
Yıl: 1999
Dachau’yu ziyaret ettim, Münih yakınlarında.
Nazi Almanyası’nda açılan ilk toplama kampı (1933).
İzlenimlerimi tahmin edersiniz...
İşkencehaneler, gaz odaları, insan yakılan fırınlar...
Ve elektrikli tellerle kuşatılmış vahşetin dayanılmaz manzarası...
Etkilenmemek elde değil...
Hele bazı fotoğraflar var ki, bakmak için yürek ister...
Örneğin o yıllara ait belgeseli izleyemedim...
Çünkü derinden sarsılmıştım.

Bilirsiniz, “soykırım” kavramı 1948’ten sonra telaffuz edilmeye başlandı...
O da Birleşmiş Milletler kararıyla.
İyi de oldu...
Alman faşizmi 6,5 milyon Yahudi’yi katletti.
Yaşananlar insanlık tarihinin en büyük trajedisiydi...
Hâlâ anılıp yası tutulur...
Maksat unutulmasın, tekrarlanmasın ve belleklere kazınsın.

Peki, Alman toplumunun soykırım karşısındaki tutumu nedir?
İnkârcı mı yoksa “evet, biz suçluyduk” tavrı içinde mi?
Elbette ikincisi, üstelik dibine kadar yüzleşerek!
Ne mutlu onlara ki, medeni cesaret sahibiymişler...
Ve pişmanlıklarını taşıyacak kadar cesaretliymişler.

Ya bizde...
Ne mümkün...
1915’te bir halt yedik...
Büyük çoğunluk arkasında duruyor...
Hem de sağcısıyla, solcusuyla!
Gerekçe, Osmanlı’nın suçuymuş...
Daha doğrusu İttihat-Terakki’nin...
Dolayısıyla Talat-Enver-Cemal paşaların!
Kimi aymazlar da “tehcir”i destekliyor...
Hatta “az bile olmuş” diyen gözü dönmüş yaratıklar var!
Yazık, çok yazık!
İnsan bu yapılanları gördükçe umutsuzluğa kapılıp
ülkenin geleceğinden şüpheye düşüyor...

Ve Almanya, Almanlar geliyor aklıma...
Hâlbuki biz Türkler Kürtler uzaydan transfer olmadık...
Elbette Osmanlı günahlarıyla, sevaplarıyla ecdadımız...
Ve bir suç işledik...
Adı ne olursa olsun...
İster “soykırım” deyin ister “büyük felaket”...
Bütün mesele vicdan sahibi olmak...
Ve 1,5 milyon Ermeni’ye ne olduğunu merak etmek...
Tarafsız kaynaklardan araştırıp öğrenirseniz gerçeklere ulaşırsınız...
Yoksa iktidarın tuzaklarına düşersiniz...
Neymiş efendim, “arşivleri açalım”...
Aç babam aç, senin arşiv diye açtığın mezbelelikten çıkacak belgeler
Aksaray’daki tuvalet kâğıdı kadar değeri bile olmaz...
Çünkü tarihle yüzleşmek için öncelikle yürek ister...
Bir de yüce ahlâk...
İnsanlığın ortak değerlerinden daha fazla nasiplenmek...
Ve yaşanan dramdan ders alıp pişmanlık duymak için...
Gerisi de hikâye!

Yine de geç değil...
Yüzyıl yalanla yaşadık...
Ermeni’yi, Rum’u, Yahudi’yi, Kürt’ü, Alevi’yi yok saydık...
Eğer çocuklarımıza, torunlarımıza temiz, şeffaf yarınlar bırakmak istiyorsak...
İşte fırsat...
Obama’nın ağzına bakmakla yürümez bu işler...
Tüm dünyaya haykırmalıyız:
“Evet, suçluyuz ve yüzleşmeye hesaplaşmaya hazırız”...
Yeter ki insanlık bu tür acıları bir daha asla yaşamasın.”

23 Nisan 2015

1915 anısına...




Mahler'in dünyasından...

Macit CÜNÜNOĞLU
23/04/2015 07:44

 

 
 
Yalnızım, odamda sessizlik hâkim...
Ve gözlerim kapalı...
Hazırım...
Mahler dinleyeceğim; 5. Senfoni'sini...
Romantizm ile modernizm arasındaki en büyük bestecinin eserini...
Aslında Mahler orkestra şefi...
Fakat besteleri yok mu?
Yaşam ile ölüm korkusunun işlendiği, yalnızlığı ve kuşkuyu
ilmek ilmek ören melodileri...
Hepsi müthiş, hepsi birer şaheser!

Mahler diyor ki, “Benim asıl değerim ölümümden sonra anlaşılacak.”
Haklı çıkıyor...
“Derinlikten yoksun ve uçarı” olarak eleştirilen besteci, ölümünden
yarım yüzyıl sonra keşfedilip hak ettiği ilgiyi görüyor.
Aslında sanatçının on dokuzuncu yüzyılda başlayıp yirminci yüzyıla
sarkan ilginç bir yaşam öyküsü var...
Sanatıyla ne Nazizme yaranmış ne komünizme...
Alman faşizmi kara listeye almış...
Sovyetler de bestelerini “bencilliği övücü, devrimin ruhuna aykırı
ve burjuva”
olmakla itham edip tümden yasaklamış...
Bak şu Ruslara?
N’olacak Ortodoks düşünce tarzı; muhafazakâr, romantizme kapalı!

Hâlbuki Mahler’in 5. Senfoni'si ruhu kalıcı yönde etkileyen tuhaf bir eser.
O da yaşamından kaynaklanıyor...
Çünkü bu eseri bestelerken aşk, mutluluk, acı, ölüm (10 kardeşini yitirmiş)
hastalık gibi akla gelebilecek her şeyi yaşamıştı...
Bir de güzeller güzeli Alma’ya sevdalanması...
Kız 22, besteci 42 yaşında...
Üstat ne yaşarsa müziğine yansıtıyor...
Artık notalar O’nun en zengin ifade aracı...
Ve aşkına kavuşması...
Cenneti eserde “adagietto”ya dönüşüyor.

Anılarında geçer, Dostoyevski’den aktarmıştır Mahler:
“Nasıl mutlu olabilirim herhangi bir yerde tek bir canlı acı çekerken”...
Yüreğe, düşünceye bakar mısınız?
Hele de günümüzde...
Popüler kültürün kuşatmasıyla giderek çirkinleşen dünyada...
Bir Mahler olabilmek, bir 5. Senfoni’yi üretebilmek kolay mı?

Evet, hay huyla geçiyor ömrümüz...
Hele siyaset, seçimler...
Sanki dünyanın merkezi...
Hâlbuki hayat hızla akıp gidiyor...
Ve şair diyor ki: “Hayat sen ne verdiysen odur”...
Bugün 23 Nisan...
Güzel günlerde, sanatla yoğrulacağımız dünyada...
Güneşe, aydınlığa kavuşmak umuduyla...
Çocuklarımıza, torunlarımıza, yarınlarımıza...
MERHABA...
Bayramınız kutlu olsun canlarım...
İyi ki varsınız...
Sevgiyle, saygıyla...

22 Nisan 2015

Çaresizliğin dayanılmaz hâlleri!

