bir şair vardı, öğretmen

31 Mayıs 2023

TEFEKKÜR ZAMANI

 Bu ara seçim atmosferine kendimi çok kaptırdım,

Amasya’yı unuttum.
Oysa bu sayfanın asıl amacı memleket fotoğrafları ile
birlikte hasret duygularımı paylaşmaktı.
Lütfen bağışlayın, koptuğumu da zannetmeyin,
bugünden itibaren yine Selağzı’nda, ırmak kenarında olacağım.
Daha konuşacak çok mevzu var.
Öncelikle eski Amasya’ya olan özlemimi bir kez daha hatırlatayım.
Çünkü yalnız çocukluğum gençliğim değil, yüzlerce yıllık
tarihimiz
burada.
Böylesi zengin bir geçmiş olunca da yazacak epeyce konu çıkıyor.
Her bir sokak, mahalle renkli anılarla dolu.
Bakmayın siz mabetlerin, türbelerin, medreselerin dilsiz olduğuna,
bir dokunun duvarlarına, anlatacak o kadar çok hikayeleri var
dır ki…
Yeter ki samimi olun, merakınızı diri tutun ve de yüreğinizdeki
heyecan hiç eksilmesin.
O zaman tarih bütün cömertliği ile size kapılarını açacaktır…
Hatta sarıp sarmalar, başlarsınız zaman tünelinde yolculuk yapmaya.
Elbette istediğiniz durakta inmekte özgürsünüz, ama dersinize iyi
çalışmak koşuluyla.

Öyleyse ilk durağımız Büyük Ağa Medresesi olsun.
Bilindiği gibi XV. yüzyılda Fatih’in oğlu Beyazıd  şehrimizin valisidir.
Kapı ağası da Hüseyin Ağa.
Bu ağa kendi unvanını  taşıyan medreseyi 1488 yılında inşa ettirmiştir.
Kapı Ağa Medresesi.

Selçuklu mezar anıtlarında görülen sekizgen şema ilk kez
bu yapıda kullanılmıştır.
Medrese eğitim ve öğretim konusunda birçok faaliyet göstermiştir.
Aralarında en bilineni Taşköprülü zade Mustafa Müslihiddin efendi
olmak üzere birçok bilim adamı öğretmenlik (müderrislik) yapmıştır.
Yaşanan depremler sonucunda hasar gören medrese 1878 yılında
restore edilerek günümüze kadar ulaşmıştır.
İnşallah bundan sonra başına bir şey gelmez. (Amin)

Neyse gelelim günümüze…
Sağ olsun Reisimiz, ülkemizdeki üniversite sayısını 200’ün
ürerine çıkarttı.
Tabii Amasya’da nasiplendi, 2006 yılında üniversitesine kavuştu.
Ya kalite, eğitimdeki seviyesi?
Elbette Oxford, Harvard başarısı beklemiyoruz…
Ama en azından referansı Büyük Ağa Medresesi olabilirdi…
Osmanlı’dan çağımıza uzanan bilimin sesi.
Düşünsenize Ali Kuşçu’lar, İbni Haldun’lar bu topraklarda yeniden
hayat buluyor.
Yok, “istemezük”  diye düşünüyorsanız Selağzı meydanında
TOGG tavaflarına devam edebilirsiniz…
Ve avazın çıktığı kadar da bağırırsınız:
“Bayraklar inmez, ezanlar susmaz!”
Öyleyse bana müsaade, Kapı Ağa Medresesi’nde tefekkür edeceğim
ve tanrıya beni baştan yaratması için dua edeceğim.

Macit CÜNÜNOĞLU

MAYIS’IN İÇİNDEN



Her mayıs gelişinde hüzünlenir, içim burkulur.
Kırk bir yıl önce çocuklarımın annesini genç yaşta kaybetmiştim.
Ancak bu mayıs farklı oldu.
Dün dördüncü kez dede oldum.
Tabii ki çok mutluyum, gönlüm gerçek baharı yaşıyor.
Ayrıca hissettiğim duygularım öylesine derin ki,
aklıma ne Pirus zaferi geliyor, ne de kaybettiğimiz seçim.
Hayat nasıl olsa devam ediyor.
Zaten yeteri kadar seçim analizi yaptım.
Son olarak da mevzuyu fazla uzatmadan bir konuya daha
değinmek isterim.
O da “samimiyet”…
Ne güzel insani davranıştır, içinin dışının bir olması…
Aklından geçeni amasız, fakatsız bir çırpıda söylemek.
Ve gözlerin gülümsemesi, gezegene ışıl ışıl bakmak.
Gel gör ki bu özelliği hiçbir siyasi liderde göremedim.
Hepsinin kafasında kırk tilki dolaşıyor ve rahmetli İnönü’ye
rahmet okuturcasına kuyrukları birbirine değmiyor.
Çünkü dertleri partilerinin siyasi ikbali…
Vatandaşın çektiği sıkıntılar ise teferruat.
Yalnızca dincilik, milliyetçilik üzerinden kurgulanmış rezil
bir propaganda…
Karşı cephede de pembe dünya hayalleri…
Netice itibariyle yirmi bir yıllık saltanat kazandı.
Kaybeden de umut, vicdan oldu…
Bir de gerçek vatanseverlerin iyimserliği.

Elbette bu sarsıntılar da gelip geçer.
Fakat kaybedenlerin lanet okuyan zehirli dilinden fevkalade rahatsızım.
Öyle ki kurucusu olduğum sayfam da bile iktidara oy veren kitleye
veryansın ediliyor.
Onca uyarım da fayda etmiyor, salvo atışlarına devam.
Halbuki aynı toplumun bireyleriyiz, siyasi tercihlerimiz nedeniyle
birbirimizi aşağılamaya ne gerek var.
Hiç mi birbirimizin yüzüne bakmayacağız.
Anlıyorum, tepedekilerin çamur söylemleri bizlere de sirayet etti…
Ancak biz halkız…
Gönlümüzde siyasi beklenti yok…
Azıcık aşım, kaygısız başım prensibiyle yaşama tutunmaya çalışıyoruz.
Bir de muhannete muhtaç olmamak gibi bir hasletimiz var…
Şan şöhret, yatlar saraylar onların olsun…
Bize ağız tadıyla yenilen zeytin ekmek yeter.

En azından ben böyle düşünüyorum.
Kalp kırmak bana göre işler değil, elbette insanın iyisini doğrusunu severim.
Sevgiyle sarılırım dostluğuna, dil din ırk farkı gözetmeden.
Yeter ki yüreklerdeki sevgi ışığını fark edeyim…
Dünyalar benim olur, sevdikçe çoğalır, coştukça şarkılar ruhumun
derinliklerine akar.
Başka ne isterim ki.
Daha dün torunum dünyaya geldi, dördüncü kez dede oldum.
Amasya kökenli ailem büyüyor.
Ve kendimi yeryüzünün en zengin insanı olarak görüyorum…
Bu mutluluk da bana fazlasıyla yeter.
Sağlıkla, sevgiyle kalın değerli dostlar.

