bir şair vardı, öğretmen

30 Temmuz 2023

KİM TUTAR SENİ?

 

 



Yaş kemâle erince gönül zenginleşiyor, aşk kapıyı çalıyor.

Belki de niyeti giderayak altın tepside hediye sunmak.

Hayatın eksik kalan yanlarını tamamlamak.

Asla geri çevirmemek lâzım, farz edin ki teselli ikramiyesi.

Yüreğinize işleyen bir çift göz ile deniz kenarındasınız.

Güneş batışa geçmiş, tüm kızıllığıyla karşınızda.

Müzik benliğinizde, artık kaybolmaya hazırsınız.

Sessizce mırıldanıyorsunuz:


“Dönülmez akşamın ufkundayım,

bu son fasıldır, nasıl geçersen geç…”


İşte böyle dostlar, gönül adamı olmak kolay değil.

Elbette bu duyguları hissetmek, hayata geçirmek ustalık istiyor.

Nasıl ki marangoz işini yapar, demirci çeliğe su verir…

Ben de yorgun kalpleri suluyorum.

Gül ağacı gibi, saksıdaki çiçek gibi…

Yeter ki sevgi tomurcukları açsın, pembe dünyalı yoldaşlarım olsun.

Bırakın siyasetin peşini, her şey oluruna varır, su çatlağını bulur.

Elbette sofram mükellef değil, kuzu kapamaya hasret kaldım…

Ama bir de ruhsal dünyam var…

Sevdaya, aşka susamış.

Çıkmayın yoluma, kim engelleyebilir ki?


Zaten doğduğum topraklarda Ferhat’ım, yavuklum Şirin…

Kayaları delmedim ama duygularımı oya gibi satırlara döktüm.

Kimse okumasa da içimi duydum…

Ve şişenin içine gizlenmiş dünyamı denizlere attım.

Bakarsınız karşılık bulur, yepyeni ufuklara yelken açarım.

Evet, hayat baştan sona mücadele demektir.

Benim kuşağım ise büyük oynadı, yalnız ülkeyi değil

dünyayı değiştirmeye çalıştı.

Filistin’de, Angola’da, Nikaragua’da…

Ciddi kavgaya tutuştu ve ağır bedeller ödedi…

Ve adam gibi yenilmesini öğrendi.

Kimin umurunda?

Artık yirmi birinci yüzyıldayız.

Dört bir yanı kapitalizmin kuralları sarmış.

Bireysel mutluluk çantada keklik, toplumsalı ise

hemen hemen imkânsız.

Bir de duyarlı bir yüreğe sahipseniz…

Huzura kavuşmak hiç de kolay değil.

Beş yılda sandığa gitseniz de çare değil.

Muhakkak ki bir engel çıkacaktır.

Ama Reis ama bay Kemal…

Hevesinizi kursağınızda bırakacaktır.

Öyleyse aşk pencerenizi açık tutun, şarkılar dünyanız olsun.

İnanıyorum ki auranıza takılan olacaktır…

Ondan sonra yelkovan kuşları gibi uçun:

“O ada senin bu ada benim”…

Yeter ki özgürlük sevdanız olsun…

Artık kim tutar sizi?


Macit CÜNÜNOĞLU

RÜYALAR



Eskişehir’e ilk kez 1966 yılında gitmiştim.
Bozkırın ortasına kurulmuş bir kent.
Ortasından Porsuk çayı geçiyor.
Debisi düşük, su var mı yok mu belli değil.
Tabii aradan yıllar geçti.
Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen çayın
ıslahı için mucizevi projeler geliştirdi…
Ve ortaya Venedik’i anımsatan Porsuk çayı çıktı.
Ayrıca Eskişehir Avrupa’da yaşanabilir kentler
arasına girdi, ödül üzerine ödüller aldı.
Ne güzel.

Yine 1999 yılında Almanya’yı gezmiştim.
Özellikle Bavyera’nın başkenti Münih ilgimi çekti.
72 yılının unutulmaz olimpiyatının yapıldığı kompleksi
ziyaret ettim.
Çadır Çadır Stadyumu diye hatırladığımız.
Sahanın kodunu düşük tutup çukura yerleştirmişler.
Ve çıkan hafriyatla da çevresine mini tepeler, göller
inşa etmişler.
Gerçekten görülmeye değer, her taraf yemyeşil.
12 ay 24 saat açık yüzme havuzu.
İçerisi kadın, erkek, çocuklarla cıvıl cıvıl…
Mevsim kış, aylardan Aralık.
Gençler gölde kano antrenmanı yapıyor.
Sanırsınız spor festivali…
E, şampiyonlar kolay yetişmiyor.
Önce alt yapı, sonra doğru plânlama programlama,
gerisi de kendiliğinden geliyor.

Şimdi gelelim Amasya’ya…
Doğa yeryüzü nimetlerinin hepsini bahşetmiş.
Dağını taşını bağını bahçesini ovasını eksik etmemiş.
Bir de su vermiş, adı da: Yeşilırmak.
Toprak susuz kalmasın, manzara zenginleşsin diye.
Ve her görenin hayran kaldığı kent.
Tarihse tarih, medeniyetse onlarcası…
Meyvenin sebzenin en kralı…
Gel gör ki siyaseten cömert davranmamış.
En olmayacak şahsiyetleri halkın karşısına
Belediye Başkanı diye çıkartmış.
Onlar da âdeta birbirleriyle yarışırcasına memlekete
kötülük etmekten geri durmamışlar.
Ve birinciliği Şerafettin Dağıstanlı’ya vermişler.
Çünkü seçilmiş değil, atanmış…
Kanlı 12 Eylül’ün maşasıydı.
Kibirli, kinci, azametli, nobran kimliğiyle o da
devrini tamamlayıp geldi geçti…
Sonrası?
Sonrası malûm, Belediye’nin Kültür Dairesi sinek avlarken
İmar Daire Başkanlığı tam mesai, geceli gündüzlü çalıştı.
Maksat son kalan tarihsel dokuyu yerle bir edip yeni
imar alanları açmak…
Ve 7 kat sınırlamasını kaldırıp apartman yüksekliğinde
14 kata ulaşmak…
Başardılar da ve adına da modernleşme dediler!

Ben de proje hazırlığı içindeydim.
Diyecektim ki; İstasyon, Helvacı, Taşova, Suluova tarafına
yeni göller yapın, ırmağın suyu hepsine yeter.
Etrafını süratle yeşillendirin…
Kent içinde bunalan halkımız buralarda nefes alsın.
Çoluk çocuk piknik yapsın, yaşadığını fark etsin.

