bir şair vardı, öğretmen

31 Ağustos 2012

Ölen Ruhlar!


Söze “Nerde o eski bayramlar?” diye başlamayacağım…
Lâkin bu kadar da ruhsuzluk olur mu?
Sanırım mevzuu anlaşılmıştır, 30 Ağustos’tan söz ediyorum.
Malûmunuz; devleti âlimiz millî bayramlardan elini eteğini çekti.
Şaşırmadık, fıtratlarına layık, yakışır!

Peki, CHP’li-sosyal demokrat geçinen belediyelere ne oluyor?
Onlarda mı uydular kervana veya sisteme entegre mi oldular?
Yoksa bilemediğimiz yasaklar mı var?

Olur ya, bu iktidarın sağı solu belli olmaz…
Yollamıştır bir KHK (Kanun Hükmünde Kararname), lâğvetmiştir gösterileri.
Eğer öyleyse çok yazık, bu da mı millî iradenin tecellisi?

Hâlbuki Selamiciğim (Kadıköy Belediye Başkanı- Özellikle avukatlığını yazmadım)
iki de bir döşenir billboardlara; “Kadıköy’de yaşamak ayrıcalıktır”.
Sevsinler, canım ülkemin dört bir tarafı kaka, bir Kadıköy kurtarılmış bölge.
Bir de afişlerde sanatçıları konuşturmaz mı?
Halûk Bilginer’den Hakan Aksev’e daha nicelerini…
Neymiş efendim, nefes alıyorlarmış(!)
Sanırsınız yeryüzünde tek oksijenli bölge, bizim yaka!

İşte bu hevesle 30 Ağustos gecesi Özgürlük Parkı’na gittim…
Amacım sessizce kalabalığa karışıp bayram aktivitelerini izlemek.
Umut bu ya, kesin bir şenlik/şölen vardır dedim!
Hayâl etmez olsaydım, parkta in cin top oynuyor…
Açık hava tiyatrosunun ışıkları yanıyor, içi bomboş…
Çay bahçesinde üç beş vatandaş, maç seyrediyor!

İçimi derin bir hüzün kapladı…
Sitem de yollamadım Allah’a…
Okkalı bir küfür savurdum solcu müsveddesi belediye erkânına!

Çünkü işleri güçleri yaklaşan seçimler…
Kırk bin tilki dolaşıyor kafalarında.
Dört dönemdir başkanlık yapıyor Selami, toplam yirmi yıl eder…
Gözü hâlâ beşincisinde!

Bu ne hırs bu ne ihtiras arkadaş, gözünüz doymaz mı sizin koltuğa, makama?
Yaptınız yapacağınızı, kazandıklarınız yedi ceddinize yeter…
Çekilin ikbâl ile, birazcık da başkaları nasiplensin.... Değil mi ya?

Nasıl olsa uğruna mücadele edilecek ne ideoloji kaldı ne ideal…
Sosyal demokrasinin ilkeleri yıllar önce mutasyona uğrayıp sentetik
yapıya büründü, plastikleşti…
Emekçi, fakir, fukara AKP’nin şefkâtli kollarına teslim…
Geriye kaldı; Ulusalcı, Atatürkçü, Kemalist motifli Beyaz Türkler…
Onlar da çantada keklik…
Suyundan da koy, yaşasın tatlı hayat, yaşasın yüzde 20’lik siyaset!

Canım sıkılıyor canım…
Derdim bayram değil, davul-zurna-hamaset hiç değil…
Kurtuluş savaşının ruhu öldü…
Kaleler yıkılıyor tek tek…
Çoğalıyor cenaze törenleri…
Bugün 30 Ağustos, yarın 29 Ekim…
Ne CHP farkında ne seçmen!
Soruyor imam: “Nasıl bilirdiniz?”…
Ulusça haykırıyoruz; “İyi bilirdik, elden ne gelir, takdir-î ilâhi

Evet, bir avucuz, belki daha az…
Kan ağlıyor yürekler…
Derdimiz vatan, kaliteli
 yaşam…
Reva mıdır çektiklerimiz, kahrolsun halkını süründürenler...
Yaşasın onurlu insan!
.

30 Ağustos 2012

Mozart'ı keşfetmek...

Macit CÜNÜNOĞLU

  

 
 
 

Milos Forman tarafından yönetilen Amadeus filmi müthişti.
1984 yapımı, 8 dalda Oscar kazanmıştı
Mozart ile Salieri’yi anlatıyordu, 18. Yüzyıl bestecileri.

Peşinden Nadir Nadi’nin “Dostum Mozart” adlı kitabı çıktı, 1985.
Nadi olağanüstü sadelikle dostunu anlatıyor; tanışmasını, gelişmesini, derinleşmesini…
Ve kemanını, müzikle çıktığı yolculuğu!

Babası Yunus Nadi, M.Kemal’in yakın arkadaşı, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu.
Çiçeği burnunda ülkenin sesi!
Baba popüler kültürün yakın takipçisi, evladının keman çalmasını istiyor...
Keman hocası Profesör Karl Berger’le buluşuyor oğul Nadi, yaş: 16
Dersler sıkıcı, sevimsiz… Öğrenci yeteneksiz, akıl başka yerde…
Ta ki Mozart’la tanışıncaya, “si bemol majör (K.378) piyano-keman sonatı”nı
çalıncaya kadar.
Ve aşk başlıyor, Nadir Nadi ustalaşıyor, bir kemancı olarak dostu Mozart’la yaşıyor…
Sonsuzluğa ulaşıncaya kadar!

Bizim kuşak “Klasik Batı Müziği”ne burun kıvırmıştı…
Çokbilmiş tavrımızla; “n’olacak, burjuva sanatı” diyerek küçümsemiştik.
Ne zaman ki duvarlar yıkıldı, beyinsel dokular özgürleşti…
Yeryüzü lezzetleriyle buluşuldu tek tek.
Yeniden keşfedildi sanat, başta klasikler.

Bu değerlerin başında Beethoven gelir, doruğudur müziğin…
9. Senfoni başyapıttır, sağır bir insanın yarattığı eşsiz zirve.
Peşinden Mozart, 36 yaşında son bulan hayat…
Cesedi kimsesizler mezarlığına atılan…
Ancak yüzyıllardır parlayan yıldız, evrensel güneş…
Adı: Wolfgang Amadeus Mozart, sanatseverlerin yüreğinden silinmeyen deha.

Amadeus” filmi Mozart ile çağdaşı Antonio Salieri’nin ilişkilerini anlatır…
Kıskanç, kötü kalpli saray müzisyenin akıl almaz entrikaları, sanırsınız Bizanslı…
Lâkin çözülür finalde Salieri, Mozart ölmüştür, “Reguiem” önünde durur…
Sarsılır beste karşısında, notaları okur, keman seslerini duyar…
Çöker çıldırırcasına, fakat perde kapanmış ışık sönmüştür.
Ölüm Duası” ölümsüzdür artık.

Otuz altı yıla sığan 600 kûsur eser…
Dünyanın dört bir tarafında seslendiriliyor, sahneleniyor…
Hiç büyümeyen bestecinin insanlığa armağan ettiği şaheserler.
Saf, temiz, yoksul, hasta Mozart
Aşkları, heyecanları, sevinçleri, doğallığı inanılmaz…
Beş yaşında alkışlanır, sarayların ele avuca sığmaz afacanıdır!

