bir şair vardı, öğretmen

30 Kasım 2013

Tarih affetmez!

 
 

 

 
 
Kaçıncı gidişim bilmiyorum, ama her ziyaretimde ayrı bir zevk alıyorum.
Uluslararası şöhreti her geçen gün artan Kariye Müzesi’nden söz ediyorum.
Doğum tarihi VI. yüzyıla (536) uzanan manastır, Ayasofya gibi Bizans
İmparatoru I. Jüstinyen döneminde inşa edilmiş, orijinal adı: Chora (Kora).
En önemli özelliği de Türkiye’deki kiliselerin içinde en fazla mozaik ve
fresklere sahip olması.
Dikilen minaresiyle 1511 yılından 1948’e kadar cami olarak hizmet etmiş…
Ve müzeye dönüşmesiyle birlikte turizmin gözbebeği olmuş.
Ne mutluluk, inançlara gösterdiğimiz saygı sevgiden ötürü kadirşinas
milletizdir vesselâm!
Keşke bu özelliğimiz başta siyasete, hayatın diğer alanlarına yayılsa diyeceğim
ama görünen köy kılavuz istemez, işimiz gerçekten zor!

Sağlık olsun, büyük ideallerin peşinden koşan gönlümüzü minik heveslerle
hoşnut etmek de ayrıca bir keyif…
Hele bir de İstanbul gibi hazinenin kucağında yaşıyorsanız.

Hiç unutmam, genç bir mühendis arkadaşım sormuştu…
“Kariye diye duyarız da, bu mekân nerde?”
Kendisi uzun yıllardır bu kentte yaşayan entelektüel, hemen hemen her
alanda bilgili, donanımlı, bilhassa kadın-aşk-sanat ve spiritüel mevzularda.
Vazgeçtim gitmesinden, adresi dahi bilmeyişine gerçekten çok şaşırmıştım!

Kora Karagümrük/Edirnekapı Fatih ilçesi sınırları içinde, surlara çok yakın.
Fırsat bulursanız gidin görün, dokunun duvarlarına…
Bir de Hz. İsa ile göz göze gelirseniz, emin olun Nirvana’ya ulaşırsınız…
Tabii benim gibi inancınız itikatınız varsa!
Ayrıca Tekfur Sarayı’na da komşu, selâmlayacaktım ama orası bugünlerde
restore ediliyor, inşallah bir dahaki sefere.

Bu kadar antik paylaşım yeter, şimdi gelelim asıl meseleye…
Yoksulluk akıyor tarihî dokuda, sur içinde, gerçek İstanbul’da.
Balat’ta, Fener’de, Çarşamba’da, Zeyrek’te, Ayvansaray’da…
Onca kültürel zenginliğe karşın bölge teslim olmuş açlığa, çarşafa!
Hani büyük Usta sık sık diyor ya; ulusal gelirimiz 11 bin kûsur dolar…
Gel de inan, dünya mirası coğrafyada küçük hayatlar yaşanıyor gecekonduda…
Aslında görünen manzara ne kadar hazin, yürek parçalayıcı…
Üstelik burası Adıyaman, Hakkari değil…
Canım İstanbul’umun tam orta yeri, kâlbi, ruhu, omurgası!

Hadi, dikilen gökdelenlere verdiğiniz izinlerle (belki ortağısınız)
bu güzelim kentin siluetinin içine ettiniz…
Kara çarşafı gösterip türbanı benimsettiniz…
Eski eserlere saygı adına yaptığınız restorasyonlarla epey takdir topladınız…
Hepsine eyvallah!
Ya insan, insanımız?
Utanmadan, sıkılmadan makarnaya-kömüre mahkûm ettiniz ki…
Yüzde elli değil yüzde doksan oy verse bile…
Asla tarih affetmeyecektir, emin olun!

Macit CÜNÜNOĞLU

.

29 Kasım 2013

Dava!

Macit CÜNÜNOĞLU
29/11/2013 06:00

 

 
 
“Dava” kavramıyla 12 Eylül öncesi tanıştık.
Elbette daha önce kullananlar da olmuştur ama Başbuğ’unki başka!
Ne diyordu MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş:
“Davadan döneni vurun!”
Sokak yangın, kan akıyor, gençler aydınlar hedefte…
Ve yitip giden binlerce can!
O yıllar darbeyle sonuçlandı, gelenler öyle bir vurdu ki…
Dava dava olalı böyle azgınlaşmadı…
Hapishaneler doldu taştı, işkenceler doruklara ulaştı...
Kuruldu darağaçları, onlarca genç sorgusuz sualsiz asıldı!

Derin acılar bırakarak geçti o devirler…
O günlerin pusudaki izleyicileri bugün iktidarlar!
Yalnız değişmeyen tek bir gerçek var; o da “dava”
Komünizm öldü, dava kılıktan kılığa girdi…
Yeri geldi Kürtlere, yeri geldi aydınlığa düşman oldu!

Vurdu geçti Uludere’de, kıydı 34 cana…
Yine mahpushaneler dolup taştı, yine düzmece iddialar ortalığı sarstı…
Ve bu ülke makûs talihini bir türlü yenemedi!

On bir yıldır seçimler, referandumlar yapılıyor ülkemizde.
İnanın sayısını hatırlamıyorum, lâkin sürekli mağlubiyetler mağlubiyetler!
Dedim ya; kılıktan kılığa giriyor dava, sanırsınız hacıyatmaz!
Yalnız bu sefer milliyetçi değil dinci…
Yok yok, tespitim yanlış oldu, binlerce özür…
Hem milliyetçi hem dinci…
Veya ideolojik skalada ne varsa hepsi!

Evet, bir seçim daha geldi çattı…
Gözler İstanbul, Ankara, İzmir’de…
Peşinden sıralanıyor irili ufaklı metropoller.
Meselâ Antalya?
Hoca gidici mi, kalıcı mı?
Yoksa adaylığı spekülasyona mı tabi?
Ne de olsa CHP’li!
Gökçek çıkartmasıyla AKP bir adım önde…
Kadir Abi favori gibi!
Meselâ Mersin, Fikri Sağlar’la buluşur mu?
Merakımızı sorularımızı çoğaltarak gideremeyeceğimize göre
davamız kalsın divana!

Fakat gerçek demokrasiye hasret kalan halkımız çağdışı
davaların kurbanı oldu…
Hem de hiç hak etmediği halde!
Baksanıza gelinen son duruma?
Kırk satır, kırk katır hikâyesine girmeyeceğim…
Cemaat ile iktidar dershaneler üzerinden savaşıyor!
Doku kanserli, meselenin özünü tartışan yok…
Kararmış yürekler; göz dikilmiş gençliğe, yarınlarımıza…
Herkes parsayı kapmak derdinde!

Çünkü heybeleri davalarının argümanlarıyla dolu…
Din-İman-Milliyet-Kulluk-Tarikat-Servet…
Ne ararsanız var…
Tek olmayan insanlık onuru, evrensel değerler, vatandaşlık eşitlik, özgürlük…
İnsanın haykırası geliyor, olmaz olsun böyle davalar…
Ah Mustafa Kemal ah!..
Sen ne kadar haklıymışsın.

28 Kasım 2013

Ankara'ya mektup!

Macit CÜNÜNOĞLU
28/11/2013 05:38

 

 
 
Öncelikle sağlık niyaz eder ellerinizden öperim.
Nasılsınız, iç güveyinden hallice misiniz?
Duyduk ki derebeyiniz yeniden aday olmuş…
Oh oh...
Ne mutlu sizlere!

Bizimki daha belli olmadı…
Porselen dişli top gibi gözüküyor ama…
Nihâyetin de bizim ili “van minut” yönetiyor.
Allah razı olsun, her Cuma sarayda!

Fakat nasıl söylesem bilmem ki…
Sizin aday bir tuhaf!
Dile kolay; yirmi yıl…
Koyun üzerine beş yıl…
Etti mi yirmi beş?
Vay anam vay…

Lütfen bağışlayınız ama…
Ya sizde kusur, ya algıda…
Yeryüzünde insan mı kalmadı…
Muhtaç oldunuz çatlağa!

