bir şair vardı, öğretmen

19 Ağustos 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

Her şeye rağmen...


Yavan bir çağda yaşıyoruz, tatsız tuzsuz zevksiz.
Ne sanat sanata benziyor ne eğlence eğlenceye.
Siyah&Beyaz yılları özler olduk, zorlasanız da renklenmiyor hayat.

Yalnızız, huzursuz tedirgin ve mutsuz.
Renkli televizyonlar, onlarca program, diziler…
Ne yaparsanız yapın içimiz kan ağlıyor, yüzümüz gülse de.

Alışkanlığımızdan olacak, başımıza taş düşse iktidardan bileceğiz ama
bu kez derdimiz RTE değil…
Amacımız yaşadığımız çağı sorgulamak.
Nasıl oluyor da bu kadar yalnız olabiliyoruz?
Sevgisiz aşksız heyecansız şiirsiz duyarsız bir hayat!

Hâlbuki geçmişte ne kadar kalabalıktık…
İnançlarımız davamız mangal gibi yüreğimiz vardı.
Her şeyden önemlisi güçlüydük, omurgalı hayâllerimizin yılmaz takipçisiydik.
Oturduk mu dostlar sofrasına yalnız ülkeyi değil evreni meze yapardık!

Ya şimdi?
Kol kanat kırılmış, süt dökmüş kedi misâli korkak ve sessiz…
Şarkılar susmuş, ezberimizdeki dörtlükler o kadar uzak ki…
Bir çırpıda söylediğimiz Necip Fazıl;
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.”


Merak ediyorum, kimdi beklenen…
Yoksa özlemini çektiğimiz Atilla İlhan’ın kadınları mıydı?
“…hiç yaşamayan, hiç olmayan”

Ne kadar hazin…
Güneşin en güzeli gölgelerin en koyusu suların en çağlayanı bizde…
Öylesine güzel ki vatan; sevda taşıyor bulutlar rüzgârlar.
Bugün bayram…
Çarpmıyor yüreğimiz sevinçle, gönüller dingin.

Parçalanmış bir ruh hâli, didişmekten kavgadan yorgun düşen bedenler…
Tükenmiş takat, bayram sabahı aralanıyor pencere…
Heyhat, en küçük hayat belirtisi yok!

26 Ağustos 1950’de intihar eden İtalyan yazar Cesare Pavese geliyor aklıma…
“Artık sabahı da kaplıyor acı.” diye not düştükten sonra günlüğüne yazıyor:


" …48-49′daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı:
Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Ş
imdi, kendime göre, girdabın içine girdim: Güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum, beni ezen siyasal sorumluluğu yüklenemiyorum. Bunun tek çözümü var: İntihar."

Ne derin bir hesaplaşma…
“Sokaktaki insanların bu kaynaşmadan habersizce omzuna çarpıp geçmelerine
neden şaşıyorsun… Sen kendin, yanından geçen nice insanın acılarının, içlerini
kemiren kurdun ne olduğunu bilmez ve buna aldırmazken…”

“Yazıyorum… Ey, sen… Acı! Peki sonra?.. Bütün gerekli olan biraz cesaret…
İntihar düşüncesi alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil, eylem…
Artık yazmayacağım.”
(18 Ağustos 1950)
Gariptir, bu tarih doğum günüm!

Her şeye rağmen hayat güzel, bayramlar da…
Neşeniz sevginiz bol olsun…
Kararmasın yürekler akmasın gözyaşı…
Barışı selâmlasın insanlık, açlığın yoksulluğun son bulacağı…
Savaşsız sömürüsüz dünyada!


www.gazetemen.com

Hiç yorum yok: