bir şair vardı, öğretmen

05 Ekim 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

      "Gel tezkere gel"

 
 
Hoşgeldin “62 nokta 84”…
İşte reel siyasetin gerçeği; % 49,83 AKP + % 13,01 MHP
Eşittir: % 62,84
Ülkemizin kaderini belirleyen oran!
6 Eylül” tezkeresine yansıyan: 320 EVET, 129 RET
Vay benim memleketim!
Ya muhalefet: Alayı “yüz yirmi dokuz” kişiden oluşan zevat!

Ülke yanmış, yoksul halkımız savaşın eşiğindeymiş…
Kimin umurunda kim takar?

İlhan Şeşen’in güzel bir parçası var; “Neler oluyor bize?
Sahi neler oluyor canım ülkemize?
Mahkûm olduk yüzde altmış iki nokta seksen dörde…
Ah sevgili Aziz Nesin…
Farkında mısın, tespitin çoktan egale edildi…
Altmışı tamamda, iki seksen dört caba!

İki ara bir deredeki arkadaşlarımla zaman zaman karşılaşırım…
Çoğu dürüstçe ifade eder; son seçimlerde oy vermişler MHP’ye.
Dertleri baraj altında kalıp daha fazla güçlenmesin(miş) AKP!

Ne diyelim; zavallı hâllerimize gülüp ağlayalım mı?
Her şeyden önemlisi MHP’ye güvenip yola çıkılır mı?
Elbette eski defterleri açıp karıştıracak değiliz…
Hiç unutmadık acı tarihimizi ve faşizm yollarına döşenen kan güllerini…
Amma ve lâkin biliyoruz ki; MHP uzun zamandır iktidarın stepnesi!

Varsın olsun, asla yadırgamadık…
Türbanda gördük asil davranışını, Uludere katliamında şahinliğini.
Yakışır MHP’ye, siyasî yelpazenin oynak şempanzesine!

Ya aydınlar?
İnternet sitelerindeki köşelerini CV olarak kullananlar…
Zarf atıyorlar iktidara…
Ne olur beni de, beni de al!”…
Fırsat bu fırsat, Suriye macerası yüksek huzurlarınızda…
Bıkıp usanmadan yazıyorlar; “Yeni Ankara”nın kudret ve egemenliğini!
Şam’da kahve içip Mescid-î Aksa’da namaz kılacaklarmış…
Ne diyelim, bir devir gelecek; yanaklarınızdan öpecek bu ülkenin namuslu sesi.

Bu arada evvelsi gün Sultanahmet meydanındaydım…
Vakit öğlen, ezan okunuyor…
Önce camilerin şerefelerinden yükseliyor ses…
Bilâhare Ayasofya minaresi…
Kulaklarıma inanamadım, bağlamışlar dört hoparlör…
Namaza çağırıyor müezzin!

Sabah umutluydum…
Ya akşam?
İçimde hüzün.
Savaşın çığlıklarını duyuyorum Ankara’dan...
Mevsim hazan…
Rüzgâr esiyor okyanustan…

Bastır” diyor Türkiye…
Bedel ödenmiştir…
Aksın kan…
Gitsin halk çocukları…
Toprağa düşsün fidanlar!

Gel tezkere gel”…
Sen yalnız AKP ile MHP’nin kararı değil…
İnsanlığın, barışın düşmanısın!
 
Macit CÜNÜNOĞLU

         Bataklığa sürüklenirken...

 
 
Kılavuzu karga olanın…”

Evet, beş yurttaşımızı kaybederek açılışı yaptık…
Haydi hayırlısı, bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek?
Fakat yaşananlar sürpriz olmadı, hatta geç bile kaldı.
Nedenine gelince; şirazeden çıkmış bir anlayışımız var…
Sağa sola sarkan, üstüne vazife olmayan meselelere teşne!

Ayrıca kendi iç sorunlarımız yetmiyormuş gibi bir de bölgesel sıkıntılara bulaşmak.
Hangi aklın ürünüdür, neye hizmet eder, sonuçları hayra alamet midir?
Hesap kitap yapmadan varsa yoksa liderlik havalarıyla afra tafra!
Bu durumda aklımıza gelen ilk soru; “hangi çağdayız arkadaş?