Belki haklısınız…
Adam gibi seçenek yok.
Yine de ayıp denen bir şey var!
Deyin ki yabancı bir konuğunuz geldi…
Deyin ki fışkiye güzeliyle kokteyldesiniz…
Olur ya, diplomatik başkent…
Yerli yersiz yellenmesinden hiç mi utanmayacaksınız?

Üstelik adam kabadayı…
Pişkin, yalama, yüzsüz mü yüzsüz.
Ne edep bilir ne adap!
Hani çirkef mi desem, yoksa sindirim sisteminin son artığı mı?
Hangi tarif yakışır bilemem…
Takdir yüce halkımızındır, ne söylesem boştur!
Yalnız ve yalnız patlamaya hazır cinayet aleti olduğu kesindir.
Örneğin bendeniz böylesi özel imâlatla bırakın tartışmayı,
elim eline değse kesinlikle kâlpten oracıkta giderim.

Her neyse…
Ankara’ya gitmiyor Abi!
Ayrıca o koltuğa kimler oturmadı ki…
Hepsi bir tarafa da, ya Dalokay Amca…
Kurban olduğum…
Nasıl unuturum…
Bir tek O’nu tanıdım, O’na meftundum…
O da tanrının sevgili kuluymuş…
Gitti karısının araba sevdasına!
Sahi o devirlerden kalan borç var mı?
Karayalçın’ın neden olduğu  borç bataklığı malûm da…
Şu an’a kadar duymadım, ancak madrabaz dillendirirse şaşırmam!

Lâkin derlerdi de inanmazdım…
“Ankara Ankara, bahtı kara!”…
Kim söylediyse ağzına sağlık…
Ne kadar da haklıymış!
Hükümeti vardır yüzü gülmez, kocaman belediyesi vardır…
Burnu b.ktan çıkmaz!

Öyleyse bir kez daha seçin derebeyinizi…
Artık yağmur duasına mı çıkarsınız, yoksa kışlaya çadır mı kurarsınız?
Lütfen kulak verin, çağrım son defa…
Aklınızı başınıza alın, daha fazla insanlığımızı rezil rüsva etmeyin dosta düşmana!
Şayet eğer seçtiniz, Ankaralılar tanımaz…
Walla da billâ Baaddin’e havale edeceğim…
İnşallah bu sefer oynak malzeme karşısında hedefi şaşırmaz!

27 Kasım 2013

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi




Siyaset tam gaz, yerel seçimlere endeksli bodoslama ilerliyor…
Bir de dershaneler; inatlaşma kanlı mı, kansız mı bitecek?
Merakımızı elbette zaman yenecek.
Haydi hayırlısı diyelim ve geçelim insanlık hallerine.

İnanın gündem yoruyor, hele de İstanbul’da yaşıyorsanız.
Bir tarafta biteviye kaos, diğer tarafta çözümsüz hengâme!
Seç beğen al, tepe tepe kullan!
O nedenledir ki insanın ara sıra huzura, kaçamağa ihtiyacı var.

İşte bu adreslerden birisi “Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi”
1995 yılında Ali Nihat Gökyiğit beyefendi tarafından eşi adına kurulmuş.
Anadolu yakasında, Ataşehir’e komşu.
Atatürk ve Fatih köprüsünden gelen otoyollarla, Ankara otoyolunun
birleştiği kavşakta…
Bahçe için ANG Vakfı, Karayollarıyla süresi 2025’te bitecek bir protokol yapmış…
Ondan sonrası Allah kerim!

Toplam 32 hektar…
Takribi 50 bin ağaç, çalı çırpı ve kazlar, ördekler, tavus kuşları.
Giriş bedava, otopark bedava, oksijen bedava, su bedava, helâ bedava…
Piknik bedava, masalar bedava, çardaklar bedava, manzara bedava…
Büyük ûstâdımız Orhan Veli’nin ünlü dizelerine nazire yaparcasına…
Daha ne olsun?
Kesinlikle Tayyipsiz mekân, sinirler cımbızla toplanmış, yumuşak ve ılıman…
Deyin ki kurtarılmış bölge veya özgürlük adası…
Kısaca mutluluk hormonu; tonik, doping, afrodizyak…
Nasıl tarif edersiniz edin, ama mutlaka gezin.
Yaşayın, dibine kadar o eşsiz atmosferi soluyun.

Ruhunuz dinlenip yürüyüş parkurlarında hayâl dünyasına dalacaksınız.
Bilgi deposu tünelleri var ki…
Mozart’ın, Itrî’nin, Ertaş’ın eşsiz müzikleri eşliğinde âdeta sonsuzluğa seyahat…
İnanın ömre bedel!
Tomurcuklar, çiçekler, gelinler/damatlar ne ararsanız…
Yeryüzünün en güzel en romantik platosu; fon da dereler, göller, kelebekler…
İnsan sevdalısı Diyojen fenerleri, çocuk seslerinin yükseldiği oyun parkları…
Ve müthiş doğa, selâmlıyor konuklarını birer birer!

Ya çevre?
Ne siz sorun, ne ben anlatayım, dilerseniz ucundan dokunayım.
Otobanın, Ataşehir’in yanındaki bahçemiz, âdeta insanlığa ders verircesine haykırıyor…
“Ben burdayım, n’olur fark edin, dokunun bana, dost olalım kardeşçe, insanca.”
Aslında seslenen yakıp yıktığımız doğa…
Yarınlarımıza, evlâtlarımıza torunlarımıza bırakacağımız mirâs!

Lâkin baykuşlar, leş kargaları tünemiş etrafa…
Bin bir çeşit, başta BOKİ, Daryap, Daşyapı, Emmioğlu ve benzerleri…
Arkalarında vahşi kapitalizmin yerel versiyonu Sultan’s A.Ş.
Dinci, tarikatçı, cemaatçi, Nakşî, mezhepçi, milliyetçi!
Bir de tüy dikmişler bölgeye, inanç sömürüsünün belgesi…
Nam-ı diğer Fatih Sultan Mehmet Camii!

En iyisi mi boş verin, dönün sırtınızı karanlığa, soysuzluğa…
Özgürce, insanca nefes almak istiyorsanız değerli Gökyiğitlerin
yarattığı cenneti ziyaret edin…
Açizane tavsiyemdir, emin olun pişman olmazsınız…
Yeter ki sevgiyle bakın toprağa, bakın neler neler verecektir dokunan ellere...
Siz ziyaretçi dostlarına…


Macit CÜNÜNOĞLU

.

26 Kasım 2013

Bastır Pensilvanyalı!

Macit CÜNÜNOĞLU
26/11/2013 05:54

 

 
 
Yıllar öncesiydi, Ali Kırca’nın “Siyaset Meydanı” popüler, ortalığı kasıp kavuruyor.
Aman tanrım, neydi o devirler?
Sabahın beşine kadar süren tartışmalar, kavgaya ramak kalan polemikler…
Hepimiz televizyon manyağı olmuştuk!
Neyse ki esti geçti o rüzgârlar, şimdi tüm kanallar siyaset meydanı!

Bir keresinde rahmetli İsmail Cem’i izlemiştim, yanılmıyorsam gündem eğitimdi…
Şöyle diyordu: “Verin bana İmam Hatipleri, on yılda Türkiye’yi sosyalist yapayım!”
İhtilâl veya darbeyle değil canım, elbette demokratik yöntemle, yani seçim yoluyla.
Becerebilir miydi bilmem, ama o zamanlar İmam Hatiplerin sayısı 565 civarındaydı.
Fakat bu söyleminde bir gerçeği vurguluyordu…
Eğitim önemli iş, toplumların yarınlarını belirleyen mekanizma.

