bir şair vardı, öğretmen

24 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

        Haydi hayırlısı...

 
 
Çetin Altan ustamız yıllardır yazar durur;
“Köylerimizde kuaför olmadığı sürece bu toplum çağ atlayamaz”…
Ve ilâve eder; “Ne hoştur kadınlı erkekli masalarda şarap kadehlerini tokuşturmak!”
Ne dersiniz, ûstâdın özlemleri ham hayâl mi?

Belki on yıl öncesine kadar değildi, fakat şimdi; heyhat mı heyhat!
“Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini…”
Ahmet de sağlam yazar, bilhassa kadın konusunda uzman!
Çetin Usta’nın mahdumundan söz ediyorum…
Tehlikeli Masallar” adlı denemelerinde kırmızı çizgileri zorlar…
Hele bir rüya sahnesi var ki; aman da aman…
Yazsam, ayaklarıma beton döküp denize atarlar…
Ki balıklara yem olayım, yatacak yerim olmasın, iki metre toprağı çok görürler!

Böyledir liberal demokratların hâlleri…
Boş yere söylememiş Demirel; “Dün dündür…”
Önce Özal’ı desteklediler…
Yakın zamana kadar Erdoğan’ı…
Nasıldır, nedendir bilinmez…
İlâhi bir kudret, Altanları muhalefete çektiler!

Ve şimdi hep beraber haykırıyorlar; “önce demokrasi, hükümet devrilecek illâki!
Allaallah, Altanların hangi sözüne inanalım?
Balyozculara bile insanî yazılar döktürmüşler;
Biliriz mahpusluk ne demek!
Valla kafam karıştı, bu zat-ı muhteremleri okumak akıllara zarar mı?

Lâkin “üç çarpı dörtten”ten sonra bu memlekette özgürlük beklemek…
Hele hele de demokrasiden söz etmek…
Sizi bilmem ama yalakalığın sınırlarında dolaşmak demek!
Çünkü laiklik golü yedi, ofsayttan değil, direkt cepheden…
İtiraz merci-î de kalmadı, badem bıyıklılar her yerde…
Hoşgeldin muhafazakârlık, yarınlarımız dindarlık!

Peki, nereye uzanıyoruz?
İşte bütün mesele; “Olmak ya da olmamak”…
Gene de gidenden değil, kalan yüzde 50’den umutluyum…
Toplumun yarısı olmak az şey mi?
Demokrasi-laiklik destekli cumhuriyete yürekten inanırsak…
Duramaz önümüzde dinsel aromalı vurguncu düzen…
Emin olun, yıkılır gider…
Altanların desteğine ihtiyaç duymadan!

Son söz;
Balyozcuların içinde onlarca masum askerin olabileceğini tahmin edebiliyorum...
Ancak tepedekiler için derin üzüntülere gark olmadığımı ifade etmek isterim.
Asla rövanşist duygular içinde de değilim.
Az çektirmediler solculara, mıntıka temizliği yapar gibi çıktılar düşünce avına…
70’ler de, 80’ler de…
İktidarı ele geçirseler, bugün de!

Alerjileri var emeğe, onurlu insana, üretene yaratana…
Bir bellemişler M.Kemal
Bilseler ki eşsiz ÖNDER; sanatsever, mizahtan anlar, rakı içer…
Sapına kadar devrimci…
Altı yüz yirmi iki yıllık saltanata son vermiş…
Kurduğu cumhuriyetin temelinde insanlık çağdaşlık yatar.

Fakat çok geç…
Ortalıkta ne sendika kaldı ne sınıf bilinci…
Yarınlar karanlık mı karanlık.
Savaştan, inançtan besleniyor iktidar…
Barış, aydınlık öylesine uzak ki…
“Haydi hayırlısı” demekten başka bir şey gelmiyor elden!


www.gazetemen.com
 

23 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

    Balyozlu Adalet!

 
 
Balyoz deyince aklıma 12 Mart darbesi geliyor…
Mahir Çayan ve arkadaşları İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’u kaçırmış…
İktidarda Nihat Erim hükümeti…
Başta İstanbul Ankara İzmir, altı ilde sıkıyönetim…
TİP ile DİSK kapatılmış…
Solcu peşindeler; âdeta sürek avı!
Adı: Balyoz Harekâtı… Yıl: 1971

Bakalım komşuya, aynı yıllarda Yunanistan…
Albaylar Cuntası karabasanı!
Darbe yapıyor faşistler, yedi yıl iktidarda…
1967’den 1974’e…
Finalin hazırlayıcısı Kıbrıs hayâli, enosis...
Ve o gün bugün, demokrasi rüzgârları esiyor komşuda!

Nasıl mı?
Demirel’le Ecevit…
Pardon pardon…
Karmanlis’le Papandreu…
Evlâtlar değil, babalar.
Merkez sağ ile solun lideri.
Hesaplaştılar cuntayla…
Hem de sonuna kadar, içeriye tıktılar faşistleri
Ölünceye kadar!

Ya biz?
Darbe geleneği başladı bin dokuz yüz altmışta...
Alışmış kudurmuştan beter...
Peşinden 1971, azılısı 1980…
Buçuklusu 28 Şubat…
Hoşgeldin AKP!

Her işin başı demokrasi…
Çok yakışır liberalle sosyal demokrata.
Lâkin bizimkiler statükocu, devletçilik favori…
Militarizme yanaşma, koltuk sevdalısı…
Üstelik halk düşmanı…
Kolayca kıydılar ülkemizin yarınlarına!

Gelelim bugünkü balyoza…
Paşalar senaryosu…
Bir bavul belge…
Adaletin pençesinde!
Çetin, Örnek, Fırtına…
Çıkan karar ağır mı ağır.

Yıllar önce…
Sallandı Menderes, Polatkan, Zorlu…
Çarmıha gerildi Deniz, Yusuf, Hüseyin…
Ah hukuk…
Sen nelere kâdirsin....
Bizim topraklara hiç uğramaz mısın?


www.gazetemen.com
 

21 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

    İstanbul'da Sonbahar!

 
 
Karayelle deniz nihâyet buluştu, dalgaların köpürmesi yakındır.
Güneş kabuğuna çekildi, yakıcı sıcaklardan sonra hoşgeldin sonbahar.
İstanbul’da hazan mevsimi ayrı bir güzel, gri havalar yalnız hüzünlerin
tetikleyicisi değil, derin duygulara yolcuğun da habercisi.

Düşünürler; “kavrama ve algılama” yeteneğini, insanın
doğuştan kazandığı temel özelliklerinden sayarlar.
Hayatı boyunca gerçeklerle yaşayan insan, hafıza dediğimiz kayıtçısı
sayesinde geçmişle bağı kopmadan yolculuğuna devam eder.

Lâkin gerçeğin iki yüzü vardır; güzel ve çirkin.
Ancak insan genellikle güzeli hatırlamakta ustadır, çirkinlik ise
unutkanlığın kurbanı olarak sinsice varlığını sürdürür…
Aynen Çamlıca gibi!

Okurlarımız bilirler, gezmeyi seven biriyim, bilhassa yürümeyi.
Son kurbanın son nefesini vermeden önce nabzını tutayım istedim…
Ve bu niyetle tırmandım Çamlıca’ya
Yahya Kemâl ûstâdımızın şiirler yazdığı…
Veli’nin oğlu Orhan’ın gözlerini kapayarak dinlediği “Aziz İstanbul” tepesine!

Bir de ne göreyim -ki onlarca gezmişliğim var- bir dönemin ayak izleri…
İmza Bedrettin Dalan, hani şu Ergenekon uçağıyla buharlaşan…
Devasa bir otel kalıntısı, ilk kat tamamlanmış, demir filizler gökyüzüne uzanıyor…
Korozyon var ama umut dünyası…
Elbet bir gün esaretten kurtulup görkemli kimliğine kavuşacak!

Aslında ne de yakışır Çamlıca’ya; bir tarafta cami, eteğinde otel…
Biri ibadetin diğeri turizmin hizmetinde!
Peşinden TOKİ, kes çamları, al sana rezidans soslu çılgın proje!

Evet, talan var talan…
Dalan’la başlayıp süren, parça parça yok edilen vatan!
Bin kocadan kalan dul kadının hazin maceraları…
Son kiracısının ellerinde perperişan…
Ne halk farkında, ne siyaset!

Gözü açık gitti arkadaşım Çelik Gülersoy
Hep söylerdi; “umudumu yitirdim, bu topraklar bu zihniyete lüks!”…
Ne kadar haklıymış, son kalelere barbarca saldırıyorlar…
Başlarında kubbe, ellerinde minare, otel de olsun hamam da…
Maksat cukkalar dolsun, maneviyat her zaman kullanılan enstrüman!