Macit CÜNÜNOĞLU

30 Mayıs 2023

UMUT DÜNYASI

 


Seçimin şoku geçti.
Ve geriye bolca dedikodusu kaldı.
Tabii nerden baktığınıza bağlı, herkese yetecek kadar
malzeme var.
Ayrıca hangi partiye oy vermiş olursanız olun, nihayetin de
ülkenin beş yılını belirledik.
Sonuçlarını da hep beraber göreceğiz. (İnşallah)
Fakat bir iki noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
İlki değerli Erol Çevikçe, biliyorsunuz hemşerimiz olur,
benim de halamın oğludur; son yazısının başlığında diyor ki,
“Yine de iyimserim.”
Ve ilave ediyor:
“28 Mayıs 2023, bugün de sabah saat 08’de Amasya Mehmetpaşa Mahallesi
1157 numaralı sandıkta ilk oyu ben kullandım.
O sandıkta 1965’ten beri 2 kez kendime olmak üzere bu 7. oy kullanmam idi.
15 gün önce 14 Mayıs seçiminde sandıklar açılmadan önceki yazımda demiştim ki,
“Son seçimlerde iktidara oy kullandığını tahmin ettiklerimin yüzü gülmüyordu.
Bana karşı da adeta iktidara gelmekte olan CHP’nin eski milletvekili ve bakan
hemşerileri gözü ile mütebessim bakıyorlardı.”
Erol ağabeyim 1937 doğumlu, yani 86 yaşında.
Dalya demesine az kaldı…
Ve haftada bir gün (Pazartesi) düşüncelerini yazıya döküp
bir internet sitesinde (Bigazete) yayımlıyor.
Ve yazılarının çoğunda da iyimserliği elden bırakmıyor.
Hayran olmamak elde değil, o yaşta bu enerji tek kelimeyle olağanüstü.
Elbette arkasında yılların birikimi, devlet tecrübesi var.
Ayrıca siyaseti en tepe noktalarda yaşamış biri.
Fakat hiçbir yazısında kötümserliğe yer vermiyor, umudunu yitirmiyor.
Bu arada akil adam kimliğini de koruyarak genç politikacılara
yol gösterip önderlik ediyor.
Dikkate alıp dinleyen oluyor mu derseniz, orası meçhul…
Zaten neticeden de belli değil mi?
Oysa duayen ağabeyimizin önerilerine bir nebze olsun kulak verilseydi
böylesi hüsran yaşanmazdı.
Neyse, geldi geçti diyelim.
Yalnız sözünü ettiğim ikinci husus da kayınvalidem Samiye hanım.
O da 1940 doğumlu, 83 yaşında.
Manastırlı, başına gelen hastalıklar sonucu oksijen makinesine bağlı,
yürüme sıkıntısı çekiyor.
Tutturdu “bu kez ben de oy kullanacağım” diye.
Ayrıca M. Kemal’i yakın akrabası gibi hissediyor, ne de olsa
hemşerilik bağı var.
Tamam dedik, CHP’yi aradık…
Derdimizi anlatıp yardım istedik…
“Ne demek efendim, derhal” dediler…
Ve kapının önüne ambülansı çektiler.
Şeker gibi iki genç, kayınvalideyi tekerlekli sandalyeye koyup
seçim sandığının başına kadar götürdüler.
Ben de ön koltuktayım, yani hizmet dört dörtlük.
Uzun lafın kısası; oylarımızı kullandık.
Dönüşte kayınvalidem dindar biri olduğu için çöktü Kuran’ın başına…
Başladı hatim indirmeye…
Tek dileği “deli papuçlu”dan kurtulmak.
Ben demiyorum, O diyor.
Tabii bilindiği gibi duaları tutmadı, onca emek de boşa gitti.
Evet, bir seçim daha yaşadık.
Eğrisiyle doğrusuyla ortaya bir sonuç çıktı.
Ama “Söz konusu insansa gerisi teferruattır” anlayışı yine
mağlup oldu ve içim parçalandı.
O nedenle iyimserliğimi korumakla beraber umudumu yitirmemek için
86’lık ağabeyimin, 83’lük kayınvalidemin izinden gitmeye karar verdim…
Belki bu hayat gün gelir bizim de yüzümüze güler.
Macit CÜNÜNOĞLU

29 Mayıs 2023

YUMRUKLAR HAVAYA



Geçmiş olsun Türkiye, bir bahar daha geçti.
Kimilerinin yüzü güldü, kimileri de derin üzüntü yaşadı.
Seçim bu, sandık sonuçları önceden kestirilemez.
Sadece umut vardır, gönlünden geçen adayın kazanmasını arzulamak.
Ama bizim ülkede siyaset hiçbir zaman “er meydanı” olmadı.
Çünkü provokasyon, kara propaganda, iftira…
Meydanların, medyanın âdeta dili haline geldi.
Yine de dünkü yarış başa baş geçti…
% 52’ye % 48 oranı bile güçler dengesini gösteriyor.
Öyleyse Amasya seçim sonuçlarına bir göz atalım:

Toplam seçmen: 256.833
Kullanılan oy: 230.579
Katılım oranı: % 89.78
Erdoğan: % 59.16 - 134.428 oy
Kılıçdaroğlu: % 40.84 - 92.811 oy

Tablo bu, yalnız dikkat çeken bir husus katılım oranı…
% 90’a yakın, bu da seçmenin ne kadar politize olduğunu gösterir.
Üstelik ülke ortalamasının üzerinde.
Demek ki necip halkımız sandığa gitmeyi seviyor…
Bir de reislerini.
Erdoğan Amasya’da rakibine 20 puana yakın fark atmış.
Milli irade, elbette saygı duyacağız.

Ancak mevzuyu fazla uzatmadan son seçimleri kısaca
değerlendirmek isterim.
Öncelikle 70’lerin “Milliyetçi Cephe” ruhu yeniden dirilip
siyasi arenaya sürülmüştür.
Netice itibariyle başarılı da olmuştur.
Aynı şeyleri muhalefet cenahı için söyleyemeyeceğim…
Yanlış aday, yanlış ittifaklar…
Klasik CHP’yi iyice yörüngeden çıkartmıştır.
Parti aşure çorbasına dönmüş, dincisi-liberali-milliyetçisi…
Top yekûn sahaya sürülmüştür.
Sonuç hüsran, bir başka bahara ertelenen hedefler.
Yazık oldu, ülkenin bir beş yılı daha çalındı.

Fakat umut hiçbir  zaman bitmez, en düşkün hallerimizden
yeniden doğmasını biliriz.
Ayrıca ülke yangın yeri, problem çok.
Dincilik, milliyetçilik almış başını gidiyor…
Mutfak derseniz, konuşmaya gerek yok.
Geriye Gezi ruhunu canlandırmak kalıyor.
Bu kez en geniş cepheyi oluşturarak.
Haklı talepler gündeme getirilip doğru anlatılırsa
halkın örgütlü gücü önünde kimse duramaz.
Yeter ki sokağa çıkacak inancı, morali toplumun ezici
çoğunluğuna taşıyalım.
Bir de görüldü ki kalp işareti ile öpücük dağıtmak işe yaramıyor…
Eğer emeğin, aydınlığın, isyanın sesi olacaksanız
sağ yumruklar havaya kalkmalıdır…
Ve şarkılar dalga dalga yayılmalıdır…  
“Geliyoruz zincirleri kıra kıra…”

Macit CÜNÜNOĞLU

26 Mayıs 2023

HATIRALARIN İÇİNDEN

 