Belki hayâl dünyasında yaşıyorum ama Amasya’yı
çok seviyorum.
Tabii yitirdiğimiz değerlerle…
Eski evleriyle, Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla,
sımsıcak komşuluk ilişkilerinin yaşandığı mahalleleriyle…
Çolağın bağını, Çilehane top sahasını, Hacılar meydanını
özlüyorum, çünkü çocukluğum gençliğim oralarda saklı…
Ama ben yaşıyorum, memleket hasretiyle, sevdalarımla…
Ve rüyalarımla.

Macit CÜNÜNOĞLU

29 Temmuz 2023

SONSUZLUĞA YOLCULUKLAR



Dünkü yazımda Belediye parkımızdan söz etmiş,
somut önerilerimi dile getirmiştim.
Bugün de yıkılan Lise binasının arazisine değineceğim.
Neyse ki otopark olarak kullanılıyor.
Ya bir de yerine cami yapılsaydı, yıkmak neredeyse
imkânsız hâle gelecekti.
Oysa Eğri cami Amasyalının gözleri önünde yerle bir edildi,
halkın sesi çıkmadı.
Aynı işi CHP’li biri yapsaydı Reis kırk yıl dilinden düşürmezdi.
Neyse, üzerinde durmak istediğim asıl mesele otopark arsası
kültür merkezine dönüştürülebilir  mi?
Neden olmasın, düşünsenize yerine görkemli bir amfi-tiyatro
yapıldığını, kent mimarisinin özelliklerini yansıtan
muhteşem bir kompleks.
Ne de yakışır Amasya’ya.
12 Haziran Festivali dönemlerinde Kitap Fuarı açılıyor,
diğer zamanlarda konserden tiyatroya kadar sanatsal
aktiviteler gerçekleşiyor…
Kentte de üniversite var, her ay temalı gençlik şölenleri
düzenleniyor…
Bir de uluslararası kimliğe dönüştürülürse dünyanın
ilgi merkezi hâline gelmez mi?
Bu da Amasya’nın yalnız ulusal ölçekte değil evrensel boyutta
şöhretine şöhret katmaz mı?

Elbette düşüncelerim bazılarınıza deli saçması ütopyalar
olarak gelebilir, varsın olsun…
Ben yine de hayâllerimi yazmaya devam edeceğim.
Bakarsınız Nasrettin hocanın gölü misâli maya tutar.
Çünkü Amasya bu tür projeleri fazlasıyla hak ediyor.
Mademki sıfatı da Müze-Kent…
Kaybettiğimiz güzelliklerin yerine işlevsel yapılar koymak
zorundayız, yalnız bugün için değil, gelecekler nesillerin
karşısına açık alınla çıkabilmek için.

Ayrıca ülkeler arası dostlukların tek çaresi kültürel
köprüler kurmaktır.
Sanatın her dalıyla, müzikle desteklenen ilişkiler.
Ve Amasya, ilklerin şehri, Strabon’un memleketi…
Giriftzen Asım beyin sürgün yeri…
İlk musiki cemiyetinin kurulduğu vilayet…
Ve başlarsınız Yeşilırmak boylarında üstadın en sevilen
şarkısını terennüm etmeye:

“Cana rakibi handan edersin

Ben bî nevayi giryan edersin
Biganelerle unsiyyet etme
Bana cihani zindan edersin.”

İşte böyle dostlar, benim hayâllerim bitmez.
Bir de mevzu Amasya olunca ne kadar düşünsem azdır.
Çünkü doğduğum topraklar olduğu için öncelikle gurur duyar,
sonra da düşler dünyasına sığınırım.
İçinde sevgi, aşk olan…
Şarkılar eşlik eder yolculuğuma…
Martılar yoldaşım, bulutlar sevdamdır…
Sonsuzluğa koşar adım ilerlerim.


Macit CÜNÜNOĞLU

28 Temmuz 2023

BAŞKAN ARANIYOR!




Tarih: 25 Mart 1984
Amasya’da yerel seçimler yapılıyor.
Vatandaş Belediye Başkanı’nı seçmek için
sandık başına gidiyor.
Ve çıkan sonuçlara gelin hep birlikte bakalım.

Toplam Seçmen Sayısı: 21.998
ANAP: Mustafa Hatipoğlu-10.843-%59.34
SODEP: Arif Gündüz Türem-5.505-%30.13
DYP: Ahmet Kazancı-710-%3.89
HALKÇI PARTİ: Osman Uzun-628-%3.44
REFAH PARTİSİ: Doğan Saraçoğlu-387-%2.12
MDP: Mustafa Dede-199-%1.09
Geçersiz ya da boş oy: 1.464

İşte bu tablo Amasya’nın kaderini belirledi.
12 Eylül olmuş, toplumsal siyasetin ana damarı
iki parti kapatılmış. (CHP-AP)
Dört yıl belediyeyi Kenan Evren’in arkadaşı olduğu
rivayet olunan petrolcü Dağıstanlı yönetmiş.
Ülke seçimlerini de ANAP kazanmış. (1983)
Faşizmin karabulutları altında sivil siyaset tekrar
hayat bulmuş…
Ve Müze-Kent Amasya inşaat mühendisi Mustafa Hatipoğlu’na
vatandaşın oylarıyla teslim edilmiş.
İşte bundan sonra da kentin hazin hikâyesi başlıyor.

Başbakan Turgut Özal ülkeyi küresel kapitalizmin kucağına
koşulsuz ve de büyük bir iştahla teslim ediyor.
Arkasında militarizmin sınırsız desteği…
Hızlı göçler, plânsız büyüyen şehirler…
Bedrettin Dalan İstanbul’un efesi, yıkımlara başlıyor…
Ve beton saltanatının  yükseldiği devirler.
Tarih, kültür kimsenin umurunda değil.
Varsa yoksa rant ekonomisine dayalı politikalar.
Hemşerimiz Hatipoğlu da boş durur mu…
İlk kazmayı Eğri caminin mütevazı minaresine vuruyor.
Ve peşi geliyor.
Yok edilen mahalleler, sokaklar, bağlar, bahçeler…
Buldozer gibi şehrin yarısının üzerinden geçiliyor.
Ortaya çıkan enkazın arsalarına da imar izinleriyle apartmanlar
konduruluyor,  ve çirkin manzara değişim dönüşüm adına
gururla seyrediliyor.
Alan razı satan razı.
Ahalinin çoğunluğu neler kaybettiğinin farkında bile değil.
Bozuk para gibi harcanan binlerce yıllık kent tarihi.
Ne uğruna?
Elbette üretmeden tüketen toplumun bireyleri olarak
konformizmin cazibesi herkesin ruhuna işliyor.
Dün dünde kaldı hesabı anılar, çocukluklar, gençlik
hatıraları bir çırpıda silinip atılıyor.
Bizlere de kaybedilen geçmiş değerleri yazmak düşüyor.
Tabii içimiz kan ağlayarak, sanatsal kaygılarla yarınları
kurtarmaya çalışıyoruz.
İnsanlık adına, yaşanabilir bir dünya inşa etmek için.