Maalesef geçeğin iki yüzü var; biri güzel diğeri çirkin…
Alıştık, alıştırdılar üç kuruşluk çıkarlar uğruna çirkinliklerle yaşamaya…
Gelinen manzara ortada, Mimar Sinan camii Ataşehir’de, komşusu gökdelenler…
Gülersoy önderliğinde Turing kurumunun eserleri de yaşıyor…
Geçmişle bağın en zarif örnekleri, tarihsel dokusuyla ruhumuzu okşuyor.

Yeni proje Taksim, Ankara’dan çığırıyor hünkârımız; “Sıradaki gelsin”…
Emir büyük yerden, mabet yapılacak tez zamanda…
Daha düne kadar İstanbul’un suyunu taksim edermiş Taksim…
Ya şimdi; inanç sömürücüleri Taksim üzerinden halkı bölüyorlar.
Ondan sonra da lâf çakıyorlar birilerine; “Bölücüler” diye…
Halbuki son on yılda bölüp parçalanmayan ne insanî duygularımız kaldı ne kentler…
Gerçeğin çirkin yüzü oldular…
Nasıl olsa; “hafıza-î beşer nisyan ile malûldür” diye!


www.gazetemen.com
 

20 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

"Bin Tanrı İli"... Adı: "Anadolu"

 
 
Anadolu, Küçük Asya, vatanımız…
Doğduğumuz topraklar.
“Bin Tanrı İli
En eski yerleşke…
Çatalhöyük, Çayönü, Nevali, Çori, Hacılar, Göbekli ve Yumuktepe
Cilalı Taş Devri’nden…
Memleketimiz.

Sümer, Asur, Hitit, Helen, Lidya, Kelt, Pers, doğusu batısıyla Roma…
Devamında Selçuklu, Moğol, Osmanlı…
Yüzlerce dil ve lehçe…
Alayı bu coğrafyanın kiracısı, türküsü!

Hristiyanlığın doğduğu merkez, ilk kilise…
Ayasofya bin beş yüz yaşında…
Daha ne diyeyim?

Anadolu, üzerinde yaşayan uygarlıkların “Ana İli”…
Anlamı; “doğmak/yükselmek
Sırada Anatolia, ilk kullanılışı 7. Yüzyıl…
Güneşin Doğduğu Ülke”

Nasıl ama?
Gördünüz mü kimlerin devamı olduğumuzu?
Yeryüzünde bu kadar şanslı topluluk var mı?
Bence yok, kıymetini bilmesek de yok!

Geriye dönüp son yüzyıla bakıyorum…
Milât 1912, Balkan Savaşı, o tarihten beri huzur güven nafile…
Savaşlar, katliamlar, mezhep kavgaları…
Ölen on binlerce insan…
Ve paylaşılamayan topraklar…
Adı: Anadolu.

Evet, 21. yüzyıldayız…
Geride bıraktığımız zaman dilimi; binlerce yıl…
Soğuk Savaş bitti, sağ sol savaşı söndü, laik-antilaik mücadelesi gündemde…
Bir de etnik kavga; Türk’le Kürt üzerinden…
Hoş geldin canım Anadolu...
Nasıl izin verdin bunca rezilliğe?

Dayanamıyorum artık dökülen taze kanlara…
Bu topraklar yalnız bizim değil insanlığın…
Bir göz atın tarihe, ne yazıyor?
Güneşin doğduğu ülke”…
Sonsuz ışığı batırmak için elimizden geleni yapmadık mı?

İnanın “lânet olsun” demekten de bıktım…
Çünkü adres defteri o kadar zengin ki…
Kime, hangi birine nefret duyayım?
Devlet devlet değil, düşman düşman...
Boş yere dememiş sevgili Ahmed Arif ustam;

“Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.

En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık...”


www.gazetemen.com
 

19 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

   Parçalanan Yürekler!

 
 

“Yıldızlarla güneşin tepemizde olduğu andan bu yana dünya
hiç böylesine çılgınlaşmamış, insanları böylesine kıyılmamıştır.
Birbirinden değişik çıkar yollara
inansak da gelelim bir araya. (...)
Politik görüşlerimiz ne olursa olsun birleşelim, karşı çıkalım, direnç gösterelim!
Gösterelim insanlara bu çılgınlığa yığınların nasıl direndiğini, bir azınlığın
dünyamızı nasıl yok ettiğini.”


Geleceğe güven” adlı denemelerinde Stefan Zweig böyle yazıyor…
Amacı dünyayı kana bulayan Nazizm’e karşı direniş çağrısı.
Zweig eşi Lotte’yle birlikte insanlığın yaşadığı drama dayanamayıp
22 Şubat 1942’de intihar etti.

Geliyoruz 21. yüzyıl Türkiye’sine…
Ülke ülke değil kan gölü, yürekler parçalanıyor her gün.
Parçalanıyor genç bedenler, yanarak susuyor yürekler…
Tanrım ne kadar feci!

Usta yazar Zweig’in dediği gibi; “çılgınlaşma, kıyım hâli”.
Beşer onar toprağa düşüyor fidanlar…
Ağlarsa anam ağlar”…
Ne iktidar farkında, ne parlamento…
Can veriyor kınalı kuzular!

Peki, tırmanan terör tesadüf mü?
Hep birlikte bakalım manzaraya, gelinen noktaya…
Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan’ı saymazsak geriye kalıyor dört komşumuz.
İran, Ermenistan, Irak ve Suriye…
Evet, bu ülkeler de komşumuz ama bugünkü düşmanımız!

Kimin eseri?
Söylemeye lüzum var mı, her şey ayan beyan ortada!
Piyasaya sürüldü yalancı pehlivan, güya sıfır sorunla devam edecek dış politika…
Nerdeee, duy da inanma!
Dalaşmadığımız komşu kalmadı.

Zaten bıçak sırtında ülke…
Oslo, İmralı, Kandil’de macera ara…
Al sana “Açılım”ın en kralı…
Bu saatten sonra pirincin taşını ayıkla!

Nasıl olsa bedel ödeyen yoksul halk çocukları…
Bedelsiz yavrular, ülke zengin ama onlar milyonlar!
Kullanın tepe tepe, cenazelerine merasimler düzenleyin…
Tekbir sesleri altında haykırın; “Şehitler ölmez vatan bölünmez!”.

Yaşadıklarımıza dayanmak ne kadar zor…
Zweig’ların duygularını şimdi daha iyi anlıyorum…
Çünkü onlar insan, sinir cidarları hassas…
Acılar karşısında gözyaşları sel…
Duyarlılar masumların katledilişine ve insanlığın düştüğü insanlık dışı hâllere!

Ya bizim efendiler?
Uçaklar, zırhlı araçlar, jammerlar, binlerce koruma…
Sıra gariban askere gelince, doldur halk otobüsüne…
Sür dağa bayıra!
Hakkın rahmetine kavuştuktan sonra cesedini bulama!
Ve ondan sonra da demeç ver; “İşin fıtratı, giden üç-beş MEMED!”…

Hepinizin boyu devrilsin emi…
Zihniyetiniz Sivas katilleriyle aynı…
Bir de demez misiniz; “Terörist yetişmez!
Terörist uzakta değil usta, memleketin göbeğinde…
Bu gerçekler böyle biline…
Acımız büyük öfkemiz burnumuzda…
Ah, halkımız bir uyansa…
Tez zamanda göndereceğiz sizi kör kuyulara!


www.gazetemen.com
 

18 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

"Faraday" aydınlığından
İmam-Hatiplere...

 
 

Michael Faraday, İngiliz, “Bilimin Prensi
1791-1867 yıllarında yaşamış kimyacı/fizikçi.
19. yüzyılın en büyük değerlerinden biri.
“Elektrik Motoru”nun mucidî ve bugün dahi yararlandığımız müthiş buluşlar…
Elektrolizde geçen "elektrot", "anot", "katot", "elektrolit", "iyon" vb. terimleri
borçlu olduğumuz adam…
Ayrıca “Klor” gazını sıvılaştırmayı başaran ilk kişi…
Ve bunlara ilaveten “amper” denilen akım biriminin kesin tanımını yapan şahsiyet.

Peki, kim bu Faraday?
Yoksul bir ailenin dört çocuğundan biri…
Sefaletten doğru dürüst okula gidemeyip on dört yaşında ciltçide çıraklığa başlamış…
Ve ciltlediği kitapları okuyarak kendi kendini yetiştirmiş dâhi.
İlkel koşullarda yaptığı onlarca kimyasal deneyden sonra Londra’da bulunan
Kraliyet Enstitüsüne asistan olarak kabul edilişiyle birlikte başlayan yepyeni bir hayat.
Tahmin edileceği üzere bilim tarihine altın harflerle geçen müthiş buluşlar…
Ve bugün bile yararlandığımız -jeneratör dâhil- onlarca icada imza atma!