Birkaç gün önce davet aldım.
Beni Amasya’ya çağırıyor ve diyordu ki,
“Bırak şu siyaset işlerini, yaşın geldi 73’e, hâlâ bıkmadın mı?”
Haklıydı, arayan babamdı.
Oysa öleli atmış üç yıl olmuştu, Şamlar mezarlığında ikamet ediyordu.
Yine de gelmemi istiyordu.
Mesajına not da düşmüştü: “Erteleme, çabuk davran, yarenlik ederiz.”
Emir büyük yerden, ne de olsa babamdı.
Merak ettim bunca yıldan sonra bana neler söyleyecekti.
Herhalde mezarlık hakkında son bilgileri verecekti.
Tahminimce toprak altında huzurla yatarken iş makinalarının
üzerinden geçtiğinden söz edecekti.
Nitekim düşüncem doğru çıktı.
Vardım türbenin yanına, babamın mezar komşusuydu.
Babam sazı ele alıp başladı anlatmaya:
“Evlat” dedi, “yıllardır bu toprak parçasının altında yatar dururum.”
“Komşularım Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar…”
“Ve 23’ten sonra TC. vatandaşları.”
“Asırlara dayanan bir dünya kurduk kendimize”.
“Her ne kadar toprağın üstü cazibeliyse de kader bizi böyle
bir sona layık gördü.”
“Ama alemimize yeni katılan genç bedenler herkes gibi
biz mezarlık sakinlerini de  fevkalade üzdü.”
“Yine de dayanmaya çalışıyoruz.”
“Bu arada sırt üstü yattığımızı sanma, yıllar içinde toprakla
bütünleştik, çayır çimen olup yine yeryüzüne çıktık.”
“Kimimizin üzerinden apartmanların temeli geçti,
kimimizin üzerinden bahçelerin çiçekleri.”
“Geç de olsa anladım ki, hayat alt üst oluşlarla devam edecek.”
“Demek ki tümden yok oluş masal, doğanın diyalektiği yürürlükte
tıkır tıkır işliyor, mutasyona uğrayıp servi ağaçlarına can veriyoruz.”
“Ve semaya doğru arkadaşlarla yarışırcasına uzayıp gidiyoruz.”

Derken bu arada Menderes ile Macit Zeren’i sormaz mı?
Ağabeyim Adnan ile benim adaşlarım.
Dedim ki Menderes’i bir darbe sonucu astılar, Macit amca ise
vadesiyle vefat etti.
Tesadüf bu ya bugün Mayıs’ın 26’sı, yarın 27’si…
İlk darbe ile tanıştığımız gün, sonrası malum…
Bu arada iki gün sonra da 28 Mayıs, yine seçim, ülkemizin kader günü.
Neyse, dönelim babamla sohbete.
Duyarlı hemşerilerim gibi mezarlığın yok edilmesine çok kızmış…
Ve diyor ki “tarihe kültüre bu kadar saygısız olunur mu?”
Ayrıca “mezarlıklar bir kentin en önemli mirasıdır, geçmişidir.”
“Hazine kadar kıymetlidir, yaşayanlar gözü gibi korumalıdır.”
Cevap veremedim, sustum…
Öfkemi içime akıtarak türbenin bahçesinden bir papatya koparttım…
Babamla tekrar buluşmak üzere vedalaşırken kalbimin üzerinde
papatya, başladım yapraklarını saymaya…
Gözlerim nemli çok uzaklara bakarak selam gönderdim çocukluğuma
mahalleme, Gümüşlü’ye, ve camimizin musalla taşına…
Babamı son yolculuğuna uğurladığım hatıralarıma.
Aylardan Şubat, sene bin dokuz yüz atmış…
Şadırvanın bir köşesinde bir çocuk ağlar sessizce, adı Mustafa…
Aradan yıllar geçmiştir, ruhu dolaşır Şamlar’da…
Babasının mezarını hâlâ arar.

Macit CÜNÜNOĞLU

25 Mayıs 2023

HOŞ BİR SEDA



Sel gider kum kalır…
Seçim biter acı gerçeklerin hükmü sürer.
Nedir bunlar derseniz…
Hepimizin bildiği mevzular.
Öncelikle enflasyon, hayat pahalılığı, satın alma gücü
ve işsizlik.
Özetle yaşam kalitemizin sürekli düşmesi.
Sonra ülkenin sıralanacak bir yığın derdi var.
Suriyeliler meselesi, Kürt sorunu…
Hak hukuk adaleti yazmıyorum bile…
Çünkü çivisi çıkmış vaziyette.
Bilhassa AİHM kararlarını tanımayan bir zihniyetten
ne beklenebilir ki…
Ayrıca Cumhurbaşkanı şu veya bu nedenle 200 bine yakın
vatandaşımıza dava açmış…
Sanki anayasal görevini yerine getiriyor.
Eleştirene, kızana başlat soruşturmayı, mahkemelerde süründür…
Sonra da hoşgörüden, insanlıktan söz et.
Dolayısıyla ülkemizde yaşamak, yapılan haksız uygulamalara
tahammül etmek giderek zorlaşıyor.
Sizi bilmem ama kendi adıma gelecekten ciddi manada
endişelerim var.
Tek adam rejimi halkı yordu, en azından yüzde ellisini.
Parlamenter sistemi özler olduk.
Ya iyimserliğimiz, umutlarımız, mücadele azmimiz…
Yitip gitti dersem öfkelenen çok oluyor…
Devam ediyor dersem düşüncelerimi inkar etmiş olurum ki…
İş yine dönüp dolaşıp sandığa geliyor.
Tamam, 28 Mayıs’ta gidip oy vereceğim…
Ama neticeyi şimdiden görüyorum dersem…
Nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa?

Elbette şiir okumak, şarkı söylemek güzel…
Hatta mahalle içi ajitasyon yapmak da keyifli.
Fakat kırk katır mı kırk satır mı durumlarını yaşamak sıkıntılı.
İnanın zihin bulanıklığı yaşamıyorum…
Ama oy vereceğim ittifakta o kadar çok ayrık otu var ki…
Diğer tarafta da cehennem zebanisi.
İşte bu haleti ruhiye içinde ciddi anlamda içimi karalar bağlıyor.
Ve tanrı Kibele’ye yakararak…
“Bu insanların çilesi nedir?” diye haykırıyorum.
Evet, yeryüzü cennetinde yaşıyoruz, doğanın nimetleri sınırsız.
Ben de biliyorum ki güneşin doğduğu topraklar.
Lakin narkozu damardan yemiş Tayyip sever yüzde elli yok mu…
Aynı kaderi paylaşmak ağırıma gidiyor.
Muhteremlere diyorum ki “Batı standardı.”
Cevapları hazır: “Şam’da Cuma namazı.”
Peki, “halkımız yoksulluk girdabında çırpınıyor.”
Koro halinde bir ses yükseliyor:
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.”

Oysa şu anda Mahler dinliyorum, sırada Dadaloğlu…
Sonra Tatyos şarkıları, rembetikodan “Ödemiş’in kavakları”,  
sona da Ahmet Kaya’yı bırakıyorum…
“Kafama kurşun sıkar giderim…”
Evet hayat güzel dostlar, yaşamak bir ağaç gibi tek başına…
Seçimler gelip geçer.
Şarkılar kalır hayatta, gök kubbede hoş bir seda misali.

Macit CÜNÜNOĞLU

24 Mayıs 2023

YA KARANLIK YA DA UMUT



Tahminimce seçim sonrası Amasya sakindir.
Çünkü oy deposu değil, sonuçları etkileyecek potansiyeli de yok.
Ortalıkta yalnızca milletvekilleri vardır, onlar da liderleri için
oy peşindedirler.
Bu saatten sonra ne kadar etkili olabilirler, bilemem…
Yalnız halkımızın kamplaştığı kesindir, bir tarafta Erdoğancılar,
diğer tarafta Kemalciler.
Oğan efendiye gelince…
Ki Amasya’dan 12.301 oy almıştır, tabii elendi.
O da Cumhur’un sofrasında soğan olmayı tercih etti.
Vatana millete hayırlısı olalım diyelim geçelim asıl mevzuya.

Evet, seçim atmosferi gergin geçti, hâlâ da hız kesmeden devam ediyor.
Aşırı kutuplaşma, siyasetin zehirli dili halkı yordu.
Çirkin iftiralar, trajikomik montajlar rezilliklerin üzerine tüy dikti.
Yine de taraflar sert üsluplarından bir adım geri adım atmadılar.
Ve gündemi terör ile Suriyeliler belirledi.
Oysa “aş-iş” sorunu, çarşı pazardaki yangın…
Enflasyonun ezici etkisi, dar gelirlinin ekmek kavgası kulak ardı edildi.
Ülkemizin kaderi midir nedir, hep aynı terane…
Toplumun asıl meseleleri kampanyaların ilk sıralarında yer almadı…
Hatta Kemal beyin 15 bin liralık vaadi bile karşılık bulmadı…
Enteresan biçimde oylar %49.5 oranında Reis’e yöneldi.