Tamam, iç siyasette alışkanlığa dönüşen efelenmeler prim yapıyor…
Hem de fazlasıyla… Ki oy’lar dayandı yüzde elliye.
Ne demokrasi kaldı ne çağdaşlaşma ülküsü!
“4+4+4”ler üzerinden geleceğin plânları yapılıyor…
Tek gaye; yeni nesilleri dindar kızlarımızı türbanlı yetiştirmek!

Hadi, buna da eyvallah!
Lâkin ne istersiniz komşudan, daha da ötesi Mısır ve Libya’dan?
Demokrasi ihraç ettiğinizi mi sanıyorsun?
Allah aşkına, olmayan bir şeyin ihracı görülmüş müdür?
Yoksa siz hayâl mi pazarlıyorsunuz?

Çünkü çok sever ABD, yeryüzündeki biricik dostumuz!
Yat der yatar, kalk der kalkarız, asla bir emrini ikiletmeyiz…
Yalnız bugün değil, bin dokuz yüz elliden beri emrine amadeyiz!
Kore’de biz, üzerinden yarım yüz yıl geçti; Afganistan’da biz!
Bizim yaptığımız gözleri yaşartan dostluk gösterisi, vefakârlığın zirvesi!

Yeni görevimiz Suriye semalarına açılıp Esad denilen kâfirin icabına bakmak!
Nasıl olsa insan hayatı ucuz ülkemizde!
“Şehitler ölmez…” nidaları eşliğinde evvel ezel postalarız cennete!
Ayrıca şerbetliyiz, otuz yıldır iç savaşın içindeyiz…
Elli bin gencimizi gömdük toprağa, nice ocakları söndürdük…
Yine de savaş naraları atmaktan geri durmayız…
“Barış” denilen kavram ruhumuza o kadar uzak o kadar yabancı ki!

Anlıyorum, tarih yazmak istiyor sultan…
“Van minüt” dedi bir kez, dokuz kayıplı “Mavi Marmara”nın dumanı tüterken...
Sıraya girdi Akçakale…
Kim vurduya gitti beş can, teyakkuzdayız bu kez!

Tanrım, akıl fikir ihsan et…
Acıma Ankaralı efendilere, yoksul halk çocuklarına acı…
Türk, Kürt, Arap fark etmez…
Ağlamasın analar, kan olup akmasın gözyaşları.
İnsanlığı savaşlardan uzak tut…
Tez zamanda devir diktatörleri…
Türk, Kürt, Arap fark etmez…

Barış ihsan et dünyaya, göster ilâhi adaletini…
Çünkü kapitalizm denilen bataklığın içinden insanlık çıkmaz!

 
Macit CÜNÜNOĞLU
                    "soL"

 

 
 

Günlük gazeteler kervanına katılan “soL” ilginç sloganıyla dikkat çekiyor;
Halka yalan söylemek suçtur”…
Ne kadar haklılar, peki altmış yıldır yalancıları baş tacı eden seçmene ne demeli?
Hele sonuncusu?
Sistemin altını üstüne getirdi, zam üstüne zam, ne iç politika kaldı ne dış,
harala gürele geçip gidiyor ömürler…
Yine de oy’u durmak bilmiyor, ha bire yükseldikçe yükseliyor!

Evet, yeni çıkan soL gazetesi yakın geçmişi hatırlatıyor…
Kadıköy-Karaköy vapurunun değişmez yolcularını ve ellerindeki gazeteleri.
Başta Cumhuriyet, devlet-î âliyle yaşıt, beyaz Türklerin vazgeçilmezi.
Çetin Altan’lı Akşam; soldan esen sert rüzgâr.
Bunalımlı yıllara damgasını vuran Yeni Ortam, peşinden Politika!

Anılar öylesine zengin ki…
Boşa geçmemiş hayatlar, DP-AP-CHP-MSP-MHP-ANAP-DYP-DSP fark etmez…
Alayına muhaliftik, hiçbir şey bulamazsak kendi kendimizle kavga ederdik!
Huy işte, yanlış anlaşılmasın, bireyden değil solun rahatsızlıklarından söz ediyorum…
Dün de kırk parçaydı bugün de!

Eminönü vapurundaydım dün, çoğu yolcunun elinde “soL”.
Gururlanmadım dersem yalan olur, hatta birazcık da umutlandım…
Ne de olsa siyasetimizin özünde saflık ve masumiyet var!
Olur mu olur, bakarsınız tirajı yüz binlere ulaşır!