Sevgili Cem görüşlerinde haklı çıktı…
Elbette ülkemiz sosyalist falan olmadı, ama bal gibi dinci kimliğe büründü.
Peki ana faktör neydi?
Gelinen durum salt siyasî konjonktürle veya iktidar adayı partilerin başarısı,
başarısızlığıyla açıklanabilir mi?
Hiç sanmam, çünkü alt yapısında İmam Hatip gerçeği var.

Dile kolay, son yarım yüzyıldır fabrikasyon öğrenci yetiştiriyor
Milyonlarca, üstelik genç dimağlara kutsal ideoloji enjekte ediyor.
Doğrudur yanlıştır, sonuç itibariyle dogmalarla donatılmış beyinler
son on bir yıldır ülkemizi yönetiyor.
Üstelik dertleri yalnızca maneviyat değil, kapitalizmle de bir güzel
harmanlanıp ortaya karışık türünden bir manzara sergileniyor!
Yeri geliyor muhafazakâr, yeri geliyor herkesten fazla liberal, bazen sosyalist…
Ne ararsanız mevcut, yeter ki dinci eğitim kesintiye uğramasın!
Ve yetişen kuşaklar dağılsınlar dört bir tarafa, en kıvrak olanları da sıçrasınlar iktidara!

Zaten ülkemiz Yağma Hasan’ın böreği…
Gelen giden voliyi vuruyor, dün TÜSİAD bugün İslâmcı sermaye!
Seçmen/kadro sıkıntısı da yok, tabandan geliyor badem bıyıklı mollalar!
Oh ne âlâ!

Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere, dershanelere…
Uzunca bir süredir malı götürüyor Pensilvanyalı Hazretleri!
Eğitim sisteminde kontrol onda.
Dershane pazarında yaklaşık yüzde kırkı elinde tutan zat-ı muhterem
İmam Hatiplere gerekli takviyeyi çıkıyor, maksat memlekette çapulcu kalmasın!
Ne kadar ulvî hizmet değil mi?

Lâkin arada sırada haddini aşıp hünkârımızın işlerine burnunu sokuyor…
Hem içerde, hem dış politikada…
Ne de olsa Amerikalı, fabrika ayarları Oval Ofis’ten…
Pusulası tanrıya dönük ama ülke meselelerinden geri durmuyor!

Fakat Gülen hocanın son birkaç hamlesi hünkârımızı güldürmedi, kızdırdı…
Hatta çizmeyi aşan hareket olarak algılandı.
İnanın bu konuya tarafsız bir gözle bakıyorum; saygıdeğer Başbakanımız
sapına kadar haklı!
Çünkü hariçten gazel okuyan hazret kendini ülkenin efendisi sanıyor…
Halbuki ortada yüzde elli oy, boru mu?
Ayrıca bu oylar Çarşamba pazarından mı toplandı?
Olsa olsa etkisi yüzde bir, öyle diyor Bülent Arınç…
Ben inandım, ne de olsa söyleyenin özgül ağırlığını hissedenlerdenim!

Bir de Şanghay Beşlisi’ne katılmak için hünkârımız kuzeyde,
uzak Asya’da kırk takla atıyor…
Füze siparişi veriyor Çin’e, nükleer enerjiyi bağlıyor Putin’e…
Kıçını dönüyor ABD’ye, İsrail’e…
Velhasılıkelâm diplomatik işler, Hz. Davut imzalı organizasyonlar…
Senin üstüne vazife mi?
Hafız mısın, vaiz misin, her neyse…
Partal dondan çıkar gibi (kusura bakmayın, gerisini yazmaya terbiyem müsait değil)
zıplıyorsun ortalığa!

Kapatıyor işte dershaneleri…
Sıkıysa arkasında dur!
Kurunun yanında Arıkan’ın (arkadaşım) dershaneleri de yanacak ama…
N’aparsınız, emir büyük yerden ulu hakandan…
Oh olsun, uzunca bir süredir böylesi heyecanlı kavga izlememiştim…
Ne günlere kaldık aziz Tanrım?
Ömrü hayatımda ilk kez tarafsızım…
Üstelik kapışanlar yeminli M. Kemal düşmanı…
Bakalım hangi nokta da uzlaşacaklar!

25 Kasım 2013

Ayasofya'ya saygı

 

 
 
Son yıllarda alışkanlık haline geldi.
Muhakkak ayda bir Hipodrom meydanını geziyorum.
Tabii başta Ayasofya’yı, Aya İrini’yi, değerli Çelik Gülersoy imzasını taşıyan
Soğukçeşme sokağını ve Mavi Cami’yi (Sultanahmet) ziyaret ediyorum.
Tarihe az buçuk merakımdan olsa gerek, müthiş keyif alıyorum.

Ayrıca burası Doğu Roma ile Osmanlı’yı buluşturan tarihsel mekân.
Bir tarafta Ayasofya, dev kadetral, yapımı 532 - 537 yılları, banisi
Bizans İmparatoru I. Jüstinyen.
Tam karşısında sultan I. Ahmet tarafından inşa ettirilen Sultanahmet.
Tarih 1609 - 1616.

İki muhteşem yapının tam ortasında da Hürrem yengemizin hamamı!
Süper bir kadınmış, helâl olsun diyelim görkemli saltanatına!
Yalnız bugünlerde Ayasofya mahzun, uzatmış zarif gövdesini,
kasabı bekleyen kurban modunda.
Yürek dayanmıyor, ne kadar hazin bir durum!

Biliyorsunuz, burası uzunca yıllardır M. Kemal’in talimatıyla (1934)
müze olarak insanlığa hizmet ediyor.
Ülkemize gelen turistlerin ilk durağı, yarım hacılık gibi bir şey…
Olmazsa olmaz, mutlak görülmesi gereken mabet.
Lâkin üzerinde dolaşan o kara bulutlar yok mu, yağdı yağacak…
Sonuç itibariyle kilise, Ortadoks dünyasının kâlbi…
Aynen Fener Patrikhane’si gibi.

Gel gör ki neo-sultanımız kafayı takmış…
Ayasofya’yı illâki ibadethane, cami yapacak!
Buyrun burdan yakın!
Topçu Kışlası olmadı, cami verelim hayranlarına…
Hem de tarihin ta göbeğinden!

Bu girişim inanç turizmine indirilecek en ağır darbe…
Hatta kafa kopartma!
Düşünsenize, ülkemizde yaşayan Rum sayısı iki bin kûsur…
Köklerini kazımışız aslanlar gibi, Ruhban okulunun kapısında kilit…
Tası tarağı topla Bartholomeos, yürü git!

Evet ve de maalesef ülkemizin giderek utanç listesi kabarıyor…
Saldırgan dış politika, bölgesel liderlik hesapları…
Kendisini dev aynasında gören sultan…
Ve barbarca, fütursuzca, küstahça tarihî dokulara saldırı!
Hatırlarsınız, bir tarihlerde (belediye başkanlığında) surların gereksizliğinden,
yıkılmasından söz etmişti…
Şimdi de gündeminde Ayasofya…
Milliyetçi tosuncukları da takmış kuyruğuna…
Yok etmeye çalışıyor insanlığın ortak mirasını, din adına, siyaset adına, oy adına!

Bence bu iktidara “dur” deme zamanı çoktan geldi de geçti.
Çünkü her geçen gün daha fazla azgınlaşıyor.
Toplumsal hayata, bireyin bizatihi kendine, karışmadıkları alan kalmadı.
Sıra geldi inançlara, kültüre!

Haydi halkım, sahip çıkalım Ayasofya’ya, sevgili M. Kemal’in arzularına…
Aynen Gezi’de olduğu gibi, durduralım karanlığın yükselişini…
Canım ülkemize aydınlığı hâkim kılalım…
Yarınlarımız, evlâtlarımız, torunlarımız, insanlık adına.