Halbuki ekonomik çıkarlar, yaşam kalitesi çok önemli.
Hatta Ümit Özdağ gibi ırkçı kafalarla yapılan müzakerelerden de…
Sanki her derdimiz bitmiş gibi Suriyelilerle uğraşmak niye?
Önce bir insanın karnının doyması, gelecek kaygısı taşımaması
önceliğimiz değil midir?
Bir tutturulmuş “beka” sorunu, on yıldır aynı masalı dinliyoruz.
Diğer taraftan da 86 milyonluk ülke olduğumuzdan dem vurulur,
askeri gücümüzle sabah akşam övünülür…
Sonuç, halkımızın kahir ekseriyeti sürünür.
Ama seçim neticelerine bakınca statükonun zaferini görürsünüz.
Gerçekten tuhaf bir durum, akıl sır ermiyor.
En son elli binin üzerinde vatandaşımızı kaybettik…
Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür hesabı acılar hafızamızdan
üç ayda silindi,
Erdoğan yine umudumuz oldu.
Üstelik 21 yıllık iktidarından sonra.

Neyse, 28 Mayıs sabahı yine sandıkların başında olacağız.
Oy verirken bir kez değil bin kez düşünmek lazım.
“EVET” mührünü basarken vicdanımızın sesini dinlemek gerekir.
Aklımıza etin, soğanın, patatesin fiyatı gelsin.
Ayrıca doların nerelere tırmanacağı.
Bir de banka kredi kartlarıyla nasıl yaşadığımızı unutmadan.
Mutlaka sandığa gidin, bir adaya da EVET deyin…
Ya karanlık kazansın ya da UMUT.

Macit CÜNÜNOĞLU

23 Mayıs 2023

YAŞASIN ÖZGÜRLÜK

 


Demokrasisi kurumsallaşamamış toplumlarda seçim atmosferi
duyarlı vatandaşların kimyasını bozuyor.
Oysa Batı ülkelerinde sistem tıkır tıkır işlediği için
devlet mekanizmalarında büyük kırılmalar yaşanmıyor.
Bizde ise özellikle son yirmi bir yılda yörüngesinden çıkmayan
kurum kalmadı.
Örneğin son depremlerde akıl almaz aksaklıklar, uyarılara rağmen
çarpık yapılaşmalar binlerce can kaybına neden oldu.
Ve halk olarak büyük bir faciayı an be an izledik.
Elbette yürekler parçalandı, gözyaşları sel olup aktı.
Ama iş başındaki iktidar 14 Mayıs’tan yine başarı ile çıktı.
Tuhaf bir durum ama ne yaparsınız, vatandaşın tercihi bu yönde
tecelli etti.
Kızmaya, aşağılamaya asla  hakkımız yok…
Bir bildikleri var deyip geçmek mecburiyetindeyiz.

Halbuki her bahar mevsimi gelişinde içim kıpırdamaya başlar…
Duygusal dünyam daha da zenginleşerek şiirsel üslubumla
gönüllere dokunmaya çalışırdım.
Ama şimdi elim gitmiyor, acılarla yoğrulmuş yüreğim
âdeta ellerimi kelepçeleyerek yazınsal özgürlüğümü kısıtlıyor.
Bir de sıkça duyduğum bir uyarı sinir sistemimi bozuyor.
O da “köprüden önce son çıkış”…
Elbette siyasi olarak kullanılıyor ve 28 Mayıs milat olarak
kabul ediliyor.
Sanki dünyanın sonu gelecekmiş gibi sürekli kulağım çekiliyor.
Anlıyorum uyarı sahiplerinin ruh halini…
Fakat benim minik bir dünyam var…
İçinde küçücük adacıklar bulunan.
Onlar arasında gelgitler yaşıyorum, bazen tarihin sayfalarında
geziniyorum, bazen de sanatın sımsıcak kulvarına sığınıyorum.
Ve her iki mecrada da mutluyum…
Biliyorum ki 1922’de Mussolini, 1933’de Hitler iktidara geldiğinde
her iki ülkede karanlık çağ başladı…
Halklar derin acılar çekti, ağır bedeller ödedi.
Ta ki faşist liderlerin ipleri çekilene kadar.

Bizde 21 yıldır düştük benzeri bir duruma.
Zalime git diyorsun gitmiyor, kal diyorsun…
O da memnuniyetle diyerek sandık demokrasisinin keyfini yaşıyor.
Ama nereye kadar?
Şahsen ben kestiremiyorum,  belki de tanrıya havale etmek en garantisi.
Yüce mevlam bilir işini…
Hikmetinden sual olunmaz, bakarsınız terfi ettirip yanına alır…
Cennet mekanına!
İşte o zaman “köprüden önce son çıkış” uyarısı bir anlam ifade eder…
Kalan ömrümüzü yaşarız doya doya.
Ve başlarız bahar şarkıları yazmaya, dağlara bayırlara çıkıp
haykırırız semaya: “Yaşasın özgürlük.”

Macit CÜNÜNOĞLU

22 Mayıs 2023

DÜŞÜNCENİN IŞIĞINDA

 “Nokta” başlıklı yazım tahmin ettiğim gibi zamansız bulundu.

Olabilir, ancak oldu bitti testi kırılmadan fikir beyan etmeyi severim.
Bazen de kendimi kilisede nikah kıyan papaz gibi hissederim…
Ve çiftlere derim ki, “ya şimdi konuşun ya da ömür boyu susun.”
Dolayısıyla aklıma gelen ilk düşüncelerimi sizlerle paylaştım.
Bu arada ben de biliyorum ki görüş ve yorumlarımın etkileri
bu sayfa ile sınırlı.
Neticede YouTube üzerinden yayın yapmıyorum, milyonlarca
takipçim de yok…
Kanaat önderi de değilim, sadece okyanustaki bir damla gibi
tarihe not düşüyorum.
Nitekim Kemal bey ikinci tur söylemleriyle makas değiştirdi,
Kürt oylarını hesaba katmadan milliyetçilik kulvarına sürüklendi.
Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma hali.
Tüm bu olumsuz gelişmeleri yazmayayım mı?
Veya susma hakkımı kullanıp goygoycu kervanına mı katılayım?

Yok arkadaş yok, bu işler beni bozar, ahlakıma ters düşer.
Ayrıca dokuz köyden kovulacağımı bilsem de doğruya doğru,
eğriye eğri deme gibi bir hasletim var….
O nedenle aklıma geleni, hissettiklerimi yazmak zorundayım.
Üstelik sade bir vatandaşım, ne politikacıyım ne de siyasetten
beklendim var…
Derdim hepimiz gibi ülkemizin geleceği, yarınları.
Ama söz hakkımdan da asla vaz geçmem.

Şimdi aklıma geldi, sene 1977…
Ankara’da DİSK’e bağlı bir sendikanın yöneticisiyim.
Daha doğrusu “Eğitim Basın-Yayın Dairesi” başkanıyım.
Doğal olarak çıkarttığımız gazetenin yazı işleri müdürüyüm.
Bir gün sendikaya Ağır Ceza Mahkemesi’nden tebligat geldi.
Hakkımda meşhur 141-142’den dava açılmış, duruşmaya
davet ediyorlar.
Suçum komünizm propagandası yapmak!
Kalktım gittim, bir savcı üç hakimin önündeyim.
Hepsi ağır abi, ben gencim.
Mahkeme heyeti başkanı sordu: “Suçunu biliyor musun?”
Tek bir yanıt verdim: “Evet, düşünmek.”
Derken duruşma ertelendi, bir yol sonra da beraatle sonuçlandı.