Evet, Faraday’ı aklıma düşüren Başbakan Erdoğan’ın son konuşması oldu…
İmam-Hatip’ler üzerine; “gurur duyuyormuş ve terörist yetişmiyormuş!
İnanın bu konuşmayı dinleyince şaşırdım ve fevkâlâde yadırgadım!
Sanırsınız Başbakan birinci sınıf eğitim uzmanı ve de mektep/medrese eksperi!

Anlaşılıyor ki bu saatten sonra İmam-Hatip dışındaki okulların kıymeti yok…
Nasıl olsun, ayrıca hangi veli gönderir?
Önce gurur duyamayacaksınız, peşinden evlâdınızın terörist olma ihtimâli yüksek(!)
Bak şu işe, ne hâlde memleket?
Farkındaysanız, 28 Şubat’la hesaplaşma adına şapkadan tavşan çıkarmayı
başaran iktidarımız var!

Ülkemiz artık çağ atladı…
Adı da: Orta Çağ, 21.yüzyıldan bakıldığında karanlıkların adresi!
Milyonlarca dindar nesil, kadın/erkek fark etmez, hepsi hatip!
İçlerinden zinhar terörist çıkmaz, gururlu kâlpleri, uhrevî dünya felsefeleri!

Evet, yapılan büyük reformlar İhvan’ın (din kardeşliği) hazırlayıcısıdır…
“Türk-İslâm” prensipleri çerçevesinde İmam-Hatipler yükselen değerdir.
M.Kemal kardeşliğini beceremeyen toplumumuzda dindarlığın dayanışması
yarınlarımızı belirleyip, çılgın projelere imza atacağı devirler yakındır!

Ne demişti ÖNDER; “T.C. ilelebet payidar kalacak”…
Sizi bilmem ama bendenizin umudu kalmadı.
Aslında hep inandım demokrasiye, olmazsa olmaz laikliğe…
Her ikisi de “Cumhuriyet”in çimentosu, omurgası…
Gel gör ki gidişat medrese kültürüne yelken açtı!

O nedenledir ki dönüp dönüp bilimin öncülerini okuyorum…
Gezegenin ışıkları, insanlığın ilerlemesindeki kilometre taşları.
Faraday demirci bir baba ile köylü bir annenin çocuğu…
Yoksulluktan okula dahi gidememiş…
Yani gurur duyacağı okulu yok!
Lâkin bilime adanmış bir hayat…
Evrenin parlayan yıldızı.

Ne dersiniz, İmam-Hatip aşığı hünkârımız Faraday’ın varlığından haberdar mıdır?
Yoksa ABD’li görev adamı olarak Esad’ın kuyusunu kazmakla fazla meşgul
olduğundan bîhaber midir?
Her neyse, ancak bu okullarda bilimin öncüleri yetişmeyeceği kesindir…
Çünkü orası başka bir dünya…
Aydınlığa, M.Kemal’e düşman…
Türkiş İhvan’ın cenneti, çağdışı kalmanın bedelidir!


www.gazetemen.com

 

17 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

     Cehennemde Umut!

 
 

Bir ülke düşünün ki parlamentosu olmasın…
Üstelik rejimi de demokrasi olsun, aynen bizdeki gibi.
Evet, yüce meclisimiz üç aydır tatil yapıyor ve 1 Ekim’de açılacak!
Açılsa ne yazar” diyebilirsiniz ve de çok haklısınız.
Lâkin memlekette olan biteni izleyince insanın yüreği sızlıyor…
Ve hemen akla; “ülkemiz bu kadar sahipsiz mi?” sorusu geliyor.

Ne yazık ki sahipsiz, özellikle Suriye konusunda…
ABD kurmay kadrosundan biri gelip biri gidiyor, yaptığımız iş taşeronluktan öte…
Deyin ki “emir eri”, “şak-tak” paşa cinsinden!

Ya akan kan?
Duracak gibi değil, evlâtlarımız beşer-onar toprağa düşüyor…
Biz ordu kurmak peşindeyiz, adı da Özgür Suriye Ordusu!
Hep beraber göreceğiz sonuçlarını, Suriye’ye özgürlük gelecek mi gelmeyecek mi?
Veya daha bin beter olup bugünleri arayacaklar mı?

Baksanıza Irak’ın hâline, koskoca Başbakan Yardımcısı’nı asmak peşinde…
Bir buçuk milyonun üstünde insan katledildi, yine de kana doymak bilmiyorlar!
Sanki bizim durumumuz çok farklı!
Elli bine yaklaştı kaybettiklerimiz, otuz yıllık macera…
“Barış” dediğiniz anda birileri bir yerleriyle gülüyor!

Gerçekler acı ama konuşup yazmakta fayda var…
Bu saatten sonra topraklarımızda rahat-huzur hayâl.
Sağolsun iktidarımız, o kadar çok düşman kazandı ki!
Belki Suriye başlangıç, sırada Kaddafi’nin ahı…
İki yüzlü politikalarımız tarihe geçecek!

İşte İran, yeri geldi kırk takla attık mollaların önünde…
Bastırınca ABD, Anadolu’nun bağrına füze kalkanlarını çakıp
kıdemli komşumuzu düşman yaptık!
Ne dersiniz, böylesi kıvrak manevraları tarih unutur mu?

Güneyde Kürdistan, başında Barzani…
Oynak mı oynak, Amerika’nın şirin çocuğu!
Kandil’i de besler, Türk işadamını da…
Zaman zaman Ankara’ya uğrayıp makas almayı ihmâl etmez pamuk yanaklardan…
Pek bir mutludur değerli yöneticilerimiz…
Bilmezler ki izledikleri politika, ülkemizi daha fazla b.ka sürüklemektedir!

Dönersek başa, üç aydır tatil yapmaktadır parlamentomuz…
İktidar memnun muhalefet memnun!
Ülke yangın yeri, sınırlar tehlikeli, ateş üzerinde uluslararası siyaset…
Üçüncü köprünün ihâlesi yapılmış…
Sanki çok umurumda…
Kol gibi geçirdiler ulaşım zammını…
Tren-Vapur üç lira…
Bu gidişle denizi bile göstermeyecekler vatandaşa!

Yine de oy’u artıyormuş AKP’nin…
Bilmem bilemem söyleyemem…
Bu ülkenin her şeyi garip…
Kolayına akıl sır ermez…
Lâkin güvenmek lâzım necip halkımıza…
Yeri gelir iktidarları eşekten düşmüşten beter eder…
İnanın, tecrübeyle sabittir!


www.gazetemen.com
 

16 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

Gerçekleri Görme Vakti

 
 

13 dakikalık matrak bir film İslâm âlemini zıplatmaya yetti…
Şaşılası bir durum, bir de tamamı yayınlansa demek ki kan gövdeyi götürecek!
Fakat sosyal medya diye adlandırılan sanal dünya yok mu, gerçekten ürkütücü.
Hatta provokasyon için cennet, yap nokta atışını, kesin sonuç!

Özellikle gelişkin olmayan toplumlarda “din” hâlâ hassasiyetini koruyor…
Örneğin “Sivas”, daha dün gibi, nasıl da kıydılar 34 cana?
Ancak İsa’yı, Musa’yı ti’ye almak serbest, hiçbir Batılı toplumun ciddiye aldığı yok.
Yaz çiz karikatürize et, etkilenmiyorlar.
Anlaşılıyor ki bu da bir kriter, yani hoşgörü meselesi!

Ne yapalım, doğu toplumlarının kaderi, aydınlanma dediğimiz çıta öylesine yüksek ki!
Aslında bizde de müthiş ayaklanmalar olurdu da, şükredelim ki iktidarda AKP.
Ne de olsa hünkârımız inisiyatif sahibi, anında duruma el koyup
Müslüman isyancıları terörist ilân etti!
Zaten Hz.Obama ricacı olmuş; öfkeli halk kitlelerini teskin etmesini istemiş!

Gel de gururlanma, iktidar yağcıları yazar dururlardı bir türlü inanmazdık…
Adam sahiden Ortadoğu’nun lideri!
Breh breh! Savulun geliyor er doğan!

Bu arada Esad’ın yerinde olsam pılımı pırtımı hazinelerimi toplar
anında arazi olurum, sen padişahımızın kim olduğunu bilmiyor musun?
ABD gönüllüsü, ISO 2001 standartlarında İslâm lideri, deyin ki hâlife…
Daha ne olsun, 21.yüzyılda bu mertebeye ulaşmak kolay iş mi?
Valla kıskananlar utansın, Tanrı bir kez “Yürü kulum” demiş!

Şaka bir tarafa, yaşanan bu olaylardan sonra ilk kez Çin’e hak verdim…
Daha doğrusu “Kapitalist-Komünist” yöneticilere, ne güzel yapmışlar;
YouTube, Facebook, Twitter’ı yasaklamakla…
Testi kırılmadan tedbirlerini almışlar, düşünsenize 1,5 milyar insanın ayaklandığını?
Üstelik başlarında bizimkide yok ki sukûnet sağlansın!