Silgisiz yaşamıştır, portreye koyduğu notalar yer değiştirmez…
Duyduğu sesleri otomatikman kayıt eden beyin…
Doğanın lûtfu, kulaklarıyla hisseden eşsiz varlık…
Üretken, yaratan…
221 yıldır dinlemeye doyulmayan, mekânı dâhilik mertebesi.

İnsan ruhunun yoldaşı…
Okyanuslar kadar zengin…
Derinliği ölçülemez…
Yeter ki derinleşsin dostluklar.

1908 doğumlu Nadir Nadi on altı yaşında başlamış arkadaşlığa…
Ve yaşadığı aşk öylesine zengin ki;
Mozart’ın müziğini ruhunda hissetmeyen anlamaz.

O nedenledir ki “Dostum Mozart” kitabında;
Klasik Müzik” dinleyicilerini “mutlu azınlık” olarak ifade eder…
Ne dersiniz, haksız mı?


www.gazetemen.com
 

29 Ağustos 2012

Riyakâr dostluklar!

.
Heykel: Tankut Öktem   Arnavutköy
Yürektir Kurtuluş Savaşı
İşgâl altında memleket
Paramparça.
Ah “Ana”lar…
Tarih boyunca ağlar.

Batı’nın şımarık çocuğu
Verdiler gazı
Tarih: 15 Mayıs 1919
Kirlendi İzmir…

Komşunun ayak izleri!

Yakıştı mı kardeşim…
Egelim, canım…
Değer mi…
Emperyalist köpekliğe?

Yıllar geçti…
Büyük lâf söyledik…
21.Yüzyıl
Yine efendiler…
Buyurdular; “düşmanı ez”…
Aynen "Komşi"nin başına gelenler!

Ezdik Kaddafi’yi…
Peşinden Mübârek...
Sırada Esad...
Hoş geldin riyakâr dostluklar!

Çok eleştirdik Yunan’ı…
Tarih kitaplarımız baştan aşağı…
Komşu düşmanlığıyla dolu!

Ya şimdi;
Biliyorum hikâye... “Yurtta barış cihanda barış”…
Tarih oldu M.Kemal…
Sürüyor saltanat; “Bir koy üç al”...
Devir madrabazların, üçkâğıtçıların dünyası!

Ne acıdır ki iktidar da onlar; rezil, yalancı, hain!
Geçmiş olsun Türkiye…

Bugün “
30 Ağustos”… “Büyük Zafer”…
"Bekleriz bi daha
"
Dersem...
                İnanır mısınız?
.

28 Ağustos 2012

Vincent van Gogh


 
Boşlukta yankılanan silah sesi…
Sol memenin altından girmiş kurşun.
Yaralı Van Gogh, kan içinde gömleği.
Hiçbir şey olmamış gibi dönüyor oteline, sessizce.
İki gün sonra kardeşi Theo’nun kollarında geliyor ölüm…
Çılgın yürek durmuştur artık, tarih: 29 Temmuz 1890.

Vincent kadar çok konuşulan, insanlığın ilgi odağı olmuş
başka ressam var mıdır?
Hiç sanmam, o sıra dışı, tek, kutup yıldızı.
Cézanne resimlerine bakıp: “Bunlar deli saçması” diyor.
Farkında olmadan gerçeği söylüyor.
Çünkü Van Gogh dâhiliğinin yanı sıra deliydi; şizofren, saralı, manik depresif.
Aylarca tımarhanede yatmıştı.
Ressam dostu
Gauguin ile girdiği bir tartışma sonucu kulağını kesip
fahişe arkadaşına göndermişti, uçlarda yaşamak alışkanlığıydı.

Hayata dindar başladı, babası gibi papaz olmak istiyordu…
Beceremedi, misyoner oldu.
Dâima yoksulları emekçileri sevdi…
Maden işçileri, tarlada çalışanlar yoldaşıydı.

Ancak tanrı o’na göre değildi, bir türlü barışamadı…
Nihayetinde dinsizliği seçti.
Ve ışığa, renge, resme tapan insanın kısa hayat serüveni…
Yüzlerce tablo, başyapıt, hiçbiri karşılık bulmayan…
Ne kadar acı, kardeş yardımıyla yaşamak!

Halbuki adı Vincent, zafer demek…
Kendinden önce doğan ölü kardeşin adı!
Kolay mı böylesi ağır yükle yaşamak?
Fakat tek bir tutkusu vardı; resim yapmak, kimseyi taklit etmeden…
Derdi Van Gogh’u yaratmaktı.

Elinde fırçası, otuz yedi yıllık macerasında…
Tuvali, boyaları, kalemleri…
Âdeta dans ettiriyor renkleri, tuşları imzası.
Bilhassa sarı, kırmızıyla yeşilin isyanı…
Kan damlayan yüreği paramparça, fırtınalardan süzülüp geliyor beyni…
Gökyüzünden, güneşten, yıldızlardan yola çıkmış…
Gecenin karanlığında ışık arayan insan…
Yalnız, aç ve sefil, başkalarının gözünde değersiz ürettikleri…
Bir tek kardeş, Theo’yla süren dostluk dayanışma gerçek.
Hazin, eserleri insanlık var olduğu sürece yaşayacak olan ressamın hâli.

19. Yüzyıl deyince nedense aklıma Van Gogh gelir…
Onca bilimsel devrime, edebiyata, felsefi akımın doğup gelişmesine rağmen…
Sanatın doruklarıdır, yirminci yüzyılı hatta çağımızı besleyecek olan.
Picasso süzülüp çıkar karşımıza, faşizme direnen…
Bizden Nazım, Şili’den Neruda, kuzeyden Mayakovski, Gorki daha niceleri.

Fakat Vincent bambaşka…
O deli o deha, yarattığı eserleriyle gönüllerimizi ruhlarımızı fetheden…
Ölümünden sonra her bir tablosuyla yüzlerce zafere imza atan…
Eşsiz varlık…
Biricik, insanlığın yüz akı.
Kavruk yaşadı, savruldu, şikâyet etmedi…
O’nun için hayat resimdi, renkti, ışıktı…
O insanın özüydü…
Düşünen, üreten, yüksek ahlâkla donanmış beyniyle yalnızlığı seçen…
Belki Kafka, belki Tanrı!
Kimbilir?

Adı: Vincent, zaferin ta kendisi, ruhlar âleminin gerçek temsilcisi…
Yıldızlı gecelerin en parlak ışığı…
İyi ki doğdun, yaşadın, sana bakıyorum her zaman…
Resimlerinde sen varsın…
Sevgili Van Gogh, çok yaşa, seninle olmak...
Güzelden de öte, sonsuzluğa yolculuk!

Macit Cününoğlu

27 Ağustos 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

 Barışa Hasret Yıllar

 
 

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim”

"Kuvayi Milliye Destanı"ndan sesleniyor Nazım.
39’da başladı yazmaya, 41’de bitirdi.
Mahpustu, iki yıl içinde üç hapishane değiştirdi!

Destanlaştırdığı güç kara kuvvetleri.
Büyük Hun İmparatoru’dur Mete Han, tahta çıkar M.Ö. 209’da.
Brövede yer alır…
Asker ocağımızın kuruluş tarihi.

Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular…
Tarih: 1071
Şanlı Malazgirt, kahrolsun Diyojen, yaşasın Alpaslan.

O tarihten beri “Bu memleket bizim”…
Peşinden Osmanlı, sonuncusu: Türkiye.

Peki, geldiğimizde kimler vardı?
Kürtleri saymıyorum, onlar bizden.
İstedikleri kadar iddia etsinler; atalarımız Sümerler, Medler…
Yemezler!

