bir şair vardı, öğretmen

30 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
30/09/2014 09:09

       Nağmeler arasında...

A+
A-
“77 YAŞINDAYIM!”
Değerli Erol Çevikçe’nin Gazetemen’de yer alan geçen haftaki yazısının başlığı…
Dikkatimi çekti, altmış beş yaşın keyfini süren biri olarak bana epeyce uzak…
Hâlbuki halamın oğlunu tanırım, nadiren de olsa telefondan sesini duyarım…
Düşünen, yazıp çizen beyin, hayat ile bağları güçlü, bilhassa politikayla, CHP'yle…
Kimliği ile öyle torun torbaya karışmış pinpon dede fotoğrafı vermiyor…
Belki bilmediğim hobileri bile vardır, ne güzel duygudur kocamadan yaşlanmak!
Tanrı sağlıklı uzun ömürler versin çok sevip saydığım Erol Ağabeyime.

Geçenlerde paylaşmıştım, sevgili dostum Yüksel Keskin’i 74 yaşında yitirdik…
Biricik kankam Cemi-î Teomanlı’yı ise on üç yıl önce…
Sonsuzluğa göçtüğünde elli dokuzundaydı…
Nurlar içinde yatsınlar, ikisini de ne çok özlüyorum.
Ölüm işte, son nefes, herkesin gün gelecek parantezi kapanacak…
Mühim alan arasını nasıl doldurduğun…
Altın tepside sunulan hayatı kahve köşelerinde, camilerde tüketmekte var…
Bir de aşkla meşkle sevdayla sevinçle yaşamak…
Ama her şeye rağmen, özellikle tayyipli ülkede…
Tercih sizin…
Ben ki, ikinci yolun yolcusuyum, gezmenin tozmanın, nağmeler arasında
kalan ömrümün ilk gününü yaşama telaşı içinde…
Bir koşturma, bir heyecan…
Sanki yeni doğmuşum, geç kalmışım bir yerlere…
Yapacak çok iş var…
Meselâ beşinci evlilik, neden olmasın?
Zindelik, tazelik; yeter ki doğru adresle buluşulsun…
Şaka şaka, aman yazdıklarımı sonuncu hanım okumasın!

İşte bu duygular içinde abim Adnan Cününoğlu’nun peşine takılıyorum…
O da bakamadı kendine, bugünlerde tekledi…
Ah o sigara denilen meret yok mu?
Yüksek düzeyde alkol de cabası…
Elinde udu, zaten musikide hocaların hocası…
Gönül işleri hareketli, nerde akşam orda sabah…
Hoş, ben de “Atam izindeyiz” ilkesine bağlı kalarak aynı hayatı yaşadım…
Tek ayrıldığımız nokta, iflah olmaz solculuğum…
O da benim ekstram olsun, dokunmayın lâf etmeyin…
Zaten bir b.ka yaramadı, biz kıçımızı yırttıkça kafirin oyu yükseldi…
Neyse, şimdi yine girmeyelim siyasete!

Efendim, dün Erenköy’deydik…
Kazım Karabekir Kültür Merkezi’nde.
K.K. Paşa’nın kızı Timsâl hanımefendiyle tanıştım.
Apartmanın alt katını (büyükçe bir salon) sanata, kültüre tahsis etmiş.
Tam bir dost meclisi, katılımcıların yaş ortalaması ben…
Büyükler çoğunlukta, tek tük gençler…
Zarifler, kibarlar, musikişinaslar.
Seksenlik deniz albayının elinde keman ağlıyor…
Ney’i söylemeye gerek var mı, âdeta damar…
Ud, klarnet, kanun, ritm…
Bülbül sesli hanendeler…
Sanki cennetteyim…
Yoksa on sekizinde miyim?
Desem de inanmayın; sadece ara gazı, can suyu…
Herkes kendini bilir…
Zaten solculuğumuzdan eser kalmadı, karaya vurmuş carette misâli
dolaşıyoruz ortalıkta…
Öyleyse ricam olur, “Tanrım beni baştan yarat!”

28 Eylül 2014

Sümerlerin Aydınlığı

Macit CÜNÜNOĞLU
28/09/2014 10:13

      

A+
A-



Benjamin Franklin “Yaşlılık öğrenme isteği bittiği zaman başlar” diyor…
On sekizinci yüzyıldan kopup gelen Amerikalı…
Hani şu 100 doların üzerinde resmi bulunan dahi.
Ne kadar da doğru söylemiş.
Aslında çevremizde öğrenme arzusundan vazgeçmiş ne çok “yaşlı genç” var.
Umutsuzluk girdabında çırpınıp duruyorlar, hayatlarında ne bir kitap ne bir sanat…
Meraksız, duyarsız boş boş bakıyorlar sonsuzluğa…
Tezkere bekleyen asker gibi gün dolduruyorlar!
Zavallı bir durum, yaşama sevincini yitirip çaresizliğe düşmek…
Üstelik farkına varamamak…
Anadolu deyimidir “böcüğü ölmek”, aynen öyle…
Cevheri kararmış insanlara ne zordur katlanmak!

Manevi bir kızım var, Sabancı Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi…
Branşı edebiyat, yaptığı iş üniversiteyi kazanıp da gelen öğrencilere
bir yıl süreyle Türkçeyi, yani dilimizi öğretmek…
Ama hangi bölüm olursa olsun…
İster mühendislik, ister sosyal bilimler…
Öncelikle okuyup doğru yazmayı öğrenecekler…
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim…
Maalesef, üniversiteye kapağı atmış gençlerin pek çoğu yazı dilini
kullanmakta yetersizler…
Diploma mı diploma, ellerine tutuşturulmuş bir belge…
Maksat dosta düşmana karşı istatiksel eğitim seviyesi yükselsin…
Malzemenin içi boşmuş, dik duramıyormuş…
Kimin umurunda, kim farkında?
Zaten dünyanın merkezi “türban” değil mi?
Öyleyse koyverin gitsin!

Bugünlerde Sümerleri okuyorum…
S. N. Kramer’in kaleminden, Muazzez İlmiye’nin eşsiz çevirisiyle.
Çivi yazısı deyip geçmeyin…
Çağımızdan 5 bin yıl önce eğitim işi bir ciddiye alınırmış…
Hocaların sıfatı “Üstat”, elde var tablet…
Kilden üretilmiş, üzerine yazılıp pişirilecek…
Aman bir dikkat; tarihin hası, edebiyatın zirvesi, mizahın âlâsı…
Günümüzde ara ki bulasın!
M.Ö. üç bin yılında uygarlık fışkırıyor Mezopotamya’da…
Sümer’de…
Ve yazılı tarih başlıyor…
Düşünen, üreten insanın öyküsü…
Heyecan uyandıran, keşfetmeyi özendiren, sorgulayan aklı besleyen
en güzel hediye…
“Nereden gelip nereye gidiyoruz?” sorusunun en anlamlı cevabı…
Binlerce yıl öncesinden Sümerler insanlığa ışık tutuyor…
Takkenin, türbanın altına hapsolmamış özgür düşünceye!
Bütün mesele duvarları yıkmak…
İster kutsal olsun ister ideolojik…
Reddedebiliyor musun tapınma kültürünü…
Soyağacının en tepelerinde atalarımız kucak açmış bizleri bekliyor…
Ellerinde tablet, üzerlerinde “Çivi yazısı”…
N’olur merak et, bak Kramer sana neler anlatacak?

Not: Kitabın adı: “Tarih Sümer’de Başlar”
Türk Tarih Kurumu Yayınları – Basım tarihi: 1990

27 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
27/09/2014 09:18

              Marş marş!

A+
A-

Nihayet sonbahar serinliğine kavuştuk.
Oldubitti aşırı sıcakları sevmem, enerjiyi alıp süründürüyor.
Ayrıca durduk yere mi Kuzeyli zeki ve yaratıcı…
Tamamen iklim meselesi, doğaya karşı verilen sert mücadele
insan aklının gelişimini sağlıyor.
Bu nedenle kendimi hep azgelişmiş kategorisinde hissettim…
Ne de olsa Akdenizliyiz ve Aziz ustayı (Nesin) çok severim…
Nurlar içinde yatsın, “yüzde 60” tespiti ne kadar gerçekçi, ne kadar cesurcaydı…
Hâlâ geçerli, az eksiği kaldı ama merak etmeyin, ilk seçimde o da tamamlanır…
Yüzde 52 olur yüzde 60…
Canım yurdum insanı…
Ana rahminden itibaren türbana sarıldı ki…
Artık kim tutar seni?

Dün İstanbul’un kuzeyine uzandım, Poyrazköy’e, Fener’e…
Belki çocukluk anılarımdandır, Karadeniz’e âşığım.
Az tuzlu hırçın sularında yüzmek ömre bedel…
Ya doğası, rengârenk…
İyi ki mevsim kısa, yoksa insan soyu oralarında sonunu getirecek ama
tercihini Ege’den, Güney’den yana kullanıyor…
Bu duygular eşliğinde Boğaz’ın Karadeniz’le buluştuğu mevzileri  bir kez daha gezip gördüm…
Anadolu Kavağı’ndaki Yaros Kalesi’nden yükselen üçüncü köprüyü izledim…
Tabii bol bol fotoğraflar da çektim…
Sahi, adı Yavuz Selim’di değil mi?
Ayıptır söylemesi Sultan hemşerim olur, Amasyalıdır…
Doğduğu yerde bir taş vardır, anıtsal…
Ancak halkımız zalimi başka türlü anar…
Başta alevi zulmüyle, kıyımıyla…
Yaptıkları insanlık tarihinde kara bir lekedir, vicdanları sızlatan türden!

Evet, üçüncü köprü geliyor…
İnşaat alanı geniş, çevre yolları bağlantıları…
Köprü daha şimdiden balta olmuş, ateş olmuş…
O güzelim ormanları haşat edip yakıp yıkıp kesmiş...
Adını taşıdığı sultanın icraatlarını aratmamacasına!
Yükseliyor yapı; yeşili yok ederek, Marmara’nın ciğerlerini söke söke…
Dün insan kanıyla kökleşen medeniyet…
Bugün ağaçların gözyaşlarıyla ilerliyor…
Ve gurur duyuluyor sorumlularla…
Dökülen her bir beton, döşenen her bir demir…
Kaskatı ediyor duyarlı yürekleri…
İstanbul çaresiz, sessiz…
Barbara teslim olmuş…
Paramparça duygular, yine de oy olup akıyor sandığa!

Ah memleketim ah!
Nice güneşler doğdu, üzerinden nice uygarlıklar geçti…
Galiba en fenası bu dönem!
Görülmemiş tahribat, açgözlülük, saldırganlık…
Bu gidişle Tarih Baba Vandalları aklayıp özür dileyecek…
Beterin beteri var ama bizim beter halkın rızasıyla Çankaya’da…
Ne kadar çırpınırsanız çırpının, ister karşı durun, ister isyan edin…
Nafile…
Karanlıklar fatihi dokunduğu her güzelin yedi sülalesini belleyecek!
Öyleyse tanrı başımızdan eksik etmesin…
Herkes sıraya…
Marş marş!

26 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
26/09/2014 09:42

         Osman Hamdi

A+
A-

Osman Hamdi (1842 – 1910)
Arkeolog, eğitimci, müzeci, ressam, Kadıköy’ün ilk belediye başkanı.
Baba Rum asıllı, Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Ethem Paşa.
Altı evlâdı var,  en büyüğü Osman’ı eğitim için Paris’e gönderiyor.
Bir iki yıllığına giden kahramanımız 12 yıl hukuk okuyor…
Bu arada resme ilgi duyup Parisli ressamlara çıraklık etmekten de geri durmuyor…
Ve ülkeye dönüşü muhteşem oluyor.