Not: Ayasofya konusunda son umudum Putin…
Ne de olsa Ortadoks…
Madem sözümüz geçmiyor sultana…
Belki O’nu dinler.
Malûmunuz, Çar hazretleri Esad’ın hamisidir…
Daha dün Suriye meselesinde bizimkinin hızını kesmedi mi?
Bir de Akkuyu projesi, hani şu nükleer tezgâh!
Tanrı aşkına, İsa aşkına, Meryem aşkına, yüzde elli aşkına
dilekçeyle başvuracağım Kremlin’e; n’olur Ayasofya’yı kurtar!
Tutar mı?
Bence kesin, bu girişimime ne dersiniz evrensel dostlar?

Macit CÜNÜNOĞLU

24 Kasım 2013

Konuğum Elif öğretmen

Macit CÜNÜNOĞLU
24/11/2013 06:08

 

 
 
Alıntı yapmak alışkanlığım değil…
Çoğu yazara dikkat ediyorum, günü kurtarmak için en kolay yöntem
“kopyala-yapıştır”ı tercih ediyor.
Yazarın söyleyecek lâfı yoksa ithal düşüncelerle işgal ettiği köşeyi
idare etmekte fena fikir değil.
Varsın olsun, yeter ki müşterisi bol olsun!

Lâkin tüm bu iri iddialara karşın bugün benim de bir konuğum var…
Büyük konuşmamak lâzımmış!
O bihaber, ben davetkâr.
Adı: Elif Gün
Hümeyra’sı da var ama O’nu nerde kullanır bilmem!

Elif'in mesleği öğretmenlik…
Gazetemen’in sıkı bir takipçisi, ne mutlu bizlere.
Tesadüf bu ya, otuz sekiz yıllık hikâyesini dün öğrendim.
Sosyal medyadan...
Dinleyelim bakalım kendi anlatımından;

“Yıl 1974 -75…
Okuldan mezun olmuşum.
Sanki dünyayı parmağımda döndürecek kadar güçlü ve donanımlıyım…
En azından ben öyle düşünüyorum...
Tayinler belli oldu, Antalya Akseki /Minareli Köyü.
Sevinçliyim.
Endişe var mı?
YOK.
Ben her şeyi yenecek GÜÇTEYİM.
Köy gerçeğini biliyorum.
Zor olan hiç bir şey yok…
Bu ruh durumuyla gittim köye.

Köyde yol yok, bakkal yok, elektrik yok.
Okul 3 yıl öğretmen görmemiş.
Çoğu zaman kilitli kalmış.
Erkek öğretmen çekememiş istifa etmiş gitmiş.
Eski ahşap bir bina, merdivenleri tahtadan.
İnip çıkarken gıcırdayıp sallanıyor.
Köy gerçeğini bilen bendeniz şaşkın mı şaşkın.
Yelkenler suya indi inecek.
Yağmurlar gözlerime yağdı yağacak.
Yok korkmayın, başım DİK.
Hamurumuz İYİ yoğrulmuş...

Gece karanlık.
Köylülerden gaz lambası istendi.
Bazısı yufka ekmek, bazısı katık getirdi.
Allah ne verdiyse yendi içildi.
Herkes dağılınca tedirgin bir şekilde uykuya yatıldı.
Biraz sonra odanın altından tıkırtılar gelmeye başladı.
Uyu uyuyabilirsen.
Kalp çarpıntılarıyla sabahı bekledim.
Gün ağarınca doğruca odanın altındaki dam gibi yere indim.
Baktım ki dağ keçileri içeriye girmiş.
Derin bir nefes aldım.
Kendime kızdım...

Ertesi gün gene karanlık bir gece...
Kapım çalındı.
Tedirgin bir şekilde açtım.
Baktım yaşlı bir beyefendi.
Gayet kibar (öldüyse ışıklar içinde yatsın)…
Kendisini tanıttı...
İstanbul 'da oturuyormuş.
Tatil için köye gelmiş.
Köyünün öğretmensiz olması ona üzüntü veriyormuş.
"Okulumuzu açtığın için teşekkür ederim.
Bundan sonra size GÜNEŞ diyeceğim”
diyerek,
elindeki pilli el fenerini bana uzattı.
"Siz benim köyümü aydınlatınız, bu fenerde sizin yolunuzu aydınlatsın "dedi.

İşte o günden beri, o el feneri bende saklıdır…
Ne zaman DARA düşsem o fenerin bana verdiği manevi gücü hatırlarım.
Ondan destek alırım.
Aradan yıllar geçti.
Ben yaşlandım.
Ama umutlarım VAR.
Anlayacağınız benim dünyamda
"O GÜZEL İNSANLAR, O GÜZEL ATLARA BİNİP GİTMEDİLER" hâlâ bir yerlerde VARLAR...

Sorarsanız : “Tekrar ÖĞRETMEN OLMAK İSTER MİSİNİZ ?” diye…
Hem de canı gönülden "EVET" derim.”


Öğretmenler gününüz kutlu olsun can öğretmenlerim…
Ve Elif, Hümeyra, Gün hocam…
Gözlerim nemli, nasıl seslensem bilmem ki?
Sağol, varol…
İyi ki varsınız; sevgiyle, saygıyla kucaklamak duygularımı ifade etmeye yeter mi?

23 Kasım 2013

Baba'nın izinde!

Macit CÜNÜNOĞLU
23/11/2013 06:05

 

 
 
Siyasetimizin izdüşümü, özeti…
Ne derseniz deyin…
En kralını yıllar önce Demirel söylemiş; “Dün dündür, bugün bugündür.”
Bakar mısınız felsefeye?
İçinde pragmatizm, durum tespiti, oportünizm, kıvraklık, kaypaklık…
Ne ararsanız var.
Helâl olsun duayen babaya, görüşleri günümüzde hâlâ geçerli!

Emekli Has Parti’nin Genel Başkan’ı Numan Kurtulmuş geldi aklıma…
Adam ilâhiyatçı, profesör, sevimli, sözünün eri.
Hatırlarsınız, neler dedi iktidara?
Hele biri var ki, ölsem de unutmam…
“Devlet yönetimine Harun gibi gelip Karun gibi zengin olmak!”
İşte bu lâfa bittim…
Gittim oy verdim sandıkta; insanın halisine, ideallerine, Numan Kurtulmuş’a.
Heyhat!
Boşa gitti kâlbi desteğim, zıpladı gitti adam AKP’ye…
Nerden bilirdim Demirel’in izinden gittiğini…
Dün dündürün meftunu olduğunu!
Sağlık olsun, kazık yedik ama ben her daim ileriye bakarım.

Gelelim yerel seçimlere, şaka değil dört ay kaldı.
Merkezde İstanbul, yancısı Ankara, potada İzmir…
Sarıgül, Sırrı Süreyya, Gökçek…
Hepsi yegân yegân delikanlı adaylar…
Yolları açık olsun, nihâyetin de 30 Mart’ta sandık açılıp kel görünecek!

Fakat cemaatler yok mu?
Türkiye’nin gerçeği; Nurcusu, Fethullahçısı, Menzili, Cüppelisi…
Alayı siyasetin odağı…
Ve kerteriz dershaneler!
Kapansın mı, kapanmasın mı?
Sultan hırçın, gözü kara…
“Kapatılacak, yavrularımız dershanelerden kurtulacak!”      
Cemaatler de diyor ki, “nah kapatırsın, hodri meydan!”

Siz olsanız hangisine meyledersiniz?
Bir tarafta M. Kemal düşmanları, diğer tarafta El Kaide dostları…
İkisinin de ortak paydası; aydınlığa ölümüne karşılar…
Ant içmişler bin dokuz yüz yirmi üçte…
Teslim olmayıp intikam alınacak…
Vur vur M.Kemal’e…
Hayasızca, onursuzca!

Evet, siyaset bu ya…
Yalanın bini bir para, demokrat Soylu orda, Kurtulmuş orda…
İkisi birden kurmay kadroda!
Koro hâlinde sesleniyorlar; “dün dündür, bugün bugündür”
Ne güzel iş, haysiyet çıkmış pazara…
Parayı veren düdüğü çalıyor…
Siyasetçinin soysuzu da yamanıyor iktidara…
Sonra da bülbül kesiliyorlar, insanlık onuru adına!