Lâkin hünkârımızın Putin’le de dostluğu var…
Bilirsiniz; kır atın yanında duranın neye benzediğini; giderek otoriteleşiyor iyi mi?
Tamam, Rusya ile ticaretimiz tavan yapıp 40 milyar dolara merdiven dayamış…
Enerjide zaten göbek bağımız var…
Bir de ilâve edin Akkuyu Nükleer Santrali’ni…
Asya’nın iki efendisi yüksek huzurlarınızda; biri Rus Çarı diğeri İslâm Hâlifesi!

Helâl olsun Obama’yla Hilari ablaya, uzaktan kumandayla idare ediyorlar.
Ayrıca Ankara’nın trafiği de iyice arttı...
Malûm CIA başkanı Dolmabahçe üssünden topraklarımıza giriş yaptı…
Peşinden Oval Ofisli yardımcı, en son ABD Genel Kurmay Başkanı…
Sanırsınız resmî geçit!

Demek ki RTE markalı kalemşörlerin iştahı iyice artacak…
Gecikmeden ballandıra ballandıra döktürmeye başlarlar;
“Yaşasın Neo-Osmanlılık”, “Yaşasın Ortadoğu’nun Fatih’i”.

Fakat şu CHP yok mu?
Görüldüğü yerde başı ezilesi düşman!
Kar suyu kaçırıyor kulaklara, huzursuzluk makinesi…
Neymiş efendim; Afyon faciasında sabotaj ihtimali yüksekmiş!
Hükümet açık yüreklilikle şehit 25 evlâdımızın hesabını vermeliymiş!

Bak şu münâfıka; iktidarımız nelerle uğraşıyor o neyin peşinde?
Ayrıca 34 kişinin icabına baktık Uludere’de, sizlere ömür çocuklar…
Kapandı gitti, gıkları çıkmıyor…
CHP kalkmış Afyon’u kaşıyor, sanki başı göğe erecek!

Evet, böylesi hâl ve gidişattan sonra anketlere devam…
Nasıl olsa hükümetin karnesi yıldızlı pekiyi!
Ah canım halkım, lütfen gör artık gerçekleri…
Maceraya sürükleniyor Türkiye, dönüşü olmayan yolda çok acılar yaşanacak…
Benden söylemesi!


www.gazetemen.com
 

 

15 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

         Vatan sağolsun!

 
 

Bir yanım Doğu’da…
Göç var yarın.
Giden yüreğim…
Sınıra, sınır boylarına!

Yaşadım daha önce…
Daha zorunu…
Yemen illerini…
Yolcu ettim…
Gidip de gelmeyen taze bedenleri.

Evet, bir yanım Doğu’da…
Vatan…
Köyler kasabalar…
Lâkin baba yüreği…
Derinden sızlar.

Derdim, sıkıntım “Barış”…
Uzak, hiç gelmeyecek olan.
Parçalanıyor ufkum…
Lânet olsun…
Ülkemin aydınlığını karartan düşmanlar.

Göç var yarın…
Alışkınım…
Yine tedirgin yüreğim, derinden sızlar…
Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var.

Giden kim?
Canım”, daha fazlasını sormayın.
Ayrıca sıradan bir insan!
Padişahın sol tarafından düşmemiş…
Raporlu/Özürlü değil…
T.C. vatandaşı, askerliğini yapmış…
Hem de dibine kadar.

Vatan savunmasında bulunmuş…
Şehitleriyle, kanla…
Dağlar mekânı, lâleler sevdası olmuş…
İçine dökmüş gözyaşlarını…
Yaşadıkları roman.

Tarih yazacaktır; bunlar isimsiz kahraman…
Ancak farkında mı Ankara?
İşi gücü ceza kesmek…
Yurtseveri sürmek…
Kadir bilmez anlayışıyla…
İnsanlık onurunu mahkûm etmek!

Varsın olsun, bu ülkenin evlâtları bedel öder…
Vatan, M.Kemal aşkına…
Görev kutsaldır, ama Ağrı’da ama Dağlıca’da…
Feda olsun bedenler…
Yeter ki ağlayan yürekler olsun…
Memleket aşkına.

Tek dileğim; aydınlığı yaşasın gelecek…
Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, adalet, hakça düzen adına…
Ve BARIŞ yarınlarımız olsun, tek ülkümüz…
Evrensel düşüncelerimiz karşılık bulsun hayatta.


www.gazetemen.com
 

13 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

Yalnızlık!

 
 

“korkma, sev bayağı sözcükleri,kâğıt çiçekleri, taşbasmalarını,
aç bütün pencereleri
ya deniz göreceksin
ya dağlar ya da ova,
korkma sağır duvarlardan
asker çantasından
polis palaskasından,
her gün bir başka yanını vursalar da
eksilmeyeceksin,
kim çalarsa çalsın aç kapını,
korkma,
bu aşkla, bu gülüşle, bu yürekle,
ya sonsuz bir deniz bulacaksın karşında
ya da bir ay en olgun çağında.

haberler: bir yanımızın daha
vurulduğunu söylüyorlar;
bak akıyor, kanıyor her şey,
büyüyor onları boğacak olan kan.”


Şair Özdemir İnce korkularımız üzerine sesleniyor;
“Korkma”
Ne kadar haklı, “korku ne ki?”
Bugünden, yarından velhasıl-ı kelâm hayattan korkmak…
Yakışır mı insan evlâdına?

Doğanın egemeni, teknolojinin yaratıcısı…
Mars’ta dolaşıyor şimdi, belki sırada Jüpiter…
Sığamıyor kabına, derdi evreni keşfetmek.

Yalnız korkuyoruz…
Neden mi?
Y A L N I Z L I K T A N
Çağımızın hastalığı, çoğumuz Hırant’ın güvercini…
Yürekler titrek, tedirgin…
Ürkütüyor kalabalıklar, yüzler solgun, güven/neşe o kadar uzak ki!

Evet, gerçek acı, ama çağımızda herkes birey…
Kendini seven, narsisizmin sınırlarında dolaşan…
Yaralı parmağa işemeyen…
Varsa yoksa “BEN”, konformizmin tuzağına düşüp öz benliğini yaşatan…
Yeni insan tipi, mucidi: Kapitalizm!

Korkuyoruz, hem de nasıl…
Sistemden, iktidarın şerrinden ve de yarınlardan.
Derdimiz; çocuklarımız, torunlarımız, yedi ceddimiz…
Güvenli gelecek tek arzumuz!

Varsın ülke batsın, ağzına kadar dolsun Silivri…
Yok edilsin özgürlükler, askıya alınsın demokrasi…
Padişahlık düzenine geçilsin…
Kimin umurunda kim takar?
Yeter ki var olalım; bir elimiz yağda bir elimiz balda!
Ürküten bir çağda yaşıyoruz…
Eskiden insanın aptalına “kefil” derlerdi…
Ya şimdi?
Gördüğünü, duyduğunu yazana “aptal” diyorlar!

Üç maymun” revaçta…
Yalakalık zirve.
Ayaklar altında ahlâk…
Yaşasın dolar, avro, banka hesap cüzdanı!
Devir nepotizm...
Yağcının, yandaşın, candaşın…
Top yekûn yeşil severlerin!

Ancak bu yeşil başka…
Banknotun üzerinde Benjamin Franklin…
Arkalarında ABD…
Hoş geldin Suriye…
Aç kurtlar masasına meze!

Dönersek başa; korkak ve yalnızız…
Mezar başı son görev, kutsal...
Yüreğimize işlemiş derin bir korku…
İnsanlığımızdan utandırır!

Kurtulur muyuz?
Kim bilir, şairin dediği gibi; “onları boğacak kan”a bağlıdır.


www.gazetemen.com
 

11 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU
   

   32. yılında 12 Eylül

 
 

Yalnız demokrasimizin değil cumhuriyet tarihimizin en önemli olayı…
12 Eylül. Yıl: 1980
Dile kolay, otuz iki yıl geçmiş üzerinden.
Kimseye faydası yok, klişe tekrarlara girmeyelim,

Kaç ailenin ocağı sönmüştür?
İşkenceler, ölümler, sürgünler…
Öylesine zalimlik var ki, yüz binler etkilenmişti.

Yaşanan ağır süreci genç kuşaklara anlatmak zor…
12 Eylül iktisadî krizin sonucu değil, sapına kadar siyasetti.
Genç demokrasiyi şehit eden, solu ezen…
Sistematik saldırılar manzumesi, kökeni ABD…
Taşeronu emir komuta zincirindeki despotlar.

Üstelik 21’inci yüzyılın, bugünlerin hazırlayıcısı…
Ülkeyi “4+4+4” zihniyetine teslim edenlerin projesi…
Yeşil Kuşak” senaryosunun mimarları…
Ayrılıkçı faşistler, terörün baş sorumlusu.