Hani derler ya “on parmağında on marifet”
Sanki Osman Hamdi için söylenmiş, başlıyor işe soyunmaya.
Dağ taş demiyor, kazıyor…
Lübnan’dan Nemrut’a…
İskender Lahiti’ni buluyor, mermer kanaviçe gibi işlenmiş, eşi benzeri yok.
Resim yapmayı da ihmal etmiyor.
Osman Hamdi imzalı eserler dünya müzelerinde yaşıyor.

En önemli icraatları İstanbul Arkeoloji Müzesi’yle, Güzel Sanatlar Akademisi’ni
(Sanayi-i Nefise) kurmak oluyor...
Ve Asar-ı Atika Kanunu’nu yeniden düzenleyerek (1883) eski eser kaçakçılığını önlüyor.
Sanatçımızın özel hayatı da ilginç, ilk eşinin adı Maria…
O’ndan iki kızı var, ikinci eşinin adı da Maria, bu kez âşık olduğu kadın Fransız…
Henüz on yedi yaşında, evliliklerinden dört çocukları bılunuyor.
Kışları Beşiktaş yazları Eski Hisar’da yaşıyor.
Plânını çizip uyguladığı köşkte…
Deniz kenarında, Körfez manzaralı, geniş bahçe, müştemilat, servi ağaçları…
On dokuzuncu yüzyılın ruhunu günümüze taşıyor.

Yolum düştükçe ziyaret ederim…
Şimdilerde müze olarak kullanılıyor, “Mimozalı Kadın”la yaşadığı aşkın izleri
sanki köşkün duvarlarına sinmiş…
Başköşede “Kaplumbağa Terbiyecisi”, elinde ney Batı’ya meydan okuyor…
Hep söylerim, Osman Hamdi derya deniz…
Hayatıyla, sanatıyla, yaratıcılığıyla…
Tanımak, tanışmak, dost olmak lâzım gerçek devrimciyle, O bir “İLK”.
Lâkin ne zaman Arkeoloji Müzesi’ne gitsem bol bol turist görürüm…
Tek tük bizden birileri, o da ya öğretmen ya da ödev peşinde koşan öğrenci…
Eşime dostuma sorarım, “müzenin yerini biliyor musun?”
Ne gezer, başka gaileler sarmış düşünsel dünyaları…
Osman Hamdi tabloları magazinin malzemesi…
Bir zamanlar Özal zenginlerinden Erol Aksoy düşmüştü peşine…
Maksat spekülasyon olsun…
Yoksa umurunda mı sanat, umurunda mı kültür?
Her şey para için, ne demişti Özal: “Ben zenginleri severim!”

Hâlbuki Osman Hamdi aramızda…
Müzelerde, okullarda…
Yüzyıllar ötesinden kopup geliyor arkeolojik eserler…
O’nun sayesinde Anadolu uygarlıkları bizlerle buluşuyor…
Ah bir fark edebilsek…
Geçmişle bağ kurup bugünün rezillerinin işbaşına nasıl geldiğini daha iyi anlarız…
Ve sanatla, tarihsel zenginliklerimizle, insanî değerlerimizle karşı durup isyan ederiz…
Osman Hamdi’nin başı açık yetiştirdiği kızları Fatma, Hayriye, Melek, Leyla, Nazlı aşkına!

24 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
24/09/2014 09:54

       2023'e doğru...

A+
A-


Tramvaydan inen Sultanımızdan kız çocuklarımıza en büyük armağan…
Müjdeler olsun, artık “türban” ortaokullardan itibaren serbest.
Yaşasın, ne sevinç ne saadet(!)
Lâfı eğip bükmeyelim, hediye “başörtüsü” falan değil, resmen “türban”
Siyasal İslam’ın sembolü, özgür düşüncenin kelepçesi…
Ve biat kültürünü ifade eden en manidar simge!

Ah Erbakan Hoca ah, ah Merve Kavakçı kızımız ah!
Mecliste kıyafet serbestliğini savunup sizlerin arkasında dururken,
işin bu noktaya geleceğini kim kestirebilirdi?
Zannettik ki “28 Şubat” bin yıl sürecek…
Devrin Genelkurmay Başkanı öyle söylüyordu…
İnandık, ne kadar da safmışız!
Yazıklar olsun bizim gibi dangalak optimistlere…
Alın size özgürlük; “Araplaşmak in”, “Batılılaşmak out”
Hayırlara vesile olur inşallah!

Evet, dünden itibaren ülkemiz hıyar gibi ikiye bölündü…
Hemi de temelden...
“Dindar gençlik”, “Zındık gençlik”
Seç beğen, tercih sizin…
Vay Mustafa Kemal’im vay!
Ne umutlarla bu Cumhuriyet’i kurdun…
Ya “Tevhid-i Tedrisat” kanunun?
Üzgünüm; sizlere ömür, çöpe gitti!

Yeni bir çağ başladı…
Hititlerle başlayıp AKP İmparatorluğu’yla süren…
Aklın, mantığın, aydınlığın mahkûm edildiği…
Ortaçağ, karanlık çağ!
Evlâtlarımız, torunlarımız türbana teslim…
İmam-Hatip fırtınası esiyor memlekette…
Bilim&Sanat yerlerde…
Sübhaneke baş tacı…
“Selâmün aleykûm” Türkiye!

Ey utanmazlar, ayıptan korkup günahtan korkmayan sefiller…
Hani dinde zorlama yoktu?
Üstelik “ötekileştirme”den yıllardır şikâyetçiydiniz…
Mazlumu oynuyordunuz, inanç özgürlüğünü savunuyordunuz…
Hepsi masaldı değil mi?
Peygamber hikâyeleri gibi uyuttunuz milleti…
İnançları dibine kadar sömürdünüz…
Şimdi de kalkmış “A sınıfı” öğrenci yaratıyorsunuz…
Yaftalı, üniformalı, türbanlı…
Peki, ya geride kalanlar, “B” kategorisinde olanlar…
Kısaca sizden olmayanlar?
Sivas’ta olduğu gibi yakacak mısınız veya 12 Eylülcülerin yaptığını yapıp
işkencelerden geçirip asacak mısınız, zindanlarda çürütecek misiniz…
Yoksa, şimdi aklıma geldi…
Kutsal ideolojinizin akrabası IŞİD’e mi teslim edeceksiniz?
Kesin sonuç!
Ne dersiniz?

23 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
23/09/2014 10:07

      IŞİD'den çıktım yola...

A+
A-
Aile içinde doğum günleri kutlanır…
Sevdiklerimizin ölüm tarihleriyse unutulmaz, vakti zamanı gelince
hasretle, muhabbetle yad edilir.
Toplumlar da öyledir…
Örneğin bir “Kutlu Doğum Haftası”, ülke çapında nasıl da görkemli
organize edilir, âdeta seçim sürecine dönüşür…
Bir propaganda bir propaganda, devlet marifetiyle halkımıza masallar anlatılır…
İktidar orda, Paralel orda…
İki rakip firma öncülük hususun da ha bire çekişir!

Ya “10 Kasım”…  
Ulu önderimizin vefat ettiği gün…
Soğuk nevalelerin katıldığı resmî törenler düzenlenir…
Dokuzu beş geçe vatan sathında borular çalınır, hazır ola geçişler…
Kâbe’ye döner Anıtkabir, milyonlar akar…
Antlar içilir, sözler verilir, ruhlar tazelenir…
Son zamanlarda camilerde mevlit okunduğu da görülmüştür…
Hâlbuki rahmetli meşk adamıdır…
Rakıya, sevdaya, aşka düşkündür…
Bilhassa musikiye…
Bir de perde arkasından Safiye’nin (Ayla) sesi geliyorsa…
Uşşak makamında, Amasya’ya sürgün Giriftzen Asım Bey’den…
“Cânâ rakibi handân” edersin…
Kim zapteder gönülleri?..
Sen çok yaşa Paşam, bi tanesin!

Şimdi gelelim sadede…
Son günlerde IŞİD’le yatıp kalkar olduk.
Yazılı basında, görsel medyada, sınır boylarında…
Ama her yerde O…
Tehlikeli, vahşi örgüt…
Üstelik din adına kelle avcılığı yapıp insan kesiyor!
Ne kadar ürkütücü?
Kimdir, nasıl kurulmuştur, ne zaman türeyip palazlanmıştır?
Bilmem, destekçilerini de bilmem…
Lâkin bildiğim bir gerçek var…
Beyinsel akrabaları bir tarihlerde terör estirip ülkemizi kana bulamışlardı…
Hem de güpegündüz onca cana kıymışlardı!

Yıl: 2003, aylardan Kasım…
İki sinagoga, bir bankaya, bir konsolosluğa baskınlar düzenlenmişti…
57 insan öldü, yüzlerce yaralı…
Yapan rivayete göre El-Kaide veya yerli uzantısı İBDA-C
Fark etmez, hepsi aynı bokun soyu…
Ha IŞİD ha Hizbullah…
“Allahu ekber” dediler mi önlerinde kimse duramaz…
Artık “Uhud”, “Bedir”, “Hendek” savaşçılarıdır…
Dalarlar masum insanların arasına, çoluk çocuk demeden bombayı patlatırlar…
Sonra zafer naraları, kanlı elleri gökyüzüne kalkar…
Dua ederler inandıkları tanrıya…
Güç, kuvvet isterler yeni katliamları için!

Evet, Sivas’ı yakan zihniyet kol geziyor memlekette…
Aman dikkat!
Unutmamalı, unutturulmamalı Kasım ayında yitirdiklerimiz…
Her yıl, ama her yıl “11 Eylül” gibi anılmalı…
Lânetlenmeli insanlık düşmanları, yüreklerde mahkûm edilmeli…
Ki IŞİD’le aynı kaba s…çanların yüzleri kızarsın…
Eğer utanmaları varsa!

22 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
22/09/2014 10:07

              "E-Parti"

A+
A-


CHP’nin akıl küpü partisinden istifa etmiş…
Üzüldüm, O ki rahmetli Ecevit’ten kalan müstesna miras.
Daha doğrusu yirminci yüzyıldan çağımıza devrolan elektronik beyin…
Ah Kılıçdaroğlu ah, kimlere sırtını dönmedin ki?
Hâlbuki O, bırak Parti Meclisi’ni, genel sekreterliğe kafadan getirilecek adam…
Sen ne yaptın?
Gürsel Tekin gibi siyaseti kendinden menkul şahsiyeti partinin omurgası yaptın!
Hayırlısı olsun ama tuttuğun yol yol değil.

Emrehan Halıcı’dan söz ettiğim anlaşılmıştır.
Peki, sıkıntısı ayrılış gerekçesi neymiş?
Diyor ki, "Türkiye'de elektronik bir partiye ihtiyaç var.
CHP'ye gelirken de partiyi elektronik partiye dönüştürmek için çaba harcadım"…
“Dinleyen olmadı, bundan böyle elektronik bir parti kurulmasına önayak olacağım.”

Bu mudur bu!..
Yakışır Türkiye’ye, zeki bir o kadar da bilgili halkıma!
“E-Parti”; söylenişi güzel, kısa öz, kulağa hoş geliyor…
Zaten bilgi çağında yaşıyoruz, Internetçiyiz, Feysçiyiz, Tivıtırçıyız…
Neden olmasın?