Kadro sağlam, baş rolde sosyalist Erbil Tuşalp…
Yıllandıkça değerlenen Korkut Boratav…
Tombaladan meclise transfer, İlhan Cihaner…
Ege’nin, gavur İzmir’in asi çocuğu Oğuz Noyan…
Üç-beş sanatçı, eee daha ne olsun?

Bence bu gazete tutar…
Başta yalan-dolan yokmuş, pireyi deve yapmayacaklarmış…
Her şeyden önemlisi patron medyası olmayacaklarmış…
Bir de ırkçılığa asla prim vermeyeceklermiş (kimi kastettiler acaba?)…
Doğal olarak emekten, işçiden yoksul köylüden alın terinden yana olacaklarmış…
Helâl olsun valla, bu devirde sosyalizm pazarlamak…
Her babayiğidin harcı değil ama elbet bir bildikleri var!

Peki etkilenir mi Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Aydınlık ve diğerleri?
Çünkü bu saydıklarımın tamamı aynı kulvarın yolcusu…
Soldan yana düşünce üretip okur peşinde koşuyorlar!
Çünkü çağımızda bağımsız gazeteyi yaşatmak zor mu zor!

Bilhassa belli bir tirajın altına düştü mü, başlar tehlike çanları çalmaya…
Kolay iş değil Emin Usta’nın Sözcü’sü olup sağa sola efelenmek…
Sosyalizm ciddiyet, güvenirlilik ister…
Tarihsel geçmişi vardır, başarılarla doludur serüveni…
Her ne kadar yıkılsa da mabedi, Kuzey Kore ile Küba’da zaferlere koşar!

Yine de diğergamlığı elden bırakmadan başarılar dileyelim “soL”a…
Sosyal demokrasinin yerlerde süründüğü ülkemizde…
Bakarsınız necip halkımız sahip çıkar devrimci gazeteye…
Ve değerli yazar kadrosu iktidardan kurtuluş formüllerini tek tek sıralar…
Tez zamanda, meselâ 2071'den önce karanlıklardan aydınlığa çıkarak haykırırız dünyaya;
"İmkânsızı iste gerçekçi ol", sen çok yaşa Che Guevera!


.
Macit CÜNÜNOĞLU

            Geliyor Sultan!

 
 
Bay RTE’nin önlenemeyen yükselişi sürüyor…
Ve doğal olarak da CHP’nin düşüşü!
Tuhaf ama gerçek, hükümet zamların gazına bastı mı oyları tırmanışa geçiyor.
Valla helâl olsun ustalara, her iktidara nasip olmaz böylesi marifet!

Demek ki derdini iyi anlatıyor…
Ki popülerliğini yitirmiyor!
Ya da göz boyama sanatında üzerine yok…
Kolay iş değil yoksul halkı ezerek puan toplamak!

Bu aşamada muhalefetin durumu beni ilgilendirmiyor…
Yüzde 20 olsa ne olacak yüzde 26 olsa ne değişecek?
Mühim olan iktidarın izlediği politikalar.

Televizyonda iki gün üst üste izledik hünkârımızı…
Ne yalan söyleyeyim, hasbama yakışıyor liderlik, tek adamlık!
Sorgucu gazetecilerde derslerine iyi çalışmışlar…
Kaymaklı kadayıf türünden sağlam sorular yönelttiler.

Cevaplarında vakur ve emindi sultan…
On binince kez; “Esad gidecek” dedi!
Bu arada Putin’e, Çin’e, İran’a çattı…
Ve Obama ile olan dostluğunu bir kez daha ilân etti!

Ayrıca üstüne basa basa zamların müjdesini verdi…
Ulusal ekonominin bir trilyon dolara yelken açtığını…
Geleceğin yıldızının Türkiye olacağını…
Güçlü lider, güçlü devlet” modelinin süratle realize edileceğini…
Vesaire vesaire!

Tüm bu verilerden sonra anlaşılıyor ki; gidişat iç güveyisinden hâllice…
Bizim gibi münafıklar da istediği kadar çırpınsın…
Neymiş efendim; “ülkenin ekseni kayıyormuş”…
Laiklik elden gidip demokrasi golü yiyormuş”…
Tek adam, tek din, tek mezhep, tek ırk” olur muymuş?
I ıhhh! Ne desek nafile, yarınları belirliyor millî irade!