Yalnızca elli yüz sene önce gelmişler…
Bakın dillerine; Türkçe, Arapça, Farsça…
Harmanlaşmışlar coğrafyada, Anadolu’nun aslî unsuru olmuşlar.

Fakat Rumlar Ermeniler öyle mi?
Halis bu toprağın evlâdı.
Sevinmesin antisemitistler, Yahudiler o tarihte hem var hem yoklar…
Çünkü son zamanların tarihçileri, İyon-Sart uygarlıklarında İbranilerin derin izlerini buldular.
Öyleyse geçelim bu ayrıntıyı…
Tarih: 1492
Davetlimiz olarak İspanyol Yahudileri teşrif ettiler Anadolu’ya.

Alın size çok uluslu memleket…
Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan”...

Evet, resmî ideoloji bir tarafa…
Keşke tarihimizle samimî olarak yüzleşebilseydik.
O zaman meydan kalmazdı II. Cumhuriyetçilere…
Döneklere, dinci bezirgânlara, liberal bozuntusu sahte demokratlara!

Aslında bugün yaşadığımız sıkıntıların temelinde yakın tarihimiz yatar…
Türk-İslâm sentezi, ulus devlet yaratma projesi.
Bir de ilâve edin Sünniliği…
Hoş geldin kaos, bitmeyen intikam ateşleri.

Ne dersiniz, söner mi?
Otuz yıla yakın süredir kınalı kuzuların kanıyla besleniyor toprak…
Doymuyor doymuyor doymuyor doymayacak!
Analar ağlıyor…
Akan gözyaşı değil, yürekten damlayan kan…
Ankara farkında değil, devletin efendileri de.
Dertleri M.Kemal, İnönü, CHP.

Hâlbuki yarım yüzyıldır iktidardalar…
Milliyetçi muhafazakâr Tayyip’in ataları…
Utanmasalar faturayı; yoksul çilekeş halkımıza kesecekler.
Bütün suçları; inanmak, masumiyetleri…
Dilerim tez zamanda uyanır ülkem, düşürülür maskeler.

Çünkü bu topraklar insanlığın en değerli mirâsı…
Sevseniz sevmeseniz de!
Bu memleket bizim; güneşin, denizin, sevdanın, kardeşliğin ve de uygarlığın barışın.


www.gazetemen.com 
 
 
 



YILDÖNÜMÜ

Vatan hainiydi Nazım
Tarih:1951
Nazım halk, memleket, onur.

Yurtsever
Vatan haini!

Kore’de askerimiz…
1950
ABD’yle aynı safta
Ödülü NATO

Bugün 26 Ağustos…
Doksanıncı yıl.
Hatay da CHP
Özgürlük ordusunun kampında
YASAK!

İktidar da ırkçı dinciler
Tahammül zor
Satılan vatan değil, ruh.

Vatan haini Nazım
Öleli kırk dokuz yıl
Halkımız aç sefil
Kimin umurunda kim farkında?



 

26 Ağustos 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

  İnternetin nimetleri!

 
 
Altmış yaşımdan sonra bilgisayar sahibi oldum.
O da kızımın hediyesi, yalnız gerekçesi ilginç.
Çok okuyorsun baba, ayrıca çenen de durmuyor”,
Al sana bir laptop, ne hâlin varsa gör!

Ne dersiniz; bu sözler övgü mü sövgü mü?
Neyse, olumlu düşünelim, moda deyimle bardağın dolu tarafını görelim.
Lâkin o tarihten beri hakikâten az konuşup çok yazmaya başladım.
Demek ki evlâdın bir bildiği varmış, armağanı işe yaradı, kesin sonuç!

Gelelim yazı konumuza, asıl meramımız internet dünyasına.
Önceleri ürkektim, kıyılarda dolaştım, n’olur n’olmaz, açılıp boğulmakta var.
Flört tavlayla, her öğretmen gibi…
Bizim kuşağın kahve lokal kültürü fazladır.
TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) salonlarında oturdun mu partiye;
Türkiye de kurtulurdu maça kızı da!

 
Kısa sürede uzmanlaştım… (Övünelim biraz!)
Klavyede civciv gibi gezinmeye başladım.
Peşinden Facebook üyeliği.
Hâlbuki kesin kararlıydım, hiçbir yere üye olmayacaktım.
Çünkü 12 Eylül’ün aziz hatırası hâlâ gönlümde(!)…
Örgüt üyeliğinden yemişim on bir yıl, bi daha mı, tövbe!
Şaka bir yana, bizim CHP barajı geçemeyince (99 seçimleri)…
Vardım kapısına dayandım, dost acı günde belli olur düşüncesiyle…
Omuz vereyim moral kaynağı olayım dedim.
Fakat ne mümkün, ufak oy hesaplarından olsa gerek -hizip diye okuyun-…
Üye yapmadılar bu garibi, alsın başlarına çalsınlar partilerini!

Evet, Facebook’a dâhil olmamla birlikte okyanusa yelken açtım.
Meğer vakıf olmadığım ne çok şey varmış.
Mesela Bernard Shaw, severim kâfiri, bir trilyon lâf etmiş…
98 yaşında öldüğünü bilirim de, bu kadar veciz söz!

Aynı şekilde Mevlâna, bizdendir toprakdaşımızdır Konyalıdır…
Hemşerimiz sayılır, peki beş trilyon kelâm etmesi mümkün mü?
Bir de M.Kemal’imiz var ki, dilerseniz o mevzuya hiç girmeyelim…
Yaptıkları iyilik mi kötülük mü?
Çaya çorbaya limon misâli her konuda kullanmışlar!

En son gördüğüm ise: “Lider olunmaz doğulur” klişesi.
Doğrudur, M.Kemal çağının en önemli önderlerinden biridir…
Sevgimiz saygımız sonsuzdur, fakat kutsallık atfetmek niye?
Ayrıca böylesi tespitler M.Kemal’e yarar mı zarar mı getirir?
Biyolojik genlerde üstün insan aramaya çalışmak…
Akıllara zarar, ancak kime ne lâf anlatacaksınız ki?

 
Dikkât ediyorum Erdoğan hastaları da öyle, fanatikler.
Tanrının lûtfu” diyenleri bir kenara bırakıyorum…
Aklı başında yazar-çizer takımından hünkâra bir övgüler bir övgüler…
Sormayın gitsin, sanırsınız bin yıllık tarihimizin parlayan tek güneşi!
Bazılarının güzellemeleri öylesine geniş kapsamlı ki;
Şahin içinde, Davut başköşede, bulunmaz Hint kumaşı Fidan, sonuncusu zaten Özel…
Gördünüz mü tabloyu, insanın ağırına gidiyor…
Övenlerin yüzde doksanı soldan dönme!

Sağlık olsun, başlarsa yenilgiler yine dönerler.
Yeter ki iktidarın yörüngesini anlasın halkımız.
Nereye gidiyor Türkiye?
İzlenen dış politikaların KDV’si nasıl geri dönecek?
Bugünkü kanka, nasıl güveneyim sana?
Hiçbir zaman lâyık görmedin demokrasiye, çaktın üç buçuk darbe…
Asanda sen oyan da…
Allahın yok mu senin Tom Amca?

Bin Ali’ye, Mübârek’e, Kaddafi’ye kıydın…
Esad’ı aldın bekleme salonuna…
Bari bize acı, zavallı taşeronuna!