Macit CÜNÜNOĞLU
22/04/2015 07:45

 

 
 
Beyannamelerle seçimler start aldı...
AKP malûm yolda...
CHP gündemin ortasında...
HDP sürpriz peşinde...
MHP 3 Mayıs’ı beklemekte.
Kısaca her şey kıvamında...
Hem de ilk kez...
Yıllardır seçimleri izlerim...
Bu kez partilerin vaatleri ilgi çekiyor, tartışılıyor...
Ne güzel...
Nihayet seçmen odaklı bir seçime tanık olacağız.
Çünkü oylar artık aslanın ağzında...
Popülizm, vesayet, din, mezhep, milliyet bir yere kadar...
Geldik mi aş iş meselesine...
Sallamayla, üflemeyle toplum bir yere varmıyor...
Ve aç köpek cami duvarını deliyor...
İşte Akdeniz...
Masmavi sular göçmen mezarlığı...
Umudun, ekmeğin peşinden koşan insanlar  ölüyor...
Gurur duy kapitalizm...
Tüm bu trajediler senin!

Aslında sorun demokrasi...
Bu bağlamda rejim...
Hele ülkemizde...
Hastalıklı, arızalı, başkanlık sistemine endeksli...
Bir de özerklik özlemleri...
Üstelik AKP iktidarında tehlikeli mecralara sürükleniyoruz...
Manzara ürkütücü...
Ve seçimler bıçağın sırtı...
Bu koşullarda kime oy vereceğiz?

HDP mi?
Baştan belirteyim...
Benden paso...
Bu saatten sonra ne solculuk ayaklarını yerim, ne özgürlük raconunu...
Ne de Kandil’in, İmralı’nın şemsiyesi altına girerim...

MHP derseniz...
Hesabım var...
Unutmadım yitirdiğim yoldaşlarımı...
Hâlâ rüyalarıma girer Maraşlar, Çorumlar, İpekçiler, Tüetengiller,
Doğanaylar, Kemal Türklerler...
Ve daha niceleri...
Ergenekon’a yakın benden uzak dursunlar!

Ya AKP...
Aman tanrım, henüz bunamadım...
Yoksa nasıl bakarım torunlarımın sıfatına...
Ayrıca ne demiş atalarımız...
“Söz konusu insanlık ise gerisi teferruattır”...
Dolayısıyla hâlâ yola devamsa patolojik bir durum var toplumda...
Stockholm Sendromu mu dersiniz, hırsız düşkünlüğü mü?
Netice itibariyle her ikisi de aynı kapıya çıkar...
Yaşayıp göreceğiz!

Geldik mi CHP’ye...
Kürkçü dükkânı mı desem, Mor Çatı mı?
Sopayı  yıllarca ye, şimdi gel de sığın!
Ayrıca hiç sevmem Baykal’ı, Tekin’i...
Anlaşıldı yine kıracağız elimizi...
Neyse, feda olsun bir oyumuz...
Tıpış tıpış sandığın yolunu tutacağız...
Gene de siz bilirsiniz...
Herkesin oyu kendine...
Varalım seçimlerin keyfine!

21 Nisan 2015

Sanatsal Limanlar!

Macit CÜNÜNOĞLU
21/04/2015 07:20

 

 
 
Pazartesileri iple çekiyorum...
Dünkü gibi...
Adres Erenköy, Kazım Karabekir Kültür Merkezi.
Faslın kralı, musikinin zirvesi...
Kimler yok ki...
Üstatlardan kurulu nefis bir saz heyeti...
Utlar, kanunlar, ritim sazlar...
Neyde Aydın...
Ve enerji patlaması; şeflerimiz Serfiraz ile Figen hanımefendilerden...
Çalışmaya Bahar’ın buğulu sesi de eşlik edince...
İyi geldi...
Hem de öylesine ki...
Yorulduğumu, sıkıldığımı fark ettim...
Kirli siyaset, seviyesiz politikacılar, sığ ideolojik yapılanmalar...
“Aman tanrım!”...
“Dünyam bu mu?” dercesine...
Neyse ki imdadıma sanat yetişti...
Bir nefes, oksijen, hayatın akışı içinde bir mola...
Ve huzurlarınızda Bimen Şen:

"Yüzüm şen hatıram şen meclisim şen mevkiim gülşen
Dilim şen hemrevim şen hem serim şen hemdemim ruşen
Nasıl şen olmasın gönlüm bu bezm-i iyşu iştrette
İçen şen söyleyen şen dinleyen şen, yar ü ağyar şen”


Nurol üstat...
İyi ki varsın, iyi ki yaşamışsın...
Ve Ermeni olmana rağmen Türk musikisine yüzlerce eser kazandırmışsın...
Hem de başyapıtlar.
Öylesine ki...
Fasıl dediğimiz saz heyeti senle başlar, senle coşar, senle biter...
Örnek mi...

"Al sazını sen sevdiceğim şen hevesinle
Çal söyle benim şarkımı sevdalı sesinle

Ben dinleyeyim ağlayayım gizlice böyle
Çal söyle benim şarkımı sevdalı sesinle”


Ve daha niceleri...
Özetle dün coştum duruldum...
Hüzünlendim ağladım...
Hep Bimen Şen vardı...
Dört bin yıl öncesinden sesleniyordu yüreğime...
Enderûnî Vasıf Bey’in sözleriyle...

“Bensiz ey gül gülşen-i âlemde mey nûş eyleme
Andelîb-i aşkını hasretle hâmûş eyleme
Gönlümü sahbâ-yı hicrânınla bîhûş eyleme
Her ne cevr eylersen et ahdı ferâmûş eyleme”
...

Artık Pazartesileri adresim belli...
Fasıldayım...
Ve popüler siyasete arkamı dönüp hayatımı yaşayacağım...
Dostlarım musikişinaslarla birlikte; başrolde Bimen Şen...
Arkasından Kemanî Sarkis, Tatyos Efendi derken...

“Her gece semâda ararım seni
Yıldıza mehtâba sorarım seni
Mestâne ağlayıp anarım seni
Girersin rûyama sararım seni
Gonca zannederim koklarım seni
Sînemde can gibi saklarım seni”


şarkısını terennüm ederek yüzyıl öncesine, 1915’e bakacağım!

20 Nisan 2015

Tehlikenin eşiğinde!

Tehlikenin eşiğinde!
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
19 Nisan 2015, 13:41
                           
 
 
Kabil kardeşi Habil’i öldürüyor...
İlk katil...
Kabil çiftçi, Habil çoban...
Aralarındaki husumet çıkar kavgasından olsa gerek...
Yoksa durduk yere kardeş kardeşi öldürür mü?

Teolojik masalların penceresinden Ortadoğu’ya bakıyorum...
Milyonlarca cinayet, katliam...
Coğrafya kıpkırmızı, kan gölü...
Ve insanlık vahşet dolu manzarayı izliyor...
Pişkinlikle mi desem, ibretle mi?
Fakat savaşların, çatışmaların ardı arkası kesilmiyor.

Evet, Ortadoğu talihsiz...
Hâlâ dinsel, hâlâ mezhepsel kavgalar var.
Sanırsınız Ortaçağ dirilmiş, yeniden sahneleniyor...
Başrolde tarikatçı, cemaatçi örgütler...
Gözler dönmüş, eller kan içinde...
Adem ile Havva’nın oğlu Kabil’in izinden gidiyorlar!