Düşünsenize, parti elektronik, üyeler elektronik…
Örgüt içi didişmeler tarihe karışıp yok olmuş, kurultay curcunaları ise hiç yok…
Her şey sanal ortamda gerçekleşiyor…
Üye kaydı “bir tık”…
Aidat ödemesi “iki tık”…
Bağışlar “üç tık”…
Miting mi yapılacak, meydanlara kurulan dev ekranlar…
Tele multivizyon şov…
Emrehan evinde, kameralar karşısından milyonlara sesleniyor!
Yaşasın, nihayet, ha gayret!

Ya sandık?
Demokrasinin vazgeçilmezi, millî iradenin siyasî tercihi…
O da mı sanal olacak?
Elektronik çağda çareler tükenmez…
Şemdinlili seçmen bilgisayardan anlamaz…
Elbet bir çözüm yolu bulunur…
Sanal parti, sanal yoldan, sanal iktidarına tez zamanda kavuşur!
Ne de olsa bir ilk…
Acemilik, ısınma turları derken bakarsınız ilerinin ilerisi demokrasi
gelir memlekete…
Rol model oluruz dünya milletlerine!

Ah CHP ah!..
Ne cevherler yetiştirip bağrında barındırdın…
İşin bitince de piyasaya saldın!
Hâlbuki Emrehan gibi bir değer ıskalanır mı?
Önerilerine kulak verip söz dinleyecektin…
Zaten parti ikincilikte istikrar şampiyonu…
İlâve edecektin “E”yi, olacaktın “E-CHP”
Ondan sonrası kolay…
Yüzde 20’lik seçmenin oy verecekti doya doya…
Yine muhalefetin başı olacaktın ama…
Düşünsel anlamda olmasa bile teknik alanda çağ atlayıp Elektronik Parti olacaktın…
Az şey mi?

21 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
21/09/2014 11:20

       Onlar ermiş muradına...

A+
A-
Biliyorum, Pazar günü savaş muhabbeti çekilmez…
Ancak bu kez kurgu, genç arkadaşım Hakan aktardı.
ABD yapımı belgeselde izlemiş.
Dünyada 22 bin nükleer başlıklı füze varmış…
Ve ülkeler birbirine düşüp kullandıkları takdirde gezegenimiz
ciddi anlamda zarar görüyor ve insan soyu yaşayamaz hâle geliyormuş.
Satır arası: “Kahrolsun silahlanma, kahrolsun SAVAŞ!”
Devam edelim senaryoya, uzaylılar dünyayı ele geçirmek için saldırıya geçmişler.
Birleşmiş Milletler de acilen toplanıp ortak savunma kararı almış.
Her ülke neyi var neyi yok dökmüş ortaya…
Özetle “Dünya Ordusu” kurulmuş…
Bayrak, milliyet, din iman ikinci plâna düşmüş…
Başlamışlar emperyalist uzaylılarla savaşmaya…
İşte tam bu sırada Hakan’a bir soru yönelttim…
Dedim ki “en ön safta kimler var?”
Çünkü yeryüzünde ne kadar savaş gerçekleştiyse, hemen hemen tamamında
cepheye fakirler sürüldü, onlar öldü!
Aynen öyleymiş, zenginler localarında yoksullar savaşta…
Demek ki dünya düzeni böyle kurulmuş!

Maksist anlayış da böyle yorumluyor…
İnsanlık tarihini sınıflar üzerinden tahlil edip “yaratanlar”, “sömürenler”
diye ikiye ayırıyor…
Ve bu tablo yüzyıllardır hiç değişmiyor…
Savaşta toprağa düşenler hep fakir…
Kılı kıpırdamayıp burnu dâhi kanamayanlar hep zengin…
İster senaryoyu gerçek hayata uyarlayın, ister bilim kurguya…
Dedim ya, aşağılık dünya düzeni…
Böyle gelmiş böyle gider!

Gelelim eşeğini kaybeden Nasrettin Hoca’ya…
Bulunca nasıl da sevinmişti?
Meğer eşek kaybolmamış, Hoca Efendi yerini yurdunu biliyormuş.
Bir nevi danışıklı dövüş…
Eşeği kaçıran belli, teslim eden belli…
Gel gör ki kazın ayağı öyle değil.
Hoca kurnaz mı kurnaz, ince hesaplar peşinde.
Yaşadığı köyün yüzde 52’si hayranı…
Sözü dinlenir, yakın çevresine itibar edilir…
Kısaca Hoca hinoğlu hin!

Gel gör ki eşeğin kaybolması senaryosuna köy ahalisi inanır…
Başlarlar yağmur duası gibi tanrıya yakarmaya…
“N’olur Hocamızın eşeğini bulmamıza yardımcı ol!”
Fakat Tanrı oralı olmaz, O ki her şeyi bilir görür…
Ayrıca eşeği kaçıranların Hoca’nın beyinsel akrabası olduğuna da vakıftır…
Derhal meleklerinden oluşan divanını toplar…
Uzunca süren görüşmeler, eşkıya ile pazarlıklar…
Tamı tamına yüz gün sürer…
Nihayetin de Tanrı eşeğe acır, yeni baba olmuş yavrusu katırdır!
Azad ettirir, Hoca sevinsin diye değil…
Hocanın döt kıllarının duaları boşa çıkmadığı görülsün diye!

Evet, onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
İyi pazarlar efendim.

20 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
20/09/2014 09:52

        Dostumun ardından...

A+
A-
Arayan kırk yıllık dostum Aybars’tı…
Yüksel’in ölüm haberini verdi.
Demek ki koca bir çınar daha aramızdan ayrıldı.
1940 doğumluydu, en son bayramda görüşmüştük.
Sesi yorgun geliyordu, her zamanki şen kahkahalarını duyamamıştım.
Dört kolluya yapıştığını hissettim…
Ve beklediğim sonuç geldi, dün toprağa verildi.

Ah zaman!..
Dün, bugün, yarın!
Geriye dönüp baktığımda ne çok şey yaşamışız…
Her anımız bir macera, bir mücadele, bir kavga…
Aslında ne kadar da yorucu…
Ancak kimsenin şikâyeti yok…
Devrim yolunda ilerleyen isimsiz kahramanlarız!

Acaba?
Yolumuzu gözleyen çoluk çocuk eş…
Ya analarımız?
“Ana yüreği” boş yere mi söylenmiş?
Neyse, o yılları hatırlayınca bir burukluk, bir hüzün gelir oturur…
Yüreğimin tam orta yerine!

Yüksel Keskin soyadı gibi sert bir sosyalistti.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih mezunu…
Eşi Esin Hanım Uşaklıgilzadelerden…
M. Kemal’in ayrıldığı Latife Hanım’ın akrabalarından…
O da can yoldaşıyla aynı yaşta…
Davamıza omuz verenlerden…
En önemli özelliği “kan kustum kızılcık şurubu içtim” diyen türden…
Aristokrat ruhu taşıyan gerçek bir asilzade.

Evet, su gibi akıp giden hayat!
Bir dostumuz daha göç etti sonsuzluğa.
Düşünüyorum da, zaman mı hızla ilerliyor yoksa biz mi hızlı koşuyoruz?
Bu telaş niye?
Tamam, ideallerimiz hüsranla sonuçlanıp ideolojilerimiz yenik düştü…
Yoruldu kalpler, bedenler, gönüller…
Ya aşk, ya yaşama sevinci?
Ne demiş şair: “Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir”
İşte hayata tutunmak bu kadar basit!

Herhalde bütün mesele küçük mutlulukları keşfetmek…
Sonrası kolay, kentin kalabalıklarına karışıp yalnızlaşmak…
Sevgiliyle buluşur gibi tarihin sırlarla dolu ruhuna teslim olmak…
Yeniden insanı tanımak, ama önyargısız sade namusluca…
Uzaklardan gelen müziğe kulak kabartmak…
Deniz kenarında, meselâ Salacak’taki balıkçı barınağında şarap içmek…
Telefondaki bir sese yüreğiniz de hopluyorsa…
İnadına sürmez mi hayat?

Ah Yüksel Abi ah!
Erken terk ettin bizleri.
Kariyerist seni, önde gitmeyi hep sevdin…
Fakat ölüm bu, şaka mı…
Erteleyemez miydin randevunu?
Her nerde isen yine de bekle…
Elbet bir gün buluşup mücadelemize kaldığımız yerden devam ederiz…
Bakarsın melekler inanır onurlu kavgamıza!
Güle güle dostum, arkadaşım, yoldaşım…
Değerli insan, seni ölene kadar asla unutmayacağım.

19 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
19/09/2014 09:16

         Anadilde Eğitim

A+
A-
IŞİD belâsı dalga dalga yayılıyor.
En son Suriye’de yirmi Kürt köyünü işgal etmiş.
Sınırımız can pazarı, binlerce insan kurtuluşu ülkemizde görüyor.
İslamcı örgütün saldırıları duracak gibi değil…
Esad bile çaresizlikten sorunu ABD’ye ihale etmiş…
Bakalım işin sonu nereye varacak?
Haydi hayırlısı diyelim geçelim içte yaşanan sıcak gelişmelere…
Anadilde eğitim meselesine.

Güneydoğu’da okullar açılıyor, izin verilmiyor, peşinden yakılıp yıkılıyor.
Tuhaf olaylar, komplo deseniz komplo değil…
Rastgele hiç değil, kökleri var.
Kürtlerin yıllardır savundukları temel hakların başında geliyor…
Diyorlar ki “Biz anadilde eğitim istiyoruz.”
Zor iş, özellikle üniter yapı içinde…
Devlet kararlı, “Tek Bayrak Tek Millet” şiarına dört elle sarılmış…
Kargadan başka kuş, Türkçeden başka dil tanımam diyor!

Bundan doksan bir yıl öncesine uzanıyorum, Lozan’a…
Kimileri için zafer, kimileri için hezimet antlaşmasına.
Bünyesinde muğlâk ne çok ibare var.
Evet, kapitülasyonlardan kesin kurtulmuşuz, eyvallah…
Ya gerisi, Musul-Kerkük, ayrıca azınlıklar meselesi.
Net değil, başta Kürtlerin geleceği…
Görüşmelerde bizim tezimiz “Kürtler aynı millet”, yani soyumuzdan…
İngilizler bastırıyor, “ayrı millet, kurulacak devlet iki halkın sentezi”
İmza aşamasında kerhen “he” desek de, olmuyor, yürümüyor…
Çünkü M. Kemal ve arkadaşları Türk kimliğine dayalı ulus devlet kuruyor…
Gecikmiyor temizlik harekâtı, mübadeleler falan derken…
Al sana nur topu gibi bir T.C. üstelik homojen(!)
Beyinlere de kazıyoruz “Ya sev ya terk et!”
Ve ilâve ediyoruz “Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır!”.

Azınlıklardan Ermenilerin, Rumların okullarında anadilde eğitimleri sürüyor…
Kürtlere gelince verilen sözler unutulup yongaya karışıyorlar.
Ta ki onca baskı ve acıdan sonra Hazreti Demirel’in “Kürt realitesi”nden
söz etmesine kadar.
Bırakalım çok eskileri, Diyarbakır Cezaevi duvarlarının ah bir dili olsa da konuşsa…
İşkenceleri, bok yedirmeleri, ölümleri…
Dayanacak yürek mi kalır, insanlığından utanmayan yüz mü?