Demem o ki düşünceden korkmamak lazım…
Yeter ki medeni ve insani olsun.
Elbette eleştiri yapılacaktır, seviye düşmeden her türlü görüşe
sonuna kadar saygılıyım…
O da bir noktaya kadar, ne zamanki Tayyip güzellemesi üzerinden
hakarete varıyor, işte o zaman ben yokum.
Ve gereğini yapıp kırmızı kartı anında gösteriyorum.
Ayrıca seçim dönemlerinin gelip geçici olduğunu biliyorum.
Bu nedenle gönül kırmaya, dost kaybetmeye hiç gerek yok.
Sonuç itibariyle Tayyip de bizim, Kemal de…
Belki HÜDA-PAR’ı kucaklayamam ama ona da bir iyilik düşünürüm…
Ne de olsa Gonca Kuriş’i severdim…
Bir devrin televizyon gülüydü…
Feminist İslamcıydı, kadın haklarını nasıl da savunurdu?
Samimiydi, sahiciydi…
Ama karanlık ellerin domuz bağına kurban gitti…
Ve o eller şimdi parlamentoda…
Ülkenin kaderini belirleyecekler…
Yaşasın Türk tipi demokrasi, sen nelere kadirsin…
Ne öpmeye gelirsin ne de sevmeye!

Macit CÜNÜNOĞLU

NOKTA!


Batan gemide tartışma yapılmaz derler.
Doğrudur, yine de kaptanın kulağını çekmek isterim.
Çünkü çok yanlış yaptı, belki de çevresi böyle bir sonucu doğurdu.
Öncelikle cumhurbaşkanı adayı olması hataydı.
Onun yerine İstanbul başarısı kanıtlanmış Ekrem İmamoğlu
daha doğru tercih olurdu.
Ayrıca Erdoğan için Kılıçdaroğlu kolay lokma oldu.
Adam cepheden saldırıyor, edep terbiye kurallarını göz ardı ederek
sürekli bel altı vuruşları yapıyor.
Bizimki de savunmada, gelen salvoları geçiştirmeye çalışıyor.
Ama nereye kadar?
Şaşkın ördek misali sarılacak can simidi arıyor.
O kadar ki tescilli ırkçı Sinan Oğan’dan medet umuyor.
Halbuki Sadullah Ergin vakasını yaşadı, Çankaya gibi bir
yerden listeye koyarak seçmeninin gönlünü kırdı.
Bu arada bol kepçe dağıttığı milletvekillerinin neticesini
hesap edemedi.
Sandı ki meclis çoğunluğu kesin kazanılacak.
Tablo ortada, yüz küsur elemanla yasama görevini yerine
getir bakalım…
Mümkün mü?
Zaten yaptığı ittifaka da başından beri sıcak bakmadım.
Bir kere AKP artığı partilerle, Sivas katliamının sorumlularıyla
masaya oturmam, aynı şekildi Akşener’le de…
Doksanlı yılların faili meçhul cinayetlerinde içişleri bakanı
olan hanımefendiyle…
O nedenle tek başıma seçimlere girip paşa paşa % 25 oyumu cebime koyarım.
Kaç milletvekilliğine tekabül ediyorsa parlamentodaki yerimi alıp
şerefli muhalefet görevime kaldığım yerden devam ederim.
Peki düşüncelerimi bu saatte yazmak ne kadar doğru?
İnanın bende bilmiyorum, ancak ister hissiyat deyin ister iç ses,
derdim sadece tarihe not düşmek.
Çünkü hayatımız mevcut sorunları, çarpıklıkları içimize
atarak geçti, madem çağımız samimi duyguların ifadesine
imkan veriyor…
O nedenle klavyemin başına geçip başlıyorum gözlemlerimi aktarmaya…
Elbette kızan, eleştiren arkadaşlarım da olacaktır…
Hepsine saygı duyarım, ancak adam gibi yenilmenin keyfini
bir kez daha yaşamak istiyorum.
Hatırlıyorum da gençlik yıllarımda dağa taşa “umudumuz Ecevit”
diye yazardım, ya şimdi…
Sorarım size, Kemal bey umut mu?
Veya “Millet ittifakı”ndan bir numara çıkar mı?
Kendi adıma ben inanmıyorum, ayrıca bay RTE bu topluma
ne kadar kötülük yaptıysa, insanların umutlarını çalarak
ve millet adını kullanarak iyimserliğimizi körelten bir
Kemal beyle karşı karşıyayız.
Ben affetmiyorum, mesele oy meselesi değil…
Sandığa yine gidip mührü basarız…
Ama kaderimizin içine tükürerek isyan duygularımı beslerim…
Ki yarınlarda güneşin doğacağını bilirim…
İşte o zaman ortada ne Tayyip ne de Kemal olacaktır…
Yepyeni ufuklara yelken açan torunlarım oy kullanacaktır.
Nokta!
Macit CÜNÜNOĞLU

19 Mayıs 2023

KAHİR EKSERİYET

 Ezici çoğunluk demek.

Ve İstanbul, Ankara belediye meclisleri için Erdoğan
sık sık kullanır: “Kahir ekseriyet” bizde.
Aslında ülkemizin demokrasi anlayışının somut göstergesidir.
Azınlıkta kalanın hiçbir hükmü yoktur.
Çoğunluğu ele geçiren istediğini yapar,
ister deli Dumrul, isterse Ali kıran baş kesen olur.
Her ikisi de aynı kapıya çıkar, çoğunluk olmanın verdiği
özgüvenle hukuk, adalet gibi kavramlar rahatlıkla ayaklar
altına alınabilir.
Yeter ki sandık denilen kutudan oylarda üstünlük sağlansın.
Aynı anlayış parlamento içinde geçerlidir.
İpi önde göğüsleyen ittifak bileşenleri kendilerini ülkenin sahibi
olarak görürler ve kararlarını öyle alırlar.
Artık muhalefetin zerre kadar önemi yoktur, yok hükmünde
muameleye tabi tutulurlar.
Hâl böyle olunca iktidar Tiranlık katına terfi eder,
muhalefet meclisin figüranı rolüne soyunur.
Hale bugünkü ucube sistemde, yani başkanlık modelinde…
Parlamento âdeta içi boş teneke gibi ses çıkartır,
Saray da bildiğini okur.
O nedenle kahir ekseriyet kavramını sevmem.
Bana faşizmin, Nazizm’in zulmünü hatırlatır.
Franko’dan, Salazar’dan enstantaneler gözlerimin önüne serer.
Bir de Kenan Evren ile % 92 ile kabul edilen utanç belgesini.
Alın size safkan diktatör ve kahir ekseriyetle kabul edilen
82 Anayasası.
Ve o kanun nizamnamesiyle ülkenin geldiği son durum.
Yine aynı manzara, yine aynı eziyetler…
Üstelik yoksulluk, can çırpınışlar cabası.
Çarşı pazar yangın yeri, mutfak alevler içinde…
Hapishaneler tıka basa dolu, düşünce suçluları esir alınmış…
Dört duvarların arkasından duyulan Osmanların, Selahattinlerin
özgürlük çırpınışları yürek parçalıyor…
Ve sürgünden sesleniyor Can Dündar: “Direnin, kazanacağız.”
Neyse gelelim Amasya’ya, bakalım 14 Mayıs’ta neler yapmış:
Tabii cumhurbaşkanlığı seçimlerinde.
Tayyip Erdoğan: % 56.25 – 130.248
Kemal Kılıçdaroğlu % 34.04 – 88.091
Sinan Oğan: % 5.31 – 12.301
Muharrem İnce: % 0.39 – 907 oy vermiş.
Dikkat ettiyseniz Reis Amasya’da Türkiye ortalamasının epeyce
üzerinde oy almış.
Kemal bey de çok altında kalmış.
Lakin Sinan Oğan sürpriz yaparak gönüllerin sultanı olmuş.
Demek ki memleketim Suriyelilerin işgali altında(!)
Yine gönlü bol hemşerilerim adaylıktan çekilen Muharrem İnce’yi de
bine yakın oy vererek uğurlamış.
Hepsi âlâ ile valâ…
Yalnız bir de gelecek var, yani yarınlarımız.
Milyarlarca dolar iç ve dış borç…
Hazine tamtakır, yiğit muhtaç olmuş kuru soğana.
Elbette seçim dönemleri gelip geçer, buzdolabıyla yine baş başa kalırız.
Devlet kasasında farelerin cirit atmasını belki hissetmeyiz de…
Ya ocağın üstünde tencere kaynamazsa, evin içine mis gibi et
kokuları yayılmazsa…
Düşünsenize, halimiz nice olur?
Saltanat, Lale devri, Beştepe sarayı, on altı uçak,
yüzlerce makam arabası karın doyurmaz…
Sadece züğürtlerin çenesini yorar…
Öyleyse tercih yapmanın tam zamanı…
Ya yoksulluğun çarklarında kahir ekseriyet kaybolacağız,
ya da insanca yaşamanın yollarını arayacağız.
Bir tarafta mavilikler, diğer tarafta cehennem ateşi…
Karar sizin.
Macit CÜNÜNOĞLU