Yazık, Dünya bu savaşlara “dur” der mi?
Sanmam, her ülkenin heybesinde bin bir hesap, pazarlık...
Hele yanı başındaki ülkemiz...
Esad açıkladı, Suriye’nin kuzeyindeki yerleşim bölgelerini
El-Nursi ele geçirmiş, El-Kaide uzantısı örgüt...
Sorumlusu olarak T.C. iktidarını işaret ediyor...
Ankara da yalanlıyor...
Onca tır macerasından sonra hangisine inanırsınız...
Esad’a mı, Davut’a mı?

Evet, bir belâ ki...
Ortadoğu menşeili...
Adım adım yaklaşıyor...
Hizbullah, Hamas, IŞİD kılığında her an içimizde...
Ve iktidar mutlu, muzaffer!
Hatta öylesine ki...
Yarattığı tehlikeyle gurur duyacak kadar!

Keşke “7 Haziran” seçimlerinde gönlümüzden geçen sonuçları
alabilsek de, kötü gidişe “dur” diyebilsek...
Yoksa ülkemiz anaforun ağzında...
Arap dünyası kaynıyor...
Ve bizleri içine çekmek için can atıyor.
Türkiye Müslüman âleminde tek güneş...
Dolayısıyla düşmanı çok...
Dertleri M. Kemâl’den miras parlayan ışığı söndürmek...
Hâli hazırda Arapların işbirlikçileri on üç yıldır iktidarda...
Bastırıyorlar...
Güney sınırlarımızda kanlı terör örgütleri cirit atıyor...
Cambaz yayın yapıyor Ankara’dan...
Seçim arifesinde seçmenimiz doya doya seyretsin diye!
Aman dikkât!

19 Nisan 2015

Türk seçmeni yakalar!

Macit CÜNÜNOĞLU
19/04/2015 07:33

 

 
 
Seçimler Türk filmine benziyor...
Başı belli sonu belli...
Hele kahramanları, Allahlık Ali Bey...
Rol kesmekte ellerine kimse su dökemez...
Bir kuple Dümbüllü...
Kopya vermiyorum; kimin kime benzediğini tahmin edersiniz...
Bir kuple de Pişekâr...
O da ana muhalefetin lideri...
Kültürlü mü kültürlü...
Sallamakta birinci!

İyi de yapıyor...
Asgari ücret bin beş yüz...
Beleşçiye sekiz yüz lira...
Ohhh!
Memleket memleket değil...
Dilenciler cenneti!

Fakat yalandan kim ölmüş?
Demokrasi, özgürlük vaat eden bir numara...
Üstelik on üç yıldır iktidarda...
Ulusal gelir yirmi bin dolara çıkıp ülkemiz birinci lige terfii edecekti...
Hepsi masal...
Dünya sahnesinde olduk madara!

Yine de seçim heyecanı tüm hararetliyle sürüyor...
Ayrıca bu denli politik toplum yeryüzünde yoktur herhâlde...
Cami avlusundan, okullara siyaset eksik olmuyor...
Ya Emniyet...
Tarafsız olması gereken adaletin ilk ayağı...
Canımızı, malımızı, namusumuzu teslim ettiğimiz kurum...
Mübarek kolluk gücü değil, Paralelci karargâhı...
Ah Fethullah ahhh!
Sen yok musun?
Okul mokul dershane ayağıyla tüm ülkeyi ele geçirmişsin!

Tabii zor iştir temizlemek...
Sultanımız sabah akşam uğraşıyor ama...
Sülalesine bereket, Paralel kenar devletin kalbine işlemiş...
Kökünü kazımak ne mümkün?
Aslında müstehak...
Yıllarca yatağa gir...
Bir hırsızlık, rüşvet vakası (17-25 Aralık)...
Silkele at...
Yemezler...
Fuat Avni kılığında saldırırlar...
Ki O muhterem ortaklığın kara kutusu...
Ne açıklamalar, ne ifşaatlar...
Döktürüyor...
Âdeta geleceğin yol haritasını çiziyor...
Kesin sonuç...
Öngörüleri anketçilerden, falcılardan, kahinlerden etkili...
Aslanım benim...
Ne de olsa Amerikalı, Pensilvanyalı...
Bir yakalasam öpeceğim yanaklarından!

Neyse, uzatmayalım lâfı...
Herkese iyi pazarlar, moda  deyişle “kendinize iyi bakın!”...
Kalın sağlıcakla.

18 Nisan 2015

Erguvanlar

Macit CÜNÜNOĞLU
18/04/2015 08:20

 

 
 

“Gemiler geçiyor penceremden
Yalnızlık el sallıyor
Güvertelerden
Martılar beyaz ve yırtıcı
Ve yorgun bu anlaşılmaz
Seferlerden”


Yeşim Salkım “Erguvan” şarkısından sesleniyor...
İnsan farkında olmadan siyasete öyle bir gömülüyor ki...
Ömür denilen hediye hay huyla çürüyüp gitmiş.
Yazık, çok yazık...
Hâlbuki bu mevsim erguvan zamanı...
Nisan ayındayız, Mayıs’a el sallıyoruz.
Bizans imparatoru geçiyor gözlerimin önünden...
Ve İstanbul...
Yalnızca hükümdarın giydiği mor pelerin...
Bu renk bütünleştiğim kentin simgesi olmuş.


Biliyorum, insanın çoğaldığı yeşilin azaldığı topraklarda yaşıyorum...
Gene de tek tük erguvanlar boy gösteriyor...
Yahuda’nın kendini astığı ağaç...
İsa’ya ihanet etmiş...
Ve beyaz çiçekler utancından morarmış!
Dinsel tarih işte; teoloji...
İster inan ister inanma...
Ancak kulağa hoş geliyor, üstelik romantik...
Sevgi var, ihanet var, mahcubiyet var...
Sanki aşkı tarif ediyor!


Öyleyse yola çıkmalı...
İstikâmet Adalar, prenslerin diyarı...
Erguvanlar, begonviller, mimozalar beni bekliyor olmalı...
Randevum var...
Ayrıca söz verdim, Tayyip’i Davut’u götürmeyeceğim...
Ayrıca ne işleri var oralarda...
Kırsın bacaklarını saraylarında otursunlar...
Hem kötülük, fenalık Heybeli’de, Burgaz’da üretilmez ki...
O mekânlar Yesari Asım’ın, Gürpınar’ın, Sait Faik’in...
Aşkın, sevdanın, şarkıların iklimi hâkim...
Bir de kan kırmızısı şarap...
Kucak açmışlar...
Hüzzam şakılar eşliğinde O'nlarla buluşacağım.


Cami yaptıracaklarmış Büyükada’nın tam orta yerine...
Vah, vah...
Hristiyan, Yahudi mahallesinde tespih, takke satmak bu olsa gerek...
Kim bilir Aya Yorgi ne üzülmüştür...
Şimdiden gözlerindeki nemi, yüzündeki hüznü görür gibiyim...
Hele bir varayım Adalar’a...
Ayrıntılı raporumu takdim ederim değerli dostlarıma...
Elbet martılar da olacaktır, erguvanlar mimozalar da.