Utanın diyeceğim ama…
Ne gezer, elde var Mustafa…
Ne cemaatçiliği kaldı, ne rüşvetçiliği, ne ihracı…
Keşke bir kez olsun aynaya baksalar ya!

Aslında ne kadar doğru söylemiş ozanımız Özdemir Asaf;
“Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”
Öyleyse haydi sandık başına…
Hoca Efendi Hazretleri’nin el vermediği başkan adayını bulmaya…
Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına…
Onlar ersin muradına, biz çıkalım kerevetine!
Âmin!

22 Kasım 2013

Heraklit'ten Gezi'ye...

Macit CÜNÜNOĞLU
22/11/2013 08:36

 

 
 
Nerden tanıştık, nerden okuduk?
Hadi okuduk diyelim, bir de benimsedik, yaşam felsefemiz yaptık.
Efesli Herakleitos’tan söz ediyorum ve bizden, bir kuşaktan.
Adam bu topraklarda, Ege’de 2500 yıl önce yaşamış filozof, MÖ. 535-476
Hayatın sırlarına ilişkin önemli tezler ortaya koymuş, hatta görüşleri Batı
felsefesinin dinamik yapısını ve sistematiğini oluşturmuş.

İzninizle bu düşüncelere kısaca göz atalım…
Başta evreni açıklıyor;

“Bütünün kendisi olan bu kozmosu ne bir tanrı, ne de bir insan meydana getirmiştir.
O, daima belli ölçülere göre yanan, belli ölçülere göre sönen ezeli ve ebedi ateştir.”
  

Buluğ çağının içinde debelenirken, bak şu beyefendinin söylediklerine?
Tüm değerlerimizi alt üst edip yaradılış teorisini yerle bir ederken
işin içine bir de ateşi sokuyor, herhalde Büyük Nova patlaması olsa gerek!
Kulakların çınlasın Stephen (Hawking), senden 25 yüzyıl önce sergilenen
gerçekleri “Zamanın kısa tarihi” kitabında yeniymiş gibi nasıl da pazarlamıştın?
Neyse, Heraklit (kısaca) dedemizin dünya görüşünden pek bir keyif aldık…
Ve biat ettik, artık çözülmüştü evrenin sırları, ondan sonra gelsin zıtların birliği,
evrim yasaları vesaire!
 
Bizler antik çağın düşünsel yapısını keşfetmeye çalışırken imdada
“Kızıl Kafalı Filozof” yetişti…
Adı Georges Politzer, Macar kökenli Fransız, Marksist yazar felsefeci.
Kitabının adı “Felsefenin Temel İlkeleri”, bir devrin kutsal kitabı!
Okumayanı insan yerine koymuyorlar, oku, beyinsel sınıf atla!

Neydi o devirler, hele Sokrates?
O da apayrı bir dünya, öğrencisi Platon, onun da öğrencisi Aristoteles
Büyük İskender’in hocası, şimdi aklıma geldi; günümüz siyasilerinin
felsefeci danışmanı var mıdır?
Hiç sanmam, olsa olsa onların iş adamı, müteahhitlerle dostluğu vardır…
Belki birkaç tane ulema, ne de olsa atalarımız “Dünyada mekân, ahirette iman” demişler!

Evet, bütün bu konulara neden değindim?
Açıklayayım efendim, daha dün bir gençle tanıştım, otuz yaşlarında…
Sırrı Süreyya’nın danışmanıymış, peşinen söyleyeyim; tek kelimeyle hayran kaldım.
Müthiş donanımlı, full aksesuar, anlamak için dinleyen, empati düzeyi yüksek…
İçimden yakışır dedim kamyoncuya, helâl olsun!

Ancak birazcık da kıskandım!
Her bir b.ka maydanoz olduk, dünyayı anlamaya çalıştık, Zimbabve’den Nikaragua’ya,
Kamboçya’dan Eskimo’lara kadar her türlü devrimci hareketle ilgilendik…
Yalnız çocuklarımızı, canlarımızı siyasetin dışında tuttuk.
Çünkü yenilmiştik, hem de ağır bir yenilgi, bedeller ödenmişti…
Yitirilen yoldaşlar, sakat kalmalar, alçak sürünmeler, sürgünler…
Bir de duvarlar yıkılınca, top yekûn altında kaldık!
Düştük gelecek derdine, muhannete muhtaç olmama kavgasına…
Biz çektik, bari onlar çekmesin…
Başlarım lan devrimci siyasete, oğlum kızım doktor, mühendis, bilim insanı olsun…
Bir kaçı da sanatçı, en başarısızı da devlet memuru!

İşte, bir kuşağın yaşanmış hazin hikâyesi…
Neyse ki “Gezi ruhu” çıktı piyasaya, üç beş ağacın, yılların birikimi sayesinde…
Derin bir nefes aldık, belki kazancımız teselli ikramiyesi…
Varsın olsun, en azından gözümüz arkada gitmeyeceğiz!

21 Kasım 2013

Soytarılar!

Macit CÜNÜNOĞLU
21/11/2013 06:03

 

 
 
Büyüklerimizin söylemidir; “hariçten gazel okumak kolay!”…
99 yılıydı, Berlin’deyim…
Duvarlar yıkılalı on yıl olmuş…
Bizimkiler dağlara taşlara yazmışlar: “Faşist T.C.”
Enteresan!
Başbakan Ecevit, ortakları ANAP ile MHP…
Yine de döşenmişler; “Kahrolsun Türkiye”

Tam da o zamanlar Müjdat Gezen’le tanıştım…
Büyük usta Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nı sahneliyor…
Yönetmen rahmetli Savaş Dinçel.
Kadro müthiş…
Başta 1908 doğumlu Necdet Mahfi Ayral, Lale Oraloğlu, Öztürk Serengil,
İlhan Daner, Erdoğan Tuncel, İtri Koşar…
Ve daha kimler?
Televizyon dizilerinden tanıdığımız Günay Karacaoğlu, Şevket Çoruh,
Caner Güler, Kıvanç Tiner, Şeyla Halis, Abdullah Kaya, Serdar Orçin…
Ya müzikler?
Bir efsane, saygıyla andığımız Melih Kibar.
Bendeniz de oyunun tanıtım fotoğraflarını, slaytlarını çekiyorum.

İşte o süreçte sanatçılarla yakınlaşıp sohbet imkânı buldum…
Hepsi birer tiyatrocu, sahnelerin tozunu yutmuş gerçek emekçiler.
Anlatıyor Necdet Bey; İkinci Meşrutiyet’in faziletlerini, Sultan Mehmet Reşad’ı,
İttihat Terakki’yi, Vahdettin’i ve Mustafa Kemal’i…
Sanırsınız canlı tarih!
Altı tane fincan için nasıl hapis yattığından söz ediyor Oraloğlu, gülümseyerek…
Elinde Cumhuriyet gazetesi, halis Atatürkçü “Mahmut Hoca” rolündeki Erdoğan Bey
28 Şubat’ın on bin yıl sürmesinden yana, hâlâ heyecanlı, hop oturup hop kalkıyor!
Yönetmenimiz Savaş Dinçel ise; bir elinde sigara, bir elinde viski bardağı oyunu
yönetiyor büyük bir ciddiyetle…
Sesleniyor Hababam Sınıfı’na; “nüanslar önemli, repliklere dikkat!”

Başarıyla sergilendi eser, Rıfat Ilgaz’ın mesajına uygun, lâyıkıyla…
Binlerce seyirciyle buluştu.
Hele o son sahne var ki, yıllar geçse unutmam…
Hep birlikte selâm gönderiliyorlardı finalde; M.Kemal’e, aydınlığa,
yarınlara umutla…
Sene: Bin dokuz yüz doksan dokuz.