S.O.S.



Monarşi ile Cumhuriyet arasındaki tek fark;
padişah veya kral birincisinde aile soyundan gelir,
ikincisinde seçimle.
Neticede her ikisinde de tek adamlık vardır.
Özellikle bizim gibi başkanlık sistemlerinde.
Parlamento bypass edilmiştir, Osmanlı’nın Meclis-i Mebusan’ı
kadar hükmü bile yoktur.
Vaziyet böyle olunca halk 600 milletvekilini meclise gönderir,
ama işe yaramadığını da bilir.
Çünkü devlet çarkının tüm yetkileri Saray’da toplanmıştır.
Bakanlar dahi sıradan devlet memuru konumundadır.
Âdeta emir komuta zinciri içinde hareket ederler.
Aynı şekilde yargı mekanizmalarının ipleri siyasi iktidarın elindedir.
Her ne kadar kağıt üzerinde “kuvvetler ayrılığı” prensibi yazsa da,
pratikte kör bildiğini okur.
Ve böyle bir düzende yaşamak kahredicidir.
Artık demokrasiden, özgürlüklerden, adaletten, hukuktan söz
etmenin lüzumu yoktur.
Hele eşitlik, insanca yaşama hakkı gibi talepler fanteziden öteye geçemez.

14 Mayıs seçim sonuçlarına baksanıza…
Üç parçalı bir Türkiye manzarası ile karşılaşırsınız.
Trakya-Ege-Akdeniz: CHP, İç Anadolu-Karadeniz: AKP,
Güneydoğu ile kısmen Doğu: YSP.
Tabii bu bölgelerde yaşam kalitesi belirleyici oluyor.
Ortalama geçim standartını yakalayan seçmen tercihini
CHP’den yana koyuyor, bu da toplumun dörtte birini teşkil ediyor.
Aynı şekilde dincilikten, milliyetçilikten beslenen kitle
AKP veya MHP’ye yöneliyor, bu da her iki kişiden biri anlamına geliyor.
Kürtlere gelince, adı ne olursa olsun partilerine sadık kalıyorlar.
Hemen hemen her sandıkta tulum çıkartıyorlar.

Fakat bütün bunlar bir yana, asıl tehlike ekonomideki gidişat.
Tamtakır hazineyle, milyarlarca dolarlık iç ve dış borçla
ülke felakete doğru sürükleniyor.
İstenildiği kadar asgari ücrette, emekli maaşlarında iyileştirme
yapılsın, yüksek enflasyon altında ezilmeye mahkumuz.
Saray da yaptığı köprülerle, hava alanlarıyla, TOGG’la,
İHA’larla, SİHA’larla övünüp dursun…
Sonuç değişmiyor, tek kelimeyle halkın ezici çoğunluğu AÇ.
Boş verin seçim sonuçlarını…
Bırakın “göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” türünden
aşağılamaları, fevkalade çirkin oluyor…
Sırf bu sebepten onlarca yorum sildim…
Çünkü halka hakaret var, neymiş efendim: O’nun gibi düşünmüyormuş!
Allah’ını severseniz, var mı böyle bir dünya.
Olsa bile neye benzer, Kuzey Kore, Çin gerçeği ortada…
Adlarının önünde de “cumhuriyet” yazıyor…
Ama halk tek adam sultası altında eziliyor.
Benzetmek gibi olmasın ama geldiğimiz durumu hatırlatıyor.
Parlamento var, içi boş…
Mahkeme hakim savcı var, kukla tiyatrosu daha sahici…
Ama Saray egemenliği, on altı uçak, yüzlerce makam arabası gerçek…
Bir de canım halkımın et değil, ekmek kuyruğunda saatlerce beklemesi…
Evet, sözün bittiği yerdeyiz…
Deniz bitti, kara göründü…
Gemi su alıyor ve hızla batıyor…
Ben de buradan çağrı yapıyorum: S.O.S.

Macit CÜNÜNOĞLU

15 Mayıs 2023

15 MAYIS, GÜNLERDEN PAZARTESİ



İşten güçten değil, içim yoruldu.
Seçim sonuçlarından değil, nasıl olsa beş aşağı beş yukarı belliydi.
Nitekim beklenen oldu.
Milliyetçilikle dincilik el ele iktidara taşındı.
Zaten 21 yıllık icraatlarından belli…
Beş yıl daha katlanacağız.
Artık dolar 30 lira mı olur, mutfaktaki yangın ne kadar sürer?
Allah bilir!
Lâkin ittifakların bir işe yaramadığı görüldü.
CHP yine % 25, sol paramparça…
HDP bile (YSP) kayıplarda.
Bence hepsi normal.
Bu kadar cami, İmam-Hatip, Kuran kursu olan ülkeden ne beklenebilir ki?
Cemaatler, tarikatlar da cabası.
En önemlisi de iktidar ellerinde, devleti top yekûn teslim almışlar.
Makam arabası ile siyaset yapmanın keyfini yaşıyorlar.

Ayrıca o kadar çok acı çekmiş deprem bölgesi seçmeni isyan etmiyorsa,
koyver gitsin.
Nasıl olsa kendi küçük adacıklarımızda mutluluğun yolunu buluruz.
Başka da çaresi yok, biraz sanat biraz umut kalan ömrümüz geçer.
İşte böylesi dönemlerde müzik iyi gider.
Bir kadeh eşliğinde caz dinlemek yaşanan tüm acıları unutturur.
Öyle ya, kazanamadık, yine yenildik…
Şampanya da içemedik.
Başımızın secdeye gelmesi için seccademiz de yok…
O zaman vur Papazkarası’nın dibine dibine.

Yalnız olan bizim 15 bin liraya oldu.
Oysa ne güzel hayâller kurmuştum, hatta şimdiden Yunanistan
vizemi alıp rezervasyonumu bile yaptırmıştım.
Selanik’ten başlayarak komşunun  tüm güzel lokasyonlarını gezecektim.
Düşünsenize Sakız adasında rakı içmenin keyfini…
Rodos’ta rembetikonun ayak izlerini bulmayı…
Midilli’de İstanbullu Yorgi’nin meyhanesine oturmayı…
Trançanın yanında zeytinyağlıların en nefisini  yemeyi…
Bir de Atina’da hemşerim Herkül Milas’ı bulup saatlerce
sohbet yapmayı arzulamıştım.
Hepsi yalan oldu, hayâllerim suya düştü.