Harcanan M.Kemal
Ülkemizin yörüngesini değiştiriyor bezirgânlar…
Ve bir yığın figüran…
Başta Özal, gündemimizde uluslararası kapitalizm…
Peşinden 28 Şubat
Kestirmeden büyük final, başrolde: Recep Tayyip Erdoğan!

Nereden nereye, ulusal gelir on bin dolar…
Kimin umurunda kim takar?
Sosyal adaletin, hakça bölüşümün olmadığı ülkede…
Bu saatten sonra yalan da prim yapar, kan da!

Evet, milâttır 12 Eylül
Aydınlanmaya dur diyen, karanlığa pencere açan…
Onurlu insanı ezen, yoksul halk kitlelerini afyonlayan.
Enstrümanı Türk-İslâm sentezi…
Sahte Kemalizme bulanmış rejim…
Otuz iki yıl önce şalterler indi…
Ülke kapkaranlığa teslim!

Kazanımımız cep telefonu, çamaşır makinesi…
Hem konuşuyor hem günâhlarımız temizleniyor!
Ya demokrasi, ya adalet, ya özgürlükler…
En önemlisi “AŞ ve İŞ” değil mi?

Lâkin AVM kâbemiz…
Kredi kartı peygamberimiz …
Sümme haşa, tanrımız oldu para!

Yine de oy’u artıyor iktidarın, AKP’nin…
İnsanın bu topluma akıl sır erdirmesi için derviş olması lâzım.
Ne meraklıymışız yalana…
12 Eylül aklıma geldikçe; kemiklerim sızlar gözlerim dolar.

Fakat benim hüzünlenmem neye yarar…
Önemli olan seçmenin başına taş düşmesi!
Umarım tez zamanda gerçekleri görür…
Düşerler Kemal Abi’nin peşine diyeceğim ama…
Aması var?

Son söz: Lânet olsun 12 Eylül’ün yaratıcılarına…
Ve o düzenin nimetlerinden yararlanan sahte dincilere, aydınlara…
Halk düşmanı aşağılık yaratıklara.


www.gazetemen.com
 

09 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

Tuhaflıklar Ülkesinden                     Manzaralar!

 
 

Şükürler olsun askerî vesayetten kurtulduk, artık rahat bir nefes alabiliriz.
Düşünsenize; darbe yok, muhtıra tedavülden kalkmış, post-modern akım
ait olduğu yere, güzel sanatlara sığınmış, ne güzel!
Belki özgürlük meselesi konuşulabilir, uzun süren tutukluluk hâlleri
bu bağlamda taban vadesi beş yıldan başlayan duruşmalar…
Varsın olsun, adam gibi demokrasiye kavuşmamız için aceleye mahâl yok,
belki yüzyıl belki iki yüzyıl sonra!

Fakat PKK belâsından kurtulmak imkânsız gibi görünüyor.
Anlaşılıyor ki daha çok kan dökülüp binlerce ocak sönecek.
Hâlbuki MÖ 13. yüzyılda imzalanmış Kadeş Antlaşması bu toprakların ürünü.
Hititlerle Mısırlılar sözleşme gereği Suriye’yi afiyetle yemişler!
Bak şu işe, ne manidar tesadüf!

Neyse, çağımızın koşullarına BARIŞ dediğimiz kavram o kadar uzak ki…
İki tarafta sert, şiddetin diliyle konuşup asarız-keseriz ile bir yerlere varmaya çalışıyorlar…
Bakalım nereye kadar gidecek, her zaman yazıp söyleriz; olan yoksul halk çocuklarına olacak.
Nasıl olsa faturayı ödeyecek milyonlarca genç var.

Bu arada bizim liberal-demokratlar Necdet Paşa’yı da beğenmez oldular…
Ûslupları aynen şöyle; “Tayyip’e evet, Necdet’e hayır!
İnsan şaşırıyor valla, bu ne perhiz bu ne lahana?
Mademki vesayetçilik kalktı, herkes kendi işinin başına.

Ayrıca toz kondurmuyorlardı Özel’e, çünkü özeldi.
NATO’da çalışmamıştı, öncekilere benzemiyordu, oruç tutup iftar veriyordu…
Daha ne olsun, ne de olsa iktidarın emrindeki memur…
Silivrizedeler gibi asi’de değil, nur akıyor yüzünden, adı: mülayim…
Bir kilim uğruna harcanır mı?

Dedim ya, tuhaf ülkeyiz tuhaf, ama her konuda.
Bir de yerel seçimler yaklaştı, en azından adı kondu…
Memleket girdi seçim havasına.
İlk harekete geçen anketler, manşetler hazır; “Bugün seçim olsa…
Ve sıralanıyor partiler; AKP %55, CHP %20 MHP %13…vs.

Anlaşılıyor ki necip halkımız gidişattan memnun…
Ulusal gelirimiz 20 bin dolara yelken açmış…
İşsizlik -tek rakam ne demek- neredeyse eksiye düşecek…
Ha bire işgücü ithâl ediyoruz ecnebilerden…
Somali’den, Suriye’den.
Helâl recebe, binlerce Mehmetçik feda olsun sana!

Bu arada merak etmeyin, terörün beli kesin kırılır…
Orman bakanı savunma bakanının görevini üstlenirse…
Dahiliyeci şahinin yerine de bir güvercin bulunursa…
Bakın o zaman ülkenin geleceğine?

Evet, lâfı daha fazla uzatmanın lûzumu yok, vaziyet anlaşılmıştır.
AKP’yle gidecek uzun yıllarımız.
O nedenle şimdiden başlayalım hazırlıklara, dindarlık işi kolay…
Sakal da bırakırız, rakıdan sigaradan vazgeçip patlatırız bir umre…
Hatunun başını da kapattım mı, hoş geldin manevî dünya.

Artık cennete mi cehenneme mi gideriz, orasını Cüppeli bilir…
Lâkin dünyevî hayatımızın refaha kavuşacağı kesin.
Çünkü iktidardan yana olmak; bolluk-zenginlik demek!
Bütün bu nimetler için dönmeye değmez mi?

Varsın üç-beş münafık “dönme” desin…
N’olmuş yani, üzerime yapışacak hâli yok ya…
Bakarsınız bir bakanlık kaparım…
Hepiniz gelirsiniz kapıma, dönmenin makam odasına!
Herkese iyi pazarlar efendim.
Muhabbetle, saygıyla.


www.gazetemen.com
 

08 Eylül 2012

Kurnazlığın Zaferi!

Macit CÜNÜNOĞLU
                                                                                                                                                    


AKP yöneticileri Beyaz Türkleri iyi tanıyor, analizleri sağlam.
Yoksa yerel seçimlerin tarihini 27 Ekim olarak saptar mıydı?
Epeyce kurnazca ama zaten siyasetlerinin özü katakulli!
MHP gibi bir partiyi de yedeğine aldı mı, gelsin yasalar, çağ dışı uygulamalar.

Peki Beyaz Türkler dediğimiz grup kim veya sosyolojik temeli ne?
Öncelikle belirtmek gerekirse büyük çoğunluğu mürekkep yalamış,
modern dünyaya entegre olmuş ve yaşam biçimiyle batılı.
Seçimlerdeki oy haritalarına baktığımızda da bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.

Doğal olarak bu kitlenin önemli bir bölümü CHP’nin seçmeni…
Kemik diye tabir edilen türden, ama M.Kemal aşkı ama şeriat korkusu

asla partilerinden vazgeçmezler.
Ancak oranları yüksek değil, toplam seçmen sayısının elli milyon

civarında olduğunu düşünürsek yüzde 10’u geçmezler.

Elbette önemli bir özellikleri daha var; vatandaşlık bilinci yüksek bireylerdir.
Cumhuriyeti ve laikliği özümsemişlerdir. Demokrasiyi sever görünürler ama
devletin tehlikeye düştüğünü hissettiği zaman darbelere yeşil ışık yakarlar.
Yeter ki doksan yıllık kazanımlara hâlel gelmesin!

İşte tüm bu faktörler bir araya gelince çağdaşlaşmış ve birey olmayı becerebilmiş

CHP’li seçmen konformist alışkanlıklarından da kolayına vazgeçmez.
Örneğin yemek-içmek gibi tatilleri de yaşamlarında önemli bir yer tutar.
Yurt içi yurt dışı programları aylar öncesinden plânlanmıştır.

Elbette başka unsurlarda eklenebilir ama sadece sıraladıklarımız bile
yerel seçimlerin 27 Ekim Pazar günü yapılması için fazlasıyla gerekçe teşkil eder.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın Salı günü olduğunu göz önüne alırsak

hiçbir Beyaz Türk karşılarına çıkan “Beş günlük” tatil fırsatını ıskalamaz.