Zaten geriye kalan yüzde 48’inde bir anlamı kalmadı…
İnsan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet, evrensel hukuk”…
Sabahtan akşama sıralayıp duralım, alayı boş lâf…
Bu ülkede tek bir hakikât var; o da Recep Tayyip Erdoğan!

Çağımız hayâller, çılgın projeler çağı.
Tarihe geçmek istiyor sultan…
İmam-Hatiplerden yükselecek yüzyılın kadroları…
Dindar olmayan tek bir kişi vatan toprağında barınamayacak!

Kubbelerin altından yakalayacağız aydınlığı…
Biat etmeyene yaşam hakkı olur mu?
Yaşasın Neo-Osmanlılık, Yaşasın Padişahımız…
Feda olsun sana canlarımız!

Madem kulluğa ricat…
İndirelim tabelâlardan Cumhuriyet’i…
Olmayan demokrasiye by by!
Safları sıklaştıralım; yarın ulusal kongremiz var…
Atanacak kurmay kadroyu selâmlamaya hazırlanalım…

HAZIR OL!
Geliyor S U L T A N!
.
Macit CÜNÜNOĞLU

      Dolmabahçe'den Neşet'e...

 
 
Padişah Abdûlmecid’den mirâs…
Başlangıcı:1843-Bitimi: 1856
Sponsor: İngiltere Krallığı
Miktar: 300 bin altın!
Adı: Dolmabahçe Sarayı

Mekândaydım bugün…
Kırk yıldır İstanbul’da yaşayan vatandaş olarak bir utandım ki…
Sormayın gitsin; “Nasıl ıskaladım böylesi yüksek saltanat ve eseri?”
Osmanlı göçüyor, çağ on dokuzuncu yüzyılın ortası…
“Endüstri devrimi” dünyayı aydınlatıyor.

Sığmıyor sultanımız Topkapı’ya…
Ne de olsa ataları; Fransız, İngiliz saraylarını görmüş…
Yakışır mı padişaha gecekonduda yaşamak?

Âlelacele kredi, mimarlar Balyan ailesi…
Kondur Boğaz’a sarayı…
Adı olsun Dolmabahçe!

Hem de ne dolma?
“Barok-Rokoko-Neoklasik” tekmili birden…
Haşmet, azamet akıyor mimariden…
Savaşlardan yorgun düşmüş halk…
Duvarlarda tablolar…
Osmanlı’nın dillere destan zaferleri…
Varak kaplamalar helâlardan taşıyor!

Detayları yazmaya gerek yok…
Gezip görenler bilir…
Otuz altı padişahtan altısı yaşamış sarayda…
Bir de M.Kemal!

Son nefesini verdiği odayı gördüm…
İçim sızladı!
Nasıl sızlamasın ki…
İngilizlerden alınan 300 bin altının son taksiti 1954’de ödendi!

İşte tarih böyle bir şey…
Yalnızca saltanatları, kahramanları yazar!
Ya halk, ya ezilen yoksullar…
Adı her neyse; köle, serf, reaya, işçi, köylü, memur ne fark eder…
Kutsal mekânlardır saraylar…
Bir dönemi temsil eder!



 XXXVII. sultanımızda Dolmabahçe’de
Üçte biri çalışma ofisi, Ankara’nın İstanbul ayağı.
Çok merak ediyorum; Abdûlhamid’in izinde mi…
Yoksa Vahdettin’in mi?

Gidişata bakılırsa; her ikisinin sentezi.
İmâr işleri tam gaz, satışlara devam, durmak yok ileri…
Necip halkımız destekliyor sarayı, hünkârımızın aldığı kararları…
Yalnız ne hikmetse…
Gezemiyor Dolmabahçe’yi!
Selâmlık 20 TL… Harem…?.. derken…
Golü yemiş doksandan…
Ağlar durur abdalımın arkasından:
“Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor
Hiç bir tabip şu yarama melhem olmuyor
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?”


Not: Nurlar içinde yat Neşet Ertaş…
Sen yalnız Anadolu’nun değil insanlığın sesiydin.
Saygıyla sevgiyle büyük Usta, gönlümüzün sultanı…
Mekânın cennet olsun, Dolmabahçe'ler padişahın!
.