bir şair vardı, öğretmen

30 Haziran 2019

Elma Şekeri

İşte O, bir de zafer işareti yapmaz mı!











2,5 kuruş, nam-ı diğer delikli para.
Çocukluğumuzun efsanesi.
Çoğu zaman sohbetlerin en güvenilir referansı.
Tarihten önceki zamanlarda yaşanmışlıklar onunla anlatılırdı.
Ellili yılar.
Amasya'da ilkokula gidiyorum.
Haftalık harçlığım 2,5 kuruş.
Onunla da küçük bir bardak kırık çerez alıyorum...
Aman tanrım, ne mutluluk!
Bir de okul önlerinde satılan horoz, pamuk şekeri,
en kıymetlisi de elma şekeri var.
Elma şekerinin kabuğu gıcır gıcır parlıyor.
Ancak yoksulluk var, sadece ağzımız sulanıyor.
Kınalı, horoz şeker de var...
Bir de rengârenk macun.
Devrin en favori yiyecekleri.
Şimdi ise kuşaklar kategorize ediliyor...
Acaba hangisine giriyorum?
Ancak torunlarımın "Z" kuşağından olduğunu biliyorum.
Pastahaneden torunlarıma bazen elma şekeri alıyorum...
Bir iki yalayıp masanın üstüne bırakıyorlar.
Zaten gardıropları da tıka basa dolu, ayakkabıları çuvalla.
Vay yavrum vay, nereden nereye!
Bayramlık bir ayakkabı alındı mı sabaha kadar uyuyamazdım.
Demek ki başka bir çağda yaşamışız.
Fakirdik makirdik ama çamurdan oyuncak, kumdan
tepeler yapardık.
Yüzme öğrenmek için kurslara falan da gitmezdik.
Zaten yoktu.
Yeşilırmak ne güne duruyor...
Coşkun sularında kulaç atarken balık tutmayı bile öğreniyorduk.
Siz hiç ılganus yediniz mi?
Nehirlerin kraliçesi.
Yayın balığı diye de bilinir, beyaz eti olağan üstü lezzettir.
Son yıllarda İznik gölünün kenarındaki lokantaların menülerinde

ilk sırada yer alır.
Mangalda şiş olarak yapılıyor...
"Rakı&Balık" ikilisinin vazgeçilmezidir.

Neyse, bırakalım yoksulluk edebiyatını...
Oradan bir yere varılmaz.
Herkesin hayatı kendisine.
Ancak eşitlik meselesi mühim.
Adaletsiz bir toplumda yaşamak ise cehennem azabı.
Kitap diyor ki, "komşun açken tok yatma"...
Sahi, bu mesajı kime gönderiyor?
Şahsen alınıyorum...
Ya dindarlar, ya iktidar?
Haydi canım sen de...
"Bak işine, torunlarından kalan elma şekerini ye!" 
diye bir ses duyuyorum uzaklardan...
Öyleyse müsaadenizle...

Macit CÜNÜNOĞLU

Sevdalar



Bugün Pazar, güne erken başlayanlardanım.

Çayı demledim, balkonda ilk sigaram.
Serçelerle sohbet, kumrularla oynaşma.
Kargalar yanaşmıyor, kedi maması peşindeler.
Ama martılar, penceremin pervazına konuyorlar...
Dertleri beni denize çağırmak ve kulağıma fısıldıyorlar,
"Sakın ha simit almayı unutma."
Etraf yemyeşil, bahçemde palmiye ağacı...
Yoldaşı çamların en güzeli ladinler.
Şimşirler koskocaman, top top...
Köşeden ortanca göz kırpıyor...
Eflatundan mora çalan renkleriyle âdeta gülümsüyor.
Bir de gülümüz var, torunumun en sevdiği renkte, pembe.
Gözümüz gibi bakıyoruz, dokunmak yasak.

Şarkısız, türküsüz hayat olur mu, bu kez farklı bir 
şeyler dinlemek istiyorum.
Gezindim You Tube'da...
Karşıma Musa Eroğlu ile Cem Adrian çıktı.
Musa'yı bilirim de, tuhaf soyadlı bu çocuk kim.
Araştırdım, Yugoslavya kökenli, 1980 Edirne doğumlu.
Kendini müziğe adamış.
Müthiş bir ses, 4,5 oktav, yanık mı yanık...
Yorumuyla nokta atışı yapıyor, hedefinde yüreğim...
Tam isabet.
Şiddetle tavsiye ederim, tanışın, dost olun.
Hele aşağıdaki türküsü içime işledi.
Bağlama eşliğinde nefis bir düet.

"Bana ne yazdan bahardan
Bana ne borandan kardan
Aşağıdan yukarıdan
Yolun sonu görünüyor

Geçtim dünya üzerinden
Ömür bir nefes derinden
Bak feleğin çemberinden
Yolun sonu görünüyor"

Aslında sabahları dokunaklı parçalar dinlemem.
Çoğunlukla oyun havalarını tercih ederim.
Bilhassa Bedia Akartürk'ten.
Dayanamam, çoğu kez kalkar oynarım.
Bir seferinde komşular görmüş, hanıma sormuşlar,
"Eşiniz hep böyle midir?"
O da "evet" demiş, 
"ayrıca siz daha ne gördünüz ki"
Dert etmedim, ayrıca karım yalan da söylememiş.
Ne zaman bir kemençe sesi duysam horona yeltenirim.
Omuzlarımı titretemesem de, gönlümdeki coşku yeter.
Karadeniz ezgileri bilincime iki yıl boyunca kodlanmıştır...
Ama "yolun sonu" iyi geldi.
Feleğin çemberinden geçerken bugün dostlarımla randevum var.
Yeniden doğacağım yarım yüzyıl sonra...
Hasret kaldığım toprakların kokusuyla...
Bekle Zantara, geliyorum, uşaklarınla sevdalara koşuyorum.

Macit CÜNÜNOĞLU

29 Haziran 2019

Evrim'in dünyasından

Üç Silahşör ve bir Melek












Çok uzaklardan Evrim'in sesi geliyor.
Uğur ile Mehmet Ali'nin kızı.
Kanada'da yaşıyor.
Ve kanlı 12 Eylül günlerinde babasının gördüğü acıları paylaşıyor.
Dayanılır gibi değil.
DAL denilen işkence sarayı var.
CHP'li İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş kurmuş...
Personeli CIA eğitimli...
Ellerine düşen ya işkenceden ölüyor, ya da sakat kalıyor...
Kurtulan tanrının sevgili kulu!
Yoldaşımın maruz kaldığı ağır sahneleri aktaracak değilim...
Zaten bu işleri dramatize etmeyi de sevmem...
Yaşandı bitti.
Onca acıyı içimize gömdük.
Lâkin Evrim başka bir şey söylüyor...
İlkokul beşinci sınıfta, dersten çıkartılıp I. Şube polislerince sorgulanıyor.
Dertleri Mehmet Ali'nin izini bulmak.
Yazarken bile dayanamıyorum, aklım almıyor.
On bir yaşındaki çocuğa bir nevi işkence yapmak.
Ve bırakacağı izler.
Kimin umurunda, faşizm iktidarda.
On yedilik delikanlıyı da asıyor, yetmişindeki devrimciyi
zindanlarda ölüme mahkûm ediyor.
Bu arada anneye bir parantez açalım.
Sevgili Uğur, Evrim'in annesi.
Onca çileye rağmen yüzünden gülümseme eksilmeyen kadın.
Kan kusup kızılcık şurubu içtim diyen türden.
Tek kelimeyle örnek karakter.
Vefalı, fedekâr, kocasının gerçek yoldaşı.
Aynı zamanda evlat kölesi.
Canım benim, senin hakkın ödenmez.

İşte böyle dostlar, değerli kızım beni nerelere götürdü...
Unutmak istediğim devirlere.
Ancak insanın elinde değil...
Yitirdiklerimiz beynimize kazınmış...
Aklıma geldikçe yüreğim kan ağlar...
Lânet okurum darbecilere, aydınlık düşmanlarına.
Bak işine can kızım, güzel evlatlar yetiştir gezegenimize.

Macit CÜNÜNOĞLU

Cennetin penceresinden


Zantara'da ilk günlerim.
Yeni yeni çevreyi tanımaya çalışıyorum.
İlk önce İmatlı'yı keşfettim.
O tarihlerde karşılıklı iki kahvesi, Harun abinin bakkal dükkanı,
Şakir abinin fırını, hemen yanında aş evi var.
Konfora bakar mısınız, sanki şehir hayatı.
Öyleyse insan daha ne ister?
Bizim köyün okulu tek derslikli, İmatlı'da bir yığın öğretmen görev yapıyor.
Çoğu arkadaşım; Dandinler, Cebeciler...
Tabii kahve masalarının başında yüksek siyasetin yanı sıra
hoşgil oynuyoruz.
Dört desteyle gerçekleşiyor, elde bir çuval iskambil.
Pek becerebildiğim söylenemezse de vaziyeti idare ediyoruz.
İlerleyen aylarda ise şimdiki caminin yerine voleybol sahası kurduk.
Dere kenarında, Zantaraspor, İmatlıspor maç yapıyoruz.
Çoğu genç bu spordan bihaber.
Sanki karpuz avuçluyor.
Yine de neşemiz yerinde, çocuklar gibi şendik.