Dolayıyla tatile çıkmış CHP’lilerin olmadığı koşullarda seçmeni sandık başına
davet etmek ancak iktidar kadrolarının düşünebileceği manevraların ürünüdür!
Böylesi kurnazca projeler tutar mı? Peşinen söyleyeyim, bal gibi tutar.

Zaten elde avuçta üç-beş yer…
İzmir Antalya Kadıköy Beşiktaş Bakırköy…
Bu yerleri düşürmeyi gözüne kestirmiş AKP…
Hepsi olmasa bile çoğu giderse şaşırmam, arkama dönüp “vah vah”lar da çekmem!

Çünkü Beyaz Türklerin elle tutulur ideolojisi yok…
Pek çoğu şovenizmin sınırlarında gezinir, ulusalcılık (milliyetçilik) motifli
çıkışlarla Sözcü gazetesini bayrak edinir.
Geriye kalır M.Kemal
O’nuda Kemalizm, Atatürkçülük sosuna batırıp Jakobencilik batağına saplanır!

Evet, dost acı söyler ama maalesef gelinen manzara-ı umumiye bu…
İnce hesaplar peşinden koşar AKP, stepnesi MHP…
Yeri gelir dincilik yapar, yeri gelir bayraktan medet umar.
Oval Ofis’in önünde kırk takla atar…
Amacı everensel kapitalizmi küstürmemek!

Ya CHP?
Garibim ne yapsın…
Çırpınır durur Kılıçdaroğlu, konuşması muhabbeti tatlı…
Lâkin ne kiliseye yaranır ne camiye…
İlk ciddi sınavdır 27 Ekim seçimleri…
Bekleyip göreceğiz, sandıktan takke mi güvercin mi çıkacak?
 

07 Eylül 2012

Eylül'de Hüzün!

Macit CÜNÜNOĞLU

   

 
 

Hafta içi Adalar güzel, plajcılar elini eteğini çekince
yolculukta keyifli, turlamakta.
Geçen hafta Heybeli’yle Burgaz’daydım…
Uzun yürüyüşler yaptım, balıkçılar meyhanecilerce sohbet ettim.
Ne de olsa dost insanlar.

Bilirsiniz Heybeli deyince akla iki isim gelir;
Birincisi Hüseyin Rahmi Gürpınar diğeri Yesâri Asım Arsoy.
Aşık olduğu Yahudi kızını kırk yıl bekleyen bestekâr.
Yüzlerce esere imza atmış, hâlâ popüler hâlâ gönül tellerimizi titretir.

Ya Hüseyin Rahmi?
Fransa’da doğsaydı ülkemizin Moliere’i olarak tanınır…
Yarattığı edebiyatla, dünyanın klasikleri arasında yer alırdı.

Heybeli’nin girişinde iki büst var, küçücük parkta.
Ağaçlar çiçekler arasında.
Ortam biraz bakımsız ama varsın olsun…
Hüseyin Rahmi karşılar, Yesâri Asım mehtaba davet eder.
Varıp yanlarına dokunursanız, bir musîki yükselir gökyüzüne;
Hüzzâmdan, “Yine kalbim coşar ağlar bu gece…

Nasıl ağlamasın, huzur mu kaldı memlekette?
Acılar ülkesi olduk, gözyaşlarımız akar sessizce.
Birazcık soluklansak, azıcık gülümsesek…
Yetişiyor ölüm, yüreklerimizi dağlarcasına.

Yorgunum, mehtaba çıkamadım, Heybeli’den ayrıldım…
Büyükada’ya selâm yollayıp Burgaz’a vardım.
Randevum Sait Faik’le…
Bekliyor iskelede…
O’na yakışır bir heykel, sol el çenesinde.
Düşünüyor, uzaklara bakıyor…
Sanki yeni öyküsüne hazırlanıyor…
Ah USTAM!
Yazacak ne var ki; gözyaşından acıdan başka?

Az buçuk anlarım musîkiden…
Ud’um, gitarım bakar köşemden...
Ama yıllardır…
Ne çalacak ruh ne zevk kaldı…
Utanırım elime almaya…
Kadifeden kesesi”ni çalmaya!

İnkâr etmeyeyim…
Yine de arada sırada dokunurum tellerine…
Parmaklarım gitmez oynak havalara…
Hayatımız damar ya…
Dolaşırım ezgilerimizin hüzünlü sınırlarında.

Neyse, daha fazla ileri gitmeyeyim…
Burgaz’dayım, bir-iki sohbet…
Uzandım Sait Faik’in evine.
Şimdilerde müze…

Yazdığı kalem kâğıt, yaşadığı atmosferi hissetmek ömre bedel.
Yanı başında “Öğretmen Evi”…
Eski bir köşk, kim bilir kimlerden kalma?
Belki Rumlar, belki Ermeniler.
Harikâ bir bahçe, patron kızacak ama…
“Rakı-Balık” müthiş!
Fiyatlar emekli tarifesinden…
Daha ne olsun?

Zor ayrıldım Adalardan…
Günbatımı nakşediyor beynime…
Güneşin kızıllığı gözlerimde…
Birazdan mehtap doğacak…
Acılarla yaşayan ülkemde.

Çok uzaklarda kaldı şarkı söylemek…
Mevsimler değişse de Eylül hayat…
Adı: Hüzün ile Hazân!

Ah vatanım ah, öylesine üzgünüm ki…
Şarkılar türküler söyleyememekten!
Ne diyebilirim ki;
Kader utanmasın, utanmayacaklarını bildiğim hâlde...
Utansın bu memleketi idare ettiğini sanan efendiler ile çağ dışı...


www.gazetemen.com

 

06 Eylül 2012

Ucuzlayan hayatlar!




Macit CÜNÜNOĞLU

    

 
 

Her şey çığırından çıktı, dün bugün değil, yıllar önce.
İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı…
Nihayetin de can verip toprağa düşen fidanlar...
Evlâtlarımız.

Kürt Türk fark etmez, doymuyor topraklarımız…
Taze bedenler dolduruyor mezarları…
Kahrolsun kör siyaset!

Afyon’da yirmi beş can…
Yıllardır gitti otuz, kırk, elli...
On binlercesi…
Saymayla biter mi?
Alayı yoksul çocukları…
İçlerinde ağaların, şeyhlerin, efendilerin, beylerin evlâdı yok…
İster Türk ister Kürt olsun, fark etmez!

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz tanrım?
Verdiğin ceza reva mı?
Hiç mi sevmezsin bu toprakları…
Farkında mısın; analar ağlıyor analar…
Hem de nasıl, yürekler parçalanırcasına!

Biliyorum, politikacının umurunda değil…
PKK’nın hiç değil…
Varsa yoksa mevzii kazanıp alansal hâkimiyet…
Ah o “sandık” denilen kâfir yok mu?
Her şeye kadir, her şeye muktedir!

Demem o ki; ucuzladı insan hayatı…
Körpecik bedenler havada savruluyor…
Kes bileti toprağa…
Gelsin oylar…
Bu işler bu kadar bedava mı?

Evet, bütün mesele iktidar kavgası…
Çağımızda herkes Makyavelist…
Ekstradan oportünizm…
Hoş geldin yüksek politika…
Kahrolasın acımasız siyaset!

Ah 12 Eylül…
Ülkeyi yörüngeden çıkardın…
ABD uşaklığı uğruna…
Kan gölüne çevirdin Anadolu’yu…
Ağlattın anaları, babaları, kardeşleri, sevgilileri…
Mum yak şimdi…
Rahat mısın?

Bilirim ne kadar vicdansız olduğunu…
İpe gönderdin Erenleri…
Ocaklar söndürdün zindanlarında…
On binler yüz binler senin parmak izini unutmaz…
İmzan; kan, işkence, ölüm değil mi?

Ülkemizin işi zor dostlar…
Katiller ordusunun bıraktığı acılar öylesine derin ki…
Ne barış nutukları ne sınıf mücadelesi paklar!
Yalnızca öfke, kindir yaşayan…
Şiddetten, nefretten, terörden beslenir…
Söylemeye dilim varmıyor; gönüller yorgun bîçaredir!

Uyanık ol “Onurlu İNSAN”…
Irkçılığın, milliyetçiliğin, dinciliğin tuzağına düşme…
Ki yarın evrensel hayata söyleyecek sözün olsun...
Hoş bir seda kalsın yüreğin!


www.gazetemen.com
 

Macit CÜNÜNOĞLU

     Öğretmenin çığlığı!

 
 

Yıl: 1969
15-18 Aralık günleri…
Ülke tarihinde bir ilk…
Dört günlük eylem…
Adı: “Büyük Öğretmen Boykotu

Uyanış yılları, soldan esiyor rüzgâr…
Emeğin örgütlenmesi, onurun mücadelesi…
Peşinden 15-16 Haziran…
Baş kaldırıyor işçi sınıfı…
Aydınlanmak istiyor TÜRKİYE.