17 Nisan 2015

AB'nin gölgesinde...

Macit CÜNÜNOĞLU
17/04/2015 09:19

 

 
 

Gerçeği kabullenmek zor iştir...
İnsanın içini acıtır, bir de çıkarlarını zedeliyorsa
bin bir dereden su getirirsin...
Yeter ki haklı çıkasın.
Psikolojide “savunma mekanizması” diyorlar...
Herkesin, her kesimin bolca ürettiği...
Bu konuda sevgili Murathan Mungan’ın hoş tespitini
daima hatırlarım...
Der ki: “Bu ülkede herkese yetecek kadar bahane vardır.”
Evet, biz Türkler haklı çıkmayı çok severiz...
Çünkü insanlık bizimle başlar, tarihimiz öylesine eskidir ki...
Muazzez İlmi’ye hanımefendiye göre taaa Sümerlere kadar uzanır...
Kızılderilileri saymıyorum bile...
Onlar daha dünkü hikâye!

Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın brövesi aklıma sıkça takılır...
Üzerinde kuruluş tarihi olarak M.Ö. 209 yazar...
Breh, breh...
Göktürkler, Uygurlar, Orhun Kitabeleri M.S. altıncı, yedinci yüzyıllar...
Ne diyelim, Allah akıl fikir versin resmî tarih yazıcılarına...
Saçmalığın bini bir para!

Ermeni meselesi de öyle...
Papa’dan sonra Avrupa Birliği’de “soykırım” dedi...
Ve arşivlerin açılmasını talep etti...
Kimden?
Tabii taraflardan, T.C.’den, Ermenilerden...
Komşuyu bilmem ama bizimkilerin ne yapacağını,
nasıl davranacağını az çok kestirebiliyorum...
Yaygaraya başladık zaten, hem de su koyuverircesine!
İlk işimiz Hocalı katliamının hesabını sormak...
Yüzyıllık trajediyi çözeceğiz ya...
Ayrıca Batılıların aklına da şaşarım...
Minareyi çalan ortada belge bırakır mı?
Geçiniz bunları efendim geçiniz...
1915 Balkanların rövanşıydı...
Asil Türk milleti topraklarına el koydu...
Ermenileri kökünden kestik!

Gelelim “özür” meselesine...
Bu konuda şunu bilir şunu söylerim...
Yeryüzünde her türden millet özür diler de...
Türkler asla...
Dersim hariç, onun müsebbibi CHP...
Başı ezilmesi gereken zararlı varlık!

Artık top Sultanımızda...
Mutlak otorite...
İç, dış bilumum bakanlıklar ondan sorulur...
Yakında çıkar sahaya...
Bir çuval inciri b.k etmek pahasına!
Haydi hayırlısı...
Yalnız başarılı olacağı kesindir...
Çünkü kurnazdır, kıvraktır...
Üstelik vicdan sahibi Müslüman’dır...
Aynen Uludere’de olduğu gibi!

16 Nisan 2015

1915 Sahne-i Fecai

Macit CÜNÜNOĞLU
16/04/2015 06:58

 

 
 

1915 üzerine yorum yapmak hassas iş...
“Soykırım” derseniz Orhan Pamuk oluyorsunuz...
Ki ülkeyi dar ettiler adama...
O da çareyi ABD’ye göç etmekte buldu...
Ne de olsa can tatlı...
Aynı felâket Nazım’ın da başına geldi...
Ellilerin başında kaçtı, gurbette öldü...
Ne kadar hazin!
Velev ki “soykırım yok” dediniz...
Bu kez karşınıza insanlık sorunu çıkıyor...
Bu toprakların öz evlâdı 1,5 milyon Ermeni nerde?
Niçin öldüler, neden göç ettiler?
Ayrıca evleri, işyerleri, topraklarına ne oldu?
Daha doğrusu kimlerin eline geçti?
Tapu senetleri asla yalan söylemez...
Ama kim araştıracak, kim ortaya çıkaracak...
Hepsinden önemlisi kim inanacak?

Evet, ortaya koskocaman bir yüzleşme sorunu çıkıyor...
Bizim hiç sevmediğimiz iş...
Veya çarpıtıp tam tersinden okumak...
“İki gözüm önüme aksın ki masumuz, hatta karşı taraf suçlu!”
Dedim ya, tarihin acı gerçeklerinden hoşlanmayız...
Ret kültürüyle yoğrulduk...
Ne de olsa Baltacı Mehmet’in torunlarıyız...
Aktarılan çadır hikâyelerine aptallık derecesine varan saflıkla inanırız...
Katherine’nın dayanılmaz cazibesine, komutanın uçkur düşkünlüğüne...
Aşna fişne numaralarına...
Osmanlı’nın yenilgisine katiyen toz kondurmayız...
Kahrolsun Ruslar, Çariçe’nin pasaportuyla girdiler asil kanımıza!

Tehcir meselesi de öyle...
Kanunun altında Osmanlı’nın mührü...
“Kesin, biçin, sürün”...
Emir büyük yerden, proje Alman patentli...
Adı: “Arka Bahçe Temizliği”...
Hamidiye Alayları'nın ruhu tazelendi...
Bastırın Kürtler...
Hedefte Ermeniler...

Eti sizin kemiği bizim...
Dağılın Türklerin rüzgârı esiyor...
“Asya’dan dörtnala gelip bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim”
diye sesleniyor Nazım Hikmet...
Bu ülkenin tescilli komünisti, vatanseveri...
Gerisini siz düşünün!
O’na da kıyamam ama...
Çok çekti millî şairimiz, üstelik enternasyonal!
Neyse, özet olarak biz böyleyiz...
Ecdadımızın şanlı tarihi(!) ile övünür, günahlarımızı kedi misali kapatırız.
Ve hiçbir şey olmamışcasına dünyaya haykırırız:
“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız!”...

Meraklısına not: Allah rızası için birazcık objektif tarih...
Bir küple vicdan, eğer gerçeklerden utanmayıp yüzleşecek
yüreğimiz, cesaretimiz varsa!

15 Nisan 2015

Hortlayan Ludizm!

Macit CÜNÜNOĞLU
15/04/2015 07:26

 

 
 

Bilinen hikâyedir...
On dokuzuncu yüzyılın başları...
İngiltere’de Ned Ludd adlı işçi işsizliğin sorumlusu gördüğü
makinelere saldırır...
Ve önderliği kitleselleşip yaygınlaşır...
Artık geriye dönüş yoktur...
Düşman makinalardır, dolayısıyla teknoloji.
Mücadele tarihe “Ludizm” olarak geçer...
Bir başka deyişle “işsiz kalma korkusu”...
Ne trajik durum...
Düşünsenize Sultanımızın devrildiğini...
Çılgın projelerin kahramanı, Ortadoğu’nun lideri...
İstikrarın sembolü, dilenciler ordusunun hamisi...
Millî iradenin yegâne temsilcisi...
Yıkıldı gitti...
Vah vah!...
N’olacak milletin hâli?

Dikkât ediyorum...
Yakında seçimler var...
Fakat seçmenin çoğunluğu Ludist...
Yüreğinde korku, ruhunda telaş...
Tanrının lütfu giderse aç kalacak!
Yine vah vah!
N’olacak milletin hâli?