Not: Tanrı iyi ki interneti yaratmış…
Her türlü nimetten vazgeçerim, sanal dünyadan asla.
Teşekkür ederim canım kızım, Tanrı tuttuğunu laptop yapsın!


www.gazetemen.com
 
Macit CÜNÜNOĞLU

  Yıldızlara yolculuk

 
 

Tarihle sanatla ilgilenip de Halet Çambeli tanımayan yoktur sanırım.
Bir süre önce eski dostumla karşılaşmıştım, ne de olsa İstanbul küçük
Gülhane parkındaki A.H.Tanpınar kütüphanesinde.
Belki hatırlarsınız daha önce yazmıştım, mimar Melih Güneş.

Üç beş sohbetten sonra Halet Hanım’ın yanından geldiğini söyledi.
Cerrahpaşada yatıyormuş, yetkililer özel oda vermek istemişler
O halkımızla kalmayı tercih etmiş.
Yaşlanmış, 1916 Berlin doğumlu, rahmetli Nail Çakırhan’ın eşi.
M.Kemalin yakın arkadaşının kızı, arkeolog.
Eskrimci, olimpiyatlarda ülkemizi temsil eden ilk kadın sporcu, yıl: 1936

Ömrünü prehistorya ve arkeolojiye adamış.
2005 yılında Hollanda devletinin kültür ve kalkınmaya hizmet edenlere verdiği
Prens Claus ödülünün sahibi.
Uluslararası değer taşıyan bu müjde, Gül’ün kulağı kadar yer bulmamıştı basında!

En sevdiğim mekânlardır müzeler, bilhassa Antalyadaki.
Duvarlarında Halet Çambelin kazı fotoğrafları vardır, elli yıldan fazla emeğin çabanın özeti
.
İ
nşallah kültürümüzden sorumlu bakan kafayı takmaz

Çü
nkü sağı solu belli olmuyor Ertuğrulun!

Bir bakıyorsunuz CHPyi müze yapıyor, bazen şeyhini şeye sıkıştırıyor
Ucube heykelde olduğu gibi, bilâhare tornistan çekip iddiasından sarfınazar ediyor.
En son bandoyu, cenaze marşını dert etmişti...
Tekbirmiş isteği, ne mutlu bize, bundan böyle mevtalarımız mehterle uğurlanacak cennete!

Evet, değerli Halet Çambel toplumsal yıldızımız, ülkesel gururumuz.
Osman Hamdi, Ekrem Akurgal’ın izindeki eşsiz insan
Cevatların, Nazımların, Sabahattinlerin dostu

Ş
imdi Cerrahpaşada.
Merak ediyorum kaç kez çalınır kapısı bu çağ da?

Bu arada yolunuz şerse Muğlaya
Akyakayı ıskalamayın, Gökova körfezinin sonunda.
Gezin dolaşın sessizce, fotoğraf çekin, seyredin evleri doya doya.
Çakırhan mimarisidir, Halet Çambelin ruhu yaşar Mavi Yolculuk da Akdeniz de!


www.gazetemen.com

 

25 Ağustos 2012

Martıların kanatlarında...


 

Martıların peşinden koşmak istiyorum
Kanat çırpmak, denizle aşk yaşamak.
Özledim seni İstanbul
Mağrurluğunu, yıpranmayan asaletini.

Sendin bizi baştan çıkaran…
Öğretmenimiz, laboratuarımız, bahçemiz, ormanımızdın.
Özgürlüğü senden öğrendik, sevdayı da.

Üniversitelerinde okuduk, fabrikalarında çalıştık…
Ya mahpushanelerin; dostluğun dayanışmanın en yücesiyle tanışdık.
Selâm olsun o yıllara, bu günlerde o kadar uzak, o kadar uzak ki.

Cami avlularında, mezarlıklarında dolaşıyoruz artık
İlerledi yaşlar, tek tek göç ediyor yoldaşlar.
Anılar yüreğimizde, vedalaşıyoruz hüzünle
Gözyaşlarımız akıyor sessizce.

Özledim seni İstanbul
Tapınaklarını bedestenlerini köprü altı meyhanelerini
Cahide’yle rakı içmiştim Beyoğlu’nda.
Sonku’luktan istifa etmiş arka sokaklara sığınmıştı.
Beden yorgun, saçlar ak, hatıralar zengin.

Daha kimler kimler…
Fakat bugünlerde en çok şadırvan başında musallanın yanındayım.
Birazdan çıkacağım evden, istikâmet hünkârımızın mabedi.
Ataşehir’de, adı: Mimar Sinan

Buluşacağız Sosyalist Metin’le
Son görev, sonsuzluğa bulutlara uğurlayacağız…
Emeğin sesi onurun timsâli
Daha nicelerini yolcu ettiğimiz gibi.

Özledim seni İstanbul
Yorgunluğunu yaşlılığını hüznünü
Kendimi özlediğim kadar.

Kavuşmak umuduyla
Bekle geliyorum, aç kollarını
Her zamanki sıcaklığınla dostluğunla sar beni, al içine
Kaybet derinliklerinde
Fatiha dua da istemem
Yeter ki nemli gözlerimi kurula.

Canım İstanbul
Sığınacağım tek liman
Merhametini sevgini benden esirgeme.                

 
Macit Cününoğlu
Macit CÜNÜNOĞLU

Metin Kurt

 
 

Yeşil sahaların efsanevi sol açığı Metin Kurt ölmüş.
Görüşleriyle de siyasetin sol açığında yer alan unutulmaz kişilik.
Kamuoyu Metin’i Galatasaray’la tanıdı.
Oynadığı altı yıl boyunca eşsiz bir futbol sergiledi.

Yalnız sporculuğuyla değil solcu olarak da ünlendi.
O nedenledir ki GS yönetimi tarafından aforoz edilip takımdan uzaklaştırıldı.
Aslında eski köye yeni adet getirmiş, davranışıylarıyla arı kovanına çomak sokmuştu.
Yeşil sahaları “Arena”ya, futbolcuları “Gladyatör”e benzetiyordu.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi haktan, hukuktan, örgütlenmekten, sendikadan söz ediyordu.

Olacak iş mi, hele o devirlerde, 70’lerde!
Ayrıca şimdi bile düşünen sporcuya sıcak bakılmıyor, bir de sınıfsal mücadele…
Üstelik 21.yüzyılda, ileri demokrasi koşullarında!

Sol açık Metin verdiği emek kavgasının yanı sıra yazıyordu da, yazardı.
Dönemin Politika gazetesinin spor sayfasındaki köşesinden güçlü mesajlar veriyordu.
Dürüstlük şiarı yaşam biçimiydi, kendinden sonra gelen kuşaklara rol modeliydi.
Benzemiyordu ağabeylerine, şöhretli kadınların mankenlerin peşinden koşmuyordu.
Gazinoda barda pavyonda hayatını tüketmiyordu.
Yakışıklıydı, ancak film çevirmiyordu!

Evet, Metin Kurt bir efsaneydi.
Duruşu tavrıyla, futbolu, hayatı kavrayışıyla gerçek bir aydındı.
Muhalifti düzene, top peşinde koşan yoksul halk çocuklarını bilinçlendirmek istiyordu.
Sendika kurmaktı derdi, başardı da…
Fakat üye bulması öylesine zordu ki!

Bir tarafta milyonlarca dolar…
Son model arabalar, katlar, yalılar, eskort kızlar…
Sistem Reina’dan, Arena’dan hayâl pompalıyor…
Hâl böyleyken Metin Kurt patentli sendikada ne işi vardı futbolcunun?