Geç kalmıyor faşizm…
Üniforması sahte Kemalizm!
Tarih: 12 Mart 1971
Biniyor emekçinin, öğretmenin tepesine…
Kapatılıyor ilerici TÖS…
Eğitimcinin göz bebeği…
Çağdaşlığın adresi.

Yılmıyor öğretmenler…
Boyun eğmiyor diktaya…
Süratle örgütleniyorlar…
Ulaşıyorlar yüz binlere…
Bu kez TÖB-DER.

Kavganın keskin yılları…
Siyasetin kamplaştığı devirler…
Bastırıyor egemen güçler…
Soğuk Savaş iklimi…
Kıyımlar, sürgünler, mahpusluklar.

Bavul topluyor Bedri Hocam…
Önemsemiyor göçtüğü köyleri, kasabaları…
Kel Faruk bisikleti üzerinde…
Yatağı omzunda…
Haykırıyorlar: “Her yer vatan

Lemanser Sükan dimdik…
Öğretmenlik abidesi…
Diyor ki; “fark etmez”…
Işığımız M.Kemal.

Böyle bir kuşağın ürünleriyiz…
Devrimci, radikal…
“4+4+4” çizer karizmamızı…
Geleceğimiz evlâtlar, torunlar.

Gündemimizde tek bir soru var:
Nereye gidiyor ülkem?
Biz damardan öğretmeniz…
Düşünmek sorgulamak zorundayız.
Kurda kuşa, dinciye milliyetçiye asla teslim olmayız…
Derdimizdir yarınlar.
O nedenledir ki…
15 Eylül günü Ankara’dayız…
Uğur Mumcu’nun cenazesine katıldığımız kadar.

Hep bir ağızdan haykıracağız:
Bu ülkenin geleceğini karartamazsın iktidar
Hanlar, apartmanlar, saraylar, gemiler sizin olsun…
Yarınlar bizim, çocuklarımızın…
Çağ dışı eğitiminize hayır…
Bu ülkenin mayasıdır Mustafa Kemal!


www.gazetemen.com
 

05 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

 Kılavuzu karga olanın...

 
 

Büyük lokma ye, büyük lâf söyleme” demiş büyüklerimiz.
Aklıma Hüseyin Aygün için söylenenler geldi…
Kaçırılmasıyla ilgili, kimler neler yazmadı ki?
Uzağa gitmeye gerek yok, en yakındaki komşularım…
Demediklerini bırakmadılar, olay tezgâhmış!

Eğer unutmadıysak, bir tarihler devletimizin anlı şanlı bir büyüğü
PKK tarafından kaçırılan askerler için; “keşke ölselerdi” demişti!
Şükürler olsun, aynı temenniyi Aygün için söylemediler.

Gelelim AKP il başkanına, Hakkârili…
Ceviz toplamaya gitmediyse Cilo dağına, resmen kaçırılmış.
Yine de temkinli olmakta yarar var, neme lâzım, iddialı olmayalım…
Çünkü bol keseden sallayanların sapır sapır döküldüğü devirleri yaşıyoruz.

Ancak bir kez daha tüm kâlbimizle dileriz; tez zamanda kurtulur il başkanı…
Yeter ki sağ salim sevdiklerine kavuşsun, isterse kaçıranlar için; “dostlarım” desin.
Kitabımız da yazmaz öküz altında buzağı arayıp ucuz yorumlarda bulunmak.

Bu arada farkında mısınız, medyada yeni bir tartışma başladı…
Neymiş efendim;
Kaç kilometreyi kontrol ediyor(muş) PKK?
Hoppala, ne demek şimdi bu?
Bizler misak-ı millî ruhuyla büyüdük, üstelik iyi kötü coğrafyayı biliriz…
Yoksa vatan mı bölündü?
Olur ya, devir internet çağı/sanal dünya…
Topraklarımız kaymıştır Mezopotamya’ya…
Haberimiz olmamıştır!

Zaten hünkârımız çok meşgul…
Bütün enerjisini harcıyor komşuya.
Siz de biliyorsunuz, altı aydır Esad’la yatıp kalkıyor!
İnanıyorum bir bildiği var…
Onca Mehmetçik ölecek, sınırlar el değiştirecek…
İller ilçeler basılacak…
Yan gelip yatacak Ankara...
Olacak şey mi?

Neyse, Allah’tan CIA başkanı geldi…
Kesin yol haritası sunmuştur…
Amerika'da çareler tükenir mi?

Kamplarımız aktif, dayanmış yüz bine…
Sünni olsun isterse çamurdan olsun…
Bir de rejim muhalifiyse…
Başımızın üstündedir yeri!

Sırtımızı döndük İran’a…
Irak’ın ne yapacağı meçhul…
ABD şırıngasıyla gidiyor dış politika…
Yüce tanrım, sen bizi koru!

Maalesef manzara-î umumiye bu…
İster sevin ister sevmeyin…
Bindik bir alâmete gidiyoruz Şam’a…
Kaysı mı yeriz, başka bir şey mi…
Dilim varmıyor söylemeye!

Hakkımızda hayırlısı…
Lâkin bu iktidara katlandığımız sürece…
Burnumuz çıkmazzzz; “……!”

Yazar mıyım...
Ülkemizde “İleri demokrasi” var ya!


www.gazetemen.com
 

04 Eylül 2012

Macit CÜNÜNOĞLU

   Ah bir uyanabilsek!

 
 

Beytüşşebap’ta 10 şehit…
Şırnak ilçesi, Kato dağı etekleri.
Hürriyet’in müdürü…
Kahve içmişti daha dün…
Güneydoğu’nun sarp kayalıklarında…
Sanırsınız köy ağası!

Ancak fidanlarımız düştü toprağa…
Saldırıyor PKK, gözünün yaşına bakmıyor kurbanların…
Diyor ki; “bu vatan bizim!”

Hep yazıp çiziyoruz; tuhaf işler oluyor topraklarımızda.
CIA başkanı Ankara’da...
Gündem: Suriye,
Esad’ın bileti kesilmiş, kondüktör Türkiye...
Emir komuta zinciri içinde izelenecek rotayı belirleyecek Sam Amca!

Kamplar Hatay’da…
Silivri’den tecrübe sahibiyiz…
Düşünce nasıl boğulur, nasıl derdest edilir?
Ustalık alanımız…
Yaşanmıştır darbelerde…
Mamak’ta, Diyarbakır’da, Gayrettepe’de!

Özgürlükler adına saldırırız komşuya…
Utanmazca, rezilce…
Batı’dan aldığımız icazetle sıkıştırırız köşeye…
Lâkin kınalı kuzularımız var…
Şırnak’ta, Beytüşşebap’ta!

Fakat iktidar destekçileri yok mu?
Gerçeği ters yüz edenler…
Özal’ın çocukları…
Bir koyup üç alanlar…
Küçük hesapların zavallıları…
Tarihin gerçekleri, hafızası var…
Ama üçün birini alacak gafiller!

Yine de yazıp çizip duruyorlar;
Figüran değil oyun kurucudur Türkiye!
Bir de demezler mi; “kıskananlar utansın!”…

Vallahi bu kadarına pes!
Sanki bizler bu ülkenin düşmanı, kandan beslenen yaratıklarız!
Hani demişler ya; “dervişin fikri neyse zikri de o’dur”…
Meğersem boş lâf değilmiş…
Durduk yere mi yaslanırlar Amerika’ya?
İşte CIA, işte uluslararası politika!

Keşke halkımız fark etse…
Olan biteni, kötü gidişatı!
Enerjini ihâle etmişsin Rusya’ya…
Ne tarım kalmış ne tekstil…
İşsizlik yokluk almış başını gitmiş…
Fakir muhtaç olmuş yeşil karta…
Benzin 3 dolar…
Duble yol yapsanız ne yazar?

İktidar ülke mi yönetiyor, sahne oyunları mı?
Dönmüşüz beşinci sınıf dublöre…
Ülkesel onur ayaklar altında.
Gaz ile yürüyor ekonomi…
Ah, ahhh…
Bir uyanabilsek
!

www.gazetemen.com
 

02 Eylül 2012

Sonbaharda Nihavent!

Macit CÜNÜNOĞLU

 
 

Nihavent bestesinden Şekip Ayhan Özışık sesleniyor:“Yine hazân mevsimi geldi
Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek
Yine deli gönlüm yine bu mevsimde
Hicrânını yalnız başına çekecek...”


Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki şarkılarda tat vermiyor.
Sıkıntılı, güvensiz, huzursuz…
“Yarınlar ne getirecek, bugünleri arayacak mıyız?”
Cevap; meçhul!

On yıldır ülkeyi yöneten AKP, seveni de var sevmeyeni de.
Tuzu kuru olanların çok fazla olduğunu sanmıyorum, deyin ki yüzde 30…
Peki, geriye kalan büyük nüfus?
Ne yer ne içer, makarna bulgurla geçer mi hayat?