Fakat her tarafta kemençe sesi.
Kahvede, dolmuşta, Görele'de...
45'lik pikap devri...
Kemal Yılmaz en şöhretli, peşinden Katip Şadi...
Şenelim sonuncu.
O bizim rakı masalarının yıldızı.
Şimdi düşünüyorum da sanki milattan önce yaşamışız.
Antik çağlarda.
Sadece dostluk kardeşlik var.
Büyük bir samimiyetle sürdürülen dayanışma ruhu.
Menfaat yok, rol kesme yok, hele yol arkadaşı arkadan vurmak
veya kuyusunu kazmak...
Asla, büyük bir suç, ayrıca günah.
Ayrıca bu tür sapkınlıkları düşünmek bile akla zarar.
Ya günümüzde?
Artık cevabını siz bulun...
Midem kaldırmıyor anlatmaya...
İnanın benim dahil olduğum dünya bambaşkaydı.
Gönül yoldaşlarım, sevda arkadaşlarım vardı.
Kemençe sesini duyduk mu horon da oynardık, ağlardık da...
Şimdiki zamanda böyle bir duygu seli var mı?
Açıkça söyleyin dostlar.

Macit CÜNÜNOĞLU


Köksal'ın fotoğrafları eşliğinde...

Bizim oralar

Zantaralı Recep diyor ki, "Hocam yazmaya devam"...
Ve bir başka köşeden de Fatma sesleniyor,
"Gelecek nesillere bırakmak için köyümüzün kitabını yazalım."
Elbette bunlar güzel dilekler...
Ancak hiç bir şey için geç değil.
Hâli hazırda köyde yaşayan nice büyüğümüz vardır.
Konuşturun onları, kayda alın...
Ama mutlaka yazın.
Karşınıza bakın neler neler çıkacak.
Anadolu insanı güzeldir, vefakârdır.
Hele Karadenizli; aşı mısır, kara lahana, fındık ve hamsi.
Böyle bir menü yeryüzünde yok.
Direkt beyine çalışıyor.
Üstün zekânın yaratıcısı, âdeta mutluluğun formülü.
Anılara benzer, kıymeti bilinmelidir.
Yoksa değerlerimiz gibi toprağa karışır.
Sonra çimenler, yoncalar biter.
Koyun, keçi, inek gelir yer...
Süt verirler...
Bebeler içer...
Ve hayat dediğimiz devr-i âlem akar gider.
Ama yazı hep vardır ve hep olacaktır.
Yoksa insanlık geçmişin birikimlerini nasıl taşırdı günümüze.
Ayrıca insanoğlunun üç icadı tarihin kilometre taşıdır.
Ateş-Yazı-Tekerlek
Ve o nedenledir ki "Tarih" Sümer'le başlar.

Farkındayım, çok konuşuyorum.
Ama elimde değil, Zantara'yı seviyorum.
Canım köyüm benim.
Ayrıca sevgiyi fazlasıyla da hak ediyor.
Eşsiz doğasıyla, rengârenk yeşiliyle...
Bir de insanını ekleyin.
Alın size yeryüzü cenneti.
O nedenle daha fazla yazmak gerek.
Köyümüz küçük müçüktür ama aslan gibi yüreği vardır.
Kalp atışlarına kulak vermek gerek.
Melekler diyarıdır orası...
Başta Bakiyem, canım benim...
Nasıl da özledim, uzun boylu kızım...
Gelirsem oralara ilk seni ziyaret edeceğim...
Ve kulağını çekip tek ayak cezası vereceğim...
"Ne acelen vardı" diye beyaz yanaklarından okşayacağım.
Ah ahhh!
Yine gönlüme düştün Zantara.

Macit Hoca

İnsanlık hâlleri!

Köksal'ın objektifinden bizim dağlar

Aslında Zantara yazılarıma son vermek istiyordum.
Çünkü dostlarımı bıktırmaktan korktum.
Ne de olsa her şeyin kararı en güzel olanıdır.
Fakat dün Avni'nin oğlu Köksal'dan fotoğraflar geldi.
Hepsi birbirinden güzel.
Hele biri var ki, iki yıl oturduğum ev...
İçim cızzz etti.
Başladı hatıralar akmaya.
Gözlerim nemlendi, açıkçası dertlendim, hüzünlendim...
Her bir günüme selâm gönderdim.

Bu arada Recebimle haberleşiyoruz...
Mehmet hocayla ilgili yazıma takılmış, köyle konuşmuş...
Belli ki etkilenmiş.
Eee, soyad aynı, ben de olsam meseleyi kurcalarım.
Döndü bana dedi ki,
"Hoca senden helallik istiyor, görüşür müsünüz?"
"Neden olmasın, ayrıca hayatım boyunca kin tutmadım,
sadece güzelliklerin peşinden koştum"
dedim...
Ve telefonunu isteyip anında aradım.
47 yıl sonra Mehmet karşımda...
İki yıl mesai yaptığım arkadaşım.
Maceramız çok, final bölümünü yazdım zaten...
Bolca günah çıkarttık...
Hastalık nedeniyle alkolü, sigarayı bırakmış...
Gemilerdeki yaşamını anlattı...
Bir de beni köye davet etti...
Tabii ki çok mutlu oldum.
Sonra birbirimize sağlıklar dileyerek vedalaştık.

Ve döndüm kendime baktım...
Bu kez yazdıklarımdan utandım.
Aslında ne gereği vardı?
Bir de geçmişle yaşayan insanları sevmem...
Daima ileriye bakmalıdır derim.
Öyleyse yuf olsun bana!
Hani derler ya,
"Söz ağızdan çıkmadan senin esirindir,
ama çıktıktan sonra sen onun esiri."

Çok doğru, benimde esiri olduğum bir yazım var.
Bu saatten sonra silmek de bana yakışmaz...
Neyse, ayıplarıma bir tane daha ilave oldu...
Tanrı günahlarımı af etsin, amin!

Gelelim Köksal'ın fotoğraflarına...
Sanatçı ruhuyla bakmış vizörden...
Objektifi dağlarla buluşmuş, yeşilin en doğalını yakalamış.
Âdeta resital sundu bana.
Demek ki sergi açma vakti gelmişte geçiyor.
Öyleyse kolları sıvama zamanı...
Asıl makinenin deklanşörüne Köksal, dağ bayır gez...
Nasıl olsa Zantaralısın...
Köyün hazırdır poz vermeye...
Ondan daha kıymetli hazine bulamazsın.

Macit Hoca

Yarın şölenimiz var

Zantara

KOCA YÜREKLİ ADAM
"İnsanoğlu hayata erken başladığını zanneder, çok şeyler yaşadığını ve
çok şeyler gördüğünü , bundan sonra neler görebiliriz ki.
İşte öyle değil .
Hocam , daha düne kadar varlığından bihaberdik.
Yürüdüğümüz yolda çiçeklerin olduğunu fark ettik sen dünyamıza girince. 
Daha düne kadar yazılan bir hatırayı sadece gözlerimiz okurdu ,
senin yazdıklarını yaşıyor oldu bedenimiz .
İnsanı sevmek , canlıyı sevmek , yaşamı sevmek , yetmiş yaşın içinde yirmi yaş gibi  heyecanlı olmak , bize yaşamayı sevdirdiniz.
Tüm bunların üzerine kocaman yüreği ve o yürekte herkese yer olduğunu gösterdiniz .
Sadece yazdıklarınızla değil bunca olandan sonra yaptıklarınızla da ne kadar güzel insan olduğunuzu bir kere daha gösterdiniz.
İyi ki varsın koca yürekli adam ,
İyi ki tanıdık seni güzel insan."

Recep yine yaptı yapacağını.
Yukarıdaki satırları kaleme almış.
Nasıl bir genç adam bu, sözcüklerinden bal damlıyor.
Allahtan megoloman değilim, yoksa yazıyı çerçeveleyip
evin duvarına asacağım ki, gelen giden okusun ve benim
ne kadar büyük bir şahsiyet olduğumu öğrensin(!)
Desem de asla gaza gelmem.
Her değerli insanın kocaman yüreği vardır.
Ayrıca duyguları süslü kelimelerle ifade etmekle iyi insan olunmaz.
Önce vicdan, sonra ahlâk gerekli.
O nedenle hayat yolunda sessiz sakin yürümeyi tercih ederim.
Başta mütevazı olunacak, sonra gösterişten uzak ve asla
böbürlenmeden yaşayacaksın.
En önemlisi de komşunun açlığı seni yaralıyorsa, işte o zaman
yüreğin işe yarar.
Yoksa koyver gitsin!