Bu nedenledir ki yeni döneme ilişkin samimi önerilerimi
yazmaktan geri durmayacağım.
Dolayısıyla babayiğit, gözü kara bir Belediye Başkanı arıyorum…
Devrimci, kararlı ve de radikal.
İlk kazmayı Orduevi ile yanındaki otele vurmasını talep ediyorum.
Ve acilen park yapılsın, madem ki eskisini Taşovalının ihtirasları
yüzünden kaybettik, yerine yemyeşil bir dünya ikame edilmeli ki
değerli hemşerilerim bir bardak çay ile bir fincan kahve içsin…
Ve Yeşilırmak’ın sularına bakarak eşsiz hatıralarına selâm göndersin.

Macit CÜNÜNOĞLU

27 Temmuz 2023

ACI GERÇEKLER



Torunum Nehir devlet okuluna gidiyor.
Göztepe’de, İlhami Örnekal İlköğretim Okulu.
Bu yıl dördüncü sınıfa geçti.
Sınıf öğretmeni Rasim Özçelik.
Mesleğinin zirvesinde, emekliliği yakın kıymetli bir hoca.
Ve tatil günlerinde aklı yine öğrencilerinde.
WhatsApp üzerinden de annesine mesaj göndermiş.
Diyor ki,

“Siz çalışkan öğrencilerimden bazılarının kitap okumadığı
günlerin sayısı çok arttı.
Hepsini not ediyorum.
Günlük en az 50 sayfadan fazla kitap okuyanlar,
okul açılınca ve ileriki yıllarda çok rahat edeceklerdir.
Ailelerin gayreti ve çocukları üzerindeki motivasyonları kitap okumalarında belirleyici olmaktadır.
Düzenli kitap okumalı iyi tatiller diliyorum.”

Ne güzel öneriler, çağdaş bir öğretmenden beklenen uyarılar.
“Çocuklar günde en az 50 sayfa kitap okumalılar” diyor.
Fakat karşılığı var mı?
İşte bütün mesele burada!
Maalesef torunlarımız başka bir dünya da yaşıyorlar.
Belki de aynı gezegende yaşamıyoruz.
Ya onlar Mars’tan geldiler ya da biz!
Hele “kitap” denilen hazine kadar kıymetli bilgi kaynağının,
zihin açıcı pusulanın günümüzde zerre kadar değeri yok.
Hâl böyle olunca kitap var, kitapçı var…
Ama müşterisini ara ki bulasın!

Geçen ay yolum İstanbul Kütüphanesi’ne düşmüştü.
Gülhane parkının üstünde, Arkeoloji müzesinin bahçesinde.
Raflarında  milyonlarca kitap var.
Üç memur çalışıyor, ayaküstü sohbet etme imkânı buldum.
Tek şikâyetleri gelen gidenin olmaması.
Tek tük ziyaretçiyle ömür tüketiyorlarmış!
Ne kadar acı, 16 milyonluk kentin en büyük kütüphanesi…
Maalesef yalnızları oynuyor.

Evet, çağımızın insanlığa en büyük hediyesi cep telefonu.
Bağımlılık ne kelime, âdeta tutsağı olduk.
Onunla yatıp onunla kalkıyoruz.
Çocuklardan söz etmiyorum, biz yetişkinlerin alışkanlıklarını paylaşıyorum.
E, “armut dibine düşer” derler…
Üç buçuk yaşındaki torunum bile şimdiden annesiyle pazarlık
yapıyor ki kahvaltı menüsünde telefon bulunsun diye!

Dolayısıyla kitap, gazete, dergi insanoğlunun yaşamından
çıkalı epeyce oldu.
Hatta sinema, tiyatro kültürü bile tedavülden kalktı.
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.
Günümüzün popüler kanaat önderleri ulema takımı.
Baksanıza Menzil liderine, cenaze törenine 300 bin kişi katıldı.
Bir de Cüppeli ölse, ben diyeyim 1 milyon, siz deyin 2 milyon,
inanıyorum ki yer yerinden oynar ortalık ayağa kalkar.
Evet, geldiğimiz nokta maalesef bu.

Sevgili Rasim hocam da çocukları motive edip kitap okumaya
yönlendirin diyor.
Hem de günde 50 sayfa.
Oysa akıllı insana fazla lâf söylenmez, hele çocuklara…
Hepsi doğuştan ultra zeki oldukları için onlara hiç söylenmez.
Tabii bunlar benim açizane görüşlerim…
Katılan olur katılmayan olur…
Yine de hayatın acı gerçeklerini yazmak istedim…
Belki okunur diye.

Macit CÜNÜNOĞLU

26 Temmuz 2023

DÜŞÜNCELER, ÖNERİLER



Amasya’nın son kırk yılı talihsiz geçti.
Daha doğrusu 12 Eylül’den sonra karabulutlar
kentin üzerine kâbus gibi çöktü.
Öncelikle tarihsel dokusunu kurban ettiler.
Kimler mi?
Elbette halkın seçtiği vizyonsuz yerel yöneticiler.
Zaten bu toprakların ruhu olduğunu bir türlü anlayamadılar.
Müteahhitler ordusu ile birlikte güzelim şehrimize kıydılar.
Tabii işin rant boyutu da var, o da ayrı bir tartışma konusu.
Oysa 99 yılında Almanya’yı ziyaret etmiştim.
Özellikle Nürnberg kenti dikkatimi çekmişti.
Ortaçağ’dan kalma şirin bir yer.
Ve Amasya’ya çok benzetmiştim.
Tam ortasından nehir geçiyor, şehri ikiye bölüyor.
Nüfusu 500 bin civarında.
Endüstri gelişkin, ancak İkinci Dünya Savaşı sürecinde
yerle bir olmuş.
Ancak eski mimariyi yeniden inşa etmeyi başarmışlar.
Şimdi de gözü gibi koruyorlar.
Kent içi yollar parke taşlarıyla döşenmiş, yeşil alan derseniz,
olabildiğince cömert.
Çevresi ise ormanlarla kaplı, yürüme mesafesinde.
Yani piknik yapmak için arabaya doluşup kilometrelerce
uzağa taşınmıyorsunuz.

Dolayısıyla böylesi güzellikleri memleketimiz de fazlasıyla
hak ediyordu ama cahil, görgüsüz, ihtiraslı idarecilerin
kirli çıkar ilişkileri maalesef ortaya fevkalade dayanılmaz
manzaralar çıkartıyor.
Öyle ki yollar asfalt denilen çirkin malzemeyle kaplandı,
tarihi evler, konaklar yıkıldı, yerine apartmanlar dikildi.
Lütfen Çakallar’dan panoramik bir fotoğraf çekmeye
kalkışın, Yeşilırmak’ın gözükmediğine şahit olacaksınız.
Hele bağlar, bahçeler öylesine kolay harcandı ki,
meyve ağaçları, asmalar ağladı…
Kimse seslerine kulak vermedi.
Aslında yitirdiğimiz, gözlerimizin önünde kayıp giden
geçmişimizdi, çocukluğumuz gençliğimizdi.
Okulumuzdu, parkımızdı, atalarımızın mezarlarıydı.