Batı standartlarından vazgeçtik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden de…
Dedik ya, tuhaf bir ülkede yaşıyoruz, kimi kavun yer kimi kelek!
İşinize gelirse, fazla ses çıkarmanın da lüzumu yok…
Çünkü peşinizden gelecek insan sayısı o kadar az ki!

Dilerseniz sivil toplum kuruluşlarının hâline bakalım…
Meselâ sendikalar, Türk-İş ile DİSK…
Adları var, etkileri sıfır.
Aynı şekilde meslek kuruluşları; avukat, öğretmen, memur, sağlık örgütleri…
Tık yok, hoş konuşsalar da ciddiye alıp kulak asan yok!

Rahmetli Ecevit’in yetmişli yılların sonunda bir çağrısı vardı;
“Toplumsal Barış”, CHP iktidarda, Bülent Bey başbakan…
DİSK’in başını çektiği toplumsal muhalefet ülkeyi ayağa kaldırmıştı;
“Ne demek Toplumsal Barış?” “Bu kavram sınıfsal mücadeleye ihânet!”

Ya çağımızda, 21.yüzyılda…
Ne sınıf bilinci kaldı, ne emeğin onuru!
Varsa yoksa işverenin kârı, iş bulan insanımız öylesine şanslı ki…
İşsiz milyonlar, diplomalılar ordusu…
KPSS umut olmuş, devlet kapısı en büyük güvence!

Gördünüz mü, ne günlere kaldık?
Devleti yıkmak için bir ömür harcadık, hele liberaller…
Kıçlarını yırttılar serbest piyasa ekonomisi diye…
Alın size kapitalizm, üstelik evrensel, kallâvisinden full aksesuar!
Yine muhtacız devlete, üstelik söz konusu ekmek…
Yarınlar, iş güvencesi, emeklilik!

İşte böyle bir şey devlet, onunla da olmuyor onsuz da…
Bize de biliyoruz, malzemeden çalınmış kuruluşunda…
Lâkin demokrasisiz ülke olur mu, çekilir mi hayat?
Cumhuriyet/laiklikte önemli, fakat insanca yaşamın, özgürlüğün, çağdaşlığın
en büyük güvencesi demokrasi değil mi?

Demokrasi deyince aklınıza sandık, yüzde elli, millî irade gelmesin…
Barajların olmadığı seçimler, parti liderlerinin sultasından kurtulmuş partiler…
Irkçılığın yasaklandığı, barış ikliminin hâkim olduğu atmosfer…
Gidişattan anlaşılıyor ki bu yüzyılı ıskalamaya adaydır ülkem.

İşin tuhafı, sizleri bilmem ama kendimi padişahlık düzeninde hissediyorum…
Daha açıkçası Osmanlı tebaasına ait hâkir bir kulum!
Ulu hakanım Dolmabahçe’de, yalnız yurdu değil dört bir tarafı yönetiyor güzelce…
Rusya hariç (yemezler) eyaletimiz ilân edildi komşular!
Suriye’de vali mi değişecek, biliriz ki hünkârımızın uhdesinde!
Ne âlâ memleket, herhâlde rahatlık batıyor bizlere…
Ondan sonra da muhalefet ediyoruz devlete, yegâne yöneticisi recebe!
Huyumuz kurusun, alışkanlık işte!

Evet, en iyisi lâfı uzatmadan girizgâha uygun bir şarkıyla terennüme devam edelim…
Nihavent makamından, Kemanî Serkis Efendi’den;
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbâlime…”


Bu arada hoş geldin hazân mevsimi, sararsın yapraklar gönüller solmasın…
Sefayla neşeyle geçsin Sonbahar!


www.gazetemen.com
 

Tankut Öktem

Macit CÜNÜNOĞLU

 
 

5 Aralık gecesi telefonum çaldı, arayan kızım.
O tarihler Antalya’da yaşıyorum, sesi titrek, heyecanlı;
Arkadaşımızın babasını kaybettik Baba!”…
Trafik kazasında, Oylum’un babası, adı: Tankut Öktem”…

Sûkunete davet ederek yanıtlıyorum; “Tankut kim, neyin nesi kimin fesi?”…
Kızıyor; “Dünyaca tanınmış heykeltıraş, arkadaşımın babası.
Daha henüz internet çocuğu olmamışım, alıyorum elime Meydan Larousse’ı…
Buluyorum Tankut Öktem’i…
Ve kendimden utanıyorum!

Sen neymişsin Tankut Abi?”…
M.Kemal yontularına ruh katan insan, evrensel sanatçı, sanatsever herkes tanıyor…
Ben hariç, utancımdan iki kez kızarıyorum.

Halbuki öylesine sevmiştim Amasya Tamimi Anıtı’nı…
Memleketim, Selağzı meydanında.
1981 yapımı, ortada M.Kemal, sağında solunda Vaiz Abdurrahman Kamil ile
Müftü Hacı Hafız efendiler…
Utansın M.Kemal’i din üzerinden eleştiren reziller.

Evet, heykellerin önünden geçeriz, ilgimizi çekerse fotoğraf çektiririz…
Daha fazlasını merak edersek, dokunuruz…
Abartırsak çıkar üzerine otururuz!
Oturmak deyince; bu konuda en talihsizi Kuzgun Acar’ın “El”i…
Antalya Karaoğlan parkında ikâmet eder…
Doğum tarihi: 1974
Ancak o başparmağın üzerine kimler oturmadı?
Ben diyeyim on, siz deyin elli milyon…
Oturan -kusura bakmayın- milyonlarca döt!
En sonunda parmak dayanamadı, önce aşındı sonra kırıldı…
Bilâhare bakıma alındı…
Akdeniz Üniversitesi hocalarınca gerçekleştirilen bir operasyon sonucu
eski sağlığına kavuştu.

Dilerseniz Tophane’deki işçi heykelinin başına gelenlerden hiç söz etmeyelim…
Ellerinin kırılmasından sünnet edilmesine kadar!
Fakat Tankut hocamız bambaşkaymış.
Mimar Sinanlı profesör…
Adım başı heykeli, üstelik hayran kaldıklarımızdan.

Yurtdışını saymıyorum, Berlin’i Seul’dekini...
Aldığı ödülleri de sıralamıyorum, o kadar çok ki…
Lâkin bazıları var ki; ölümsüz, yüreğimize kazınmış.
Örneğin Balkan Savaşı Anıtı
Beş blok, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde…
4 metre yüksekliğinde 24 metre genişliğinde.
Ulusumuzun Balkan Savaşı sürecini anlatır.
Aynı şekilde Zonguldak Maden İşçileri Anıtı onurudur emeğin.

Tankut hocanın eserlerinden biri de Manisa’da…
Kuvay-ı Milliye ve Atatürk Anıtı, Türkiye’nin en büyük heykeli.
Ya Nazım Hikmet, Uğur Mumcu Anıtı unutulur mu?
Nazım İzmir’de, Kültürpark’ta…
Uğur Şişli’de…
Çanakkale şehitliğinde Yaralı Asker
Kadınımız Kastamonu’da.

Ben hocamızın Denizkızı Heykeli’ni çok severim…
Gökova, Okluk Koyu’nda…
Boynunda nazar boncuğu…
Kaidesinde Sadun Boro’ya ait sözler:
"
Bu denizkızı, düşlerini süsleyen cennete erişebilmek için nice engin denizler,
ufuklar aştı... Kıtalar, adalar, koylar dolaştı... Ta ki Gökova'ya ulaşana kadar.
"…

Oylum Öktem’le tanıştım…
Bir nikâh töreninde…
Tankut hocanın kızı.
O günlerde bir kitap yazmış, “Heykeltıraş Babam”…
Sağolsun, imzalayıp göndermiş…
Arka kapağında sevgili Türkân Saylan diyor ki:

Tankut Öktem ülkemizde ve dünyada en iyi Atatürk heykeli yapan yontucudur…
Benim gönlüm öyle istiyor ki Türkiye’nin dört bir yanındaki o çirkin, korkunç,
orantısız heykelleri çıksın, yerlerine Tankut Hoca’nın heykelleri gelsin
.”

Hocamızı 5 Aralık 2007’de, elim bir trafik kazasında yitirdik…
Geçtiğimiz günlerde, 30 Ağustos'ta, Arnavutköy Boğaz’daydım…
Küçücük bir alanda...
Kurtuluş Savaşı Destanı
İmza: Tankut ÖKTEM
Anadolu...
Okyanusların…
Düşlerin sanatçısı…
Yaratan, üreten, anıtlaştıran…
Özlüyoruz seni…
Eşsiz İNSAN, Tankut Hocam...
Saygıyla, sevgiyle...


www.gazetemen.com