Geldi, deldi geçti diyelim…
Artık barış sürecindeyiz, seçilmiş Sultanımızın gölgesinde lale devrini yaşıyoruz.
Diyorum ki anadilde eğitim meselesini bir konuşsak...
Empati yaparak, sinirlenmeden celâllenmeden…
Milliyetçi duygularımızı ötelesek, damarlarımızda turlayan asil kanımızın
hızını yavaşlatsak…
Eskiden olduğu gibi “şura” mı toplarız, yoksa UNESCO’dan yardım mı alırız…
Ancak bir bildiğim var, bu iş siyasilerin oyuncağı olmamalı…
Hele hele de ırkçılığın sınırlarında dolaşanların!
Kürt Türk fark etmez, politik menfaatlerin çarpıştığı arenada güller açmaz…
O nedenledir ki “anadilde eğitim” eğitimciye bırakmalı, beyinsel namusu olanı
arayıp bulmalı…
Özgürlük düşkünü, demokrasiden anlayan, hak hukuk gözeten, eşitliği savunan!
Biraz zor ama hazır memlekette kan akmıyor…
Toprağa düşmüyor fidanlar (Gezi kurbanları, iş cinayetleri hariç)…
Gün bu gün; çözelim anadilde eğitim meselesini…
CHP’lilerin dediği gibi “Analarının ak sütü kadar helâl” meseleyi…
Yarınlara bırakmadan!

18 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
18/09/2014 10:43

         Kurtköy'den naklen...

A+
A-
Okurları sıkmıyorsam  -umarım öyledir- eğitim meselesine devam edelim.
Evvelsi günkü yazımda özel okulların pür hâlini kısaca özetlemiştim…
Dün de devlet kapısındaydık.
Okullar açılalı neredeyse bir hafta oldu biz hâlâ kayıt peşindeyiz.
Torun bu, başka şeye benzemez…
Aşkların en büyüğü,  en vazgeçilmezi…
“Öl” desin, uğruna nice canlar feda edilir!
Tüm aile gözünün içine bakıyor, sanırsınız dünyanın merkezi…
Toplum olarak bu çoluk çocuk işini fazla mı abartıyoruz ne?
Olabilir, millet olarak zaten epeyce tuhaflığımız var…
Baksanıza deli mikine tutulur gibi Kasımpaşalıya tutulduk…
Aldık adamı Atatürk’ün koltuğuna oturttuk!
Tanrı taksiratımızı affetsin, gidişat gidişat değil…
Ne bu dünyada, ne öbür dünyada yatacak yerimiz var…
Yüce rabbim sonumuzu hayretsin!

Göztepe civarında yeni açılan bir okuldayız.
Millî Eğitim’in, özelden dersimizi aldık, artık beleş kovalıyoruz.
Müdürle tanıştık, sevimli bir genç, masasında üç beş Kur’an…
Belli ki çok cabbar, iş bilenin koltuk oturanın…
Makamına yakışıyor, Sultanımızın izdüşümü…
Ayrıca satır arası söyledi, Yiğit Bulut fanlarından…
Torunumun boyuna posuna bakıp bir güzel yağlayıp yıkadı…
Ve sadede geldi…
Bağış adı altında para işine!
Açılış “beş bin” lira, aylık ödemeler ihtiyaca binaen ucu ormana…
Ohhh, sanki belediyedeyiz, iktidar çalışıyor…
Ve devlet-i âlimizin okulları gençliğimizi maddî manevi
değerlerle donatıp geleceğe taşıyor, ne saadet!

Neyse, sıkı pazarlık…
Adam demez mi “kurtarmıyor, kurtarsa dükkân sizin”
Tam esnaf, asıl mesleği işletmecilik, hobisi öğretmenlik…
Kıyak iş valla, hem ticaret yap hem okul yönet…
Belki vaizlik falan da vardır…
Varsa da şaşırmam, başı kıçı oynayan bir tip…
Gözler fıldır fıldır, bıyıklar badem, beyaz çorap kısa pantolon…
Döt göbek yerinde, elde tespih, sanki hâl ve tavırları Zekeriya abimi (Öz) hatırlatıyor…
Kıyamam, canım benim, son zamanlarda başı belâdaydı…
Sahi, n’oldu?
Lütfen, bilen duyan dostlarımdan varsa taze bilgi isterim…
Elbette vatan-millet, Balyoz, Ergenekon aşkına…
Tanrı Başbuğ’u, çetin doğanları korusun!
Âmin!

Gene daldan dala atladık…
Huy işte, bir mevzuyu baştan sona adam gibi allayıp süsleyip yazamıyorum…
Belki solculuk hastalığıdır, rakı masalarında memleket kurtarıp lâf üretmek…
Dikkat ediyorum da, işimiz gücümüz eleştirmek…
Hiçbir şeyi, özellikle iktidarın devrimci hamlelerini dâhi beğenmiyoruz.
Ancak nereye kadar?
Üstelik kimseye bir faydası da yok!
O’nca yıldır yazarım, bir allahın kulu çıkıp da;
“kalemine sağlık, doğru yolu gösterip aklımı çeldin” demedi…
Eee, öyleyse yazı konularını doğru seçip az öz aktarmalı…
Yani kısa kesmeli.

Son söz: Torunumun kaydını yine yaptıramadım.
An itibariyle Pendik açıklarındayım, Kurtköy civarında.
Ünlü bir edebiyatçımızın adını taşıyan okul varmış…
Arıyorum, bulursam ve şartlar müsait olursa sapına çöpüne bakmadan
kaydını yaptıracağım.
Lâkin bütün mesele bizimkinin gönlünü hoş etmek…
Haspam Kadıköylü ve Fenerbahçeli…
Basketbol oynuyor, takımın lisanslı sporcusu…
Kobe Bryant hayranı…
Bakalım nereye varacak bu işin sonu?
Emin olun daral geldi…
Çoktan “Hay böyle düzenin içine .. ? .. ” diyeceğim ama…
Hayatımızın bir parçası hâline gelen sersefil Suriyeli bebelerden utanıyorum!

17 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
17/09/2014 10:20

            Zamanın Ruhu!

A+
A-
Babam kalpten gitti, üçüncü krizde.
Ben dokuz, O elli dokuzundaydı.
Anjiyo, bypass keşfedilmemiş…
Kalp denilen yumruk büyüklüğündeki kas yumağı henüz gizemli pompa.
Ne görülebiliyor ne ziyaret edilebiliyor.
Tekledi mi çare yok…
Ya doktora gideceksiniz; tedavi imkânları sınırlı, en fazla üç beş ilâç…
Ya da tanrıya sığınacaksanız…
Ki Azrail’in gelişi ertelensin!
Olmadı, tüm hastalıkların uzmanı doktor Ali Fuat amcanın ilgisi yetmedi…
Tanrı da o kadar yakarışı duymamazlıktan gelip gerekli tahsilatı yaptı…
Ve canım babamızı hayatımızdan söktü aldı.
Elbet hikmetinden sual olunmaz…
Zaten O’nun icraatlarında yanlış olmaz!
Son zamanlarda maden ocaklarını, inşaatları gözüne kestirmiş…
Sanırsınız hasat mevsimi.
Can peşinde, gencecik insanları yüksek makamında topluyor.
Olacak iş değil ama…
Tövbe tövbe, benimki de lâf mı?
Madem kâinatın efendisi; veren O, alan da O olacak…
Bütün mesele inanmakta…
İyi ki din var…
Tevekkül, takdiri ilahi, cennet vs…
Yoksa memleket ormana döner ve kendi kanunlarını icat eder…
Bir kez daha tövbe…
“Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” söylemi de kulağa hoş gelen bir hikâye!

Asıl üzerinde durmak istediğim mesele…
Dün somut tanrımla karşılaştım, Profesör Dr. Ergun Demirsoy’la…
Bu yıl, 17 Ocak’ta kalbimi eline aldı, kesti biçti, yeniden çalıştırıp
tekrar piyasaya sürdü.
Yani O’nun sayesinde ikinci hayatımı yaşıyorum…
Artık çok mutlu, sağlıklı, huzurluyum.
Allah razı olsun, Allah ne muradı varsa versin…
Âmin!
Televizyondaydı, Seda Sayan hanımefendinin konuğu olarak…
Hani tanrı vergisi sesiyle vergi rekortmenliğini kimselere bırakmayan
eşsiz sanatçımızın…
Bir sohbet, bir sohbet…
Kalbin dışında her mevzuda konuştular.
Bilhassa “ruh” üzerine…
Sakın ha “o ne ki?” demeyin…
Her canlıda var, yalnız insan da değil; bitkide, hayvanda…
Yeter ki “zamanın ruhu”nu yakalayın!

Evet, dün eğitim sistemimize değindik, yerlerde sürünen Maarif kuruluşlarına…
Sağlıkta öyle, anlı şanlı doktorlarımız televizyon maymunu olmuş…
“Reklâmın iyisi kötüsü olmaz” ilkesinden hareketle herkes düşmüş
paranın peşine…
Keşke kalbim dursaydı da bu manzarayı görmeseydim…
Doktorumun babası öğretmenmiş, meslektaşımız…
Evlâdını okutup eğitmiş, hem de Amerikalara kadar göndererek…
Sonuç?
Beşinci sınıf bir programın öznesi ol, pazarlama yap…
Üstelik en değerli varlığımız “vicdan” üzerinden…
Ne demeli bilmem ki…
Allah bir ülkeye öğretmenin, doktorun hakikisini nasip etsin…
Siyasetçiyi de göz ardı etmeden…
Yoksa geleceğimiz fena!

Not: Dün karakoldan Paralelci bir komiser sayesinde kurtuldum…
Nasılsa Tayyip’in hışmından kurtulup kapsama alanı dışında kalmış.
Sağolsun, adları gibi “Hizmet” üretiyor…
Âdil, objektif, haktan hukuktan yana…
Beni azad, göbek taşına yatırdığım müdürü hiktir etti…
Torunumla da ilgilendi, bir telefon…
Pensilvanya kontenjanından “Tabiat Koleji”ne burslu kaydettirdi…
Oh keka, yaşasın hayat!

16 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
16/09/2014 09:23

        Eğitim dünyasından...

A+
A-
Yüzde 52’den sonra iktidarın karanlık varlığı iyice hissedilir oldu.
Artık her yerde; okulda, yargıda, karakolda, maliyede, belediyede…
Ve evde…
Bu mudur bu!
Mübarekler oksijen gibi, neredeyse soluduğumuz havanın içindeler!
Bu mevzuya nasıl girdiğimi aktarayım da, belki bu bîçareye hak verirsiniz.
Aile meclisi toplanıp torunlarım için okul araştırma görevini bendenize verdi…
Eski bir öğretmenim ya, uzmanlık alanım, çok anlarım bu işlerden!
Düştüm yollara, özeline geneline…
Önce kolej unvanlı birkaç kurumu ziyaret ettim…
Elbette tavsiye üzerine, bizimkilerin en çok üzerinde durdukları husus;
“aman ha, cemaatçi olmasın!”

Aptal mıyım, Paralelci tezgâhı kokusundan tamırım…
Ayrıca hiç işim olmaz Pensilvanyalı madrabazla…
Ne zamanki biricik Sultanımıza beddua edip lânet okudu…
İşte o tarihten beri gözümden düştü…
Ne hâli varsa görsün…
Keşke Amerika talebimize “evet” deyip geri postalasa da…
Silivrikapı açıklarında zat-ı âlilerine cennetin anahtarını teslim etsek…
Görse ileri demokrasinin faziletlerini, zulmünü, elastikiyetini…
Ne demişler: “Eski çamlar bardak oldu, sür eşeğini Niğde’ye!”

Efendim özel okullar şirin mi şirin, sanırsınız beş yıldızlı konaklama mekânları…
Spor salonları, fitness, trekking, rafting, bilardo, pin-pon, hamam, sauna ne ararsanız var…
Hatta tellak bile, tanıştım, pek çoğu hemşerim, Tokat’ın Reşadiye’sinden!
Takdir edersiniz ki yer gök Atatürk resmi…
Lâf aramızda, pek bir hoşuma gitti…
Nihayet dedim, ilkelerimiz yaşıyor…
Bilhassa altı okumuz, bir an için kendimi kurtarılmış bölgede hissettim…
Ne sevinç ne saadet!