Evet, Zantara'nın gerçek çiçekleriyle yarın buluşuyoruz.
Belki horon çekeriz belki hep beraber gökyüzüne koşarız.
Kim bilir?
Ama sevgimizi ortaya koyup üreteceğimiz düşüncelerin
zenginliğinden şüphem yok...
Çünkü hepimizin heybesi dolu...
İçinde neler yok ki...
Başta yitirdiğimiz değerlerin aziz ruhu, Karadeniz'in köpüklü
dalgaları, köyümüzün fındığı, mısırı, kara lahanası, ısırganı...
Hepsini harmanlayıp yoğuracağız ve içimize atacağız...
Ortaya ne çıkacak biliyor musunuz?
İNSAN... Güzel, doğru insan...
Naturasında sadece ve sadece meleklerin saflığı var...
Sevgi dolu, gülümseyen gözler, sımsıcak yürek...
Hep beraber onunla dost olacağız...
Yalanı, çirkinliği atacağız hayatımızdan...
Ve Kirazlıtepe sırtlarında kardeşliğin, dostluğun tadına varacağız.

Macit Hoca
NOT: Fotoğraf Köksal Kargacı

28 Haziran 2019

8 500 950

Şimdiki zaman














Başlığa koyduğum sigorta numaram.
Öğretmenlik maceram Görele'de son bulmuş...
Ve yepyeni bir hayata başlamışım.
İstanbul-Silahtar'daki Türk Demir Döküm fabrikasında işbaşı yaptım.
Tarih: 15 Eylül 1972
Ancak hareketli yaşamım sürüyor.
Şeytan tüyü mü var ne...
İş yerinde yetkili sendika greve gidiyor.
Anlı şanlı Maden-İş.
Başında rahmetli Kemal Türkler.
Tam 99 gün sürüyor.
Polis baskınları, çatışmalarıyla işçi sınıfının tarihine geçiyor.
Ve beklenen ayrılık...
Bir süre profesyonel tiyatroculuk derken...
CHP iktidarda.
Halamın oğlu değerli Erol Çevikçe Bayındırlık Bakanı.
Anında kapağı Yapı İşleri I. Bölge Müdürlüğü'ne atıyorum.
Kısa sürede çalışkanlığımla Personel Şefi'yim.
Ancak rahat huzur, kariyer benim neyime...
Sendikal mücadele almış başını gidiyor...
Önce Yol-İş'in Şube başkanı seçiliyorum...
Daha sonra DİSK'e bağlı BAYSEN-İŞ'in Genel Başkan Vekili.

Ve 12 Eylül'ün kanlı darbesi giriyor devreye.
Kaçmalar göçmeler ve ihbar sonucu yakalanmalar...
Bu arada kaybedilen bir eş, çocuklarımın anası...
141-142'nin kalkmasıyla düşen davalar, normal hayata geçiş.
Hızlı aktarıyorum, her anı acı ve hüzün dolu.
Duygu sömürüsüne hiç de gerek yok.
Yaşandı, geldi geçti işte.

Ya bundan sonrası...
Yaş yetmiş, torunlarımla aşk yaşıyorum.
Bir oğlum, bir kızım var.
Onlar benim en değerli varlıklarım.
İkisiyle de arkadaşız, bazen dalaşır bazen sevişiriz.
Ama rakı masası başında üçümüzde aslan kesiliriz...
Ne de olsa DNA'larımızda ortak izler var...
Bir nevi genetik problem...
Başlarız memleketi kurtarmaya!
İyi mi?

Macit CÜNÜNOĞLU

Anılardan kesitler

Macit CÜNÜNOĞLU









Zantara günlüklerine devam.
Son yılım, ayrılık vakti.
Çünkü görev sürem bitmiş.
Artık şafak sayıyorum.
Aylardan 1972'nin Mayıs'ı.
Mehmet hocayla pis bir kavganın içine girmişim.
O da intikam duygularıyla beni Giresun Milli Eğitim Müdürlüğü'ne jurnallemiş.
Tabii soruşturma başlatıldı.
Allahtan görevlendirilen müfettiş ilerici, beni de çok sever.
İhbar mektubunu okuttu.
Neler yok ki...
Ne anarşistliğim kalmış ne komünistliğim.
İşin acı tarafı köyden dostluk yaptığım gençleri de katmış.
Başta Avni, sonra Ethem.
İçim acıdı, çok ağırıma gitti.
Bre insafsız, hadi ben neysem de, o delikanlılardan ne istedin?
Bu arada evime hırsız gibi girip bazı kitaplarımı ve nüfus cüzdanımı çalmış.
Aslında silah aramış.
Zavallı kişilik işte.

Neyse, tüm bunlar yaşanırken heyecan fırtınası sürüyor.
Okul paydos, İmatlı'nın yolunu tutuyorum.
Akharman'daki patika yoldan.
O da ne, arkamdan Mehmet hoca koşa koşa geliyor.
Önümü çevirdi, elindeki silahı yüzüme doğrulttu,
olan bitenin hesabını soruyor.
"Bırak tabancanı, konuşalım" dedim...
Ve ilave ettim, "İstersen de dövüşelim"
Ret etti ve "sen beni döversin" dedi.
Sonra hızlı bir hamleyle tabancasının namlusuyla sol gözümün
altına vurdu.
Biraz itiş kakış derken, baktım iş boka sarıyor...
Başladım kaçmaya.
İstikâmet Cuma yanı.
Tabii geri döndüm, bu kez elimde yoldaşımın silahı.
Mehmet dere kenarında, yelkenler suya inmiş...
Biraz önceki erkekliğinden eser kalmamış.
Çağırdım, "hayır" dedi...
"Geliyorum" dedim, arkasına bakmadan köyün yolunu tuttu.
Bir kez daha kani oldum ki düello bizim geleneğimiz değil.
O Batılıların işi, mertçe çarpışmak.
Oysa biz de pusu kurmak adettir..
Özellikle hasmını sırtından vurmak!

Bu arada Çavuş köyüne nakil oldum.
Gittim, daha ikinci veya üçüncü günümdeyim.
Ders yapıyorum, sınıfımın kapısı çaldı.
Güvendiğim bir öğretmen arkadaşım.
"Çabuk yok ol, sıkıyönetim seni arıyor" dedi.
12 Mart darbe süreci...
Ne yaparsınız, önce Amasya sonra İstanbul...
Yepyeni bir hayata yelken açtım...
Şimdilik bu kadar...
Devamı da bir sonraki yazımda dostlar.

Rüya aleminden...

Sis dağı

Merak öğrenmenin itici gücüdür...
Ve çok renklidir.
Kimi Brezilya milli takımının on birini sayar...
Kimi de NBA takımlarının ilk beşini.
Kimi gezmeyi sever, kimi kitap okumaya.
Müzik zevki de öyle değil mi...
Kemençe sesine tutkun olan da vardır, gitarı seven de.
Beğenilerimiz, ilgi alanlarımız çeşit çeşittir.
Biliyorsunuz, iki yıl görev yaptım Zantara'da...
Bir kez olsun Sis dağına çıkmayı denemedim.
Oysa Doğu Karadeniz dağlarının en görkemli doruklarından biridir.
Adı üzerinde, tepelerinden sis eksik olmaz.
Denize mesafesi 30 km, yüksekliği 2182 metredir.
Bir saatlik yürüme neticesinde yaylasına ulaşılır.
Hâlâ hayıflanırım, nasıl oldu da yanı başımızdaki dağa çıkmadım.
Üstelik gençlik de var.
Oysa İmatlı'ya her gün keçi gibi iner, tırmanırdım.
Demek ki başka önceliklerim varmış.
Tatil günlerinde Görele'de vakit geçirmek gibi.

Hâlbuki Sis dağının obalarında geçirilecek bir kaç gece
doyumsuz zevkleri yaşamamın sebebi olabilirdi.
Şimdi farkına varıyorum, cenneti ıskalamışım.
Delikanlılıkta bu tür hatalar olabiliyor.
Ancak Çanakçı deresinde yüzmüş olmam küçük bir teselli.
Keşke o şırıl şırıl akan suların kaynağını keşfetseydim...
Ne güzel olurdu.
Yoksa çekeceğim fotoğraflar Terziali çayını kıskandırır mıydı?
O da öyle bir güzel akardı ki, nazlı nazlı.
Asırlardır kayaları oya oya minik göletler oluşturmuştu.
Bir keresinde sınıfımın azgınlarını toplayıp yüzmeye gitmiştik.
Kıçımız da kara donlar, aman tanrım, nasıl da eğlenmiştik.
Gel de özleme bu günleri.

Evet, hayatı eksiği gediği ile dopdolu yaşadım.
Tahmin ediyorum, her kula da nasip olmaz.
Bazen dostlarım diyor ki,
"Köyünü amma da abartıyorsun, anlat anlat bitmiyor."
Belki de haklılar, ancak cennet anlatmakla biter mi?
Âdeta masal dünyası, benim için rüya alemi...
Keşke kıymetini daha fazla bilseydim...
Öksüz bırakmasaydım Sis dağını...
Doruklarına tırmanıp selâm gönderseydim yıldızlara...
Mehtabı da içimde hissederken...
Ne sevgili gelirdi aklıma, ne de memleket...
İşte böyle dostlar.