Neyse, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmamız ötelendi.
Belki emekli maaşımla TOGG alırım.
Nasıl olsa benzin parası da yok, tak fişi bitir işi.
Ver elini Ege, ilk durağım Bodrum olur.
Savulun beyaz Türkler ben geliyorum.
İlk işim Zeki Müren paşamızın evinin önünde iki rekat namaz
kılmak olacak…
Ve tanrının lütfu reisimiz için dua edeceğim…
Diyeceğim ki “Ver Allah’ım ver, % 49.5 oy yetmez,
% 60’la padişahımızı taşı saraya.”
Siz de kına yakın muhalefet liderleri…
Bir elinize bayrak, diğerine Kuran almayı unutmayın…
Sonra Kürtlerin beline vurun doya doya.
Belki elli yıla kalmaz, gelirsiniz iktidara.


Macit CÜNÜNOĞLU

14 Mayıs 2023

YETER Kİ GEL

 


Strabon’a göre Amasya ismi burada yaşamış olan Amazon kraliçesi
Amasis’ten gelmektedir.
Yakışır bu kente, ne de olsa DNA’larında aşk var.
Durduk yere mi Ferhat Şirin’e âşık olmuş, dağları taşları delmiş.
Ayrıca bu topraklardan 19 devletin geçtiği söylenmektedir.
Fakat 1071 yılında Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası
Anadolu’nun bir çok kenti gibi Amasya da 11. Yüzyıl içinde
Türklerin egemenliğine geçmiş.
Komutan Artuk bey.
Daha sonra Danişment Gazi’nin denetimine bırakılmış.
Bilahare 1080 yılında kurulan Danişmendliler Beyliği topraklarına katılmış.
Nihayetinde de II. Kılıç Arslan tarafından 1175 yılında fethedilip
Anadolu Selçuklu Devleti sınırları içinde yer almış.
Bu arada şehir Babai ayaklanmasını da yaşamış.
En sonunda da 1393 yılında kent Osmanlı’nın eline geçmiş.
Ve şehzadeler, padişahlar bu topraklarda talim terbiye görmüş,
sonra da ver elini Dersaadet.

Neyse, derdim tarih anlatıcılığına soyunmak değil.
O işi gerçek otoritelere bırakalım.
Ben sadece şehrin köklerine minik bir dokunuş yaptım.
Asıl meramım ise içimde yaşattığım Amasya tutkusunun
dayanaklarını keşfetmek.
Ve bitmez tükenmez memleket aşkımın derinlerine inmek.
Elbette Ferhat değilim, ayrıca Şirin’im de yok…
Benim sevdalarım İstanbul’da yaşandı, dağ taş da delmedim.
Ama martıların kanatlarında epeyce yolculuk yaptım.
Boğaz’ın lacivert sularında yelkovan kuşlarıyla birlikte yüzdüm.
Arada sırada tepelerine çıkıp bu aziz şehre şiirler yazdım.
Elini tuttuğum sevgililerim ruhumda derin sarsıntılara sebep oldu.
Her âşık gibi bazen de kayboldum…
Uzun zaman dilimlerinde yolculuklara çıkıp kendimi aradım.
Buldum mu?
Ne gezer, gönül serseri olunca aklın fermanı neye yarar?
Zaten mantık tatile çıkmış…
Düz duvarlara tırmandım, bulutlara koştum…
En sonunda dedim ki, “Amasyalı olmak böyle bir şey.”
Benzim mimozalar gibi sapsarı olsa da, yüreğim erguvanlar gibi
dağlara sığındı.
Pişmanlık mı?
Asla, hangi hemşerim aşka uzak yaşamıştır ki?
Yeşilırmak’ın yaşamında hüzzamın, nihavendin erişilmez tatları yok mudur?
Baba İshak neye isyan etmiştir?
Kalede niçin asılmıştır?
Kafamda binlerce soru, aşkla sevdayla geçen bir ömür.
Hani derler ya: “Her yol Roma’ya çıkar.”
Benimki de Amasya’ya…
Tarihin, kültürün vadisine.
Şarkı sözü gibi: “Bir avuç mutluluk yeter.”
O da memleketimde fazlasıyla var…
Ve kulağıma fısıldar: “Sen bir adım at, ben iki adım atmaya hazırım” der…
Ve ilave eder…
“Yeter ki gel.”

Macit CÜNÜNOĞLU

12 Mayıs 2023

AŞK

 


Gurbette yaşamanın en iyi yanı insanın doğduğu
toprakları özlemesidir.
Oysa içinde olsanız, onca güzellik aklınıza bile gelmez.
Örneğin Pirler parkı, kaç kişinin gözlerinde tüter.
Elbette iki adım mesafede ama gel gör ki bize uzay üssü uzaklıkta.
Bir de yaşanmışlıklar varsa, ciddi anılar biriktirilmişse
her daim gönlünüzdedir.
Evet, Amasya gerçekten hasret duyulacak kadar özel bir kenttir.
Durduk yere mi Osmanlı şehzadeleri bu topraklarda yetişmiş,
kimi padişah olmuş, kimi de tarihi figür.
Tabii Amasya tek boyutlu bir il değil.
Her bir köşesi kendine has özellikler taşır…
Tarih kültür ana teması, antik dokusu, mabetleri hamamları
görülecek yerler.

Bir de Yeşilırmak var ki, dostluk kurduğunuzda âdeta içinize akar.
Ve sizi zoraki şair yapar.
Eğer edebiyata meraklıysanız kulak verin sessiz ve sakin akan sulara,
anlatacak ne çok hikâyesi vardır.
Başlar sekiz bin yıl öncesinden…
Etiler, Pontus, Osmanlı, Selçuklu masallarına uzanır.
Arada aşk mevzularına değinir, Ferhat’tan söz eder.
Dağları taşları nasıl deldiğini mitolojik bir dille aktarır.
Başınız ağrıyorsa Lokman dedeyi işaret eder.
Olmaz ama velev ki oldu; yolunuzu kaybettiniz.
Strabon amcanız anında yanınızdadır der.
Bu arada sularından beslenen salkım söğütleri
özlediğini ifade eder…
Tabii etrafı yüksek duvarlarla kuşatılmıştır…
Son hâlinden memnun değildir…
Sık sık sorar Amasyalılara: “Irmak mıyım, kanal mıyım?
Karar verin artık” der.
Ancak dertlenmesini duyan olmaz, çünkü herkes kendi
derdine düşmüştür.

Zaten mahalleleri tek tek yok edilirken, yüzlerce ev konak
barbarca silip süpürülürken kimsenin sesi çıkmamıştır.
Bir tek Hatuniye kendini kurtarmıştır…
O da konu mankeni gibi kameralara her gün poz vermektedir.
Ve Yeşilırmak…
Asırlardır şehrin içinden akıp giden İris nehri Karadeniz
yolculuğuna devam eder.
Ama bu topraklarda aşk her zaman vardır.
Bağların elması üzümü kirazı, Taşova’nın bamyası…
Bereketin sembolleri gibi inatla varlığını sürdürürler.
Müzik eşlik eder bağ bozumuna…
Merzifon’un karası, Ziyere’nin yapıncağı, Yenice’nin çavuşu
sıraya girer Garbis ustanın evinde…
Şarap olacaklardır, gönüllere pembe bir dünya sunacaklardır.