Derhal sadede gelip parayı konuşmak için idareye yöneldim…
İnanın, hayatımda karşılaştığım en güler yüzlü müdür…
Randevum falan yok ama beni bekliyor, üstelik kapıda.
Hoş beş, içilen kahveler…
Sanırsınız kırk yıllık dostların buluşması…
Bir de “sizi bir yerlerden gözüm ısırıyor” demesin mi?
İlk defa önemsendiğimi fark ettim…
Televizyon, yazarlık, sahne hayatı, magazin dünyası, meyhaneler…
Demek ki boşa geçmemiş yaşanan yıllar!
Anlayacağınız epeyce gururlandım…
Tam bu sırada okul ücretini söyledi…
Yani gazı verdikten sonra…
KDV hariç 34 bin (yazıyla: Otuz dört bin Tayyip Lirası)
Ohhh!
Bir rahatladım bir rahatladım ki, sormayın gitsin…

O duygu içinde müdürün yanaklarından öpmüşüm…
İnanın hatırlamıyorum, görenler söylemiş…
Şu anda Göztepe Karakolu’ndayım…
Buraya niçin getirildiğimi bilmiyorum, sadece hayâl mayâl bir kolejin
kapısından girip müdürle seviştiğim zihnimin köşesinde…
Neyse, acı biberi kırağı çalmaz…
Şerbetliyizdir, hele bir kıçı kurtarayım…
Sohbete yarın devam ederiz.

15 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
15/09/2014 10:38

           Yolculuk var!

A+
A-
İlköğretimde bundan böyle ibadethane zorunlu…
Vay gitmeyenin hâline!
Her okula bir de imam…
“Varlığım şeriatın gazasına armağan olsun!” 

Yıllar önce tanık olmuştum, I. MC dönemi…
Çalıştığım işyeri MSP’li bakanlığın İstanbul’daki bölge müdürlüğü.
Yeni müdür softa, takunyalı.
İlk icraatı mescit açmak!
Mesai arkadaşlarımızın çoğu mimar-mühendis…
Oda seçimlerinden biliyorum, ilerici aydın kişiler.
Yine de mescit boş kalmıyor…
Başta odacı bekçi çaycı takımı…
Aralarında tek tük diplomalı…
Kısaca idarenin dümen suyuna girip tayin terfii bekleyen güruh…
Özellikle Cuma günleri ara ki bulasın!

Esen rüzgârlara bağlı olarak mescidin müşterileri zamanla çoğaldı…
Artık namaz kılanlar muteber eleman kategorisinden işlem görmeye başladı…
Şef, amir kadroları hep onlardan…
Geriye kalan azınlık ise maraba statüsüne tabi tutuldu!
Ve düşünce özgürlüğü maceramız böylelikle mutlu sona ulaştı…
Dindarlar birinci sınıf…
Laisizm yanlıları beşinci sınıf…
Mollalar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine!

Bugün 15 Eylül, okullar açıldı…
Mini mini yavrular, sayıları milyonlar…
“Elif” “Be” ile tanışacaklar!
Abdest alacaklar, namaz kılacaklar, dua edecekler.
Evlerine döndüklerinde mutlu, huzurlu…
Kalplerinde Muhammed sevgisi, gözlerinde cennet ışığı…
Uhrevî dünyanın sırlarını daha şimdiden keşfetmişler!

Evet, yolculuk var…
Beyinsel yolculuk…
Aklını kiraya verenlerin, dindar nesillerin dünyasına…
Özgürlüğün yaşanmadığı, bağımsız düşüncenin karalandığı kültür…
Biat edeni sever, korur gözetir besler…
Karşı duranı zındık ilân edip IŞİD’çi zihniyete teslim eder…
Yalnız bizimkiler kafa kesmez, sadece yakar…
Referansları Sivas, sloganları Allahu ekber!

Yaşadıklarımız karşısında umut tükeniyor.
Çaresiziz, öfkeliyiz, küfürbazız…
Hedefte altı yaşındaki çocuklar…
Akıldan, izandan nasiplenmemiş yöneticiler tarafından zemzemle yıkanıp
bugün mescide, yarın tarikata sokulacaklar…
“HU” çekmeyi öğrenecek torunum…
Aman tanrım, bu ne eziyet?
Yarından tezi yok Haşhaşilere katılacağım…
Örnek bir DEDE olarak M. Kemal’den aldığım feyzle saldıracağım Çankaya’ya…
Elimde “Das Kapital”
Ancak arkama baktım, kimse yok!
Kim bilir, belki gördüklerim hayâl!

14 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
14/09/2014 09:46

            Bektaşi Duası!

A+
A-

IŞİD
Seksen ülkeden militan, sayıları otuz bin.
Bölgenin altını üstüne getiriyorlar, kafa kesemeler de saldırılarının final kısmı…
Gel de Saddam’ı, Kaddafi’yi arama!
Ne baharmış; Irak paramparça, Libya’da kaos, Mısır’da darbe, Suriye’de iç savaş.
Hamas yönetimindeki Gazze ise ayrı bir âlem.
İşleri güçleri sabah akşam İsrail’e roket fırlatmak!

Ya bizim durumumuz?
Karışık, belirsiz; ne derseniz deyin…
O kadar çok Ortadoğu’ya maydanoz olduk ki…
Yaptığımız komşuluğa, dostluğa ihanet!
Taraf tuttuk, ordular kurduk, silah/para gönderdik…
Ne itibarımız kaldı ne sevenimiz…
Gelinen durum tek kelimeyle diplomatik rezalet!

Bu manzara karşısında bir fıkra takılıyor aklıma…
Her ne kadar dua etmekten vazgeçsem de…
Paylaşayım istedim.

“Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş
Kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış.
Sarı öküz ise lanet mi lanet, hem çok yer hem tembelmiş.
Bektaşi bir gün öfkelenip;
-Ey Allahım, şu sarı öküzün canını al da kurtulayım demiş.
Baba Erenler ertesi gün ahıra girince ne görsün!
Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet capcanlı...
Bektaşi hışımla dışardan bir çocuk çağırıp öküzleri göstermiş:
-Ulan, demiş; bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı?
Çocuk:
-Bu sarı, bu kırmızı!
Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş:
-İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen bilmiyorsun?”

Evet, halkına ülkesine komşularına fenalık edenler için zaman zaman ah edip lanet okurdum…
Fakat dikkat ettim…
Acılar, hastalıklar, ölüm haberleri yaşamımdan hiç eksik olmuyor…
Hem de en yakınlarım, dostlarım.
Kötüler ise sarı öküz misali capcanlı, semirdikçe semiriyor…
Kim bilir gemilerinin sayıları kaça ulaşmıştır?
Üstelik baş Softa kanser, lâkin turp gibi, inadına yükseldikçe yükseliyor!

İşte bu nedenle takdiri ilahiye sığınmaktan vazgeçtim…
Artık bir talebim yok, zaten sahada değil tribündeyim…
Seyrediyorum gidişatı, fırsat buldukça aşk meşk, iki kadeh…
Sık sık semaya çıkıyorum…
Bulutlara, yıldızlara, güneşe…
Oradan kâinata bakmak daha sefalı!
İyi pazarlar efendim.

13 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
13/09/2014 09:49

     Kurbanlık Esirler!

A+
A-
Air France uçağı Paris’e gitmek için Tel Aviv’den havalanıyor.
Yıl 1976, aylardan Temmuz.
Korsanlar işbaşında, Filistinli gerillalar.
El koyuyorlar uçağa, rota Uganda’nın Entebbe Havaalanı.
Başarıyorlar, kesin sonuç.
Öncelikle Yahudi olmayan yolcular serbest bırakılıyor…
Sonra gelsin pazarlıklar.
Talepleri hapisteki arkadaşlarının serbest bırakılmaları…
Verilen süre 48 saat.
Görüşmeleri okeyliyor İsrail, başlıyor hazırlıklar.

Alınan karar operasyon…
200 asker seçiliyor, komutanları bugünün başbakanı Netanyahu’nun
ağabeyi Yonatan
İstikâmet Uganda, Entebbe Havaalanı.
Vakit gece yarısı…
Şimşek hızında varıyorlar…
İllâki rehineler kurtarılacak.

Ve tarihin gördüğü en hızlı baskın…
Başı sonu 58 dakika
Bilanço:
7 gerilla, 45 Ugandalı asker öldürülüp 11 uçak havada imha ediliyor.
İsrail cephesinde 1 ölü, 5 yaralı…
Ölen komutan Yonatan.
Tek bir rehinenin burnu kanamadan işlem tamam…
Dünya şaşkın…
İsrail hükümeti uçaklar havalandıktan sonra operasyondan haberdar olmuş…
Alkışlar Mossad’a.
Küçük devletin büyük hamlesi…
Tarihe geçen olayın öznesi insan, masum siviller…
Teröre lânet, barış uğruna verilen kavgaya evet.

Evet, üzerinden ne kadar zaman geçti, unuttum…
49 vatandaşımız IŞİD denen belânın elinde…
Hâlâ ne bir ses ne bir haber!
Yetkililer “her şey kontrol altında” diyor ama inanmıyorum…
Çünkü “büyük” sanılan devletin küçük yöneticilerine sahibiz.
Fikren, zihnen…
Temel rahatsızlıkları kibir, kompleks…
Kılavuzumuz karga…
Maalesef burnumuz sürekli b.kta!

Aslında çaresiziz, sıkıştık köşeye…
Aşağı tükürsen Arap, yukarı tükürsen IŞİD…
Yeni türeyen düşmanımızın akrabaları Hamas, El Kaide, Hizbullah, Taliban…
Doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyor…
49 vatandaşımız kurbanlık koyun…
Adresleri belli değil, sağa sola bilhassa komşularımıza yerli yersiz
efelenmelerimiz son bulmuş…
Gizliden gizliye süren pazarlıklar…
Silah dâhil maddi manevi yardımlar…
Ne de olsa boynumuz kıldan ince…
Kısaca T.C. Ortadoğu’da süt dökmüş kedi misali ha bire rol yapıyor…
Kefenlilerden, palalılardan, döt kıllarından oluşan “millî irade” görsün diye!

Son söz ve bir tavsiye:
Devir taşeronluk devri, Obama’dan bir cacık olmayacak…
Verelim bu işi İsrail’e…
Diplomaside küslük olmaz…
Anında görüntü, kurtarsınlar 49 esirimizi…
Ondan sonrası Allah kerim…
Bakarsınız yeniden barış rüzgârları eser…
Ve dostluk nişanesi olarak Kudüs vizesi bahşedilen seçilmiş Sultanımız
Mescid-i Aksa’da namazını eda eder!

12 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
12/09/2014 09:47

       Kabemiz ABD!

A+
A-
“11 Eylül” ABD’nin kıyamet günü.
O nedenle de her yıl ölenlerin anısına törenler yapıp tüm dünyaya
naklen yayınlıyorlar…
Ki doğrudur, insanîdir…
Ya biz?
Unuttuk mu felaketimizi, “12 Eylül”ü…
Türkiye tarihinin gördüğü en ağır darbeyi?
Üstelik icazet makamı Amerika, taşeronu Kenan Evren ve saz arkadaşları…
Dile kolay, üzerinden 34 yıl geçmiş…
Bir ilk, bir milat, bir altüst oluş.