Macit Hoca

Gönül dünyasından enstantaneler



Macit CÜNÜNOĞLU













Recep'ten gelen ikinci mesaj aşağıda.
Okudum, duygulandım.
Ne de olsa romantizmi severim.
Ayrıca sağlığıma da iyi geliyor.
Zaten kupkuru bir dünyada yaşıyoruz, insanın azıcık
gönül tellerinin titremesi güzeldir.
Ve zenginlik için de akla önce aşk, sonra şarkılar gelir.
Her ikisi de birbirinin vazgeçilmezidir.
Bence aşk sevginin en çılgın hâlidir.
Şarkılar da en büyük destekçisi.
İnsan aşka kapılmaya görsün (ki tecrübeyle sabittir)
sanki başka bir zaman dilimine taşınır.
Orada yıldızlar, bulutlar vardır.
Ayakları yerden kesilip uçuyordur âdeta.
Gerçeklikten kopmuştur artık.
Kâh sevincinden kabına sığamaz, kâh hüznünden yerlerde sürünür.
Bazen nefesi kesilip sahile vurur.
Çünkü okyanusta yüzmek kolay değildir.

Nereden çıktı bu Recep...
Beni yoldan çıkartmaya başladı.
Hani derle ya, "kırkından sonra azanı teneşir paklar"...
Ya yetmişinden sonra azanı?
Cevabı bilmiyorum...
Yalnız itiraf etmeliyim ki bu tür duyguları özlemişim.
Bana gençliğimi hatırlatıyor.
Ve gözlerim dalarak geçmişe bakıyorum...
İlk sevdalar, yasemin kokulu ilk mektuplar, titreyen dudaklarla
ilk öpüşmeler, el ele tutuşup kırlarda bayırlarda ilk koşuşmalar...
Hepsi şiir gibi, akıp gidiyor zaman tünelinde.
Hayat denilen şey de bu değil mi?
Doğarsın, büyürsün, seversin ve bir gün düdük çalar, sahne kapanır.
Ve ülkemizde çoğu insan ne aşkı tatmıştır, ne de şarkıların
tadına varmıştır.
Oysa ne acı kayıptır...
Ve sorumlusu bizzat kendisidir.
Susuz bırakmıştır yüreğini, âdeta kurutmuştur.
Hâlbuki etraf gül bahçeleriyle doludur, bülbüller şakır...
Ama olmayınca olmuyor işte.
Gönül kapıları kilitlenince, bir de kulaklar sağırsa...
Ne yaparsanız yapın, nefile.

Neyse, biz işimize bakalım.
Sahi nerede kalmıştık.
Şimdi hatırladım, Pazar günü tarihi randevum var.
Adres: Kirazlıtepe.
Zantaralı dostlarımla buluşacağım.
Peki, gündem?
Bir saattir boşuna mı yazıyorum...
Tabii ki aşk ve şarkılar...
Ve hep beraber Boğaz'a karşı söyleyeceğiz...
"Ah bu şarkıların gözü kör olsun"
Görüşmek üzere dostlar.


"Recep Zaman zaman beni düşünüp ağlıyor muşsun Leyla!
Efkar dağıtmak için içiyormuşsun Leyla!
Var mıdır Hocam bizi düşünürken ağlayan , hadi bırak ağlamayı nabzı yükselen var mıdır?
Güzel bir şarkıdır Hocam, gecekondu yaşantımdan kalma anılar bu şarkılar, her makamına , her parçasına farklı kadehler kaldırdığımız şarkılar, siyah beyaz günlerin , varoş sokaklarının tozlu toprak yollarından kalma şarkılar.
Bilmem ki hiç bir şarkı alıp götürmesin beni uzak diyarlara , hüzünlendirmesin , biraz kemençe dinleyeyim oynayayım eğleneyim diyorum , onuda beceremiyorum , vücut dilim sıfır, birde Katip Şadi ya da Ömer Turp’a denk geldiysem kemençede hüzün başa sarıyor .
Sizin siyah beyaz anılarınız gibi alıp götürüyor şarkılar siyah beyaz diyara.
Ama olsun hocam bir gün belki bizi de anlatır şarkılar, belki gün gelir bizi düşünürken ağlayan Leyla çıkar karşımıza , belli mi olur?
Ahhh ! Bu şarkıların gözü kör olsun."

27 Haziran 2019

Yeniden yazılan tarih...

Macit CÜNÜNOĞLU











Uzun yıllardan sonra adam gibi adamdan duymak istediğim
lâfları duyuyorum.
Otobüsün üzerinde İmamoğlu var.
Konuşmuyor, âdeta coşuyor...
İnsanlık, aydınlık vaat ediyor.
Oh be!
Ne kadar da özlemişiz.
Şükürler olsun, on yedi yıl sonra bugünleri de gördük.
Devir teslim törenini iki üç kanal veriyor.
Anlı şanlı CNN, NTV ve devlet televizyonu TRT hasır altı.
Âdeta deve kuşunun ekrandaki izdüşümü.
Utanmıyorlar da...
Bir milyon kişi Saraçhane'de toplanmış...
Hiç mi haber değeri yok?
Oysa Saraylı yellense bütün kanallarda...
Yazıklar olsun!

Hâlbuki eşitlik, adalet, özgürlük çağımızda önemli.
Fransız Devrimi'nin modern dünyaya hediyesi.
Nasılsa biz nasiplenmemişiz.
Haksızlık etmeyelim, asker marifetiyle darbe bölümünü almışız...
Gerisi de tırışkadan hikâye.

Şimdi bir yıldız doğdu...
Adı Ekrem İmamoğlu, dört elle sarılıyoruz.
Ve ölümüne arkasındayız.
Oysa Ankara var, memleketin sahibi.
Tanrının yeryüzündeki gölgesi.
Astığı astık, kestiği kestik.
Korku imparatorluğunun biricik sultanı...
Hoşlanmadı, 23 Haziran'ı takvimden sildi.
Ayrıca "kara gün" olarak not düştü...
Başladı arpacık kumrusu gibi düşünmeye.
Ve içinden bir şarkı mırıldandı...
"Gitmek mi zor, kalmak mı?"
Hüngürt, ne zor durum?

Dinsizin hakkından imansız gelir diyemeyeceğim...
Genç adam sapına kadar dindar...
Ayrıca soyadıyla tescilli.
Bir Kur'an okuyor, Cüppeli'yi mezarında ters döndürür.
Sahi O yaşıyordu değil mi?
Heyecandan ne yazacağımı da şaşırdım.
Varsın olsun...
Ülkemde yeni bir sayfa açıldı...
Elbette tarih yeniden yazılacak.
Bu kez doğrunun, dürüstlüğün tarihi...
Her şey çok güzel olacak.
 

Kıbele'nin izinden

Macit CÜNÜNOĞLU










İstanbul insanı hem dövüyor, hem seviyor.
Ancak dayağı yaman, önce nemli havasıyla sersem ediyor...
Sonra nefesini kesip evden çıkartmıyor, aptal aptal oturuyoruz.
Neyse ki internet var, dünyaya açılan pencere.
Gönlümce geziyorum.
Favori coğrafyalarım soğuk ülkeler.
İsveç Norveç gibi, karlı manzaralarına baktıkça içim ferahlıyor.
İstanbul'un da serin köşeleri var.
Örneğin Boğaz kıyıları, Kavaklar ve Poyraz.
Adları üzerinde, Karadeniz rüzgârlarının sıkça estiği koordinatlar.
Hepsi cennet mekân.
Fakat yine de yaz günlerinde insan Anadolu'yu özlüyor.
Bolu dağının çam ormanlarını, Amasya'nın Boraboy gölünü,
Karadeniz yaylalarını.
Gidebilsem Cilo dağını.
Adım adım gezmek isterim buzul göllerini.
Kara kovanlarından bal yemek...
Kardelenler toplayıp tanrı Kıbele'ye sunmak...
Rüyaların en güzeli olsa gerek.

Bir de Anadolu var...
Uygarlığın beşiği.
Yakın zamanda keşfedildi Göbekli Tepe...
Tarihi M.Ö. Sekizinci yüzyıl.
Ateşten sonra, yazıdan önce.
Henüz tekerlek yok.
Ama dağlar, nehirler, ovalar yerli yerinde.
Fırat yine hüzünlü, kardeşi Dicle.
Kızılırmak, Sakarya, Yeşilırmak Karadeniz'e koşuyor.
Toroslar güneyin bekçisi, Ağrı dağı Ermenileri toplamış etrafına...
Van gölü kıyısında Akdamar kilisesini inşa ediyor.

Ve sahneye Türkler çıkıyor.
Yıl: 1071
Bizanslılarla Malazgirt'te cenk...
Kesin sonuç, İstanbul'a dayanıyor Orta Asyalılar.
Sonrası Selçuklu, Osmanlı derken...
Beştepe Sarayı.
Yani günümüz.
Merakla okuyorum tarihimi ve geçmişimi.
Acaba atalarım kim?
En sonunda buluyorum.
Kesinlikle çok memeli tanrıça Kıbele'nin soyuyum.
Öyleyse ne mutlu bana.
Asil ninem benim...
Emin ol, buluşacağız sonsuzlukta.

Fındığın daveti












Temmuz geldi mi fındıkçılar memleketine koşar.
Köyler, bahçeler âdeta bayram yerine döner.
Artık hasret bitmiştir...
Toprakla buluşma zamanı.
Tabiat ananın yüzü güler.
Bağrından çıkan dünyanın en değerli meyvesini
kutsal ellere devretmeye hazırdır.
Neşe içinde rüzgâr eser Karadeniz'den...
Selâmlar gurbetçilerini.
Varsa yağmurunu bulutlara yükler.
Aslında sevinç gözyaşlarıdır.
Düşer damla damla toprağa.