Öyle bir derde düştük ki...
Adamın alternatifi yok...
Sanırsınız allame-i cihan...
Lâkin kök salmış, gideceği yok...
Arkasında tarikat, cemaat, imam, müezzin...
İcraatları ise bilcümle zarar ziyan!

Son zamanlarda kafasını takmış nükleere...
Akkuyu teslim edildi Putin’e...
Bedeli 22 milyar...
Sinop da Japon’a...
Vay babam vay...
Ülke kuşatıldı radyasyon ile boydan boya!

Bir de Papa konuşmaz mı...
“Ermeni soykırımı vardır.”
Bizimki kem küm, mırın kırın, mütekabiliyet vs.
Karnından konuşan bülbül!
Ah canım ülkem...
Bu hilkat garibelerinin elinde ne hâllere düştün?

Son söz olarak da memlekette Ludizm hortladı...
16 milyon Yeşil Kartlı, 2 milyon Suriyeli...
Sadakamız kesilecek diye gurur duyuyor Sultanımızla...
İyi mi?

14 Nisan 2015

HDP üzerine...

Macit CÜNÜNOĞLU
14/04/2015 09:26

 

 
 

HDP konusunda yorum yapmak netameli iş...
Çünkü desteklesen bir türlü...
Desteklemesen başka türlü...
Nedenine gelince partinin genel başkanı Selahattin Demirtaş
usta politikacıların söylemiyle “bizden biri”...
Şirinlik abidesi, sevimli mi sevimli...
Ağzı lâf yapan, samimi, dürüst, üstelik saz çalan...
Kısaca arkasından gidilecek şahsiyet.
Bir de cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı oy...
Hemen hemen yüzde 10...
Öyleyse mesele kalmadı...
Bastır oyunu HDP’ye rahat et!

Acaba?
Bu işler bu kadar basit mi?
Tamam, Selo iyi hoş ama ya özgür iradesi, bağımsız aklı, inisiyatifi
kimlerin elinde?
İmralı’nın mı yoksa Kandil’in mi?
Veya her ikisinin mi?
Bence “evet”...
Ortada yetmişlerden gelen dev bir örgüt var...
Otuz yıl savaşmış, binlerce kayıp vermiş...
Adı “solcu” özü “milliyetçi”...
Başında APO...
İdealleri Kürdistan...
Ama her şeye rağmen!

Boş verelim demokrasi palavralarını...
Barışı, yurttaşlık haklarını...
Biri tramvaydan inip Aksaray’a girdi...
Kürtçü kardeşim de PKK şemsiyesi altında
baraj derdine düştü!
Türbanlı, şeriatçı, aşiretçi, tarikatçı HDP’de...
Martaval gani...
Assolist Selo...
En büyük yardımcısı Sırrı Süreyya...
Av peşindeler...
Batı’da solcu, Doğu’da cemaatçi...
Senaryo-Reji: İmralı...
Prodüktör: Kandil...
Var mı artıran...
Söz konusu olan “demokrasi” değil...
Yüzde ON...

Ben yokum, en azından kendi adıma...
Çünkü klasikçiyim...
Bach dinler Balzac okurum...
Arada sırada manzaraya bakar teşhisi koyarım...
Ki “dinciler ile milliyetçilerin” raksı daha da ballanıp içime sinsin diye!

13 Nisan 2015

Tarihe not düşmek!

026
Macit CÜNÜNOĞLU

İktidar partisinin kurucu dörtlüsünden Mehmet Ali Şahin
baklayı ağzından çıkartmış:
“Nihayetinde AKP’nin de bir ömrü vardır.”
Farkına varıp itiraf etmesi ne güzel…
Beklenen açıklama, hatta geç kalmış!
Evet, siyaset uzun erimli mücadeledir…
Ki bu ülkeden kimler gelip geçti?

Örneğin yıkılmaz sanılan Demokrat Parti
Yüzde 57’liri gördü…
Devamında Demirel’in Adalet Partisi
İktidarlarıyla selefini solladı…
Ve Özal’ın ANAP’ı…
Çağ açan, hırsızlığı yolsuzluğu köşe dönmeciliği kurumsallaştırıp
esen rüzgâr…
Hepsinin üzerinden millî iradenin silindiri geçti…
Ve yüksek huzurlarınızda; tarih sahnesine şapkadan çıkan Erdoğan
Arkasında darbeler, 28 Şubat…
Günümüzün, son on üç yılın görülmemiş felâketi…
Bir türlü baş edilemez sanılan…
2023’lere, 2071’lere projeler yapan…
Cumhuriyet’in kazanımlarını parçalayıp pazarlayan zihniyet…
Ne demiş kurmaylarından Şahin:
“Bizim de bir ömrümüz vardır.”

Hele şükür…
Ancak onca kötülükten fenalıktan tahribattan sonra
nasıl çıkacağız aydınlığa?
Yüzlerce İmam Hatip, binlerce Kur’an kursu…
Cemaatler, tarikatlar, dört bir taraf Hizbullah, El-Kaide, IŞİD, İhvan, Hamas…
Hepsinden önemlisi de iktidarın yerini alacak parti nerde?

CHP mi?
Asırlık çınar…
Yıllara meydan okuyan miras…
Cumhuriyet’ten, M. Kemal’den kalan nadide varlık!
Naturasında az porsiyon milliyetçilik, bolca statükoculuk, mebzul miktar solculuk…
Zor dostum zor…
Yıkılanın yerine yenisini koymak…
Hele de devrimciyi, radikali arayıp bulmak…
Bu çağda, bu coğrafyada, bu dünyada…
İran gibi onurlu olmak…
Direnmek, dik durmak, Batı’yı dize getirmek gerçekten zor!
Hele ki CHP ile…
Son söz olarak: “Yüzde 25 alsın, üstü sizde kalsın” dersem kızar mısınız?

12 Nisan 2015

"Milletçe alkışlıyoruz"

Macit CÜNÜNOĞLU
12/04/2015 09:07

 

 
 
İyi slogan...
Zaten alkışlamaktan başka bir şey de elimizden gelmiyor.
Yine de seçim arifesi CHP zihniyetine göz atmakta fayda var...
Ki birileri kazara da olsa okur, feyz alır!
Öncelikle uç örnekleri eleyip ortalamaya bakalım.
Birincisi partide kemikleşmiş atalet mevcut...
İkincisi kronik mızmızlık genel atmosferi yansıtıyor...
Üçüncüsü karikatür kıvamında bir modernizm algısı var...
Dördüncüsü müfredat milliyetçiliğiyle sosyal demokrasiyi
ayırt etme konusundaki kafa karışıklığı had safhada...
Beşincisi ve sonuncusu da; şımarıklık düzeyinde seçkincilik,
çocuksu bir cumhuriyet ütopyası vs...
Örnek mi?
Bakınız düşük genel başkan Deniz Baykal profili ve benzerleri!