Tesadüf bu ya, yine günlerden Cuma’ydı…
Düdük çalmış, sıkıyönetim ilân edilmiş…
Ve av başlamış, sorgu sual yok.
Mimlenen, gammazlanan içerde…
Ağır işkenceler, sayıları yüz binler…
Çadır gibi kurulan askerî mahkemeler…
Jet hızıyla gerçekleşen duruşmalar…
İdam sehpalarında sallandırılan gençler…
Hapisler, sürgünler, parçalanan hayatlar…
Ülke yangın yeri…
Üzerinde “12 Eylül”ün karanlığı…
Yaşanan kıyamet günleri!

Kasımpaşalı iyi çocuk, darbecilerin himayesinde top oynayıp büyüyor…
Bir taraftan da Hikmetyar abisinin dizinin dibinde feyz alıp cüzlerine çalışıyor…
Gerçek bir sağ açık, Şeriatsporun gözbebeği…
Çalışkan, kalbi memleket aşkıyla dolu…
Tam bu sırada tramvayı keşfediyor…
Diyor ki, “Demokrasi tramvay, binersin, vakti zamanı geldiğinde inersin!”
Netekim öyle oluyor…
Cuntacı paşalar gaz verip din derslerini hızlandırıyor…
Cemaatler, tarikatlar, kuran kursları, imam hatipler…
Artık gençliğin önünde iki seçenek…
Ya topçu olacaksın, ya imam…
Erkeklere takke, kızlara türban!  

Kasımpaşalının “12 Eylül”le derdi yok…
Zaman lehine işliyor…
Yeniden yapılanan siyaset cadı kazanı…
Şartlar olgunlaşınca aradan sıyrılıp İstanbul’a başkan oluyor…
Sonrası malûm, roket hızıyla yükseliyor, tut tutabilirsen!
Ve en nihayetinde mutlu son!
Şimdi Çankaya semalarında…
Yukarıda Allah, yeryüzünde O…
Halis darbe ürünü…
Ah Amerika, sen nelere kadirsin?

Keşke bizde de “12 Eylül” idrak edilip hatırlansa…
Milyonların aktığı demokrasi şölenleri düzenlense…
Ama her ilde…
Diyarbakır’da, Edirne’de, Ankara’da, Van’da…
Yitip giden bir nesil uğruna ağıtlar yakılsa, türküler söylense…
Sonsuzluğa göç eden gençliğimizin ruhları aşkına!
Ancak nerdeee?
Olan bitenin ne Kasımpaşalı farkında ne CHP…
Herkes binmiş bir tramvaya, ilerliyoruz felakete...
Ne diyelim…
Kabemiz ABD sonumuzu hayrede!

11 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
11/09/2014 10:52

       Haberiniz ola!

A+
A-
“11 Eylül” saldırısının 13. Yıldönümü.
ABD tarihinde ilk kez topraklarında vuruluyor.
Ölü sayısı 2974, kayıp 24.
Vuran El-Kaide, uluslararası terör örgütü.
BM’in kara listesinin ilk sırasında yer alıyor.
Başında Usame bin Ladin.
Suudlu zengin bir işadamı.

Ve cevabı hâlâ belli olmayan sorular.
Nasıl oldu?
Dile kolay, eş zamanlı dört uçak kaçırılıyor…
Üçü tam isabet!
İkisi Dünya Ticaret Merkezi’nin kalbinde…
Bir diğeri Pentagon’un tepesinde…
Sonuncusu Pensilvanya semalarında düşürülüyor.

Koskoca bir sır perdesi.
Amerika gibi bir dev 19 teröriste teslim olsun…
Olacak iş mi?
Peşinden Afganistan işgali…
Yine de üç bin insanın ölmesi için yeterli neden mi?
Durum Pearl Harbor baskınından daha fecii.
El-Kaide kapkara, âdeta hayalet…
Militanları şeriatçı Kamikaze…
Sloganları Allahu ekber eşliğinde “TORA, TORA, TORA”
Zafere ulaşıp yeni bir çağ açıyorlar!

Artık hayat “11 Eylül”den önce “11 Eylül”den sonra…
Batı terörü yeniden tarif edip güvenlik önlemlerini arttırıyor…
Müslüman kötü, barbar, tu kaka!
Yaşanan medeniyetler çatışması
Kapitalist dünya mutlu huzurlu, Îslam sorunlu öfkeli…
Düşman bellemişler Batı’yı…
Her fırsatta gereği yapılmalı!

Zihniyet bu…
Geçenlerde internet üzerinden satranç oynadım…
Rakibim İngiliz, tesadüf diyelim, 7-0 yendim.
Anında mesaj çekti, “Müslüman piç, o…pu çocuğu!”
Ah bu önyargılar yok mu?
Einstein’ın bile baş edemediği!

Hâlbuki Müslüman dünyasında da insanlar ikiye ayrılır…
En azından bizim ülkemizde.
Vicdan sahibi olanlar, doğru insanı dil-din-ırk farkı gözetmeden sevenler…
Geriye kalanlar ise fermente edilmiş malzemedir, ne yapsalar yeridir…
Başlarında Taliban akrabası stajyer…
Müritlerini sürüklüyor sonu belli olmayan maceralara!
Kıyamet yaşanır her gün…
Sokaklar, caddeler dilenci panayırı…
Adı “İleri demokrasi” olarak çok önceden konmuştur…
Gurur duyulur dinsel eşitlikle…
Aslında bizim de El-Kaide’miz yaratılmıştır…
Halis malis yerli malı terör örgütümüz…
ÇARŞI’dır, mangal yürekli gençliktir, Gezicidir
Müebbet hapsi istenir önderlerinin…
IŞİD’e sevdanın yolları, yarınlarımıza kurşunlar!

“11 Eylül”den sonra bir başka hayat yaşanır…
Yaklaşımlar, bakışlar suçlu hissettirir insanı…
Kısaca utanmazlar âleminde “onur vicdan ahlâk” karaborsa…
Tersi işbaşında…
Şeref düşkünleri yalan söyler halkına, kartvizitleri para sayma makineleri…
Ruhlarına gizlenmiştir El-Kaide militanlığı…
Ülke yönettiğini sanırlar, başarırlar da…
Yalnız yapılanları tarih unutmaz, asla affetmez!

Evet, bugün “11 Eylül 2014”
Kara leke…
Üç bin insan öldü on üç yıl önce…
Acıları yüreğimizde, katillerin sempatizanları ülkemizde…
Hem de en tepesinde…
Haberiniz ola!

10 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
10/09/2014 09:42

   Nerde?

A+
A-


Örgütsüz toplumdan insan manzaraları…
Kazalar, işçi ölümleri, ağır sakatlıklar.
Bir iki gün süren bağrış çağrış…
Sonrası; “nerde kalmıştık?”
Sendikal alanda üç konfederasyonumuz var.
Türk-İş, DİSK, Hak-İş…
Toplam üye sayıları bir milyonu bulmaz, o da devlet işyerleri sayesinde…
Gerisi de hikâye, sendika mı sendika, çalsın sazlar oynasın kızlar!

Bilirsiniz, televizyon kanallarının favori malzemesi siyaset…
Çevir çevir konuş, üç beş akıldane…
Gece gündüz yapılan derin analizler, kendinden menkul fetvalar…
AKP böyle, CHP şöyle, HDP doğru yolda vs…
Ya reel durum, çalışma koşulları, emekçinin çilesi?
Gündeme taşınması için illâ Soma mı, Mecidiyeköy mü lâzım?
Kan akacak yani, sıram sıram cesetler dizilecek…
Yalandan birileri yakalanacak, o da alt kademeden…
Nasılsa bizim toplumda çabuk külleniyor acılar…
Üstelik İzlanda hezimetini yaşamışken…
Ne önemi var yitirilenlerin…
Öyleyse “yola devam, yenisi gelsin!”.

3 - 0 mağlubiyeti konuşuyoruz…
Her alanda 300 bin nüfuslu ülkeye yenilmenin utancı yaşanıyor…
- Vah vahhh, ne kadar yazık!
- Söylesene, nasıl girdi goller?
- Kalede Volkan yok muydu?
- Hadi canım, o varken…
- Fatih’in işgüzarlığıdır!
- Volkan ki Atatürk ilke ve inkılapları çerçevesinde en doğru adamdır!
- Örnek sporcu, ahlâklı, çalışkan ve zeki(!)
- Tek kusuru insana benzeyen varlık olmasıdır!

Monşer Davut kabinesi derhal toplanıp “Ulusal Yas” ilân etmeli…
Önce basketbol, peşinden futbol…
Yenildik, üzüntümüz telafi edilemeyecek kadar büyüktür.
Ortadoğu’da şahin, Avrupa’da serçeyiz…
Bundan böyle nasıl bakacağız Esed Efendi’nin yüzüne?
Daha da azacak IŞİD, şımaracak Kandil, Genel Müdür şarlayacak…
Vay benim köse sakalım vay!

İşçiler ölüyor bu memlekette işçiler, emekçiler…
İşyerleri kan revan içinde.
Sanırsınız kazalar kuş gribi, kolera, veba…
Kol geziyor madenleri, inşaatları, tersaneleri…
Toprağa düşüyor fidanlar…
Ne hükümetin umurunda, ne sendikaların…
Tek bir derdimiz var:
“Sahi biz İzlanda’ya, tükürüğümüzle boğacağımız ülkeye nasıl yenildik?”

Velhasılıkelâm yoksul insan yalnız, çaresiz, sessiz ve de örgütsüz…
Beynine “fıtrat”, “kader”, “takdir-i ilahi” pompalanmış…
Tek bir gün beyliği var…
O da sandık kurulduğu zaman…
Onda da kandırılıp tuzağa düşürülmüş…
Seçtiklerini vicdan sahibi insan sansın diye…
Ancak nerde, nerdeee?

09 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
09/09/2014 09:06

         Mevsim Sonbahar

A+
A-
“Lev Tolstoy’un 186. Doğum Günü.”

Türkiye Google’ın açılış sayfasında yer almış.
Yazar bir dâhiyi anmak ne güzel…
Üstelik Rus edebiyatının dünyaca ünlü romancısı…
Eli kalem tutan gerçek bir toprak ağası, yoksul halk sevdalısı…
Toprağını köylülere dağıtacak kadar.
On dokuzuncu yüzyıl, daha o devirlerde bireysel “Toprak Reformu” yapıyor…
Devrimci, dibine kadar aşklar yaşıyor…
“Savaş ve Barış”, “Anna Karenina” eserlerini yaratırken fırtınalı dünyasından
insanlığı selâmlayıp “Diriliş”ten müjdeler veriyor…
Duyulan çağını sarsan şanlı “Oktober Devrimi”nin ayak sesi.

Evet, on dokuzuncu yüzyılın bereketi yirminci yüzyılda yok.
Edebiyatı, müziği, resmi, felsefeyi, teknolojiyi mercek altına alıyorsunuz…
Müthiş, âdeta binlerce yılın birikimi fışkırıyor…
Tarihin tanık olmadığı değişiklikler, dönüşümler, uzay çağına yelken açan insan…
Bir taraftan da kahrolası savaşların kötü habercisi…
Ve Tolstoy, çağında sönmeyen bir yıldız!

Hangimiz okumamıştır, eserleri kimin kitaplığında yoktur?
Yeri gelmiş sinemanın dili olmuş, yer gelmiş ardıllarının esin kaynağı…
Bir klasik, eskimeyen yıpranmayan…
Hâlâ dönüp dönüp okunan…
Senfoni dinlercesine, on dokuzuncu yüzyıldan günümüze uzanan bir ışık…
Lev Tolstoy, 186 yıl önce bugün doğmuş.