Çünkü çağımız kapitalizm.
Tuttuğunu altın düşmanını rezil eder.
Amacı spor değil, pazarlamak, show yapmak, fanatizmi körüklemek.
Şikeler iddialar bahisler üzerinden birilerine köşe döndürmek.

Endüstri 500 milyar dolarlık.
Dile kolay, biraz zorlasa dünya silah ticaretini yakalayacak.
90 milyon avro Messi, 75 milyon Ronaldo, 60 milyon dolar Beckham…
Bakar mısınız paraya?

Çok bekledim olimpiyatlarda…
Bir şampiyon çıksın da; “Nereye gidiyor dünya?” desin.
Küresel ısınma, açlık, sefalet, susuzluk, savaşlar, göçler vs.
Hepsi madalya ısırmakla meşgul!

Metin gibiler çağımıza bir daha gelir mi?
Şan şöhret parayı elinin tersiyle iten, jübile yapmayı reddeden…
Sınıfı için mücadele eden, dönen kirli çarklara yem olmayan…
Sahalardaki terin değerini bilen…
Sömürülmemesi için kavga veren…
İşte böyle bir adam…
Adı: Metin Kurt
Ne dersiniz çıkar mı o’nun gibi emekten yana olan?

Nurlar içinde yat, unutmayacağız, özleyeceğiz seni yalnız insan!


www.gazetemen.com
 

24 Ağustos 2012




Metin Kurt

Futbol emekçisiydi “Sol açık”…
İşini iyi yapan.
Davası insancıldı…
Düşüncesi soldan.

Galatasaraylıydı…
Henüz keşfedilmemişti Pensilvanyalı…
Ahlâklar düzgün, ruhlar amatör, renkler üstün.

Işıktı güneşti Metin…
Duruşu sağlam, idealleri yüce.
İlk kez ofsayta düştü kalbi...

Dayanamadı rezil dünyaya…
Güle güle onurlu İNSAN.

 
 
Macit CÜNÜNOĞLU

   Mars-Merak-Memed!

 
 

Müjdeler olsun; Merak yürüdü.

*“Ayrıca Curiosity (Merak) isimli uzay aracının başarılı bir biçimde Mars’a
indirilmesinin üzerinden henüz iki hafta geçmişken, NASA ikinci projeye yeşil ışık yaktı.
Jet Tahriki Laboratuarı’nda çalışan mühendis ve bilim insanlarının InSight adını
verdikleri bu projeyle, Mars’ın alt katmanlarının incelenmesi hedefleniyor.

Sismik tetkikler kullanılan iç keşif anlamına gelen ‘Interior Exploration using Seismic Investigations’ın
kısaltması olan InSight sayesinde Mars, Dünya ve diğer gezegenlerin,Güneş Sistemi’nin
ilk günlerinde nasıl meydana geldiğinin anlaşılması amaçlanıyor.

Proje için yollanacak keşif aracının 2016’da fırlatılması ve Mars’a bundan
altı ay sonra varması plânlanıyor
.
Kızıl Gezegen
’de 720 gün araştırma yapması öngörülen araç,
tıpkı bir doktorun hastasını muayene ettiği gibi, gezegenin nabzını sayacak,
reflekslerini kontrol edecek ve ateşini ölçecek, sismik aktiviteleri not edecek
.”

Lâf lâfı, konu konuyu açıyor…
Bugün okudum basından; kanser ilaçları ülkemizde karaborsaya düşmüş.
Sağlık olsun, bombayla mayınla kestirmeden insan öldürüldüğü topraklarda
ne önemi var hastalığın kanserin.

Yine de türümüzün keşif duygusu hoşuma gidiyor…
Düşünsenize, dördüncü gezegende, en yakın komşudayız.
Merak bugün Mars’ta yürüdü; iki adım ileri bir adım geri, meraklı gözlerle.
Müthiş adrenalin, yerimizde duramıyoruz heyecandan!

Aslında astronomiye merakım okul yıllarından başladı…
İyi saatte olsunlar fizik hocamız vardı; Öküz Halil.
Faşistin allahı, ideolojisi uğruna genç bedenleri dövmekten zevk alırdı.
Ders mi yapıyor Nazizm propagandası mı, belli değil…
Sepetli motosikleti Almanlarınkine benzerdi...
Yaptığı zülüm dillere destan olmuş ülke çapına yayılmıştı.
Öldüyse nurlar içinde yatmasın, yüce mevlâya iadeli taahütlü havale.

Her neyse, uzay bilimi derin mevzuu.
Heronumuz Predatörümüz var, sınır boylarımız dâhil dört bir yanı gözleriz…
Lâkin yakalayamayız kalleş düşmanı.
Üstelik kadim dostumuzdur Amerika, dünya efendisi…
İçerde; no-problem…
Hükümet-Ordu-Mit el ele…
Yıllardır özlenen tablo!

RTE’ye göre; ülkenin hakimi millî irade…
Kürtlerin en az yarısı AKP…
KCK derdest edilmiş, Ergenekoncular havlu atmış…
Güllük gülistanlık aziz vatan!
Gene şikâyet eder durur recepsever medya!

Sizi bilmem ama anlamakta zorluk çekiyorum…
Madem ileri demokraside yaşıyoruz, ulusal gelirimiz 10 bin doların üstü…
Suriye derseniz 82’inci il, düştü düşecek…
Barzani valimiz, atamışız Kuzey Irak’a…
Her ne kadar vize vermediyse Devlet’e (Bahçeli)…
Açık etmeyelim, sarayın bilgisi dâhilinde…
Ayrıca ne işi var namazda?
Cami mi tükendi memlekette?
Yok öyle ucuz showlar…
Yaparsa hünkârımız yapar!

Ancak sıkıldım bıktım, gördüklerimden yaşadıklarımdan duyduklarımdan…
Hele ölümler yok mu, dayanılır gibi değil.
Pusuya tuzağa mayına dayalı hainlikler…
Lânet olsun insan bedeni kan üzerinden hesap yapanlara.

Son söz: Kötü yönetiliyoruz kötü, hiç olmadığı kadar…
Mars’ta geziniyor dostumuz, Arap çöllerine sürükleniyor ülkemiz…
Nasıl olsa Mehmetçik/Memed bol…
Bedelli askerlikten mahrum yoksullar ordusu...
Lânet olsun böyle nizâma böyle anlayışa böyle iktidara!

*Hürriyet-Planet

www.gazetemen.com
 

23 Ağustos 2012

Hüzünlü ziyaret!

Macit CÜNÜNOĞLU




Uzun zamandır Karacaahmet mezarlığına uğramamıştım…
Anacığım orda yatar…
Geride bıraktığımız bayramın birinci günü…
İki lak lak ederiz, hâl hatır sorarız düşüncesiyle kalktım gittim.

O ne?
Gördüğüm manzara karşısında şaşkınlığa düştüm!
Çünkü kalabalıktan mezarlığa girmek mümkün değil.
Ayrıca kırk yıldır İstanbul’da yaşarım böylesine ilk kez şahit oluyorum.

Yanaştım görevliye, usulca sordum;
Hayırdır, ünlü birinin cenaze töreni mi var?
Olur ya, padişahımızın anacığının gömü işleminde başta Kadıköy, İstanbul trafiği felç olmuştu!
Yok” dedi, “Uzun zamandır böyle”…
Nasıl yani?
Türbeler çoğaldı, doğal olarak ziyaretçilerde.