Evet, alkışlayalım...
Hırsızlığı, yolsuzluğu, çürümeyi, kanunsuzluğu...
Reklâm filmi iyi, kurgu başarılı...
Yalnız endişelerim var, bu üslûp adrese ulaşır mı?
Yani seçmenin kalbine, vicdanına, zihnine...
Ya bir de ters teperse!
Neden olmasın?
Halkımızın eğitim seviyesi belli...
Algılama düzeyi malûm...
Oy verdiği parti ortada...
İcraatlar neticesi saraylar, saltanatlar yaratılmış...
Nükleer enerji kapıda...
Demokrasinin belkemiği muhtarlar(!) Ankara’da...
Kısaca her şey yolunda, güllük gülistanlık...
Tam zamanında Lale devri de yetişti...
Biricik CHP’mizin propaganda filmi dönüyor ekranlarda...
Yoksa altmış beş yıl sonra...
İktidar mıyız?

Lâkin anketler yok mu?
Geleceği okuyan, neticeyi önceden bilen kâfirler...
AKP’ye yüzde 45...
Bize yüzde 25 diyorlar!
Canım sıkılıyor canım!
Yine mi?
Bıktım muhalefetten, sürünmekten...
İktidar istiyorum artık...
Ve alkışlıyorum doya doya...
“Kimi mi?”
Ah bir bilebilsem...
Kendimi tiyatroda sanıyorum...
Sahnede haramiler...
On üç yıldır kapalı gişe...
Figüranlar bizim takım...
İlerliyoruz gündüz gece...
Nereye mi?
Ah, onu da bir bilebilsem!
Keşke “7 Hairan”da perde kapansa da...
Yirmilere gidip bu ülkeyi yeniden kurabilsek...
İnsanca, uygarca...
Karanlığın beslenip yaşayamayacağı bir dünyayı...
Benimkisi de hayâl işte!

10 Nisan 2015

Âmin!

Macit CÜNÜNOĞLU
10/04/2015 09:04

 

 
 
Vaziyet anlaşıldı...
“7 Haziran”a kadar seçimle yatıp kalkacağız.
Haklıyız da...
Çünkü ülkemiz için hayat memat meselesi...
Bir nevi referandum...
“To be or not to be” durumları...
Öyle bir belâya çattık ki...
Atsan atamıyorsun satsan satamıyorsun!
Adam muhtarlarla toplantı yapıyor...
Dilinde milletvekili sayısı...
Sanırsınız parti başkanı...
Koyu bir siyaset söyleminden medet umuyor!

Paçaları tutuştu mu ne?
Ne dersiniz?
Bu aralar kimle konuşsam iktidardan şikâyetler had safhada...
“Körler sağırlar” platformundan söz etmiyorum...
Cami avlularından, şadırvan diplerinden...
Yaptığım gezilerde sıkça uğradığım mekânlar...
Tabii abdest alıp namaz kılmak için değil...
Maksat halkımızla hasbihal olsun...
Ayrıca da dilim şişmesin!
Gün boyu gez gez, bir yere kadar...
Arada bir kaynatmak da lâzım...
Ki vatandaşın politik nabzını sağlıklı tutalım!

Sonuç itibariyle seçmen görünümlü dindar kesim bile
hâl ve gidişattan memnun değil...
Demek ki on üç yıllık saltanat hafiften hafiften sallanmaya başladı...
İyidir iyidir...
Melunlar çok çektirdiler...
Hem de öyle böyle değil...
Tüm değerlerimiz alt üst oldu...
Hırsıza “hırsız” diyemez hâle geldik.
Ayrıca yaşanılan korku...
Az buz değil...
Ya itibarsızlık?
Maydanoza dönmüş dış politikanın esiri olmak...
Ve taşınılan pasaportun değersizliği...
İşte manzara, işte netice...
“Van minut” rüzgârı da bitti...
Esad dimdik ayakta, İran onurlu direnişinin meyvelerini topluyor...
Mısır’da işler yolunda, Irak Kürtlerin önderliğinde toparlanıyor...
Ya biz...
Merak etmeyiniz; az kaldı...
Son aldığım istihbarata göre Obama abim bizimkinin fişini çekti...
Anlaşılıyor ki “Karanlık çağ” sona eriyor...
Ve “7 Haziran” akşamı perde kapanıyor...
Bir daha açılmamacasına!

09 Nisan 2015

Hayatımız Tiyatro!

Macit CÜNÜNOĞLU
09/04/2015 09:43

 

 
 
Hep yazar söylerim; ideolojiler çağı sona erdi...
En azından günümüzde popülerliği kalmadı...
Elbette istisnalar dışında...
Örneğin AKP ile MHP...
Hâlâ “dava” partileri...
İlki dinci, ikincisi milliyetçi...
Bu sonuca nerden mi vardım?
İlân ettikleri milletvekili aday listelerinden.
İdeolojik dokularına sadık kalıp sızmalara müsaade etmemişler.
Be nedenle de siyasal mücadeleleri takdir dâhi edilebilir...
Ki doğru olan da bu...
Parti politikalarına uygun adayları bulup seçmek...
Aferin ikisine de...
En azından taraftarlarını şaşırtmadılar!

Gelelim CHP ile HDP’ye...
Onların da listelerini gördük...
Tam bir cümbüş!
Yok yok!
Ne ararsan var...
Güya her ikisi de solcu...
Emekten, demokrasiden, ilerlemeden, özgürlükten, eşitlikten yana...
Gel gör ki tarikatçı, toprak ağası da orda...
Ülkücü, İslâmcı da...
Dolayısıyla hoş değil, samimi hiç değil...
Bir anlamda siyasal kurnazlık...
Ki yakışır bu topraklara!

Halkımız da sever...
O da kurnazdır, sağ gösterip sol vurana da...
Sol gösterip sağ vurana da itibar eder!
Yeter ki âli menfaatlerine halel gelmesin!

İşte böylesi koşullarda seçimlere gidiyoruz...
Tartışmaların odağında baraj meselesi...
12 Eylül faşizminin artığı yasa...
Maalesef 33 yıldır yürürlükte...
Bu arada herkes demokrat, herkes özgürlükten yana...
Lâkin iş partisel çıkarlara gelince...
Yaşasın engelleri koyan zihniyet!

Zor iştir bu ülkede vatandaş, seçmen olmak...
Çünkü iyiyi, güzeli, doğruyu seçmek kolay değil...
Siyasetin belkemiği kurnazlık...
Aksesuarları bolca lâf cambazlığı...
Yüreğinden konuşan insan sanki tedavülden kalkmış...
Yüzlerde maskeler...
“Al birini vur öbürüne” diyeceğim ama...
Arkamda M. Kemal...
O’nun aşkıyla bir yerlere kutsal oyumu atacağım...
Pişmanlık duaları eşliğinde!

07 Nisan 2015

Sıcağı sıcağına!

Macit CÜNÜNOĞLU
07/04/2015 19:15

 

 
 
Su çatlağını buldu...
Ekmelettin Efendi MHP’den aday oldu!
Hâlbuki cumhurbaşkanlığı seçiminde susmuştuk...
İçimize sindirememiş, bağrımıza taş basmıştık.
Hatta kan kusup “tıpış tıpış” oy vermiştik...
Maksat sultanımızın hevesi kursağında kalsın...
En azından yüzde elliyi görmesin diye...
Ancak nafile...
Beyaz Türklerin protestosu yüzde kırkı görmemizi bile engelledi...
RTE Usta da muradına erdi!