Dile kolay, üretici bugünü bir yıl beklemiştir.
Sadık yari onu asla mahcup etmez.
Cömertçe sunar fındığını.
Kimi için geçim kapısı, kimi için hovardalık parası.
Tüccar büyük bir iştahla bekler kasabada.
Hangi gariban önce düşecek kucağıma.
Aslında dertlidir Karadenizli.
Bir taban fiyat efsanesi yayılır ortalığa.
İster inan ister inanma.
Tezgâhta 60-70 liradır Fındık.
Ya vatandaşın cebine giren?
Bazen de denize döküldüğünü hatırlarım.

Hazin bir öyküdür aktardıklarım.
Bilen bilir.
Köylünün macerası çile doludur.
Bir de gübresini, işçiliğini hesaba katarsan kazanmak hayâldir.
Ama çağlar boyu süren alışkanlıklar yok mu...
Bakmazsan, gözünün içine bakarak yalvarır,
"n'olur terk etme beni"...
Yaşanan aşktır.
Vefa duygusu girer devreye...
Dayanamaz, atalarından yadigârdır...
Sıvar kollarını, yeni yılın hazırlıklarına başlar.

İşte böyle dostlar...
Temmuz geldi çattı.
Çok uzaklardan davet var, fındığın daveti...
Benim bahçem falan yok.
Ama sevdam yeter, bayram yerinde olmalıyım.
Aslında fındık bahane, Zantara'yla yarım yüzyıl sonra buluşmalıyım...
Var mısınız dostlar?

Macit CÜNÜNOĞLU

Çağlar öncesinden...

Zantara























Yıllar ne çabuk geçiyor, geçenlerde Ali Çakır'la konuştum,

telefondan bıcır bıcır sesler geliyor...
Meğersem torununu gezdiriyormuş.
Ne güzel, en sevdiğim öğrencilerimden Ali ile torunu...
Ve rahmetli Osman dayımın torununun torunu.
Dört neslin hayat macerası, kim bilir neler yaşanmıştır.
Tabii aklıma 1970 yılı geliyor.
Zantara ve kara tahtalı devirler.
Tek derslikli okul, eğitim sabahçı-öğlenci olmak üzere
iki devre halinde.
Küçücük bir sınıf, tebeşir tozu havalarda uçuşuyor.
Şimdi akıllı tahtalar varmış, mikro
çipi yandan takıyor muşsunuz,
anında ekrana dönüşüyormuş.
Peki, bunlara akıllı deniyorsa bizim kara tahtalar aptal mıydı?
Hiç sanmam, her çağın kendine has özellikleri var.
Örneğin "lüks" denilen aydınlatma aracı.
Ne güzel de isim koymuşlar.
Adı gibi konforludur, pompasıyla basarsın havayı,
ipek gömleği anında bembeyaz olur.
Aydınlanır etraf,  gece gündüz olur, âdeta güneş doğar.
Ancak her evde bulunmaz, hali vakti yerinde olanlar kullanır.
Geri kalanda beş numara lamba.
Derdi yok tasası yok, koyarsınız gazyağını deposuna,
yansın sabaha kadar.
Işığı azdır mazdır ama kalenderdir, samimidir.
Seyrederken için ısınır, alevi sessizce dans eder...
Romantiktir, nice aşklara şahitlik etmiştir.
Benimki de yatağımın başında dururdu, birlikte
sabahlara kadar kitap okurduk...
Yoldaşım benim, o nedenle fevkâlâde bilgilidir...
Aynı zamanda derviş.

Fakat o yılların zenginliği bambaşkaydı.
Hele Zantara'da.
Hiç elektriğimiz, suyumuz kesilmezdi.
Çünkü ikisi de yoktu.
Ancak dostluk, kardeşlik, dayanışma ve muhabbet...
En kralı vardı.
Yolumuz izimiz rastgele, ancak Çanakçı deresi
bizi bağrına basar, donumuza kadar ıslatırdı.
Gel de özleme bu güzellikleri.
Telefonsuz, mesajsız hayatlar.
Göz göze, omuz omuza yaşanan...
Yüreğimiz, gönlümüz açık...
Kurşun işlemez sevdamıza...
Çünkü bizler Anadoluluyuz.

Macit Hoca

26 Haziran 2019

Kirazlıtepe'ye giderken...



Yakın zamanda Tahtakale'ye uğramıştım, belki üç dört yıl önce...
Osman'ı görmeden olmaz.
Hatırşinasdır, saygıda en ufak kusur etmez.
Tabii ki Görele ve Zantara sohbetleri yaparız.
Büyük keyif alırım.
Osman acar bir genç, âdeta piyasanın gülü.
Herkes tanıyor ve seviyor.
Doğal olarak ben de gurur duyarım.
O gün satır arası dedi ki Halit (Turp) ameliyat olmuş.
Nerede dedim...
Siyami Ersek'teymiş.
Lâfı uzatmadan hastanenin yolunu tuttum.
Bıçak altından yeni çıkmış, meğersem ikinci kez operasyon geçiriyormuş.
Odasına çıkmama izin yok, telefonla görüşüp geçmiş olsun
dileklerimi ilettim.
Çok severim kendisini, o pırıl pırıl kalbinin ikinci defa
teklemesine üzüldüm.
Neyse ki çaresiz dert değil, buna da şükür.
En azından hayat devam ediyor.

Bu arada bahçede yalnız değilim.
Bir yanımda Karabey, diğerinde Avni Turp.
Zantara sohbetleri yapıyoruz.
Yıllar sonra kavuşmanın heyecanıyla çok mutlu oldum.
Ve aklım Oscar Wilde'a gitti...
Daha doğrusu ünlü bir özdeyişine...
Diyor ki, "Savaşta babalar, barışta evlatlar ağlar."
Bu lâfını çok severim.
Lâkin bu kez işler tersine döndü, canım evladım yatakta,
ben ayaktayım.
Keşke tersi olsaydı.
Neyse, korkulan olmadı.
Halit şimdi dimdik ayakta, sık sık da görüşüyorum.
Ve Zantara ruhu yüreğime öyle bir işlemiş ki...
Asla ayrılamıyorum.
Zaten oldu bitti vedalaşmaları sevmem...
Ama kavuşmalar hayatın en tatlı anı.
O nedenle Pazar gününü iple çekiyorum...
Çünkü Kirazlıtepe'de gençliğimle buluşacağım.
Belki kirazlar kalmamıştır ama biriktirdiğimiz sevgimizi
paylaşıp, yarınları selâmlayacağız.

Macit Hoca

Haydar'a önemli NOT: Bu da mı politik arkadaş?



İyimser beklentiler

Macit CÜNÜNOĞLU










Reis kararlı...
"İmamoğlu'nu çalıştırmayacağım" diyor.
Aklı sıra ceza kesiyor.
Suçu 800 bin oy farkla İstanbul Belediye Başkanı seçilmek.
Ama ayırım göstermeden halkla bütünleşmesi çok daha önemli.
Çünkü kısır siyasi çekişmelerden bıktık.
Ayrıca Marmaray'ı, Avrasya tünelini kullanan bir vatandaşım.
Yapandan, işletmeye koyandan Allah razı olsun.
Hele Metrobüs, sanki özel arabam.
Çoğu yere onunla gidiyorum.
Fevkâlâde memnunum, ayrıca aklıma iktidarı eleştirmek de gelmiyor.
Normal değil mi?
Gel gör ki sürekli maraza çıkartıp gerginlikten medet uman
bir anlayış hakim.
Öyle ki, on yedi yıldır kavgaya doyamadılar.
Yalnız içeride değil, dışta da.
Başımızın belaya girmediği devlet kalmadı.
Haksızlık etmeyelim, elbette var...
Ama onlar da ya Güney Amerika'da, ya da Afrika'da.
Çoğu Arap ülkesiyle bile papaz olduk.

Fakat 23 Haziran aydınlık yarınlar vaat ediyor.
Moraller yüksek, umutlar yeşermiş...
Tüm Türkiye beklenti içinde.
Başta büyük bir toplumsal barışa ihtiyacımız var...
Ve hapishanelerin boşalması lâzım.
Katillerden, hırsızlardan söz etmiyorum, tabii ki düşünce suçlularından.
Bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları gerekir.
İnanın sert rüzgârlar diner, ılıman bir iklime sahip oluruz.
Yeter ki samimi ve şeffaf olalım...
Suriye politikamız bile değişir, tekrar yıldızı yükselen 

ülke hâline geliriz.

Elbette Saraydaki ne düşünür, bilinmez.
Kafasındaki tilkiler yeni senaryolar peşinde mi...
Yoksa gerekli dersleri çıkartıp hukuk devleti inşasına niyetli mi?
Elbette zaman gösterecek.
Lâkin iyimserim, çünkü halkın sağduyusuna güveniyorum.
23 Haziran'da olduğu gibi işler şirazesinden çıktı mı,
Reis filan dinlemez, vurur tepesine tepesine...
Saraylar yıkılıp dümdüz olur.
Bu seferki başkaldırı 15 Temmuz soytarılığına da benzemez!