O an çaktım vaziyeti, derin düşüncelere dalıp kalabalığa karıştım.
Evet, son on yıldır tarikatların cemaatlerin altın çağı…
Süleymancısından Nurcusuna, Fethullahçısından Nakşisine.
Cüppeli’yi saymıyorum, o başlı başına bir fenomen, şirinlik abidesi!
Ayrıca dindarlığa meyledecek olsam kesin Cüppeli’nin müridi olurum ki…
Adama karşı özel bir sempatim var, bilhassa hapse düştükten sonra sevgim iki kat arttı!

Neyse, Allah razı olsun Flash Tv’den…
Yaptıkları yayınlarla Ramazan boyunca Hoca’nın eksikliğini hissettirmediler.
Naçiz bedeni Metris’te, iki dünyaya ait eşsiz görüşleri bizimleydi!

Ne diyorduk?
Karacaahmet’te gördüğüm mahşeri kalabalık…
Efendim derya deniz İstanbul’da gömülecek toprak kalmadı.
En popüleri Eyüp, Zincirlikuyu, Edirnekapı, Topkapı…
Bu yakada Karacaahmet.
Zaten çoğuna transfer yok, kapalı gişe!

Rahmetli Özal’ın anası türden olanlar için fark etmez…
Osmanlı camilerinin bahçeleri emre amade!
Dolayısıyla tarikat, cemaat şeyhlerinin itibar ettikleri mekândır Karacaahmet.
Eh, parada bol, deve yüküyle…
Anında yapılır bir türbe…
Gelsin müritler turlar, cennetin pasaportu dağıtılır kabirlerde!

Lâfı uzatmayayım, geldim anamın mezarına…
Adettendir, kaydettiğim Yasin-î şerif’i naklettim ‘Ay-Fon’dan…
Bir iki muhabbet, torundan haberler derken…
Anacığıma komşu gelmiş memleketten…
Kim mi?

Aceleye etmeyin, söyleyeceğim…
Öncelikle mezarın mimarisini anlatayım…
Farklı, bu yaşıma kadar gördüğüm tüm mezarlardan farklı…
Ki bu tespitime Hırant’ınki’de dahil.
Belki birazcık Nazım esintisi…
Her ne kadar görmemiş olsam da fotoğraflardan biliriz şairimizin mezarını.
Yalnız ustalıkla yapılmış belli.
Tam annemin yanı başı…
Hemşerim, arkadaşım, okuldaşım, yoldaşım…
Adı: Şeref AYDIN, nam-ı diğer emekçi dostu “Şeref Hoca”…

Epeydir görmemiştim…
Uzun yıllar mahpus yattığını biliyordum, rahatsızlığını, yurtdışına çıkışını…
Dönüşte uğramıştı yanıma, ayaküstü sohbet etmiştik…
Vakti yoktu, amansız hastalığın çaresizliği omuzlarına çökmüştü.

2006’da öldüğünü dostlardan işittim…
Radikal solcu gazeteler yazmış, çok sonraları internetçi olunca detayları gördüm.
Fakat Karacaahmet sonsuzluğuna taşındığını bayramın birinci günü öğrendim…
Onun da mezarının başına geçtim…
Eski alışkanlığımızdır, yumruk havada bir dakika saygı duruşunda bulundum…
Peşinden hafızamda yer etmiş Nazım şiirleri okudum…

Tam ayrılırken de nasihat ettim yoldaşıma;
“Canım Hocam”, “Bırak artık örgütlenme işlerini, burda bari rahat et”
“Görmüyor musun uğruna mücadele ettiklerini?”
“Kamyonla-Traktörle oy taşıyorlar iktidara”
“Ah ahhh Şerefim, görmüyor musun Karacaahmet’i, sınıfımızla dolu”
“Takılmışlar hacı hoca peşine, türbelerden mucize bekliyorlar”...
“O nedenle yalvarırım, yat yattığın yerde”
“Anam iyi tarihçidir”
“Boş verin geleceği, bol bol kaynatın geçmişten, memleketten!”.
Daha sık uğrayacağıma söz verdim.
Ne zaman iktidar düşerse (mümkün değil ama), müjdelerle gideceğim o zaman
Son olarak; “Sevgiyle Anacığım, değerli Şeref Hocam… Sağlıcakla kalın” dedim…
Ve hüzünle kalabalığa karıştım.

www.gazetemen.com

21 Ağustos 2012

Ağustos sıcağında...

.

1939 Ağustos’undan durduk yere söz etmek ne kadar anlamlı?
Ancak fi tarihinden Sümerlerden bahsetmiyoruz, şunun şurasında 73 yıllık hikâye!
Aşağılık Hitler’in iktidarı sağlamlaşmış…
Leblebi çekirdek niyetine Avusturya, Çekoslovakya’yı yutmuş…
Gözünü dikmiş Polonya’ya!

Lâkin bahane lâzım, niyet kötü…
Aynen kurtla kuzu misâli.
Açıyor tezgâhı, proje Himmler’in…
Sınır boyu; Naziler Polonyalı asker kılığında…
SS soyundan, basıyorlar ülkesinin gümrük binasını peşinden radyo istasyonunu…
Dokuz ölü, figüranlar toplama kampından, zehirlenmiş Yahudiler!

Almanlar katledildi” yalanıyla rezilce cesetler sergileniyor Dünya’da…
Coşuyor Hitler, aşağılanıyor günâhsız komşu.
Şartlar olgunlaşmış…
Çalınıyor savaş tamtamları.
Ordular ilk hedefiniz Polonya…
Tarih:1 Eylül 1939
Başlıyor insanlığın gördüğü en kanlı savaş.
Ve geride kalan: 50 milyon ölü, milyonlarca sakat!

O nedenledir ki 365 gün içerisinde “1 Mayıs” ile “1 Eylül”ü çok severim…
İkisi de bayramdır, birincisi emeğin ikincisi barışın.
Emekle barış ne çok yakışır…
Havadır, sudur, ekmektir, insanlıktır, onurdur.

Antep’i düşünüyorum şimdi…
Yanarak, parçalanarak toprağa düşen dokuz can…
Uluslararası kanlı senaryoların bir parçası mı?
Cami duvarına işemeyeceğine göre Esad…
Meselâ “özgürlük” müptelâsı gûruhların marifeti mi?
Neden olmasın, ortam müsait, “hava kurşun gibi ağır…”
Mezarlıklar doymuyor taze bedenlere!

Ayrıca kan üzerinden beslenen o kadar çok sırtlan var ki…
Türkiye-Suriye sınırında bombalar patlarsa kalleşce…
Sloganlarımız hazır; “En büyük Türkiye, yaşasın Padişah”…
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, “Feda olsun üç-beş Memed”.
İddia ediyorum, kötü yönetiliyor Türkiye…
Hem de kısa tarihimizin göremeyeceği kadar.
Öyle bir coğrafyadayız ki, düştük belâya, dalaşmadığımız komşu kalmadı.
Körebe oynuyoruz gözümüz bağlı…
Sağımız solumuz düşman, dokunduğumuz Esad, yıkılsın karşımızdan!


Sizi bilmem ama benim tahammülüm kalmadı…
Rahmetli Menderes bile bunlar kadar Amerikalı olmadı…
Zaten o yüzden ipi boyladı…
Kurtuluşu aramıştı son zaman…
Yollara düşüp soluğu almıştı Moskova’da…
Noktayı koydu 27 Mayıs, ölüm fermanın altında Beyaz Saray’ın imzası vardı!