Evet, bu saatten sonra oturup ağlamanın kimseye faydası yok.
Sekiz ay sonra, Mart ayında yerel seçimler var.
Tekrar sandığa gidip Belediye Başkanı ile Meclis Üyeleri’ni seçeceğiz.
Lütfen Amasya’yı partiler üstü düşünün.
Mesele o parti bu parti değil…
Eldeki insan malzemesini iyi değerlendirin.
Bir de bu topraklarda yetişmiş olmasına dikkat edin.
Örneğin Taşovalı Taşova’da, Merzifonlu Merzifon’da,
Hacıköylü Hacıköy’de siyaset yapsın.
Cennet şehrimize oy vererek davet etmeyin.
Yani her horoz kendi çöplüğünde ötsün.
Yoksa yeni kayıplardan sonra oturup bir kez daha ağlarsınız…
Ki asıl hedefimiz kalanı kurtarmak olmalı.
Diye düşünüyorum ve hariçten gazel okuyan biri olarak da
sık sık bu mevzuları yazıyorum…
Belki sesimi duyan, yazılarımı okuyan olur umuduyla.

Macit CÜNÜNOĞLU

HAYATIN İÇİNDEN



Geçen hafta Erden Candaş dostumuz sımsıcak
bir yazı paylaştı.
Amasya’yı anlatıyor, atmış yıl öncesine uzanıp
mahallesini, sokağını bir kez daha gezip
izlenimlerini günümüze taşıyor.
Zevkle okudum, duygularını bizlere samimi
bir şekilde aktarmış.
Ne güzel, keşke her hemşerimiz benzer
yazılarla Amasya’yı, mahallesini, sokağını anlatsa.
Tabii derdimiz geçmişte yaşamak değil,
sadece anılara selâm göndermek.
Çünkü yaşanmışlıklar kıymetli.
Bizi biz yapan onlarca değer taşıyor.
Öncelikle aidiyet duygusu mahalle ile başlıyor,
sokakla zenginleşiyor.
Geriye de evin içi ve aile kalıyor.
Hepsini mercek altına aldığımızda da kocaman
bir dünya çıkıyor.
Çocuk gözüyle kayıt yaptığımız fotoğraflar, enstantaneler.
Candaş yoldaşımız bu işi ustalıkla yapıp yazıya dökmüş.
İyi de yapmış.
Üstelik tam da zamanında.
Çünkü özellikle benim gibi gurbette yaşayanlar için
Amasya vazgeçilmez hasretlerimizden.
Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür hesabı
memlekete duyulan özlem her daim yüreğimizde.

Ayrıca pek çoğumuzun yaşadığı ahşap evleri kim unutabilir ki…
Hepsi birer gizemli dünya.
Mutfakta kuzine, tel dolabı, küllüsu taharı.
Ve bir köşede ocak, içinde sacayağı, üstünde yağlıları yanıçları
bekleyen bombeli sac.
Yanı başında maltız, kahve cezvesine yer açma telaşında.
Ya doyumsuz lezzetler.
Turşular yazdan kurulmuş, salçanın en alâsı.
Tereyağı tuzlanmış, akşam yemeğine pehli var.
Çekirdeksiz patlıcanlar bahçe mahsulü, pijama yapılmış.
Kuzu eti kasap Ünal abiden (Koçak)…
Bakır kulaklı keyiften dört köşe, Amasya’nın has yemeğini pişirecek.
Kuzinenin ateşi harlanmış, ibrikteki su fokurduyor…
Bacaya takılı aparatta mendiller, çoraplar kurumak üzere.
Peşkirler çamaşır leğenine basılmış, tokaçlanmayı bekliyor.
Anaların yükü her zamanki gibi ağır.
Sorumlulukları arasında çoluk çocuğu doyurmak, temizleyip
paklamak ve çarşı pazar alışverişini yapmak.
Bu arada sıkı komşuluk ilişkilerini aksatmadan diri tutmak…
Ve bol bol dedikodu yaparak beyinsel performansa
malzeme sağlamak.
Babalar ağır sıklet, işinde gücünde.
Akşama çakır keyif de gelebilir.
Ama anne ile evlatlar hazırol da karşılamak mecburiyetindedir.

Elbette zaman çok değişti.
Yazdıklarım sanki tarih öncesine aitmiş gibi.
Oysa bizim hayatımız, yaşadıklarımız.
Şimdiki gibi çocuklar tanrı katına terfi etmemiş…
Anneler yuvayı yapan gerçek bir dişi kuş,
babalar itibarlı ve saygın.
Ya günümüzde…
Dünyanın merkezinde çocuklar, anneler çalışma hayatında,
ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş, sesi çok çıkıyor.
Emir komuta zinciri içinde babalar zurnanın son deliği…
Veya kapının mandalı…
Çağın konforuna ulaşmak için sistemin dişlileri arasında
çırpınıp duruyor…
Ama herkes mutlu, özellikle cipe bindiklerinde…
İstikamet Uzakdoğu mutfağı, hep beraber suşi yemeye gidiyorlar!

Evet, Amasya hatıratı bugünlük bu kadar.
Gönül ister ki sayfamızın destisine yarından itibaren
su dolduranlar çıkar da…
Biz de seve seve okuruz.

Macit CÜNÜNOĞLU

25 Temmuz 2023

YEŞİLIRMAK



Doğduğum evin bahçesinde kırmızı güller vardı.
Bir de duvarın dibinde gülbahar çiçeği.
Tam karşı köşede şimşir ağaçları…
Ortada havuz, bir metre yanında kiraz ağacı…
Gövdesini saran kabuklardan tezene yapardım.
Bağlamamım sesi gür çıksın diye.
Evet, çocukluk anıları asla unutulmuyor.
Aşk gibi, bir çift yeşil göz gibi insanın yüreğine işliyor.
Ve hayat akıp gidiyor, nehirler gibi.

Amasya da yerinde durmuyor.
Kocaman bir şehir oldu, nüfusu 200 bine ulaştı.
Belki eski hâlinden o da memnun değildi.
Üniversitesi yoktu, şimdi var.
Saltanat kayığı yoktu, şimdi var.
Kale karanlıktı, şimdi ışıl ışıl.
Kent içi otopark yoktu, şimdi var.
Hem de okul yıkma pahasına.
Orduevi dağın eteğindeydi, şimdi ırmak kenarında.
Üç dört yıldızlı otelleri yoktu, şimdi sürüsüne bereket.
Üstelik Hilton’una kavuşuyor, çok yakında vatandaşın hizmetinde.
Sarı başkanın giderayak hediyesi.
Tarihi parkımız elden gitti ama “itibardan asla
tasarruf olmaz.”
Asrın lideri de böyle diyordu!
McDonald’s, Starbucks yoktu, şimdi tıka basa.
Tramvayımız yoktu, şimdi lastik tekerleklisi var.
Teleferiğimiz yoktu, halkımız uçtu, artık semalarda.
Sanayi yoktu, şimdi mis kokulu maya fabrikalarımız var!
Daha ne olsun?
Özetle Amasya devrim yaşıyor devrim.
Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar şehrimizi
sarıp sarmalıyor, girmediği köşe bucak kalmıyor.