Ah Amasya ah…
Gel desem gelmiyorsun, git desem gitmiyorsun…
Yerleşmişsin yüreğimin tam orta yerine…
Hasret duygularımı her gün tırmalıyorsun…
Hoşuma gitmiyor da değil hani…
Çünkü sen benim alın yazım, kaderimsin…
Ve bitmeyen aşkımsın.

Macit CÜNÜNOĞLU

UMUTLAR SÖNMESİN

 
Yarın dananın kuyruğu kopacak.
Vatandaş olarak beş yılda bir olsa da adam yerine konulmak
güzel bir duygu.
Zaten hükmümüz bir günlük, seçtiklerimiz Ankara’ya
toplandı mı gerisi hikâye.
Belki de ülkemizin kaderi, geleceği şekillendirecek politikacıların
bu topraklarda yetişmemesi.
Aslında kapatılan DPT (Devlet Plânlama Teşkilatı) önemli bir kurumdu.
60 darbesi sonrası yapılandırılmıştı, hazırladığı beşer yıllık plânlarla
Türkiye’nin vizyonunu öngörüyordu.
Ancak ilk golü Demirel’den yedi.
Muhterem vakti tarihinde “Bize plân değil, pilav lâzım” dedi.
Ve ülkenin kaderi o tarihten sonra siyasi liderlerin iradesine teslim edildi.
Tabii bizde, muhalif cenahta yenilmeyi öğrendi.
Bir kez değil, on kez değil…
Her seçimde yenildik.
Sonunda geldik mi 14 Mayıs’a, yine ittifaklar yine belirsizlikler…
Elbette sandığa gidip oyumuzu kullanacağız…
Lâkin 15 Mayıs sabahı nasıl bir güne merhaba diyeceğiz?
İşte bu konuda ciddi endişelerim var.
İktidar namert, muhalefet çok parçalı…
Bizde de her zamanki gibi bol kepçe umut, enginlere sığmayan iyimserlik.
Tek sığınağımız sanat ile tarihin kazandırdığı bilinç.

Fakat günlük siyaset hakikaten berbat bir şey, çıkmaz yol.
İnsanın perspektiflerini daraltıyor, ufkunu karartıyor.
Hele anlamsız polemikler, tahammülü zor vıdı vıdılar.
Yine de türbin seyircisi olmak güzel, orta oyunu gibi tuluat
tiyatrosu izliyoruz.
Karakterler oynadıkları rolün hakkını layıkıyla veriyorlar.
Başrolde Reis ve tayfası…
Karşı cephede bay Çelebi ve yol arkadaşları…
En uçta da altı buçuk yıldır mahpus damlarında çürümeye
terk ettiğimiz bir delikanlı…
Yeni örgütünün çatısı altında yeşillikler içinden sol rüzgârlar estiriyor.

Elbette bu düşüncelerim raf ömrü çoktan dolmuş olan
sağ-sol kamplaşmasının ürünü değil.
Sadece halkımızın yüzünün gülmesini istiyorum.
Açlık mücadelesi vermesin, ödeyeceği kirayı düşünmesin…
İnsanca yaşam standartlarına kavuşsun.
Bu arada satın alınamayacak araba, üzerinden geçilemeyen köprü,
yolcusu olmayan hava alanı istemiyorum.
Ne İHA’da ne SİHA’da ne de uçak gemisinde gözüm var.
Sadece barış sevdalısıyım…
Hem dünyalar güzeli hem de jeopolitik açıdan kritik coğrafyamızda
komşularımızla dostluk arzuluyorum.
Bir de tarımdan hayvancılığa kadar ülkemiz üretim cenneti olsun,
et fiyatları asgari ücretin %1’ni geçmesin ki…
Bebelerimiz karbonhidratın esiri olmasınlar.

Evet, yarın seçim var.
Lütfen bu yazımı politik olarak algılamayın.
Kime oy verirseniz verin, yeter ki güneşimiz kararmasın…
Ve umutlarımız sönmesin.

Macit CÜNÜNOĞLU

BİZİM DOSTLAR

 


Mayıs ayının ortasına geldik sayılır.
Şunun şurasında Haziran’a ne kaldı ki, sayılı günler.
Belki de baharın en güzel ayı.
Ne sıcak ne soğuk, tatlı bir meltem eşliğinde gezmek ne hoş
bir duygudur.
Bence tam zamanı, nereye gidilerse gidilsin mevsimin tadını
çıkartmak lâzım.
Örneğin, bir Amasya turu fena olmaz.
Kirazlar dalında, kayısılar olgunlaşmış, şeftaliler ye beni diyor.
Hele de Ziyere’nin bağları, bereketin sembolü…
Yeşilırmak vadisinin en verimli toprakları.
Havuz başının az ilerisine bir de baraj gölü yapılmış…
Tam da cennet mekân olmuş.
Gittim, gezdim, gördüm.
Ama çok eksiği var çok.
Başta gölün etrafı kel, oysa yemyeşil bir doku yakışırdı.
Bir de yürüyüş parkuru…
Bir de butik bir otel…
Al sana beş yıldızlı tatil beldesi.
İnanın sahillerin eski cazibesi kalmadı.
Yakın tarihimizin orta direği yaşlandı ve de yoksullaştı.
Yani Özal’ın hayâli suya düştü…
Şimdi bu nesil yeşilliklerle bezenmiş dağ, bayır arıyor.
Tabii ucuz olmak, can yakmamak koşuluyla.
Belki çoğunuz gidip görmüşsünüzdür…
İstanbul’un yakın köyleri başta Polenez olmak üzere
iç turizm sayesinde köşeyi döndüler.
Gidenlerin aradıkları temel özellikler:
1- Otantik yemek arzuluyorlar.
2- Ucuz ve temiz konaklama.
3- Çevre doğal olsun, kent yaşamını hatırlatmasın.
Kimsenin olimpik havuz peşinde koştuğu yok,
sadece doğanın kucağında güzel bir gün geçirmek istiyorlar.
Bence kentli vatandaşa bu tür hizmetleri sağlamak zor olmasa gerek,
öyle büyük projelere de gerek yok…
Tek ihtiyaç, vizyoner kişileri bulup ön ayak olmasını sağlamak.
Eeee, Amasya’da küçük bir yer değil hani…
Elbette idealist birileri çıkacaktır, yarınlara güzel izler bırakmak
için elini taşın altına sokacaktır.
Bak o zaman Ziyere’nin yeni yüzüne…
Bağlarında kasalanmış meyveleri halin yolunu tutmadan
özel araçların bagajlarındaki yerini alacaktır.
Hele Anadolu mutfağı organize bir şekilde hizmete sunulursa,
çöreğimiz, yağlımız, dolmalarımız, keşkeğimiz, tatlılarımız
görücüye çıkar.
Tabii yapılacak otel bünyesinde düşünülmek kaydıyla…
Çok değil, 50-60 yataklı konaklama yeri yalnız Amasya’nın
değil çevre illerinin de çekim merkezi hâline gelir.
Evet, bu tür hayâllerime lütfen olmayacak işler diye bakmayınız…
Bir de kötümser olmayın, yolunuz Polenez köye düşerse
bir-iki gün kalıp çevresini gezip dolaşın…
Ne demek istediğimi anlarsınız.
Adamlar yol kenarında tatsız tuzsuz dutları minik kaplarda
50-60 liraya satıyorlar…
Bu arada gezen tavuk yumurtası muhabbetine girmeyeceğim,
hakikaten b.ku çıkmış vaziyette, asabım bozuluyor.
Son olarak da gelen misafirlerin içkisine, giyimine kuşamına
karışmayacaksınız…
Nasıl ki Menderes, Demirel, Ecevit, Özal devirlerinde seküler
yaşam tarzına müdahale edilmedi…
İçen vatandaş da, beş vakit namaz kılan da bizimdir…
Bizim dostlar.
Macit CÜNÜNOĞLU