Bütün bunlar aklıma nerden geldi?
Şivan Perwer’den, Nejat Uygur’dan.
İlki hariçten gazel okuyan, Roboski’yi inkâr eden ihraç malı sömürgen…
İkincisi, daha dün toprağa verdiğimiz Tayyipsever…
Ben oldu bitti her ikisini de sevmedim…
Hele ikincisinin şovmen çocuklarını da hiç sevmedim!
Bunlar nasıl sanatçı yahu?
Bağışlayın ama bu muhteremlerin sanatçılığı gerçek sanatçılara alenen hakarettir!

Ancak kime ne anlatacaksınız?
Kalkıp birileri Perwer’i Ahmet Kaya’yla yarıştırıyor…
Birileri de Uygur’u yerli malı Charlie Chaplin yapıyor!
El insaf!
Kaya’da, Şarlo’da faşizme, haksızlığa, adaletsizliğe, ırkçılığa
karşı direnişin kahramanlarıdır…
Ya Şivan ile Nejat…
Olsa olsa Sultan’ın soytarısıdırlar…
Ve tarih boyunca da öyle anılacaklardır…
Lütfedip anan olursa!

Yine de Nejat Uygur’a rahmet dilerim, benim öfkem,
kızgınlığım ölümlü dünyada…
Uhrevî hayatla işim olmaz, çoktan kapattım parantezi!

20 Kasım 2013

Sömürünün önlenemez yükselişi!

Macit CÜNÜNOĞLU
20/11/2013 08:39

 

 
 
“Geriye bakan ileriye çarpar” görüşüne duyduğumuz saygıyla birlikte
dünden, geçmişten hiç mi feyz almayalım?
İki de bir de 12 Eylül öncesine uzanarak lütfen kuru b.ka su serptiğim sanılmasın…
Derdim emekçiler; örgütlülük düzeyi, sınıf bilinci, mücadele gücü,
kararlılığı ve toplumsal hayat üzerindeki etkisi.
Yalnız bizde mi?
Bir zamanlar batı dünyasını derinden sarsan sendikalar vardı…
Elbette duvarların yıkılmasından, milattan önce!
Örneğin ilk aklıma gelenler Almanya’nın IG Metal’i, Fransa’nın CGT’si…
Müthiş savaşkan kuruluşlardı, aldıkları kararlarla kapitalist düzene yön verirdi.
Bizde de DİSK, yarım milyon üyesiyle şaha kalktı mı, devrimci hareketi peşine takardı…
Ondan sonra gelsin yürüyüşler, mitingler, grevler, direnişler…
İşverenlerin, devletin, hükümetin yüreğine korku salardı.

Üstelik o devirlerde bugünkü gibi işçi sayısı on milyonlarla ifade edilmiyordu…
Alayı üç dört milyon, en az yüzde ellisi örgütlü.
Ya bugün?
İşkolu barajını geçen sendika sayısı irili ufaklı 40 (yazıyla da kırk)…
Üye işçilerin sayısı bir milyon…
Sendikalaşma oranı deyin ki yüzde 8…
Ne kadar çağdışı bir sonuç değil mi?

Neyse, geçmişe selâm deyip bakalım siyasete.
İlk işimiz sol basına göz atmak olsun, ortalama tirajlara…
Ayrıca hangisi gerçek sol, hangisi yalama, hangisi provokatör…
Değerlendirmeyi sevgili okurlarımıza bırakalım.

Aydınlık: 61 bin
Cumhuriyet: 51 bin
Yurt: 50 bin
Sol Gazetesi: 15 bin
Birgün: 11 bin
Evrensel: 7 bin

Bu tirajları artıran en önemli etkenin Gezi olayları olduğunu da göz ardı etmeyelim.
Bir de yukarıdaki listede yer almayan muhalif Sözcü’ye de bir parantez açalım…
Emin usta kusura bakmasın ama gazetesi bir zamanların Tan’ına benziyor…
Baldır bacak cömertliği açısından değil, “manşet” açısından.
Patlatıyorlar sürmanşetten haberi, gerisi fosss!
Ondan sonra gelsin koro hâlinde küfürler, kalaylamalar…
Tam Çölaşan yapımı, rahmetli Ahmet Vardar’ı çağrıştıran üslup…
“Ayağını denk al Tayyip, gelirsem oraya…” türünden!
Sizleri bilmem ama ben hiç almadım, malûmun ilânıdır deyip geçtim.  

Evet, gündelik siyaset fokur fokur…
Başta Sarıgül, Barzani, Şivan, dershaneler ve Pensilvanyalı zat-ı muhterem!
Seç beğen al…
Hepsi gündemin müstesna malzemeleri, kullan kullan at…
Dersem bu işler bu kadar basit mi?
Çünkü Ankara’da Sultan var, Yeni Türkiye’nin mimarı…
Emeğin köleleştiği düzenin efendisi, demagoji ustası popülizm hastası…
Bir garip adamdır; dindar, muhafazakâr, zenginliği sever, adil paylaşımı sevmeyen varlık... 
Ve sendikaların en zavallı halleri yaşanır bu ülkede…
Sol rüzgârların esmediği topraklarda.
Alın teri, beyaz yakalı düşmüştür hayat gailesine…
“Zincirlerinden başka kaybedecek…” çok şeyleri vardır…
At oynatır sultanımız doya doya…
Çünkü memleket on bir yıldır iktidarın asma bahçeleridir!

19 Kasım 2013

"*Spasiba" Hayat!


Macit Cününoğlu








Gazetemen’deki köşemin sıkı takipçisi dostum bir zamanlar sormuştu;
“her gün nasıl yazıyorsun, konu sıkıntısı çekmiyor musun?”
Benim cevabım açık ve netti; “ Bizim ülkede dertler bitmez, dolayısıyla
değil her gün yazmak, günde beş kere döşensem yine de dertlerimizi ifade
etmeye yetmez!” 
  
Sakın ha, lütfen, bu girizgâhım kalemime önem atfettiğim, yazılarımı değerli
bulduğum gibi bir algıya neden olmasın, bendeniz olsa olsa popüler gündemi
yorumlamaya çalışan sıradan bir paylaşımcıyım…
Ne eksik ne fazla, yazılarımı da bu çerçevede değerlendiriniz… Tekrar lütfen.

Şimdi gelelim sadede…
Bilindiği gibi çok geziyorum, İstanbul kazan ben kepçe…
Çektiğim kayda değer fotoğrafları da sosyal medyada arkadaşlarımın
beğenisine sunuyorum…
Hele bir de beğenen çok olursa, zevkten dört köşe oluyorum(!)
Ne de olsa benim de egom var, azıcık okşanmanın kime ne zararı olabilir ki?
Ayrıca politikacı, makam sahibi bürokrat da değilim…
Deyin ki okyanusta bir damla, sonuç itibariyle Face ile geçinip gidiyoruz işte!

Evet, dün bu duygular içinde elimde makinem, dolaşıyorum
Yedikule Zindanlarında…
Üç beş kare derken peşinden yanı başındaki Ermeni Hastanesi…
Başhekimi Tercan Bey’i tanırım, ziyaret ettim, selâmlamak insanî görev.
Aile dostum, kan bağımız yok ama yakın akrabam gibi hissederim…
Ta memlekete uzanan hasretler; komşuluk, kardeşlik, aynı güneşin altında
kavrulmak, ırmak kenarında koşmak, ayrılıklar, hüzünler…
Sıcak kucaklaşma, çay-kahve, araya bir müze sıkıştırma ve vedalaşma…
“Sırp Pırgiç Vakfı” izlenimlerim de çok yakında!

Bir kez daha, fazla kişiselleştirdiğim için bin bir kere özür dileyerek
son kez geldim sadede…
Efendim derinin (gön) anavatanı Ermeni Hastanesi’nin komşusu, Kazlıçeşme.
Buralara kadar uzanmışken uğramamak olur mu?
Müthiş mağazalar; Paris standardında, belki Abu Dabi (Abu’yu görmedim ama)…
Etkileyici, sergilenen ürünler zengin işi, caddeler işyerleri Rus dolu…
Yoldaşlarım komünizm sonrası hayâllerinin peşinde koşuyorlar!
Artık astragan mı isterler, yoksa ceylan derisinden giysiler mi?
Kim bilir?