Ve Yeşilırmak, gözümüzün nuru, gönlümüzün sultanı…
Binlerce yıldır yolculuğuna aheste aheste devam ediyor.
Rengi biraz bozulmuş, sularıyla oynaşan salkım söğütler
yok olmuş, kaytan bıyıklı ılganusun nesli tükenmiş…
Yine de şikâyet etmiyor.
Sadece özlüyor, geçmişi, taşan coşan kenti tehdit eden hâllerini.
Ama efelik devirleri çok gerilerde kaldı, adı gibi tarih oldu.
Geçenlerde kulağıma fısıldadı, kara donlu çocuklarla halvet
olduğu yılları anlattı.
Baktım gözleri yaşarıyor, belli ki içi acıyor.
Bilir misiniz, onun da kalbi var.
Bağları bahçeleri sular, meyvelerin en güzeli yetiştikçe mutlu olur.
Yine de gençlik yıllarını özler.
Bu kente can suyu olmuştur, hayat vermiştir.
Efsanedir, şairlerin ilham kaynağıdır.
Nice aşklara şahittir, kenarına çöken şarapçılarla yarenlik eder.
Yatağından yalnızca su akmaz, tecrübe vardır kıvrımlarında.
Ve binlerce yıllık tarihi birikim…
Aheste aheste ilerler…
Ta Karadeniz’le buluşuncaya kadar.
Artık denizdir, okyanustur…
Mutasyona uğramıştır, ama Amasya her zaman yüreğindedir.
Benim olduğu gibi.

Macit CÜNÜNOĞLU

23 Temmuz 2023

SUÇLU AYAĞA KALK!



Tatil yaptığım site konforlu.
Özellikle çocuklar için her türlü aktivite mevcut.
Futbol, basketbol, voleybol, tenis sahaları…
Olimpik sayılabilecek yüzme havuzu…
Ve deniz.
Daha ne olsun?
Lâkin hepsinin elinde asrın icadı cep telefonu var.
Müthiş bir şey, gruplar halinde telefonla eğleniyorlar!
Nadiren top oynuyorlar, bunaldıklarında havuza giriyorlar…
Geri kalan zaman diliminde ise telefonun sihirli dünyasında
gönül eğlendiriyorlar.
Bir haftadır buradayım, torunlarım da dahil hiçbir çocuğun
elinde kitap görmedim.
Demek ki çağın yeni hasletleri bu minvalde.

Bu arada küçük bir anımı sizlerle paylaşmak isterim.
Eşim genç yaşta ölmüş, iki çocukla baş başa kalmıştım.
Seksenli yıllar, evlat yetiştirmek zor iş, büyük ustalık ister.
Bu işi de en iyi anne yapar ama o da bizde yok.
Ne yapalım, başa gelen çekilir deyip çocuklara oyun için
yeni çıkan Comodore64 aldım.
Yalnız bir de ekran lâzım.
O tarihlerde fotoğrafçılık yapıyorum, Sirkeci piyasası ile
ilişkilerim üst düzeyde, övünmek gibi olmasın kredim sonsuz.
Çünkü mesleğimi iyi yapmaya çalışıyorum, tabii para da kazanıyorum…
Elbette çekimi senedimi de tıkır tıkır ödüyorum.
Neyse, sektör ağırlıklı olarak Yahudi vatandaşların elinde.
Konica distribütörü ile de dostluğum fevkaladenin fevkinde.
Patron bay Pepo (Uzeyel) yaşça benden epeyce büyük.
İş ortakları oğulları, iyi yetişmiş donanımlı gençler.
Alber Boğaziçi, Erol İTÜ mezunu.
Ama ithalat ihracat yapıyorlar.
Dördümüz şirket ofisinde öğle yemeğindeyiz…
Ortaya bir soru attım, dedim ki,
“çocuklarım için ekran alacağım, televizyon mu olsun monitör mü?”
Üçü birden “monitör” dedi ve gerekçesini açıkladılar:
“Televizyon aileyi parçalar, monitör ise oyuncağın uzantısıdır.”
Dolayısıyla onlarca okuduğum kitaptan öğrenemediğimi
karşımda duran Yahudi ailesi fertlerinden anında öğrenmiştim.

Ve başladım derin derin düşünmeye.
Evde ikinci bir televizyonun aileyi parçalayacağı hiç
aklıma gelmemişti.
O nedenledir ki bu yaşıma geldim, evime ikinci televizyonu
sokmadım.
Doğru mu yanlış mı yaptım, bilemem…
Ancak Yahudi toplumunun aile birliğini ne kadar önemsediğini
bu vesileyle öğrenmiş oldum.

En nihayetinde geldik günümüze.
Cep telefonu denilen şeytan icadı çocuklardan başlayarak
hayatı alt üst etti.
Çağımızda parçalanmayan aile var mıdır?
Veya yalnızlar dünyasının oluşturduğu birliktelikler.
Başta torunlarım olmak üzere kendi adıma derinden etkileniyor,
fevkalade üzülüyorum.
Merak duygusunu geliştirme, öğrenme hevesini destekleme
projelerim maalesef karşılık bulmuyor.
İşte o zaman Acar Baltaş’a hak veriyorum.
Hoca diyor ki, “ailelerin en büyük sorunu disiplin ve sorumluluk
duygusunu çocuklarına geçirememeleri.”
Demek ki yeni kuşakları fazla sulayarak ruhsal dünyalarını
çürüttük ve cep telefonunun sınırlarına mahkûm ettik.
Peki suç kimde?
Lütfen suçsuz olan ayağa kalksın!

Macit CÜNÜNOĞLU

22 Temmuz 2023

RAFİ’NİN ARDINDAN



Geçen hafta başı değerli arkadaşım Rafael Sadi’yi kaybettim.
Kasımpaşa doğumlu (1955), üstelik bizimkinin (RTE) sınıf arkadaşı.
Dört yıl aynı sırada okumuşlar.
O’ndan söz ederken;
“halim selim çocuktu, etliye sütlüye karışmazdı” diyor.
Toprağı bol olsun, sefarad Yahudi’lerindendi.
İspanya’dan Osmanlı’ya sığınanlardan.
Tanışmam da oldukça enteresandır.
Sene 2017, Antalya’da yaşıyorum.
Yani İstanbul’a ihanet edip Akdeniz’e göç etmiştim.
Ancak bedenim gitti ama ruhum asla.
Nihayetinde de beş yıl sonra ricat edip aşkıma tekrar kavuştum.
Anlayacağınız yapamadım, onca dostuma rağmen kendimi
yalnız hissettim…
Dayanılır gibi değil, oysa büyük kentlerin yalnızlığı bile büyülüdür.
Bünyesinde sevda, aşk vardır.
Ayrıca martıların kanatları eşsiz hülyalara taşır.