Neyse, geldi geçti...
Gelelim Umut Oran, Hurşit Güneş, Faik Tunay’a...
CHP bu, ne yapsa yeridir...
Hacılar, hocalar baş tacımız...
Bekaroğlu favorimiz...
Sağcılık moda, solculuk out...
Kırmızıçizgi yemiş üç genç elemanımız!

Ayıptır, günahtır beyler...
Partiyi uçuruma sürüklüyorsunuz?
Elde var yüzde yirmi altı, hedefte yüzde otuz dört...
Tayyip’in ilk çıtası...
Bir de Dimyat hikâyesi...
Bilirsiniz; bulgur ile pirinç ilişkisi...
Eee...
Nereye varacak bu işin sonu?

Elbette ön seçime eyvallah...
İyi yaptınız...
Çıkan sonuçlar millî irade...
Yedi yüz bin üyenin oyu boru değil...
En azından seçim öncesi partisel hareket...
Silkinme, umutlu coşku...
Baykal’da aradan sıyrılmış ama varsın olsun!
Özgürlüktü, keyifliydi...
İlk defa necip halkımızın güvenine mazhar oldunuz...
Az şey mi?

Fakat can sıkmakta üzerinize yok...
Hatta bir numarasınız...
Özellikle heves kırmakta, iştah kaçırmakta...
Gel de halef selef Bihlun ile Gürsel’e gönül rahatlığıyla oy ver...
Yok arkadaş yok...
Benden buraya kadar...
Gidiyorum...
“Nereye?”...
“Nereye olacak canım, solcuların karargâhı HDP’ye”...
“O ne?”
“Seçim bölgemdeki ikinci aday türbanlı”...
Hem de Demirtaş’ın ardında!

Demek ki bu seçimde de rahat yok...
Fena hâlde rahatsızım, huzursuzum...
Oy verecek parti arıyorum...
Bilen, gören, tavsiye eden varsa iletilerinizi
posta kutuma bekliyorum!

Hayırlı yolculuklar!

Macit CÜNÜNOĞLU
07/04/2015 08:38

 

 
 
Şiddet, nefret, öfke, kan, gözyaşı...
Ne ararsanız var.
On üç yılda öyle bir hâle geldik ki...
Artık hiçbir olay şaşırtmıyor bizleri.
Adliye basılıp savcı katledilmiş...
Suçlu: Cüppe!
FB
otobüsü saldırıya uğramış...
Normaldir...
Avukatlar mahkemeden atılmış...
Olağan, ne olacaktı yani?

Yalnız teşhisi doğru koymakta yarar var...
Peşinen söyleyeyim; Sultanımız korkuyor.
Nedenine gelince; ya ağır geçirilen çocukluk yılları...
Ki bir nevi adı konmamış travmalar...
İkincisi de biat kültüründe yetişmenin doğal refleksleri...
Sorgulamadan yaşamak, empati kültüründen beslenmemek...
Ve hepsinden önemlisi de düşman yaratmayı siyaset zannetmek...
Tamamı birleşince ortaya patolojik vaka çıkıyor...
Tek adamlık, diktatörlük hevesleri, gölgesinden korkar hâle gelmek...
Yoksa iki üç binlik korumalar niye?

Hâl böyle olunca ortaya ürkütücü manzaralar çıkıyor...
Yaşanması, dayanılması zor bir memleket...
Bu gerçeği anlamak için de trafiğe bakmak bile bazen yeterli olabiliyor...
Boş verin Konfüçyüs’ü, Voltaire’i...
Toplumları tanımak için diline, müziğine bakmak lâzımmış...
Geçiniz efendim...
Çılgın Türkleri direksiyon başında görün...
Nasıl kahramanlar, nasıl kuralsızlar...
Meydan onların...
Büyük çoğunluk kaba saba küstah, üstelik kurnaz...
Ters yola girip efelenenler öylesine çok ki...
Sanırsınız herkes sultan!

Bizimki de öyle değil mi?
Batı orda duruyor, pusulaya gerek yok...
Hayır olmaz...
İllâki Arap çöllerine sefer düzenleyecek...
Sanırsınız doğuştan Vahhabi...
Bağnaz, yobaz, hoşgörüsüz, baskıcı zalim...
Bir de kibirli...
Demokrasi ürkütüyor...
“İleri” dediği aslında geri...
Anladığı “sandık”...
Yoksul, yalınayak halkını dinle afyonlamış...
Türettiği medya, zengin kadroları arkasında...
İlerliyoruz işte...
Kaptan köşkünde O...
Bu kulunuzun elinden de; Kasımpaşa Turizmin değerli yolcularına
“hayırlı yolculuklar” dilemekten başka çare gelmiyor...
Ne yazık!

06 Nisan 2015

Hayâller dünyasından...

Macit CÜNÜNOĞLU
06/04/2015 07:25

 

 
 
“Devrimden sonra”...
Mustafa Kenan Aybastı filmi...
Yazıp yöneten...
2011 yapımı...
Sosyalist dostum Facebook’a koymuş...
Merak edip izledim...
Doksan beş dakikalık...
Hayâl dünyası işte...
Ruhuma iyi geldi.

Güya Türkiye’de devrim olmuş...
Hem de sosyalist...
İşçi sınıfı iktidara el koymuş...
Tabii üretim araçlarına da...
Fabrikalara, topraklara...
Nurlar içinde yatsın Ecevit...
Yetmiş üç seçimlerinin temel sloganıydı:
“Toprak işleyenin su kullananın”...

Olmadı işte, yemediler...
Ayrıca sermaye sınıfı o kadar dangalak mı, örgütsüz mü?
Şıp diye elindekini teslim etsin!
Ancak rüyalarımız, hülyalarımız yok mu?
Öncelikle çağdaşımız CHE’ye aşıktık...
Lenin, Mao, Enver Hoca önderimiz...
Fidel derseniz...
Bizden biriydi...
Hatta Kaddafi bile kadrodaydı!

Ne de olsa 68 kuşağıydık...
“Mahir, Hüseyin, Ulaş...
Kurtuluşa kadar savaş!”

Vay yavrum vay!
Ya şimdi...
Yirmi birinci yüzyıla ulaştık...
Ve köprülerin altından o kadar çok sular geçti ki...
Ne sosyalizm kaldı ne de devrim hayâlleri.

Artık küresel kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Birey olmayı fark ettik, altta kalanın canı çıksın.
Tek geçerli akçe; “serbest piyasa ekonomisi”...
O da rekabete dayalı, vahşi mi vahşi.
Okullar özel, sağlık özel...
Devlet tüccar zihniyetin elinde...
Satış var satış...
Yok mu ihaleye katılan?

Yine de romantikmişiz...
Ağır bedeller ödememize rağmen.
Devrim yapacaktık...
Nazım’ın dediği gibi “yârin yanağından gayri her şeyde
beraber olacaktık”
...
Fırsatınız olursa söz konusu filmi izleyin...
Pişmanlık duymazsınız...
En azından toprağa verdiğimiz genç fidanlara selâm göndermiş olursunuz...
İyi çocuklardı, sağlamdılar inanmışlardı...
Güneşli günlerdi...
Ve hepsinden önemlisi de UMUT vardı...
Ya çağımızda?
Çaresizlik, ağır bunalımlar, çürüyen değerler...
Ve yüksek huzurlarınızda Diktatör aday adayı ve iktidarı...
Lânet olsun!