Evet, karanlık bir iklim…
Başta Hitler’i, alçakça oyunlarını yazdım…
21. Yüzyıldayız…
“Tarihin tekerrürü” aptallar…
Dünü sorgulamayan anlamayanlar için.
Yitirdiğimiz dokuz can’dan ders almıyorsak…
Daha çok gider; 9 değil 99, dokuz yüz doksan dokuz can…
Ankara efendilerine saygısızca arz olunur!
Bitsin bu travmalar, barış gelsin topraklarımıza” dersek…
Sesimizi duyan var mıdır?


Macit CÜNÜNOĞLU

Macit CÜNÜNOĞLU

  Acıyla yoğrulan bayramlar!


Bayramın ruhu ülke gündemini değiştirmeye yetmiyor…
Ne siyasetin çenesi duruyor ne terör…
Her şey bildiğimiz gibi, son gaz devam.
Bazı alışkanlıklar öylesine yerleşmiş ki, üç günlük tatil bile derman olmuyor!


O nedenledir ki Antep katliamının izahı zor…
Şemdinli Dağlıca Çukurca Şırnak’ın da…
Otomatiğe bağlanmış ölüm haberleri…
Sayılar azsa hüzünlü sevinç, çoksa katmerli keder…
Fakat değişmeyen netice, periyotları belirlenmiş yıkımlar giden canlar.

Ülkenin orta yerinde alev topu, çığ gibi büyüyen…
Yetmiş bine dayanmış Suriye’den gelen…
Kritik eşik 100 bin(miş), öyle diyor İsmet Berkan…
Olgunlaşma sınırı, Esad’ın ölüm fermanı!

PKK iştahlı, dişe diş göze göz…
Vurursan vururum prensibinden hareketle barış o kadar uzak ki!
Evet, nereye gidiyor ülke?

Bazılarına göre her şey yolunda, doğru belirlendi rota…
ABD’nin çıkarları doğrultusunda bas gaza…
Ne dersiniz?
İzlenen stratejiler bu kadar basit mi?

Sınırlarımızda on binlerce insana kucak açmak…
Kaosun ateşinde debelenen Ortadoğu’ya balıklama atlamak…
Daha da önemlisi taraf olmak; Hizbullah’ın, İhvan’ın, Hamas’ın saflarında…
Karanlık ve kanlı geleceğin habercisi değil mi?

Tesadüf mü Antep?
Asker sivil çoluk çocuk fark etmez…
Çok bilinen gerçektir; “Kurşun adres sormaz”…
Çünkü mayının, bombanın mayasıdır kalleşlik!

Ağlaşalım bayramın son günü, lânetliyelim terörü…
Sekiz canı uğurlayalım gözyaşları içinde…
Kan ağlıyor komşumuz, yetmiş bin misafir…
Ordular kuralım, adı: “Özgürlük”…
Ya ülkemiz?


Alev topu duruyor orta yerinde, çığ gibi büyüyen…
Tırmanıyor milliyetçilik ırkçılık dincilik cemaatçilik…
Uygarlığın beşiği, güneşin doğduğu topraklarda kara bulutlar dolaşıyor…
Ne iktidar farkında ne muhalefet!

Kahrolası oy uğruna satılığa çıkmış memleket…
Haydarpaşa’sıyla, Galata’sıyla, Boğaz’ıyla…
22 kilometrelik metro pazarlanıyor devrim diye…
Sanırsınız asrın icadı, insanlığın kurtuluş formülü…
Utanmasalar Nobel’e aday gösterilecek!


Yapın hesabınızı bakalım…
Yerel seçimler önümüzdeki yıl…
Kapanın elinde kalacak belediyeler…
O’ndan sonra başkanlık seçimi…
Padişahın taht'a çıkma merasimi…
En son genel seçimler, ileri demokrasinin zaferi!

Ancak kan akıyor kan…
Daha çok akacak, durmayacak…
Ne kadar teşne olursanız boyunuzdan büyük işlere…
Elbet birileri çıkıp hesap soracak…

Yalnızzz…
Faturayı ödeyen yoksul halkımız olacak ki…
Dün de böyleydi bugün de….
Yarın daha beteri.
Acı ama tecrübeyle sabittir; böbürlenen padişahların sonu hüzünlüdür…
Tarih Baba’nın kitapları yazıyor…
Er geç “Barış”, “İnsanlık onuru” kazanacak.
Çağdışı krallar karanlıklarda kaybolacak!


www.gazetemen.com

20 Ağustos 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

    Dinozorları seviyorum!


Minâ Urgan’ı bilmeyenimiz var mı?
2000’de yitirdiğimiz profesörümüz 85 yaşındaydı.
Dünya çapında İngiliz Edebiyatı Shakespeare uzmanı.
Ancak toplumumuz “Bir Dinozor’un Anıları” kitabıyla tanıdı…
Peşinden “Bir Dinozor’un Gezileri” geldi…
Her iki kitap da satış rekorları kırıp aylarca listelerde kaldı…
Hatta bu duruma Urgan;

"Kitaplarımın nasıl bu kadar sattığını anlamadım, hâlâ da anlamıyorum.
Nasıl satar benim kitabım. O kadar aykırıyım ki bu topluma...
Çok satıyorum, çok mu bayağı yazıyorum...
Acaba yanlış bir şey mi yaptım?"
diyerek şaşkınlığını ifade etmekten geri durmadı.


Peki, ya Dinozorlar?
157 milyon yıl yeryüzünün egemeni…
65 milyon yıl önce nesli tükenen varlıklar!

Merak eder dururum…
Minâ Urgan’ın kitaplarından sonra “Dinozor” sözcüğü nasıl popüler oldu?
Yaşlılık betimlemesi mi yoksa duayenlik mi?
Ayrıca anlayamadığım…
Dinozorluk” övgü mü küçümseme mi?

Öyle ya, hayatımızda kıdemden söz etmek gerekirse o kadar çok dinozor var ki…
Örneğin Hıfzı Topuz, ondan yaşlısı Aydın Boysan, Muazzez İlmiye, Halil İnalcık…
Ve yüzlercesi!
Yaşayan darbecileri saymıyorum… Evren’le Şahinkaya’nın Allah belâsını versin.

Asıl üzerinde durmak istediğim siyasiler, yaşayan şahsiyetler.
Örneğin Rahşan Ecevit, Öymen, Ekşi, Topuz, Sav, Baykal (kıyamadım), Keskin ve ben(!)…
Tahmin edersiniz, ismini sıralayamadığım daha niceler…
Bu kişiler dinozor mu duayen mi?

Bir de genç yaşta ölüp efsaneleşenler var ki…
O da ayrı bir durum değerlendirmesi!
Bizden Menderesler, Aydemir, Gürcan, Denizler…
Uluslararası Che, J.F.Kennedy, M.L.King, O.Palme ve diğerleri.

Toplumumuz yaşlıları geleneği sever…
Özellikle bayramlarda büyüklerin elini öpmeyi…
Bilhassa hayır dualarını almaktır emelleri…
Yalnız ne hikmetse; sıkılırlar…
Belki metal yorgunluğu…
Tuhaf bir duygu, mirâslarının hayranı bedenlerinin göç etmesini beklerler!

Yine de sevdamızdır Bernard Shaw…
98 yaşında öldü adam, internetin İrlandalısı…
O’dur sanal âlemde en çok dolaşan…
Kimse yaşına bakmaz, takmışızdır kıdemlilere...
Hâlbuki zengin tecrübelerinden faydalanmak lâzım!