Neyse, doğuştan konuşkan (geveze) bir insanım.
Moda deyimle dışa vurumcu.
Hadi bir adım daha öteye gidip ekspresyonist diyeyim.
Rol modelim de Van Gogh…
Canım benim, okudunuz mu bilmem…
Hazin bir hayat hikâyesi vardır. (Ferit Edgü)
Hadi kulağını kestin, bir insan kalbine üç kurşun sıkar mı?
Ve o yıldız arkasında yüzlerce güneş, şaheser bırakarak
hayattan koptu…
Yaş: Otuz altı.
Mozart, Orhan Veli gibi.

Derken efendim….
Evet Antalya’daydım, bir gün kapım çaldı.
Gelen kargo, kocaman bir paket.
Heyecanla açtım, içinden bilgisayar çıktı.
Daha o zamanlar laptop bu kadar yaygın değil.
İri kıyım bir kasa ve ekran.
Bir de kızımdan not: “Baba çok konuşma, yaz” diyor…
İşte o gün bugündür yazıyorum.
Rafael de İsrail’e göç etmiş, Tel Aviv’de yaşıyor.
Bir de web sitesi kurmuş, adı: “HasTürk”…
İbranice Hasbara haberleşmek demek…
İsim oradan geliyor.
Ve benim yazılarım dikkatini çekmiş olacak ki
izin alarak paylaşmaya başladı.
Dolayısıyla uluslararası arenada ilk defa milli oldum.
Bir an için Orhan Pamuk moduna girip yakınlarıma hava atmaya
başladım desem de inanmayacağınızı biliyorum…
Çünkü haddini bilen yoncayım, yongayım sarıp sarmalayan.
Ve Rafael’le zaman zaman yazıştık, hasbıhal ettik.
Dolayısıyla böylesi değerli bir dostumu kaybetmekten
fevkalade üzüntü duydum…
Ki sessiz sedasız yaşayan, acılarını içine gömen biriyim.
Bu kez eksilmenin hüznünü yaşıyorum.
Güle güle Rafi, seni asla unutmayacağım.

Macit CÜNÜNOĞLU

DOLCE VITA


Tatil yazılarımı uzattım, farkındayım.
Lütfen bağışlayınız.
Ancak insan gördüğünü yazar, benim yaptığım gibi.
Konakladığım site orta gelir grubuna hitap ediyor.
Tabii otoparktaki cipleri hesaba katmazsak.
Bu nedenle sosyal alanlardaki kafe, restoran, meyhane ve
çay bahçeleri çaka çaka dolu.
Demek ki halkımızda iyi para var, cüzdanlar kabarık.
İzlediğim kadarıyla kimse evinde kahvaltı yapmıyor.
Sabahın köründe masaların başına çöküyorlar.
Açma poğaça derken gözlemeye kadar fasıl uzanıyor.
Fiyat listelerine baktım, ucuz da değil. (Tabii bana göre.)
Fakat enteresan bir durum daha var.
Yazmadan duramayacağım.
O da meydanın tam orta yerinde bulunan devasa
İtalyan lokantası.
Dekor, donanım müthiş, Boğaz’dakileri gölgede bırakır.
Hemen hemen her gece full çekiyor.
Menülerine çaktırmadan baktım.
Baştan aşağı İtalyan mutfağı:
Pizzalar 300 TL’den başlıyor, makarnalar 250’den…
Ve ismini ilk kez duyduğum bir yığın yemek çeşidi.
500’e olan da 750’ye çıkan da var.
Şarap fiyatlarını yazmama gerek yok sanırım.
Benim aklım daha dün yatan emekli maaşımda.
Kafir 10 bini yakalayamamış, asgari ücretin epeyce altında.
Hâl böyle olunca İtalyan lokantasında akşam yemeği
hayâlim suya düştü, kader utansın!
Neyse, tanrı başka acı keder vermesin.
Benim mutfak kültürüm de sağlamdır, İtalya’nınkine on basar.
Övünmek gibi olmasın sulu yemekten kebaplara kadar
ciddi anlamda repertuvarım var.
Tek hamur açamam, bir de yaprak saramam.
Gerisi itinayla pişirilip servis yapılır.
Masamda örtü, bez peçete, gonca gül ve mum ışığı eksik olmaz.
Tabii ince saz eşliğinde.
Bazen de Chopin’den romantik besteler ortama renk katar.
Ne yapalım, dünya zevklerinden uzak durmanın lüzumu yok.
Yoksa çabuk kocar, kapağı camiye atarsınız.
Çünkü vade yaklaşmıştır, hayattaki kaçamayacağınız tek borç
can borcudur.
Bense yukarıyla kurduğum derin ilişkiler sonucu kredilendirilmiş
kullar arasındayım.
Dolayısıyla uhrevisinden öte dünyevisini önemser ona göre yaşarım.
Elbette vur patlasın çal oynasın tarzında değil.
Sadece merak duygumu öğrenme isteğimi canlı tutuyorum.
Sos olarak da estetik ile zarafeti kullandı mı ortaya faydalı, pozitif
insan tipi çıkıyor.
Bir de çevresini düşünen, yoksul halkı için gözyaşı döken.
Gerisi de yalan…
Bir varmış bir yokmuş türünden…
Zaten masallar dünyasında yaşıyoruz, geldik gidiyoruz…
Sonsuzluk bizi bekler, mezar taşı dahi istemem…
Toprak ana açmış kucağını, servi ağaçlarının gölgesinde
papatyalar…
Her mevsim güzeldir, her yaş da olduğu gibi gönül aşka
daima hazırdır…
Öyleyse merhaba İstanbul, merhaba hayat…
Bekle beni geliyorum!
Macit CÜNÜNOĞLU