Bizim de Nazımımız var…
Evrensel, Küba’dan Vietnam’a tanınan sevilen…
Bir ikincisi?
Hem var hem yok!
Bir Ahmet Hamdi Tanpınar, bir Hüseyin Rahmi, bir Orhan Veli…
Daha yüzlercesi…
Hapsolmuşlar vatan sınırlarına…
Kapıkule’nin ötesinde maalesef okunmuyor esamileri!
Ya Orhan Pamuk, Nobel’li yazarımız?
O daha dünkü çocuk, ayrıca postmodern yazıyor…
Biz anlamayız “Yeni Hayat”tan, ne de olsa eski kafalı olup acıyla yoğrulmuşuz…
Kısaca realistiz, romantizmle yıkanmıştır ruhumuz…
Bilincimizde özgürlük, eşitlik, hak, hukuk, adalet, devrim…
Bu uğurda nice bedeller ödemişizdir!

Aydınlığımızdır dünya yazarları…
Amerika’dan Rusya’ya, Çin’den Mısır’a…
Çok severim Necip Mahfuz’u, Sabahattin Ali’yi sevdiğim kadar…
Aferin Google’a, sönmeyen yıldızları hatırlamış…
Keşke her gün doğan bir güneşi biz de selâmlasak…
Yad etsek sonsuzlukta yaşayan gönüllerini.
Bilseniz ne kadar mutlu olur Sait Faik, Reşat Nuri, Cahit Sıtkı…
İyi ki maceramızda yoldaşımız olmuş Dostoyevskiler, Steinbeckler…
Ve Tolstoylar…
Yaşadığımız hayat onlarla güzel, onlarla zengin, onlarla sevinçli, onlarla hüzünlü…
Daha ne olsun?
Unutmayın ki mevsim Sonbahar!

08 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
08/09/2014 11:13

        Ağla memleket!

A+
A-
İşçiler ölüyor madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda.
Adı: İş kazası
Bir allahın kulu da çıkıp “cinayettir” demiyor.
Ya hukuk?
Sorumluların müebbet hapse mahkûm olduğunu hiç duydunuz mu?
Ben duymadım, okumadım, görmedim…
Ya siz?

Soma da ders olmadı…
İnşallah “son olur” dedik…
Nerdeee, hız kesmiyor ölüm…
Yeraltı yerüstü fark etmiyor.
İşçiyi, emekçiyi nerde olsa buluyor!

Hep söyleriz; “bu düzenin çivisi çıkmış”
Orman kanunu, gücü gücü yetene…
Ancak kime anlatacaksın, kime yazacaksın?
Ülkeyi yöneten “Kadı”
Üstelik gidişattan halk memnun…
İşte kanıtı: Yüzde 52!

Kısaca memleket kanla talan ediliyor…
Dün de böyleydi, bugün de…
Hatta yarın da!
Ali Sami Yen ihalesi sürecinde 30 bin imza toplanmıştı…
“Gökdelen yapılmasın, yeşil alan olsun” diye…
Ne ciddiye alan oldu, ne duyan…
Vahşi bir anlayış, dur durak bilmiyor…
Çevreymiş, estetikmiş; bihaber…
Heykeli “ucube” ilân eden zihniyetten başka ne beklenir ki?

Çare?
Maalesef yok, en azından bu düzende yok!
Çünkü ülkeyi yöneten mollalar.
Onların da gündemi “ahirette iman, dünyada mekân”
Mekân dediysem de başınızı sokacak bir fakirhane falan sanmayın…
Gökdelen, plaza, rezidans…
Kısaca Karun kadar servet sahibi olmak!
Sonra da fakirin iftar sofrasına oturup zeytin ekmek yiyerek oy avcılığı yapmak,
on altı milyon Yeşil Kart’lı ve de kadrolu dilenciyle gurur duymak…
Ve daha yüzlerce örnek…
Özetle bu rezilliklerin adı olmuş siyaset…
İki insandan birinin inandığı…
Yükselen değer, yıkılmayan zihniyet!

Evet, ölüm hayatın fıtratı…
Kapanan parantez.
Kamyon yazısı “genç öl, cesedin yakışıklı olsun!” der…
Kur’an’dan fırlayan ayet gibi bu topraklarda zamansız ölür emekçiler…
İki gün acısı sürer…
Ateş düştüğü yeri yakıp her yıl yüzlerce ocak söner…
Ve hayat güle oynaya böyle devam eder…
“Beraber yürüdük biz bu yolları…” şarkısı eşliğinde…
Çünkü bu ülkeyi yönetenler asla utanmazlar…
Kan damlar yüreklere…
Alın terinin onuruyla yükselir binalar…
Temellerinde insan yatar, harcıdır demiridir…
Gökyüzüne uzanan anıt mezarlar tanrıya el sallar…
Bir sitem, bir sitem…
Ne duyan, ne gören…
Hayat acıyla yoğrulmuş bir sonsuzluk…
Gülen onlar, ağlayan hep bizler!

07 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
07/09/2014 10:58

    Hasret

A+
A-
Yine geldi Sonbahar
Hazan mevsimi, insan hatırlamaya görsün
Yazacak o kadar çok şey var ki.
İlk selâmımız “1 Eylül Dünya Barış Günü”ne.
Devamında hızla yaklaşıyoruz “12 Eylül”e…
Kanlı, acılı devirlere…
Açtığı yaralar hâlâ kapanmayan, akla düştükçe lânetlenen darbe.
Arada “6-7 Eylül”
Elli dokuz yıl öncesine uzanıyoruz.
İstanbul, İzmir ayaklanmış…
Talan, yıkım, katliam var.

Olacak iş değil…
Yıl: Bin dokuz yüz elli beş…
N’oldu da halkın millî duyguları kabardı?
“Ya taksim ya ölüm” diye haykırıyor…
Ve ilâve ediyor; “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacak”…
“Hava kurşun gibi ağır…”
Kadim komşuyla diplomatik problemler yaşıyoruz.
Yunan’la, geleneksel “it dalaşı”
Derin devlet işbaşında.
İlk hamle Selanik’te…
M. Kemal’in doğduğu ev bombalanıp start veriliyor.
Türk milletinin gözü kara, kafası bozuk…
Teyakkuz hâlinde, öfkesini kusması bir kıvılcıma bakıyor!

Beklenen haber gecikmiyor…
Önce Radyo, en hızlı iletişim aracı…
Ajanslar olayı dakka başı geçiyor, iktidar yanlısı “İstanbul Ekspres”
yüz binler basarak kalbimize sıkılan kurşunu duyuruyor.
İşlem tamam, olgunlaşmıştır şartlar, artık barbarlık vakti…
Üniversite gençliği dâhil on binler sel olup akıyor Taksim’e, Pera’ya,
Galata’ya, Sirkeci’ye, Aksaray’a, Eminönü’ne…
Hedefte Rumlar, peşinden Ermeniler, Yahudiler…
Geldi çattı tarihi gün, yüzyılların birikimi…
Hesaplaşalım…
Kökünü kazıyalım azınlıkların!

Saldırıyor asil halkım…
Arkalarında millî iradenin yegâne temsilcisi hükümet…
Ve derin devlet; MİT, asker, polis, zabıta fark etmez…
Müslüman olmayanların evleri, işyerleri önceden işaretlenmiş…
Kırıyorlar, yıkıyorlar, yakıyorlar, talan ediyorlar…
Hız kesmiyor Vandalizm; kiliseler, mezarlıklar parçalanıp
çıkartılan kemikler caddelere, sokaklara saçılıyor!

Karanlık çökmüştür ülkenin üzerine…
Bir kez daha bayrak-din derken insanlık onuru ayaklar altına alınmıştır.
Irkçılık kökleşmiş, dincilik camilerden meydanlara sıçramıştır.
İktidarların derdi devleti yönetmek değil, manevi duyguları kaşıyarak
vatandaşı avlamak, suçlu yaratmak ve düşman kültüründen beslenmektir.
Bugün de öyle değil mi?
Gerçek sorumluların üstün çabası sonucu olaylara sebebiyet verenler derhal yakalanır…
Kimler mi?
Elbette solcular; Kemal Tahirler, Mehmed Kemaller, Hasan İzzettin Dinamolar…
Sorgulamalar, tutuklamalar, aylarca süren hapislikler…
En nihayetinde de PARDON!

Evet, bizim memleketin trajik hikâyeleri bitmez…
Yalnız bir hasret yakar içimizi, sızısı dinmeyen yara…
Niko’dur, Hırant’tır, Alber’dir…
Dostluktur, kardeşliktir…
Aynı topraklarda yaşamanın sevinci, mutluluğudur.
Ya şimdi?
Bir bilen var mı, nerdeler?

Hüzünlendim yine…
Mevsim Sonbahar, safran sarısı yaprakların arkasına saklanarak
bir başka batacak güneş…
Rakı zamanı, ülkeyi kurtarma zamanı…
Eğer Kemal Abimizin hışmından kurtulursak…
Kadeh kaldıracağım yitip giden onca değere, sevgiye, sevdaya, aşka…
Ve çok uzaklardan bir şarkı uzanacak yüreğimin derinliklerine…
Kemanî Corci’den, hüzzam makamında…

Bizde hasretle bu feryâd kalır mı bilmem…

06 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
06/09/2014 09:50

        Burjuvaya Nokta!

A+
A-
Bebekliler isyan ediyormuş…
Gerekçesi, o güzelim koya İspark marifetiyle Tekne Park yapılacakmış.
Biliyorsunuz İspark İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, yani devletin.
Binlerce çalışanıyla (değnekçisiyle) dev bir kuruluş…
Astığı astık kestiği kestik, kısaca çağdaş Deli Dumrul
Yayaya da müdahalesi çok yakındır!
Madem vatandaşın içeceği, uçkuru, geleceği kapsama alanında…
Yolda yürümesine neden karışmasın?

Bu konuda en acı örnek Kalamış’tır.
12 Eylül’ün ilk icraatlarından.
Dillere destan, şarkılara ilham veren bu koyun katli tam bir trajedidir.
Deniz doldurulmuş, üzerine beton dökülmüş, kesin sonuç!
Al sana marina, tarihe karışmıştır huzur…
Artık bir şarkıdır…
Anılarda kalan, Münir Nurettin’in sesinde ölümsüzleşen…
Nice aşkların yaşandığı, minik yelkenlilerin spor yaptığı…
Moda’ya kadar yüzülen mavi sular…
Ne bir isyan ne bir karşı duruş…
Sessizce teslim olmuştur barbarlığa
Kalamış kurbandır, Marmara’nın incisi, ay ışığının sevdalı limanı…
Sonradan görme üç beş zenginin teknesi uğruna…
Yok edilmiştir hunharca!

Evet, bir ülkenin burjuvası köksüz olursa olacağı bu…
Ki o burjuva dediğimiz sınıf devletin birinci derece akrabasıdır.
Hangi iktidar olursa olsun, fark etmez…
Kasabın kedisi, hükümetin çomarıdır.
Yeter ki doymak bilmeyen istekleri yerine getirilsin.
Ve getirilir de…
“Sermaye-İktidar el ele, yürüyoruz hedefe” ilkesinden hareketle;
kentlerin ne tarihî dokusu kalır ne doğal güzellikleri…
Vahşi çıkarları çerçevesinde bir güzel s.çarlar memleketin içine!
Gökdelen, AVM, rezidans, otel, plaza olurlar (bazen de cami)…
Arsız yüzsüz kaba hoyrat nobrandırlar…
Her şeyden önemlisi ar damarları yoktur, halis malis UTANMAZ yaratıklardır…
Ve zaman zaman TÜSİAD-MÜSİAD şemsiyesi altında piyasaya çıkıp ders verirler…
Çevrecilik, ekolojik denge, şehircilik konusunda!