Bu dünyadan Sadık da geçti...

Sadık Başdağ





















Öğretmen okulu son sınıftayım.
Yıl: 1968
Siyasal tercihlerim epeyce yol almış, demek ki sol kulvardayım.
Sadık'la da böyle tanıştım.
Ayakkabı tamircisi ve TİP İl Başkanı.
Tokat'ın tarihi çarşılarının birinde iş yeri var.
Ve gidip gelmelerim sonucu dost olduk.
Sağlam bir kişilik, dik duruşlu sosyalist.
Bu arada kitap da pazarlıyor.
Hatta H. İ. Dinamo'nun Kutsal İsyan adlı sekiz ciltlik eserini
ondan almıştım.
Kitaplığımın baş köşesinde hâlâ durur.
Sonra yollarımız ayrıldı.
Ta ki İstanbul'da buluşuncaya kadar.
İTÜ Maden Fakültesi'nin salonunda okullu arkadaşlarım
bir yemek düzenlemişlerdi...
Seksenli yıllar, kalktım gittim.
Sadık da oradaydı.
Sarıldık, öpüştük ve derin sohbetlere daldık.
Ne de olsa yılların hasreti var.
Her zamanki gibi güleç yüzlü, samimi...
Özetle eskimeyen dost.

Bilahâre arkadaşlarımın düzenlediği her organizasyonda
birlikte olma fırsatı yakaladık.
Ve çağa ayak uydurarak hep birlikte sanal dünyaya geçtik.
Artık birbirimizden günlük haberler alabiliyorduk.
Fakat Sadıkcığımın sık sık hastalık görüntüleri de sayfalara
düşmeye başladı.
Bir keresinde telefonla konuştum, kansermiş...
Direnmesine rağmen gidişat iyi değilmiş.
Çok üzüldüm...
Ve kaçınılmaz son bugün gerçekleşti.
Gece yarısı bir hastane köşesinde vefat etmiş.
Kızı duyurdu ve artık Sadık yoktu.
Canım yoldaşım benim.
Haksızlıkla mücadelenin en önde gideni...
Yiğit adam...
Seni çok arayacağız çok...
Hani derler ya, "sen yoksan bir eksiğiz"...
Aslında sen yoksan çok eksiğiz.
Nurlar içinde yat dostum...
Elbet bir gün sonsuzlukta buluşacağız.

Macit CÜNÜNOĞLU





25 Haziran 2019

Benim uşaklar!

Ahmet Turp ile...

















Akşamın mucizevi sürprizi...
Bir telefon, misafirim var.
Tahmin edin bakalım, nerden ve kim?
Ben de inanamadım...
Taaa Zantara'dan.
Normaldir, o kadar çok yazdım ki köyümü...
Elbet biri çıkıp gelecekti.
Aslında bir süredir yazıştığım Recep Katırcı'yı bekliyordum...
Ama Ahmet Turp çıktı karşıma.
Medar-ı iftiharımız, başkanımız.
Mutluluğumu tahmin edersiniz...
Âdeta dört köşe oldum!
Ve başladık derin sohbete.
Önce seceresini döktü ortaya...
Tanımadığım isim yok.
Fırsat bu fırsat, köyün her bir köşesini gezdik.
Mahalle mahalle, kapı kapı.
Bu arada muhabbettin tam ortasına biri sarktı Almanya'dan.
Bizim Haydar, Hamburglu.
Artık naklen yayındayız...
Kadehler uçuşuyor havada.

Vallahi keyfim yerinde...
Sanki rüyadayım.
Fındık dikmedim Zantara'ya ama yüreğimi koydum.
Baktım yeşermiş, şimdi onları topluyorum.
Şu dünyada benden mutlu insan az bulunur...
Yanımda Ahmet, ekranda Haydar...
Verin bana silahımı, beş el havaya sıkacağım!
Desem de, şaka şaka!
İçime aktı gözyaşlarım, sevincim yüzümde.
Pazar gününe sözleştik, öğrencilerimle buluşacağım.
Belki eski günlerdeki gibi yaramazlık yaparız.
Kirazlıtepe sırtlarında kol kola girer...
Beyoğlu'nun ışıklı gecelerine akarız.

Ulan Macit hoca, sen adam olmayacaksın...
Yaşın geldi yetmişe, öğrencilerinden utanmıyor musun?
Ayrıca yukarıdaki fotoğrafı beş yaşındaki torunun çekti...
Ne diyeyim ben,
 Allah islâh etsin seni!

Macit Hoca


Amasya rüyası

Macit CÜNÜNOĞLU










İstanbul'u her yıl olduğu gibi sıcaklar bastı.
Zaten mevsimler de yolunu şaşırdı.
Ekolojik denge bozulmaya görsün, çivisi çıkar dünyanın.
Bu arada neler özlemiyor insan...
Örneğin benim favorim doğduğum topraklar, Amasya.
Yeşilırmak boyunda, selviler altında tatil yapmak.
Dört beş sene evvel bir büyüğümün bağ evinde misafir olmuştum.
Tadı damağımda kaldı.
Âdeta cenneti yaşadım.
Dalında kiraz, yanı başında vişne...
Narlar çiçek açmış, bekle beni diyor.
Kaysı, şeftali iştah kabartıyor, dokunsan düşecek.
İstanbul'un keşmekeşinden sonra masal diyarı.
Durgun akan ırmağın kenarında dingin geçen zaman.
Aklımda ne siyaset, ne sevgili.
Çok uzaklardan abimin hayâli...
"Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok..."
Hicaz makamından udunun davudî sesi.
Canım memleketim benim.
Ağırbaşlı, derviş kimliğinle kimleri bağrına basmadın ki...
Kaç uygarlık geçti üzerinden?
Hatırlar mısın Hititleri, Pontusluları, Bizanslıları,
Selçukluları, Osmanlıları?
Alevi isyanlarında başı çeken Baba İshak'ı, İlyas'ı...
Ve beni?
Cününoğullarından Mustafa'nın torunuyum.
Nenem Ümmü, babam Mehmet, anam Hava,
amcam Ahmet, halam Hacer...
Dayım faytoncu İskender...
Ve dağların kadar yüksektir ideallerim...
Karınca gibi yaşarım ama yüreğim ateş parçası.
Yaşlanmama rağmen aşktır hayatım...
Bunlardan biri de sensin canım Amasyam.

Felsefi dualar!

Macit CÜNÜNOĞLU










Ne demiş Sokrates:
"Önce kendini tanı." ve ilave etmiş
"Bir şeyden eminim, o da hiçbir şey bilmediğimden."
İşte hayat felsefem.
Yaşım yetmişe geldi, hâlâ kendimi tanımaya çalışıyorum...
Ve hakikatler peşinden koşarak bilgisizliğimi gidermenin
yollarını arıyorum.
Henüz bilgisayar teknolojisi icat olmadan basılan kitapların
arkasında "Doğru-Yanlış" cetveli vardı.
Bir nevi yapılan hataları düzeltme işlemi.
Hayat da öyle değil mi?
Eksiler artılar toplamından ortaya çıkan müthiş sentez.
Yeter ki farkına var, esen rüzgâra karşı dikine dikine gitme.
Ayrıca Heraklit de demiş ki, "Aynı nehir de iki kez yıkanılmaz."
Arif olana derin göndermeler var...
Öyleyse zengin tecrübelerinle yanlışları doğruya çevirmenin
yollarını keşfedeceksin...
İşte o zaman çağlar önce yaşamış düşünürlerin dünyasına girersin.
Tabii tanrıları da göz ardı etmeden.
Bilhassa Dionysos ile Afrodit önemlidir.
İlki şarap tanrısı, diğeri de aşk ve güzellik tanrıçası.
Bu ikisiyle dost olmayı becerirsen âdeta cennette yaşarsın.
Baba Zeus bile karışmaz yaşamına...
Nasıl yaşarsan yaşa.

Fakat cehalet zor zenaattır.
Bir de bilgisizliğinin farkında değilsen, kusura bakma arkadaş,
hiç çekilmezsin.
Kesin ukalalık da vardır...
Kendini beğenmişlik dersen, zaten fıtratındır.
Böylelerini çok merak ediyorsan tepelere bakman da yeterli.
Örneğin Saray ve cemaati.
Ne dersiniz, verdiğim örnekte haksız mıyım?
Bir milyona yakın oy farkıyla seçilen genç adama,
önce Sisi dediler, sonra "Vitrin süsü."
Tabii tüm bu yakıştırmalar halkın ağırına gitti...
Ve koştu sandığa, gereken cevabı verdi.
Peki, ders çıkartırlar mı?
Hiç sanmam.
Tarih ve felsefe onların ilgi alanı değil.
Bedevi kültürü olsa eyvallah.
Hele Antik Çağ'a uzanmak, cehennem azabı...
Haksızlık etmeyelim, mehteri çok severler, bir de attan düşmeyi.
Lâkin attan düşen ölmezmiş de, sandıktan düşen sizlere ömür.
Tanrı taksiratını af etsin.
Amin!

Haydar'a mektup

Kaval sesi eşliğinde...