YALOVA'DAN

Tatile çıkarken başıma geleceği biliyormuşçasına
flaş belleğimi müzikle doldurmuştum.
Tabii plânlı bir şekilde.
Önce slowlar, sonra klasikler, cazlar…
Araya Latin ezgileri tangolar serpiştirmiştim.
Sona da malûmunuz çalsın sazlar oynasın kızlar muhabbeti.
İyi ki hazırlık yapmışım.
Mademki internet yok, bilgisayar üzerinden yayın yapıyorum.
Tabii 100 watlık hoparlörüm sayesinde ortam güzelleşiyor.
Geriye de manzarayı seyretmek kalıyor.
Keyifli bir balkon, göz hizasında çayır çimen ve Marmara’nın
gri suları.
Seven göz kusur görmezmiş, asil halkımın doğayı nasıl tahrip
ettiği üzerinde durmayacağım…
Sadece olanla yetineceğim.
Örneğin hemen önümde güller var.
Az ilerde ortancalar, hepsi rengârenk.
Bir de bodur ağaçlar, site sakinlerinin görüş alanını kapatmasın
diye belli ki Japon orijinli…
Bahçeye ayrı bir güzellik veriyor.
Geniş bahçenin ortasına süs havuzu yapmayı unutmamışlar…
Fıskiyenin renkli suları geceye ayrı bir hava katıyor.
Hele de benim gibi romantik gönüllü insan duygularının
zirvesinde dolaşıyor.
Fakat okunacak kitap bulmakta zorlanıyorum.
Çünkü sevgili kızım mini kitaplığını yazlığa taşımış…
Ama hepsi psikoloji içerikli.
Oysa bıkmışım psikolojiden, psikanalizden…
Zaten çağımızın popüler kültürü bu tür mevzular.
Gözlerim Battal Gazi, Malkaçoğlu gibi hafif meşrep
kitaplar arıyor.
Hatta Red Kit nasıl da iyi giderdi tatil günlerinde.
Tenten bile olabilir.
Ama yok.
Varsa yoksa narsisizmin değirmenine su taşıyan kaynaklar.
Yazarların çoğu Amerikalı…
Adam Smith geleneğini sürdüren ukala bezirgânlar.
Önce birey mutlu olacak, sonra çoğalacak…
Neticede de toplum asr-ı saadete kavuşacak!
Öptüm
seni!
Böyle bir dünya yok, zaten hiç de olmadı.
Ne zamanki köleci düzen icat oldu, peşinden feodalizm kapitalizm…
Sınıflar arasındaki ilişkiler insanlık tarihini belirledi.
Gerisi hikâye.
Yani bir avuç egemen; kölenin, serfin, reayanın, işçinin anasını
belleyerek saltanat düzenini kurdular.
Baksanıza bizim padişahımıza; sarayı, on üç uçağı,
yüzlerce makam arabası, binlerce koruması var.
Peki bütün bunlar ne için?
Yalnızca itibar, azamet, kibir için mi?
Tek bir cevabı var…
Vicdan yoksunluğu.
Kendi dilenci, halkının büyük bölümü de dilenci…
Yeryüzünde böyle bir toplum yok.
Bu gurur da seksen beş milyonluk ülkeye fazlasıyla yetmez mi?
Macit CÜNÜNOĞLU

20 Temmuz 2023

TATİL GÜNLÜĞÜ


Yalova’dayım, sevgili kızımın misafiriyim.
Çiftlikköy Aydın Kent’te yazlık tutmuş…
“Gel” dedi…
Ben de kalktım geldim.
İyi de oldu.
Site cennet gibi, yeşil alan bol kepçe.
Her taraf çayır çimen.
Yaşlı çınarlar, palmiyeler, zakkumlar, ladinler…
Ve hepsinden önemlisi kızgın güneş altında
koyu gölgeler.
Çay bahçeleri, mis gibi gözleme partileri…
Sımsıcak bol susamlı simitler…
Peşinden garanti belgeli kahve falları.
Ama deniz üzgün ve süzgün.
Dünyanın en güzel mavi suları Marmara çamur deryası…
Körfez sintineyle lağım arasında gelgitler yaşıyor.
Kıyı boyunca yazlık-tersane, bağ-fabrika ikilemi…
Meyve bahçelerine artık yer yok.
Bursa şeftalisi soykırıma uğrayalı çok olmuş…
Havuzlar cıvıl cıvıl, insan seli…
Hoparlörler bangır bangır…
“Erik dalı” türküsüyle coşkulu hayat devam ediyor.
Emekliyim, kök ücretle geçinen biriyim.
Asgarisinden değil, epeyce altı.
Cepteki kota “1” cigabayt…
Yani internet yok, televizyon umreye bağlanmış…
Geriye insanlık hâlleri kalıyor.
Bolca sohbet, torunlarla oynaşma…
Saklambaç körebe derken piştiye kadar uzanan zevkler.
Bakkalda SÖZCÜ…
Site sakinleri baştan aşağı AYDIN…
Kılavuzları son Türk büyüğü Ersan ŞEN…
Bitişiği Hava Harp Okulu Eğitim Sahası…
Fonda: “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız” marşı…
Ben de zincirlerimi kıra kıra geliyorum…
Bir elimde şarap kadehi, diğer elimde karanfiller.
Yine de şikâyetçi değilim, iç güveyiden halliceyim.
Temmuzun sıcağı dokunmuyor, denizin esintisi
iç ferahlığı veriyor.
Bu arada duydum ki reisimiz yine Arap çölleri
yollarına düşmüş…
Derdi para bulmakmış, daha açıkçası dilenmek.
Şaşırmadım, üzülmedim…
Sadece utandım.
Özellikle O’na güvenip oy veren kitle adına.
Onlar ki halis Osmanlı torunları, Orta Asya orijinlidir…
Kesinlikle Oğuz-Kayı boyundandırlar.
Üstelik kâlû beladan beri Müslüman’dırlar.
Ama gel gör ki asrın lideri ve de ekonomisti reislerinin
kurbanı olmuşlardır.
Daha dün gittim, Yalova pazarında elmanın çıkış
fiyatı 60, vişnenin 80 TL.
Havuza girmenin bedeli ise sezonluk 350 papel…
Ama şezlong, şemsiye, deniz bedava.
Bir de güneşlenmek…
Tabii ki bedavalar yaşlı bedenime iyi geldi…
Özellikle “D” vitamini, kireçlenen eklem yerlerim
şimdiden güçlenmeye başladı…
Karaciğer akciğer ekürisi malûm saldırı altında
olmasına rağmen ruhsal dünyam giderek zenginleşti…
Ve oturdum klavyenin başına, bu yazıyı yazdım…
Son durum raporu niyetine.
Fena da olmadı hani, en azından haberleşmede kusur etmedim.
Sayfa dostlarıma ilânen duyurulur.
Yalova’dan sevgilerimle.
Macit CÜNÜNOĞLU