Hassas malzeme gözüküp halkımıza şirinlik yaparlar…
Arkalarında onca yıkım, onca talan, onca beton…
Dillerin de “benim de canım var, benim de kalbim var, ben de insanım” şarkısı…
“Hay sizin canınıza, hay sizin insanlığınıza” da diyemezsiniz…
Vururlar, asarlar…
Berkin, Deniz olursunuz…
Ve tarih yazar…
Türkiye burjuvazisi soysuzdur, yozdur, iyiye güzele düşmandır…
Varsa yoksa malı canı…
Yıllardır yalnızca “BEN” demeyi öğrenmiştir…
Kitabında yazmaz “BİZ”
Alçakça sömürür vatandaşını devletini…
Yeri gelir faşizmin gölgesinden beslenir, yeri gelir ileri demokrasinin kölesi olur…
Özetle yüreğini, şerefini paraya pula satmıştır…
Yatı vardır, açık denizlere koşar…
Bakar gökyüzüne bulutlara güneşe yıldızlara…
Ağlamak ister yaptıklarına…
Heyhat!
Göz pınarları çoktan kurumuştur…
Çünkü zavallıdır, yalnızdır ve insanlığın yüz karasıdır…
Nokta!

05 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
05/09/2014 09:24

        Kurultayın aydınlığı!

A+
A-
Başarılar CHP.
Bir Kurultay daha yapıyorsun.
Hadi bakalım, kolay gelsin.
Yık tabuları, kavra çağı, kurtul safralarından.
Çok değil, birazcık sosyal demokrat ol yeter.
Mümkünse evrenselinden.
Yoksa işin zor, halkımız devrimci sen statükocu…
Tayyip’in tespitiyle Eski Türkiyenin partisi…
Olacak iş mi?

Sinek mundar değil ama mide bulandırır.
Hâlâ yanlış yapıyorsun, üstelik Kurultay arifesi.
Bekaroğlu’na kınalı mum göndermek üstüne vazife mi?
Bir de parti meclisine taşıyacakmışsın…
Ayıp ayıp ayıp…
En azından bir ömrünü partiye vermiş kadrolarına karşı.
Ayıca geçmişten ders alıp sağcıların peşine düşmekten vazgeçmez misin?
Offf!
Anlaşıldı, sen hiç akıllanmayacaksın.
İşin gücün bir avuç seçmenini üzmek…
Öyleyse kolay gelsin CHP, dar alanda kısa paslaşmalara devam…
Yalnız eşeğin kuyruğuna dönüştüğünün farkında mısın?

Ne yapalım, antika üzerine yazı yazmak zor iş.
Çünkü partiden imar geçmemiş.
Doksan yıldır ham hâliyle duruyor, âdeta pınarları kurumuş…
Çorak, kavruk, son nefesini vermeye mecali kalmamış…
Çırpınıyor, ayağa kalkmak istiyor, ülkenin sağcılarını “bir bilen” sanıyor…
Hâlbuki Demirel ne güne duruyor…
En kral duayen…
İllâki transfer yapacaksan O’nu yap…
Koy Baykal’ın yanına…
Bak gör oyların nasıl yükselecek!

Neyse, çıkmayan candan umut kesilmezmiş.
CHP var olduğu sürece bizler göz atmayı sürdüreceğiz.
Sakın yanlış anlaşılmasın, sadece göz atma…
Balıklama dalıp karanlık labirentlerinde kaybolmaya niyetimiz yok…
Zaten ne beklenti içinde ne de makam terfii peşindeyiz.
O işleri Şahin Mengü’ye bıraktık…
Keşke çok sevdiğimiz kızı aşkına parlamentoya dönse de…
Yerli yersiz gevezeliklerinden, bitmez tükenmez hırsından memleket kurtulsa!

Fakat CHP’de malzeme çok…
İlke, disiplin, program, ideal yok…
Varsın olsun…
Çağına inat dimdik ayakta.
Tüm bunlar az şey mi?
Örneğin bendeniz Kamerciyim…
Elimde değil, bu adamı seviyorum.
Gönülleri sulayan yegâne siyasetçi!
Zaten bir Cem Yılmaz iki Kamer Genç…
Ülke meselelerini bu kadar ciddiye alıyorum…
İyi ki varlar…
Öyleyse Kurultay’a yönelelim, ışığa aydınlığa güneşe…
Bekaroğlu şereflendirip evde kalmış zihniyete mesir macunu dağıtacakmış…
Okunmuş, üflenmiş…
Yanında büyük zaferin hatırasına Ekmeleddin Abimin fotoğrafları…
Hep beraber çıkacağız feraha salaha…
Essalâmünaleyküm canım Türkiye!

04 Eylül 2014

Basketbollu günler

Macit CÜNÜNOĞLU
04/09/2014 09:28

         

A+
A-
Anlaşıldı, bu turda olmazsa ikinci turda eleneceğiz.
Dünya Şampiyonası’na katılan Basketbol takımımızdan söz ediyorum.
Dün akşam Finlandiya ile öyle bir maç oynadık ki, ne galibiyetin tadına vardık
ne de yarınlar için umutlandık.
Olmuyor işte, bir şeyler ters gidiyor ve kabızlık hâli hâlâ devam ediyor…
Rakip potaya otuz şut at, sadece ikisi değer kazansın.
Böyle maç kazanılmaz, kazanılsa da tesadüfen, son saniyelerde olur ki,
izlemeye mangal gibi yürek ister!

Basketbolu seviyorum, hatta futboldan daha fazla.
Ayrı bir kültür, seyircisiyle oyuncusuyla heyecanıyla bambaşka bir dünya…
Bir de NBA tutkunuysanız gece yarısı kalkıp maç izlersiniz.
Parkede yeryüzünün en atlet sporcuları, âdeta sirkten fırlamış cambazlar…
Her an karşılaşabileceğiniz olağanüstü hareketler…
Ve oynanan maçta iddia varsa hop oturup hop kalkarsınız.

Bizim Basketbol liginde ise aynı güzellikleri bulamazsınız.
Hâlbuki marka değeri yüksektir, Avrupa standartlarının ötesinde para boldur.
Türkiye’ye transfer olmak için yabancılar can atar…
Ancak ve de maalesef onca yatırıma, onca ilgiye rağmen bir basketbol
ekolü oluşturulamamıştır.
Örneğin Yugoslav, Sovyet hatta Yunan ekolü gibi.
Başarılar göreceli, geçicidir.
Şampiyonlar kafadan bellidir, sonuçta kadro meselesi…
İçi boş cilâlı bir ligin peşinde seyirciler sürüklenir…
Bilhassa üç büyük takımın maçlarına ihtiyaca binaen şirret futbol seyircisi de
davet edilir ki, nezih ortam karışıp olaylar çıksın!

Bir de federasyon başkanımız vardır.
Yirmi yıldır koltuğu kimseye bırakmayan.
Sanırsınız Tayyip, her girdiği seçimden muzaffer çıkan.
Makbuzsuz prim dağıtır, hem de milyonlarca dolar.
Tuhaf bir insandır, asla güven vermez…
Aldığı kararlarla, çılgın projelerle basketbolun içine eder…
Örneğin geçen yıl Millî takımımız Avrupa şampiyonasında ilk turda elenir…
O ise sırıtır, pişkin malzemedir, göz boyamayı iyi bilir…
Kısaca ustası Büyük Usta’dan sıkı eğitim almıştır!

Gel gör ki içteki hava atmalar uluslararası arenaya çıktı mı son bulur.
Aynen siyasetimiz gibi.
Yüzde elli ikinin dış politikada hikmet-i harbiyesi yoktur.
Çünkü Basketbol dünyasında Gezi ruhu hâkimdir…
İktidarca lânetlenen anlayış, çapulculukla suçlanan dik duruş.
Basketbolcu modern hayat düşkünüdür, Paralel kenarla işi olmaz…
Ne Hakan Şükür ne AKP yalakasıdır…
Efsanesi Efes Pilsen’dir…
“Pilsen”i koparılsa da bu kulüp gönüllerin şampiyonudur…
Alt yapı üst yapı koordinasyonu Avrupa’nın en tepe noktasını getirmiştir.
Ayrıca başarının yolu Eyüp Sultan’da kurban kesmekten geçmez…
Ki gençliğini kurban eden zihniyetten başarı zaten beklenemez.
Mağlubiyetlerimize kına yaksın madrabazlar, Yeni Türkiyeli efendiler…
Yine de bastırın “12 Dev Adam”, bakmayın bize, ciddiye almayın dedikodularımızı…
Çıkmayan candan umut kesilmez!

03 Eylül 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
03/09/2014 09:02

        Yalanın adı Yeni

A+
A-
Eşeği boyayıp satmak bize mahsustur.
Ne de olsa şarklıyız, kurnazlık içimize işlemiş.
Alışverişten sonra da kıs kıs güleriz…
“Nasıl kandırdım?” diye.

Sözü yüzde 52’lik Sultan’a getireceğim.
Halkına yalan söyleyen sözde lidere!
Bir “Yeni Türkiye” tutturdu gidiyor…
Herhalde ustalık döneminin en orijinal fikri…
Yeni aşağı yeni yukarı…
Demek ki ülke eskimiş, değiştirmek lâzım.

Öyleyse haydi işbaşına!
Kadın değerli; toplumun yarısı, çocuklarımızın anası, ailenin direği…
Derhal başlarının türbanla kapanmasını sağlamalı.
Tek çare İmam-Hatip…
A’dan Z’ye tüm okullar dinsel kurumlara dönüştürülüp molla nesiller yetiştirmeli.
İslâm’da kadından imam olmazmış…
Ne önemi var?
Yapılan beyin yıkama operasyonu…
Muhammed sevgisi altında yobazlığı taze dimağlara zerk etmek!
Mümkünse Haham Başı’nın torununu dâhi devşirmek!
Alın size yepyeni bir hareket…
Üstelik hamleler kutsal, kararlar uhrevi, âdeta cennet yolunun şifresi!

Madem yeni…
Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek meclis, tek adalet…
Bağlı olduğu tek adres…
Çankaya.
Bu sistemin adını varın siz koyun!
Emin olun gördüklerimiz “Yeni Türkiye” manzarasıdır…
Kopya değil, bir ilk…
Kökleri Ortaçağ, fıtratı derebeylik, cilâsı boyalı eşektir.
Ve yenidir!

Martavallar kulağa her yeni gibi hoş gelir.
Hâlbuki fareli köyün masalcısından piyasaya sürülen tuzaklardır.
Demokrasi kisvesine bürünmüştür…
Düşman yaratma kültüründen beslenir…
Başı sıkıştı mı liberal solculardan destek beklenir…
“Yetmez ama EVET”çi güruhtan…
Bunlar entelektüeldir, ağızları lâf yapar, akîl adam olup ekran gülüdürler.
Aslında pek çoğu halis sahtekârdır!

Dertleri iktidar yalakalığı sayesinde sınıf atlamak…
Başarılı da olurlar.
Çünkü halkı kandırmakta ustadırlar…
On iki yıldır feyz almışlardır sultanlarından…
On altı milyon Yeşil Kartlı yoksulla gurur duyarlar…
Üstüne üstlük bölge barışı adına komşumuz Suriye’den ithal edilen
yüz binlerce dilenciye sempatiyle bakarlar…
Hâlbuki gidilen yol; yol, sunulan yeni; yeni değil…
Bal gibi irtica manevraları, ılıman şeriat provaları…
Ah bu gerçekleri canım halkımıza bir anlatabilsek…
Bir inansınlar, görün bakın ne yeni kalır ne karanlık gelecek!