"Zantara'ya yolculuk" yazımı sevgili Haydar Turp politik bularak
paylaşmakta tereddüt etmişti, bilahâre  Akharman Köyü sayfasında yayımladı.
Tabii ben de memnun oldum.
Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ederim.
Yalnız bu vesileyle politika konusunda bir açıklama yapmak isterim,
Yani samimi duygu ve düşüncelerimi.
Öncelikle hiçbir partinin üyesi veya sempatizanı değilim.
Bağımsız düşünür (kendi aklımla) bağımsız karar veririm.
Bu saatten sonra da gençliğimde düştüğüm ideolojik tuzaklara asla düşmem.

Yani "izm" olayı benim için çoktan bitmiştir.
Hele biat kültürü, çok eskilerde kaldı...
Kimseyi kutsamam, herkesin inancına saygı gösteririm.

Ya bugün...
Sadece ve sadece hakikat peşinde koşuyorum.
Ve ırkçılıktan nefret edip dünyalı olmaya çabalıyorum.
Elbette doğduğum ve yaşadığım toprakları seviyorum.
Ancak doğruluk ve dürüstlüğü çok önemsiyorum.
Bir de mütevazı olmayı, basit yaşamayı kıymetli buluyorum.
Empati kültürüyle beslenmek de değerli,
kimseyi küçük görmeden, ötekileştirmeden hayatın derinliklerinde

ilerlemek de en büyük idealim...

İşte böyle arkadaşlar. sakın ha böbürlendiğimi sanmayın...
Tahammül edemediğim davranış biçimi.
Ayrıca gösterişten, şaşadan hoşlanmam, üstelik de utanırım.
Bir de bağnazlıktan...
Fanatizm diyoruz ya, ne takım tutarım ne taraf olurum.
Oysa iyi bir spor izleyicisiyimdir.
NBA ligine kadar takip ederim.
Amacım heyecanı yüksek hoşça vakit geçirmektir.
Hepsi bu kadar.

Umarım derdimi ifade edebilmişimdir.
Ve seyahat etmeyi de çok severim.
Gezgindir gönlüm.
Zantara'ya da uğrar, Amasya'ya da.
Bazen yurt dışına çıkarım.
En çok da Hindistan'ı merak ederim.
İnşallah birgün nasip olur...
Gördüklerimi, yaşadıklarımı paylaşırım.
Tabii ki belgeleriyle, fotoğraflarımla.
Dolayısıyla dostluğumuz, arkadaşlığımız, kardeşliğimiz
hep yalansız olsun, korkusuzca sırtımızı dayamalıyız birbirimize.

Son olarak da herkese binlerce selâm, sevgi, saygı...
Varsa yanlışım, bağışlanması dileğiyle.

Macit Hoca
 

24 Haziran 2019

Zantara'ya yolculuk

Zantara

















Seçim bitti.
Beklenen sonuç, büyük bir farkla İmamoğlu İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı oldu.
Halis Karadeniz çocuğudur, Trabzonlu.
Vatana millete hayırlı olsun.
Öyleyse rahat bir nefes aldığımıza göre köyümüze dönme vakti geldi.
Zantara'ya, gitmesem de benim sevdamdır.
Dün İmatlılı Zafer hocayla konuştum (Dandin)...
"Temmuzda oradayım" dedi.
Aslında benim de ziyaret etmem gerekir.
Görmeyeli tam 47 yıl oldu.
Ne acı?
O kadar yazı kaleme al, hasretten sevgiden söz et...
Ondan sonra da iki yıl görev yaptığın toprakları ihmal et.
Olacak iş değil ama bütün Türkiye'yi gezmeme rağmen
bir türlü yolum düşmedi.
Aslında gözümde tütüyor.
Ama ilk fırsatta, söz.
Varacağım o yeşil cennete...
Oturduğum evin bahçesine kuracağım sofrayı...
Menüyü tahmin edersiniz, mısır ekmeği eşliğinde turşu kavurması...
Varsa hamsi tava...
İçecek, elbetteki aslan sütü...
Şerefine diyeceğim uzaklardan göz kırpan Karadeniz'e...
Eminim ki dostlar beni yalnız bırakmaz.
Sohbetlerin en güzelini açacağız...
Yad edeceğiz Bekir amcayı, Ömer Osman'ı...
Ruhları şad olsun diye dua edeceğiz.
Tabii rahmetli Osman dayımı unutmadan.

Ayıptır söylemesi, hayâl dünyam zengindir.
Bir fakirhanem olsun isterim Zantara'da.
40 anahtar yaptırırım, eşim dostumla paylaşayım diye.
Deniz tatili bana uzak, artık yaşlandım...
Ama Terziali çayı ile Çanakçı deresinde yüzmek isterim...
Buz gibi sularda kulaç atarım gençliğime.

Sizlere şaka gibi gelebilir.
Unutulmaz günler yaşadım.
Her gece bir kitap okurdum, baş ucumda beş numara lamba.
Nice roman kahramanıyla orada tanışıp dost oldum.
Hele Dostoyoveski'nin Suç ve Ceza'sı...
Baş rolde Raskolnikov...
Unutulmaz karakter.
Tabii daha niceleri.

İşte böyle dostlar, yazdıklarıma "Hoca yine gönül gezdiriyor."
diyebilirsiniz...
Varsın olsun, bence mahzuru yok.
Evde kös kös oturmaktansa insan ruhunun canı çektiği yere
yolculuğa çıkması da fena değil...
En azından seyahat masrafı yok, ne bavul ister, ne eş...
Zantara'da üç gün geçirmek ömre bedel...
Hele yıllardan sonra.

Macit Hoca

THE END

İyi yolculuklar usta!










Uzun yıllar sonra umutlar yeşerdi.
Tebrikler İmamoğlu, ilaç gibi geldin.
Sayende nefes aldık, aydınlığı hissettik.
Bu arada Kılıçdaroğlu'na da bir selam çakalım.
Sarıgül, İnce tecrübelerinden sonra doğru adresi buldu.
Ve kesin zafer.
Şimdi durmak yok, yola devam.
Demir tavında dövülür.
Saray sallanıyor.
İçindekinin yüreğine korku düştü.
Bundan sonra daha da saçmalayacak.
Gidiş bileti elinde.
Tarihin çöplüğü dört göz O'nu bekliyor.

Aslında on yedi yıl uzun bir süre.
Hem insan yaşamı için, hem de ülke tarihinde.
2002 yılında "vesayet" çığlıklarıyla yola çıkıldı.
İnkâr etmeyelim, ciddi başarılar da sağlandı.
Fakat nefes çabuk tükendi, rota çağ dışı Arap kültürüne yöneldi.
Ve o tarihten sonra karanlık ülkenin kaderi oldu.
Bu arada kadim ortağı Fetö de boş durmadı.
Pespaye bir darbe senaryosuyla tepelerine binmeye çalıştıysa da...
Netice, binlerce günâhsız insan kurban edildi.
O nedenledir ki hapishanelerimiz hâlâ dolu.
İki düşman yaratıldı, barış sürecinden sonra Kürtler...
15 Temmuz'dan sonra da Fetöcüler.
O gün bu gündür başta CHP düşmanlığı olmak üzere
gergin bir atmosferin çaresiz seyircileriyiz.
Kısaca yazık oldu canım ülkemizin aydınlık geleceğine.
Ta ki bu sabaha kadar.
İstanbul'dan genç bir adam çıktı, doğru üslup, doğru strateji ile
Tek Adam'ı salladı...
Şimdi ise düşürme zamanı.
Zaten yalnızlığa doğru hızla koşuyor...
Dava arkadaşlarından Gül, Babacan ve Davutoğlu çöküşü
büyük bir iştahla bekliyor...
Ve sahnenin kapanması da çok yakın...
THE END yazısı eşliğinde perde iniyor!

Not: Emeği geçenlere teşekkürler.
Sonu iyi biten filmlerden biriydi!

Macit CÜNÜNOĞLU

23 Haziran 2019

Demokrasi destanının içinden...

On yedi yıldır adamın kazanmadığı seçim kalmadı.
Eyvallah.
Elinde Kur'an, dilinde bayrak...
Ha bire yükseliyor.
Âdeta karşısına çıkanı eziyor.
Dinime küfür eden müslüman olsa gam yemem...
Açlık, işsizlik umurunda değil.

Küba'ya cami dikiyor, Şam'da namaz kılıyor...
Tut tutabilirsen!
Gaz veriyor halka...
Yalan dolan düsturu...
Yüzde elli ikiye yakın oy topluyor.

Ancak yarınlar?
Tısss!
Söndü bitti...
Karga karga gak dedi, vaatler hayâl oldu...
23 Haziran sabahı uyandı halk...
Dur dedi gidişata!

Sonuç ezici...
Aradaki fark yüzde on.
Şımarıklığa da hiç gerek yok.
Daha yolun başlangıcı.
Hedefte Saray...
Çökerse eğer...
Güneş doğar Türkiye'ye.
Bilmem anlatabildim mi?

m.C.


İlham Perisi!