14 Temmuz 2023

SENSİZ KALAN GÖNLÜMDE…



Sistem tepeden aşağıya çürüdüyse siyaset yazmak
ne işe yarar.
Maalesef ülkemizin geldiği durum bu.
Bilim dersiniz, çağdaşlıktan söz edersiniz;
Milli Eğitim Bakanı zat kız çocukları için ayrı okul
açmaktan söz eder…
Ve bazı siyasi liderlerden de destek bulur.
O nedenle millilerimizi, Kadın Voleybol Takımı’nın
başarılarını önemsiyorum.
Hiçbir maçını da kaçırmıyorum.
Galibiyetleri hâlinde çocuklar gibi seviniyorum.
Çünkü ruhsal olarak ihtiyacım var.
Yoksa günlük rutine kapılıp Ersan Şen denen megolamanın
takipçisi olacağım ki bu duruma düşmek gerçekten patolojik vaka.
Hâlbuki hayat kısa, ömrümden çalınan yirmi bir yıl var…
Kalan zaman dilimini efektif kullanmak zorundayım.
O nedenle kitaplarıma gömülüyorum, müziğin doruklarında
geziniyorum, imkânsız aşklar peşinde koşuyorum.
Bir de bol bol gönülsel seyahatlere çıkıyorum.
İstanbul elimin altında, girip çıkmadığım köşe kalmadı…
Boğaz’dan Tozkoparan’a kadar.
İyi kötü çevresini de bilirim.
Örneğin Şile-Ağva apayrı güzelliktir.
Doğasıyla deniziyle daima cazibe merkezidir.
Riva-Kilyos yaz sezonunun favorileri arasındadır…
Polonez demirbaş, Cumhuriyet köy plasedir.
Ve ara sıra da doğduğum topraklara uzanırım, Amasya’ya.
Orası ise bambaşka bir âlem.

Evim, sokağım, mahallem orada…
Her ne kadar yerinde yeller esse de hafızamda yaşıyor.
Ve binlerce hatıra.
Yaşlar ilerledikçe çoğu gizlendikleri köşesinden çıkıp
önüme düşüyor.
Yeşilırmak her zamanki gibi dost, Yörgüç Paşa’da beni bekliyor.
“Topla arkadaşlarını gel” diyor.
Ziyere havuz başı uzaktan sesleniyor.
“Beni unutma, suyum buz, karpuz çatlatan türden…”
“Ama çocukların, gençlerin coşkusuna hasret kaldım…”
“Âdeta su deposuna döndüm, bağı bahçeyi sula sula…”
“Nereye kadar, ben de canlıyım, dolayısıyla insan arar oldum.”
“Ayrıca bugünkü nesil size benzemiyor, konuşmuyor gülmüyor,
neşe yok, ellerinde telefon…”
“Tik Tok mu nedir bilmem, orası için habire selfi çekiyorlar.”
“Oysa yanı başımda kiraz, şeftali ağaçları var…”
“Bırak çalmayı, el sürmek bile akıllarına gelmiyor.”
“Dürüstlükten mi yoksa tembellikten mi, vallahi bir
türlü anlayamadım.”
Derken iki dost çıkıyor karşıma.
Büyük ustalar, uduyla Vedat Gençtürk, kanunuyla Ali Rıza Ünüvar.
Çöküyoruz Aynalı mağaranın karşısındaki bağa.
Zerdaliler nefis, üzümler koruk, bağ bozumunu bekliyor.
Saat beşi geçiyor, meşk zamanı.
Rasttayız, değerli hemşerimiz İrfan Özbakır besteleriyle aramızda.

“Sensiz kalan gönlümde, bil ki hayat virâne…”

Macit CÜNÜNOĞLU

13 Temmuz 2023

BORABOY’DA AŞK



Amasya bu mevsimde alev alev yanıyordur.
Ama Çakallar bir nebze olsun esintilidir.
O da nefes almanızı sağlar.
Hele Ebemü, havuz başının keyifli olacağını düşünüyorum.
Fakat Boraboy yok mu, favori mekânım.
Cennetten öte bir yer, kusursuz lokasyon.
Doğal klimalı ortam, bol oksijen, bedende yüksek adrenalin.
Kâğıt kaleme gerek yok, beyinde sözcükler çoktan sıraya girmiştir…
Dertleri şiir olmaktır, satırlara dökülmeyi bekler.
Bir de fonda müzik varsa…
Pastoral şairliğin sınırlarında gezersiniz.

Evet, doğa ile edebiyat ruhu buluştu mu insan ister istemez
romantik duygulara kapılıyor.
Günlük sıkıntılar, siyaset gibi kör kuyular çok gerilerde kalıyor.
Mangalda pişmiş iki parça et, mis gibi kızarmış acı biber, domates,
bir kadeh Derdalan şarabı, gül kırmızısı…
Başlarsınız Nazım ustadan dörtlükler döktürmeye:

“Bir ağaç gibi tek ve hür
Bir orman gibi kardeşçesine…”

Yarin yanağı dudaklarınızla çoktan buluşmuştur.
Saçlar rüzgârdan dağılmış, eller ince belde park edecek yer arar.
Ve yemyeşil çam ormanı gözlerinizin denizi olur.
Kalp çarpıntısı hızlanmış, âdeta yüz metre yarışçısı gibi
aşka koşarsınız…
Mutluluğun verdiği heyecan tüm benliğinizi sarmıştır…
Çok uzaklardan bir ses duyarsınız, klarnet sesi; sanki ağlıyor.
Beste Şükrü Tunar,  güfte Selim Aru, tabii hüzzamdan:

“Gönül durup dururken bir güle uçtu, kuş gibi

Çırpındı dalında, dikeni tanıyormuş gibi
Yoruldu boş yere, derdini atıyormuş gibi
Döndü geldi bana, yarası kanıyormuş gibi!”

Anında kuş oldum, gül oldum; elbette bir yerlerim acıdı.
Kalamış’taki Todori’nin yeri geldi aklıma.
Kilisenin bahçesinde, sahnede klarnetiyle Şükrü Tunar.
Meyhane asırlık, Selahattin Pınar başta olmak üzere
kimler çalmadı ki…
Kadıköy’de efsane mekân.
Ülkenin bir asırlık geçmişini düşündüm…
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e…
İnönü’den Menderes’e…
Ve daha niceleri…
Todori hep ayakta kaldı, yıllarca misafirlerini ağırladı.
Kusursuz hizmet, beyefendiliğin saygı gördüğü ortam.
Birinci sınıf mezeler, içmesini bilen şahsiyetler.
Kısaca Behçet Kemal’in dediği gibi:

“İstanbul’u sevmese gönül aşkı ne anlar,
Düşsün suya yer yer erisin eski zemanlar,
Sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar…”

Ve gönlü daima aşkla dolu olan bu fakir Boraboy
kıyılarında dolaşmaktadır.
Fevkâlâde mutludur, huzurludur.
Ağaçlar yeşil, su yeşil…
İstanbul yüreğinde, Amasya benliğinde…
Tanrıya dua eder, doğduğu toprakların kıymetini bilerek
aynı hayatı bir kez daha yaşamak ister.
Çünkü tadına doyamamıştır…
Ne İstanbul’un, ne Amasya’nın ne de aşkın.

Macit CÜNÜNOĞLU