05 Nisan 2015

Pazar güncesi

Macit CÜNÜNOĞLU
05/04/2015 07:53

 

 
 

Sabahın ilk ışıkları...
Beethoven dinliyorum...
Op. 109 Piyano Sonatı...
Müzikte romantik dönemi başlatan eser.
Peşinden 3. Senfoni...
Avrupa’ya demokrasi getirdiği için Napolyon’a adanmış...
Eroica olarak bilinir...
Ancak Napolyon imparatorluğunu ilân edince geri almış.
Ne de olsa çılgın dâhi!

Mozart, Haydn’la birlikte anılır...
İleri yaşlarında sağır...
Fakat 9. Senfoni yok mu?
Avrupa Birliği Marşı olarak hatırladığımız...
Devrimci ruhun tüm ögelerini taşır.
Beethoven’le yaşayıp bütünleşmek insana soluk aldırır...
Özellikle kirli dünyamızda...
O bir yetenek, âdeta güneş...
Eserleriyle gezegene yayılan özgürlük ateşidir...
Yeter ki notalarına sığın...
Keşfet, asla pişman olmazsınız.

Lâkin gündemimiz “sokak”...
Artık izinsiz adım atamayacağımız...
Tepemizde İmparator, elinde dumanı tüten Terör Yasası...
Mesele yine özgürlük...
Hem var hem yok...
İsteğe bağlı...
Zihniyet korkak ve de karanlık...
Halkın direnişine tahammül kalmamış...
Eldeki kadro Kefenliler Ordusu...
Yedek güç Yeşil Kartlılar...
İstikâmet sandık...
Yirmi milyon oy suyun içinde...
Al sana “İleri demokrasi!”

Tuhaf günlerden geçiyoruz...
Üstelik seçim arifesinde!
DHKP-C taşeron firma...
İktidarın ekmeğine yağ sürüyor...
APO barış havarisi...
Ortadoğu’ya projeler üretiyor...
Ülke parsel parsel satılıyor...
Saraylarla, uçaklarla donatılmış saltanat...
Keyif çatıyor...
Bense 3. Senfoni’yi dinliyorum...
Günlerden Pazar...
Beethoven’in Napolyon’a hediye edip geri aldığı eserini...
Ve yolculuğa çıkıyorum...
İçsel dünyama...
Ne demiş Kafka:

“Dışarıya kapanmak esasen içeri açılmaktır.
Huzur mu istiyorsun?
Az eşya, az insan."


İyi pazarlar efendim.

04 Nisan 2015

Kim bilir?

 

Kim bilir?
Macit CÜNÜNOĞLU
macitcununoglu@gmail.com
04 Nisan 2015, 17:21
                           

“Kim bilir bu gidişin dönüşü olacak mı,
Ah, nasıl yollarına bakacağım, kim bilir
Ufkumda batan güneş bu sabah doğacak mı
Kalben ne kadar dertli olacağım, kim bilir?”


En nihayetinde arabeske düştük...
Çok yaşa Kibariye...
Tayyip’i sevsen de...
Mahzuru yok...
Seni çok seviyorum kız...
Romanların en tatlısı, en delikanlısı...
İyi ki varsın...
Yap bir damar...
Gönüllerimiz hoş olsun.

Siyaset yordu...
Hele ön seçim falan derken...
“7 Haziran”a şunun şurasında ne kaldı?
AKP eriyormuş...
“Duyda inanma”...
CHP düşüşte MHP yükselişteymiş...
“Acaba”...
HDP barajları yıkmış...
“Ciddi misiniz?”
Evet, evet...
Türkiye solu, hatta Kemalistler Kürtlere yaslanmış...
“Ne güzel”...
Desene, ülkemiz ileri demokrasi yolunda hızla ilerliyor...
Artık Tayyip düşünsün...
Dar edeceğiz saraylarını...
Yok öyle sandık numaraları...
Bir de millî irade saçmalıkları...
Geliyoruz be abem...
Zincirleri kıra kıra!

“Kim bilir, kim bilir, kim bilir, kim bilir
Beklemeye tahammül gösterecek mi gönlüm?”
diyor Kibariyem...
Haklı...
Dile kolay...
On üç yıldır azaptayız...
Hatta işkence, kanayan yürekler...
Çile...
Ya çare...
Var var...
Merak etmeyin...
Adı: UMUT...
Yaşam sevinci, kaynağımız...
Her şeye rağmen M. Kemal’in partisi...
Hâlâ çıkış yolu...
Abdurrahman Çelebi’nin padişah olduğu memlekette...
Deyin ki “keçi”...
Öyleyse koyalım bir Kibariye...
Keyfimize bakalım...
Ne dersiniz?

Kayahan

Macit CÜNÜNOĞLU
04/04/2015 11:00

 

 
 

“Yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz.” 
diyor Kayahan ve...
Parantez kapanıyor, sonsuzluğa erken başlayan yolculuk...
Güle güle Usta, seni unutmayacağız...
Artık “Odalarda ışıksızız”...

Evet, pop müziği bir yıldızını kaybetti...
Özellikle besteci kimliğiyle ölümsüz eserlere imzasını attı.
“Yemin ettim bir kere” dedi...
Ve daha neler...
Kayahan aşkın, sevdanın bestecisiydi...
Yazdıkları duygulu, romantikti...
68’lerden geliyordu...
Bir dönemin, bir kuşağın sesiydi.
Samimi, derin, bir o kadar da yürekleri sarıp sarmalayan.

Şarkılarıyla çok yolculuk yaptım...
Hele “canım sıkılıyor canım” parçasına defalarca gözyaşlarımla
eşlik ettim...
“Yemin ettim bir kere”  diye bulutlara haykırdım...
“Beni anlamadın”ın sözlerine sığınıp pişmanlık çukurunda
günlerce çırpınıp durdum...
Bir başkaydı Kayahan...
Nilüfer O’nunla bütünleşmişti...
Çağlayan gibi bir ses...
Duru, pırıl pırıl...
Kalbimi teslim ettiğim şirin kadın...
Ah, keşke iyiler ölmese...
Yaşasalar uzun uzun...
İnsanlığa güzellikler hediye etseler asırlarca...

Fakat kanser belâsı yok mu?
Her ailenin nasiplendiği canavar...
Yıkıp geçiyor...
Geriye kalan paramparça sevgiler...
Ve çocuklar...
Ve dayanılmaz acılar, çaresizlikler!

Özleyeceğiz Usta...
Bestelerini de, sesini de...
Bir başka lezzetti seni dinlemek...
İnsan olmanın zarifliğini dile getiriyordun...
Müzik sanata dönüşüyordu notalarında...
Melodilerin içten gelen bir dua..
Belki tanrısal, belki kozmik...
Beynimde hâlâ şarkıların...
“Atın beni denizlere” diye mırıldanıyorum...
Martılar eşlik ediyor yalnızlığıma...
İyi ki Kayahan’ı tanımışım, eserleriyle sırılsıklam
aşklar yaşamışım...
Güle güle can dostum...
Selâmlar söyle cennetine...
Işıkların eksik olmasın...
Elbet bir gün buluşuruz...
Yolumuz aynı; senin yolun, sevgiden yana.