Ah ulan ah!.. Sen neymişsin Sovyetik düzen?
Üç yüz milyon insanı yetmiş yıl yedirdin, içirdin…
Bedava konut, elektrik, su, gaz verdin…
Eğittin, birey yaptın, yurttaşlık bilincini geliştirdin.
Halkın sanat düşkünüydü, Bolşoy’un önünde kuyruğa girerdi…
Sporcuydu, sağlıklıydı, uluslararası arenalarda madalyaları elma gibi toplardı…
Lâkin bir Cola’yı, bir Jean pantolonu, bir Mc Donalt’s köftesini, bir Starbucks kahvesini…
Esirgedin be koçum, veremedin, toplumu açgözlü yaptın!
Ha, bir de Tanrı’yı, belki de en önemlisini unuttun!
Oh olsun sana, bak gördün mü?
Şimdi halkının neredeyse tamamı haçlı…
Kadının, erkeğin, çoluk çocuğun boyunlarında parlıyor ikonlar…
Gümüşten, altından, platinden, uranyumdan, plütonyumdan!

Ve yerinizde duramayıp zıpladınız yuvamıza?
Osmanlı torunlarının şefkat dolu kucağına?
Artık çağ değişti, Baltacı’nın düştüğü tuzağa düşer mi halkımız?
Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz…
Ancak Sultanımız tüccar, ticaret erbabı, üstelik Putin hayranı…
Aldık önderimizden sıkı terbiye…
Hepinize hayırlı alışverişler…
Alışverişten sonra tenhalarda görüşelim canlarım…
Marx’ı, Lenin’i yad edip ruhlarına Fatiha okumak için!

Fakat Kazlıçeşme’nin bir gerçeği daha var…
Düşündürücü, hem de çok ve bir o kadar da acı!
Deri işçileri grevde, direnişte, isyanda…
Öbek öbekler sokaklarda, caddelerde…
Sendikalarının flamaları ellerinde, afişler duvarlarda…
Ancak yalnızlar!
Tavşan grev yapmış dağın haberi olmamış!
Peki, grevciyi anladık da dağ kim?
İşveren, patron, devlet ne derseniz deyin!
Anlaşıldı mı?

Ya emekçiler, üreten-yaratan sınıf…
Kazına kazına sohbet ettim canlarımla…
Diyorlar ki, asgari ücret-SSK-yemek ve iş güvencesi!
“Hay anasını satayım böyle düzenin”… Dedim ve daha fazla dayanamayıp
yanlarından sessizce ayrıldım…
İçimde tarifi zor bir sıkıntı, çaresizlik, gözlerim nemli…
Dönüş yolunda kuzeyden gelen yoldaşlarımı da selâmladım…
"Alayınıza spasiba, s…tınız bu dünyanın içine" diyerek gönderme yaptım...
Sizler de farkındasınızdır; insanlığın gidişatı ne kadar fena, ne kadar umutsuz!
Ne dersiniz, haksız mıyım değerli dostlar?

*Spasiba: Rusça Teşekkür

.

18 Kasım 2013

"Kristal Gece"

Macit CÜNÜNOĞLU
18/11/2013 06:39

 

 
 
“9 Kasım” günü eski dostum Refael’le birlikteydim…
Dostlar sofrasında, koyu bir sohbet ortamında.
Lâf lâfı açtı, lâf geldi günün anlam ve önemine çattı.
Refael Avidor Yüksek Mimar, Teknik Üniversiteli, Yahudi ve
Türkiye sosyalist hareketinin öncü kadrosundan, 68’li.
12 Mart sürecinde Mahirlerle birlikte epeyce hapis yatmışlığı var.
Ancak orda da boş durmamış, ne de olsa halis Yahudi…
Çok dilli bir entelektüel, başlamış çeviri yapmaya…
Fransız klasik edebiyatından…
Yazarımız Nobel ödüllü (1921) Anatole France…
Eserin adı: “Bay Beceret Paris’te”, Pencere Yayınları’ndan…
Raşit Arık imzasıyla çevrilmiş, çeviren kadim dostum Refael.

Aslında konuşmayı fazla sevmeyen arkadaşım başlıkta yer alan mevzuya girdi;
“Biliyor musun, tarihte bugün ne oldu?"
Nerden bileyim, ben canlı Vikipedi miyim?
Ve devam etti, -ona da dostu hatırlatmış- “bugün 9 Kasım, Kristal Gece”…
Böyle bir gecenin adını ilk kez duyuyordum, dostum kısaca özetledi…
O kadar tarih merakıma rağmen aktardığı bilgilere bihaber olmaktan utandım!
En kısa sürede buluşmak umuduyla arkadaşımla sarılıp ayrıldık.

Geldim eve, ilk işim üç ciltlik Nazi İmparatorluğu’na dalmak oldu…
Birkaç kaynak kitabın desteğiyle birlikte Kristal Gece’yi keşfe çıktım.
Keşfettikçe 28 Ekim 1938’e ulaştım.
İnsanlık düşmanı Hitler’in azgınlığının zirve yaptığı yıllar…
Kafasına koymuş bir kere, Yahudilerin kökünü kazıyacak yeryüzünden!
İlk iş olarak 17 bin Polonyalı Yahudi’yi Almanya’dan sürüyor…
Nereye?
Polonya’ya, fakat Polonya hükümeti alçak, işbirlikçi…
Kabul etmiyor, kesinlikle ret!
Sınırda, Zbaszyn kasabası yakınlarındaki sahipsiz bölgede 17 bin can ölüme terkediliyor.
Ne kadar feci?

Sürgündekilerin arasında anne babası bulunan bir genç Paris’te…
Tarih 7 Kasım 1938, elde silâh basıyor Alman elçiliğini, bir diplomatı yere seriyor.
İşte sonun başlangıcı, saatler hızla akıyor 9 Kasım’a…
O ünlü geceye, Kristal Gece’ye!
Naziler tezgâhı kurmuş, artık pogrom devrede.
Organize bir şekilde ayaklandı Almanya…
Onlarca Yahudi katledildi…
30 bini “Yahudi oldukları suçundan” tutuklanıp kamplara gönderildi.
250’nin üzerinde Sinegog yakılıp yıkıldı, 7 binden fazla Yahudi işletmesi yağmalandı…
Mezarlıklar, evler, okullar hastaneler…
Yahudilere ait ne varsa ve mağazalar…
Kırılan camları sokakları, caddeleri kapladı…
İşte o gün bu gündür insanlık 9 Kasım’da başlayıp dört gün süren faciayı
Kristal Gece olarak andı…
Acıyla, lânetle!

Son söz olarak gelelim mi bizim diyarlara…
Trakya olaylarına, Varlık Kanunu’na, 6-7 Eylül’e ve onlarcasına?
En iyisi mi böylesi netameli mevzulara girmeyelim…
Dost var düşman var…
Hepsinden önemlisi Ankara’da Sultan var!
Kaptı mı lâfı -yakında da seçim var- bir sündürür bir sündürür ki sormayın gitsin!
Zaten kendimi son zamanlarda Alman Yahudi’si gibi hissetmeye başladım…
Baskıya, zulme, soykırıma uğrayan…
Neyse ki memleketimizde “İleri demokrasi” var(!) 

17 Kasım 2013

Amasya Günleri

Macit CÜNÜNOĞLU
17/11/2013 10:06

 

 
 
Bugün Pazar, birazcık siyasetten uzak duralım.
Çünkü Sayın Erdoğan’ı yazmaktan gına geldi.
Her ne kadar gündem belirleme gibi bir ustalığı varsa da, yetti gari!
En azından bugünlük yok, harç bitti, sazanlık paydos!
Merak etmeyin; “alışık kıç tumman tutmaz” derler…
Yarından tezi yok, kaldığım yerden başlarım eleştirmeye!