Dinozorlar milyonlarca yıl önce tükendi...
Atalarımız analarımız babalarımız eşimiz dostumuz yoldaşımız ölmedi mi?
Kıymetini bilelim kalanların…
Bayramlarda ellerini öpmesek de…
N’olur çöpe atmayalım.

Yaşarken değer verelim…
Sevsek sevmesek…
Görüşlerine katılsak katılmasak da…
Saygı da kusur etmeyelim.

Ne de olsa Bit Pazarı değil siyasî arena…
Dünün, geçmişin kıymetini bilmezsek…
Çöreklenir bugünkü gibi karanlıklar!

Not: Öyle bir özlüyorum ki Minâ Urgan’ı…
Gençler ölürken yaşamaktan utanan kadını…
Irgat’ın âşık olduğu yüce değer…
Saygıyla sevgiyle.

İkinci Not: Frank Sinatra’nın ölümsüz şarkısı “My way”…
Hepimizin ortak paydası; dinozorların, duayenlerin, gençlerin…
Ne güzel…
Öyleyse yaşasın dün, bugün, yarınlar!

www.gazetemen.com

19 Ağustos 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

Her şeye rağmen...


Yavan bir çağda yaşıyoruz, tatsız tuzsuz zevksiz.
Ne sanat sanata benziyor ne eğlence eğlenceye.
Siyah&Beyaz yılları özler olduk, zorlasanız da renklenmiyor hayat.

Yalnızız, huzursuz tedirgin ve mutsuz.
Renkli televizyonlar, onlarca program, diziler…
Ne yaparsanız yapın içimiz kan ağlıyor, yüzümüz gülse de.

Alışkanlığımızdan olacak, başımıza taş düşse iktidardan bileceğiz ama
bu kez derdimiz RTE değil…
Amacımız yaşadığımız çağı sorgulamak.
Nasıl oluyor da bu kadar yalnız olabiliyoruz?
Sevgisiz aşksız heyecansız şiirsiz duyarsız bir hayat!

Hâlbuki geçmişte ne kadar kalabalıktık…
İnançlarımız davamız mangal gibi yüreğimiz vardı.
Her şeyden önemlisi güçlüydük, omurgalı hayâllerimizin yılmaz takipçisiydik.
Oturduk mu dostlar sofrasına yalnız ülkeyi değil evreni meze yapardık!

Ya şimdi?
Kol kanat kırılmış, süt dökmüş kedi misâli korkak ve sessiz…
Şarkılar susmuş, ezberimizdeki dörtlükler o kadar uzak ki…
Bir çırpıda söylediğimiz Necip Fazıl;
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.”


Merak ediyorum, kimdi beklenen…
Yoksa özlemini çektiğimiz Atilla İlhan’ın kadınları mıydı?
“…hiç yaşamayan, hiç olmayan”

Ne kadar hazin…
Güneşin en güzeli gölgelerin en koyusu suların en çağlayanı bizde…
Öylesine güzel ki vatan; sevda taşıyor bulutlar rüzgârlar.
Bugün bayram…
Çarpmıyor yüreğimiz sevinçle, gönüller dingin.

Parçalanmış bir ruh hâli, didişmekten kavgadan yorgun düşen bedenler…
Tükenmiş takat, bayram sabahı aralanıyor pencere…
Heyhat, en küçük hayat belirtisi yok!

26 Ağustos 1950’de intihar eden İtalyan yazar Cesare Pavese geliyor aklıma…
“Artık sabahı da kaplıyor acı.” diye not düştükten sonra günlüğüne yazıyor:


" …48-49′daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı:
Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Ş
imdi, kendime göre, girdabın içine girdim: Güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum, beni ezen siyasal sorumluluğu yüklenemiyorum. Bunun tek çözümü var: İntihar."

Ne derin bir hesaplaşma…
“Sokaktaki insanların bu kaynaşmadan habersizce omzuna çarpıp geçmelerine
neden şaşıyorsun… Sen kendin, yanından geçen nice insanın acılarının, içlerini
kemiren kurdun ne olduğunu bilmez ve buna aldırmazken…”

“Yazıyorum… Ey, sen… Acı! Peki sonra?.. Bütün gerekli olan biraz cesaret…
İntihar düşüncesi alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil, eylem…
Artık yazmayacağım.”
(18 Ağustos 1950)
Gariptir, bu tarih doğum günüm!

Her şeye rağmen hayat güzel, bayramlar da…
Neşeniz sevginiz bol olsun…
Kararmasın yürekler akmasın gözyaşı…
Barışı selâmlasın insanlık, açlığın yoksulluğun son bulacağı…
Savaşsız sömürüsüz dünyada!


www.gazetemen.com

18 Ağustos 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

   Hüzünlü sevinçler!


2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nın törenleri görkemliydi.
Sanırım hafızalardan uzun yıllar silinmeyecek.
İngilizler Shakespeare’den Baharat Kızlar’a kadar kimseyi unutmamış…
Ortaçağdan girip 21.yüzyıldan çıkmışlar.

Helâl olsun…
Yalnız akıllarına Magna Carta’yla (1215) Thomas More gelmemiş...
Birincisi: “Büyük Ferman”, ikincisi “Ütopya”nın yazarı…
Krala baş kaldırdığı için 6 Temmuz 1535’de idam edilen.

Neyse, geldi geçti…
Sıra da Rio 2016
Hasretle bekliyoruz sambacıları, inşallah gözümüz gönlümüz açılır!

Biliyorsunuz 2020 Olimpiyat Oyunları’na adayız…
Metromuz açıldı Kadıköy’den Kartal’a…
Ayrıca dünyanın ikinci metrosu bizde.
Tarihi 1875 uzunluğu 573 metre.

1863’de açılmış Londra Metrosu, 450 kilometre…
1900’de Paris 214, 1904’de New York 1.355…
Moskova 1931, o da 300 km.

Varsın olsun, kıskanın gözü kör olsun…
Yine de dünyanın ikinci metrosu bizde, uzunluğu 573 metre!
Yap-İşlet-Ye metoduyla yapılmış…
Sponsoru Fransızlarmış!

Alışkanlığımızdır…
El burnuyla gerdeğe girmek!
Dolmabahçe Sarayı…
İngilizlerden alınan 300 bin altın borcu…
Bilmeyen var mı?

Tarih tekerrürden ibaret…
Ne varsa satıyor sultanımız.
Duble yol, metro yapıyor…
Yoktur üstümüze göz boyamak!

Hayâl bu ya…
Olimpiyat Stadı’ndayız…
Yıl: 2020
Yer: İstanbul
Milyonlarca akıyor insan…
Metrolar, Marmaray, otobüsler, minübüsler, taksiler vızır vızır çalışıyor…

Ve büyük show…
İnsanlık âlemini selâmlıyor XXXVII. Sultanımız…
Hezarfen Ahmet Çelebi uçuyor…
Fon da Nazım…
Gülümsüyor Aziz…
Uzaklardan el sallıyor Abidin…

Tam o sırada…
Huysuzun biri sesleniyor; “borcumuz ne kadar usta?”…
Sinirleniyor hünkârımız…
Tiz kellesini vurun

İşte metromuzun hikâyesi…
Uzunluğu 22 kilometre...
Kıssadan hisse…
Ne demiş değerli Sabahattin Âli:
Görecek günler var daha/aldırma gönül aldırma”…
İyi bayramlar can dostlar…
Sevgilerimle, saygılarımla.

www.gazetemen.com