Macit Hoca











Nazara, şeytana inanmam ama "İlham Perisi"nin varlığından
şüphem yok.
Enteresan, düştü mü yüreğime klavyemin başındayım...
Harfler dans edip sözcüklere dönüşüyor...
Onlar da cümlelere...
Ve akıp gidiyor hayat.
Bazen doğduğum topraklara konuyor, bazen öğretmenlik
yaptığım köye.
Oysa elli yıla yakın süredir İstanbul'da yaşıyorum.
Çok da severim, aşkım benim.
Ancak geçmişi unutmak ne mümkün!

Fakat insanın hafızasına kodlanan anıları yok mu...
Belki de hepsinden önemli.
İşte o anda İlham Peri'si işe yaramıyor.
Çünkü yaşanan gerçekler var...
Âdeta bireysel tarihim gözlerimin önünde resmi geçit yapıyor.

Ne güzel...
Sanki dizi film...
İstediğin bölümü izle.
Baş roldeyim, mekânlar belli, figüranlar çok...
Seç beğen!
İster Amasya'ya yolculuk yap, ister Zantara'ya...
Tercih benim.

Fakat yirmili yaşlar önemli.
Çılgın çağlar geride kalmış, olgunluğa ilk adım.
Askerlik denilen dönemeç atlanmış...
Önümde koskoca bir hayat.
Ve karşımda Karadeniz dağlarının en şirin köyü Zantara.
Bıyıklarım henüz çıkıyor, sakalım yeni yeni gürleşiyor.
Tek derslikli okulum, ışıl ışıl öğrencilerim.
En önemlisi de yüksek ideallerim var.
Öncelikle iyi öğretmen olacağım, sonra da ülkeyi kurtaracağım.
Kimden mi?
Amerikan emperyalizmden ve yerli işbirlikçilerinden.
Olmadı, aslanlar gibi mücadele ettik...
Ne acıdır ki yenildik.
Hasar tespit raporu ağır...
Kayıplar çok...
Kurulan dar ağaçları son nokta.
Ama yılmadık, kavgaya devam.
Bu kez karşımızda 12 Eylül...
En kanlı senaryo.

Ondan sonrası bilinen macera.
Özal'la başlayan küresel dünyaya entegrasyon...
Yani zenginlik hastalığı, servet düşkünlüğü.
AVM saltanatı, gösterişli zaaflar...
Kısaca cipli yaşamlar!
Emin olun uymadı bana...
Arıza çıkardı bünyem...
Gözünü dikti dostluğa...
Ve kutsal topraklara, Zantara'ya...
Çünkü ıslatan yağmur, ısıtan güneş yalnız o coğrafyadaydı.
Binlerce selam olsun doğduğum memleketime ve
bana insanlığımı yaşatan Zantara'ya.

Gençlik Aşkı

Macit CÜNÜNOĞLU











İlgilenmiyorum desem de akşamı iple çekiyorum.
Ne de olsa seçim, sandıklar açılıp sonuçlar dökülmeye başlayacak.
Umarım vaat edilen güzel günler gelir, yoksa bataklıkta yaşamaya devam.
Ancak iddiamdan vazgeçmiş değilim, en az yüz bin fark.
Haydi hayırlısı!
Güneşin batmasını da bekleyemedim, doldurdum kadehimi...
Vardım You Tube'a...
Arkadaşım Şenel Dandin'in kemençesi kulağımda...
Peşinden Katip Şadi ile Kemal Yılmaz.
Şimdiden ruhum şad oldu, gönlüm şenlendi.
Aslında horon oynamayı bilmem, ama duyduğum zaman da
yerimde duramam.
Âdeta sihirli bir müziktir, sadece yürekte hissetmek gerek.
İçinde Karadeniz'in sert dalgaları vardır, Sis dağının sarp kayalıkları.
Adım adım tırmanırsınız, yükselirsin gökyüzüne.
Sonra kadın erkek eli buluşur...
Hep beraber açılırlar deryaya; dostça, kardeşçesine.
Ah Zantara ahhh!
Neler öğrettin bana?

Oysa etiketim öğretmen, ama gerçek öğretici hayatın ta kendisi.
En yüce laboratuvar.
Altın tepside sunduğunu alırsan sınıfı geçersin...
Tersi olursa, hayat öper müsait yerinden!
Nerde kalmıştık dostlar?
Evet, horonda.
Zaman zaman sosyal medyada halayların en güzeli paylaşılıyor...
İçinde insan sevgisi, dayanışmanın dorukları.
Coşku sel olmuş, hayâl dünyasındayım.
Ancak rüyamda görürüm..
Fındık bahçelerinden fışkıran altın yürekler denize akıyor.
Görele'nin yemyeşil vadilerinden sesler yükseliyor...
Şenel'in, Şadi'nin, Kemal'in kemençelerinden.
Derelerin çağıltısı eşlik ediyor, nağmelerin benzeri yok.
Horonlardan taşan yıldızlar semadaki yerini alıp
bulutlarla dansların en güzelini sergiliyor.

Belki de benim yazdıklarım gençlik aşkı...
Zantara günlerine duyduğum hasret.
İnsanlıkla yoğrulmuş yüreğim, dostlara uzattığım göz yaşlarımla ıslanmış
yaşlı elim var.

Kazansak da, kaybetsek de...

Macit CÜNÜNOĞLU










Ataletle baş etmeye çalışıyorum.
Üzerimde öyle bir yorgunluk var ki...
Ayağa kalkmam için mucize gerekli.
Oysa şikâyet eden kişiyi hiç sevmezdim...
Büyük konuşmamak lâzımmış.
Gördünüz mü, ne hâllere düştüm.

Hâlbuki sabah erken kalktım.
Büyük bir iştahla sandığa gittim.
Kahvaltı dâhi yapmamıştım.
Oyumu kullandım...
Eve dönüşte katıldığım seçimleri düşündüm.
Kimbilir kaçıncı kez vatandaşlık görevini yerine getiriyordum...
İnanın hatırlamadım.

Neyse ki beynim sağlam.
Gençlik yıllarımda öğrendiğim teoriler aklımda.
Başta Marx, 19. yüzyılın efsanesi...
Sosyalizmin mucidi.
Peşinden Bakunin, anarşizmin yaratıcısı...
Ve Babalar ve Oğullar'da Turgenyev...
Nihilizmle tanıştığımız devirler.
Çok uzaklardan da Mao el sallıyor...
Yıl: 1949...
On yıl sonra Okyanus kıyısında bir ışık parlıyor.
Devrimin önderleri Che ile Castro.

Memleketimde ise TİP, yükselen değer.
65'te on beş milletvekili.
Hayâl denizinde yüzdüğümüz yıllar.
Yaşasın, ülkemde düzen değişiyor...
İktidara yakınız derken...
12 mart, 12 Eylül...
Saha temizliği var.
Âdeta kanlı soykırım.

Ya şimdi, İmamoğlu denilen bir gencin peşine takıl...
Slogan: "Her şey güzel olacak."
Kulağa hoş geliyor.
İman tazelercesine duyulan heyecanlar...
Yorgun ruhuma hiç de fena gelmiyor.
Belki de 23 Haziran kurtuluşun başlangıcı..
Bu hızla da akşama vuracağım rakının dibine dibine...
Kazansak da, kaybetsek de!

22 Haziran 2019

Zantara'nın çığlığı

Zantara

Maviye boyadım tepeleri...
Yeşil kıskansın diye.
Benim adım Zantara.
Karadeniz dağlarına konmuş bir serçeyim.
Mini mini.
Büyüklerimi sayar küçüklerimi severim.
Yolum izim yoktur.
Patikalarım kolye gibi sarkar yola.
Tek çıkışım Gıdır geçididir...
O da Çanakçı deresi üzerinde.
Uzun yıllar elektriğim olmadı...
Suyumu ise göletlerden temin ettim.
Aslında çok dertliyim ama sesim çıkmaz...
Bağırsam hiç duyulmaz.
Kader ortaklığı yaptım doğayla...
Verdiğine şükür ettim, vermediğinde küsmedim.
Fındığını nimet bildim.
Temmuz'da topladım, onu da tüccara kaptırdım.
Neyse ki mısırım var...
Ekmeğim benim.
Karalahanam, fasulyem, ısırgan otum aşım...
Hamsi ise baş tacım.

Yıllar geçti üzerimden.
Nice siyasi iktidar, nice Cumhurbaşkanı gördüm.
Aslında tanımam hiç birini...
Gelen ağam giden paşam!
Ancak yüreğim Anadolu...
Arkamda Sis dağı, önümde Karadeniz...
Coşarım bazen...
Kâh kemençemin sesi, kâh tabancamın namlusu...
Haykırır bulutlara...
"Ben Zantara'yım, asırlardır burdayım" diye.

Evet, aynen böyle gençler.
Kırk dokuz yıl öncesinden sesleniyorum sizlere.
Ne fakir ne zengin vardı o devirlerde...
Sadece insani değerlerle yaşardık...
Okulda, harmanda, camide.
Yüzlerimiz gülerdi, acıda sevinçte birdik..
Ama ne yazık ki günümüzde hepsini yitirdik.

Macit Hoca

Amasya Tamimi'nin 100. Yılında Tankut Öktem'e saygıyla.

 22 Haziran 1919 Amasya Tamimi Anıtı.- Tankut Öktem (1981) 
                                                                                                                                       
Fotoğraf: Macit CÜNÜNOĞLU