Neyse, dün “Amasya Günleri”ndeydim, Feshane’de.
Bilirsiniz, İstanbul’un Eyüp semtindeki tarihî yapı, Haliç kıyısında.
Yeniçeri dergâhının kaldırılmasıyla birlikte bu mekânda Osmanlı
ordusuna giyim kuşam üretilmiş, kuruluşu 1826.
Ancak Osmanlı bu işi de beceremeyip askerî üniformaları Avusturya’dan
ithal etmeye başlayınca (1893) yalnızca fes üretimine geçilmiş,
akıllar uçup özgürleşmesin diye!

Şimdilerde –yaklaşık on beş yıldır- kongre ve kültür merkezi olarak kullanılıyor…
Bir de kent günleri, demek ki bir programları var, sıra Amasya’ya gelmiş…
Arkadaşlarım davet ettiler, büyük bir iştahla kalktım gittim.
Yoksa bu tip organizasyonlara sıcak bakmam, nedenine gelince bazıları gibi
şehircilik, hemşerilik aşkıyla yanıp tutuşmam!
Sizler de farkındasınızdır, sel gider kum kalır hesabı Anadolu’nun en küçük
köyünün bile büyük kentlerde dayanışma dernekleri var…
Canım halkım oralarda toplanıp vuruyorlar piştinin gözüne gözüne!

Lâfı daha fazla uzatmadan gelelim Amasya Günleri’ne…
Gönül adamayız ya, ilk dikkatimi çeken fasıl heyeti…
Şekercizadelerden Muammer’in şefliğinde tek kelimeyle döktürüyorlar.
Aman da aman, ne nağmeler…
Rasttan girip hüzzamdan çıktılar, mezemiz Amasya çöreği ile elma…
İçecek olarak da semaver çayı, resmen kafayı bulup sarhoş oldum…
Başladım 50’li, 60’lı yıllarda gezinmeye…
Parkurum dağların arasından süzülerek akan Yeşilırmak vadisi…
Kimlerle karşılaşmadım; Ermeni, Rum, Kürt, Alevi, Eşraf, Emekçi
dostlarım, arkadaşlarım…
Hepsinin hayâli canlandı tek tek.

Ermeni Anoush Abla yanı başımda, kızı Ayda’yla birlikte gelmişler…
Amasyalı, Savadiye mahallesinden…
Kürt Tahir ile Dondurmacı Memet’in komşusu…
Kırklı yılların sonunda sele gitmiş evleri…
Acılı yıllar, anlatıyor gözleri nemli…
Yüreğindeki vatan hasreti hiç sönmemiş, bedeni 1956’tan beri İstanbul…
Ruhu Amasya’da, atalarının toprağında bin yıldır, iki bin yıldır…
Hüzün rüzgârlarının eşliğinde buluşmalar, hasretler, kucaklaşmalar.

Bu arada elime bir kitap tutuşturdular, AKP’li belediye hazırlatmış…
Yazarı Ali Tuzcu, Amasya tarihini anlatıyor, kaynak göstererek.
Hemen oracıkta karıştırdım sayfalarını, o da ne?
Fransız diplomat, maliyeci, coğrafyacı Vitale Cuinet (1833-1896)
imzalı bir belge, daha doğrusu 1890 tarihli çizelge, sayfa: 563…
Hep birlikte bakalım, neler var?

“Nüfus: Tüm Amasya Sancağı’nda toplam 259.000 kişi yaşamaktadır.
Bunların dağılımı şu şekildedir.

-Müslüman Sünniler: 132.000
-Müslüman Şiiler: 66.000
-Ermeni Gregoryanlar: 44.000
-Ermeni Protestanlar: 5.500
-Ermeni Katolikler: 1.100
-Rum Ortadokslar: 11.000”


İşte memleketimden insan manzaraları, Anadolu’nun sessiz küçük bir şehrinden...
Yıllardır gizlenen kasabanın sırrı, tarihin tüm gerçeklerine rağmen!

Bu arada devasa salonda bir gürültü duyuldu, kalabalık bir kitle
tantanayla dalıyordu Amasya Günleri’ne…
Kameralar fotoğraf makineleri ha bire çekim yapıyor…
Sultanımız Diyarbakır’da olmasa O geldi diyeceğim ama…
Neyse ki gelen ondan aşağı değil!
Tahmin edeceğiniz üzere Sarıgül, kolunda Çelebi (Süleyman)…
Böylesi fırsatları kaçırır mı, anında sahnede, elinde mikrofon…
Sardı sarmaladı Amasyalıları bir övdü bir övdü ki…
Sanırsın on bin yıllık Amasyalı!
Bir de figüran örgütlemişler, türbanlı cici bir kız…
Üzerinde Arabik motifli Mustafa Sarıgül yazan plaketi takdim etti…
Gördüğüm enstantane “seçim-kurgu” türünün en etkili örneklerinden!

Peşinden anons, adı var kendi yok bir siyasî partinin Başkan Yardımcısı konuşacakmış...
Durur muyum ben, Abbas yolcu…
Kucaklaşarak vedalaştım tüm dostlarımla, canlarımla…
Kadıköy vapuruna bindiğimde bir şarkı söylüyordu martılar…
Objektifime baka baka: “Aldırma gönül aldırma…”

İyi pazarlar efendim, Amasya Günleri vesilesiyle yakın tarihimizi
irdelemeye devam edeceğim…
Şimdilik bu kadar, birazdan Nişan Abi, Savak Amca ile buluşacağım…
Kazına kazına memleket sohbetleri yapmak için!
Saygılarımla, hoşçakalın.

16 Kasım 2013

Amed Show!

Macit CÜNÜNOĞLU
16/11/2013 06:13

 

 
 
Irak Kürdistan’ı geliyor…
Mezopotamya’nın yükselen yıldızı, Ortadoğu’nun sorunsuz ülkesi!
Ne güzel, nihâyet gül gibi geçinebileceğimiz bir komşumuz oldu…
Az şey mi?
Doğuda, batıda, güneyde dalaşmadığımız kalmadı…
İyi ki kuzeyimiz münhal, Karadeniz…
Orda da bir ülke olsaydı, kesin sonuç, bodoslama dalardık.
Çünkü Sultanımızın on bir yılda yaptıkları, yapacaklarının teminatı!

Geldik biricik komşumuz Kürdistan’la dostluğumuzu taçlandırmaya…
İşte Amed…
Feda olsun Barzani’ye, böylesi tarihsel buluşmalar da lâfı mı olur?
Deyin ki başlık parası, töreye uygun, yakışır milletimizin asil ruhuna!

Aslında bu noktaya kolay gelinmedi.
Yıllarca süren maceranın sonu…
Başta Saddam’ın zulmü, Halepçe katliamı…
Sünni Arap egemenliği; kendi ülkesinde Şii azınlık, Kürt azınlık…
Neyse ki bölgenin efendisi var…
Övünmek gibi olmasın, kadim dostumuz Amerika…
Yirminci yüzyılın ortalarında başlayan imparatorluğu sürüyor yirmi birinci yüzyılda…
Osmanlı’ya nazire yaparcasına!

Yetişti imdada…
Darmaduman etti Irak’ı, bir buçuk milyon insan öldü…
Fare deliğinde buldu Saddam’ı…
Astı, naklen yayınlandı tüm dünyanın gözleri önünde!

Ve komşumuzun hikâyesi de böyle başladı…
Devlet başkanlığına Talabani, kuzeye Barzani, başbakanlığa alevi atandı…
Bu kez Sünniler azınlık!
Kısaca kaos, al gülüm ver takke.
Yalnız bölgede petrol ibadullah, nam-ı diğer kara elmas…
Musul’da, Kerkük’te.
Tesadüf bu ya, suyun başında Kürtler…
Öyleyse gelsin Türkler; müteahhit olarak, ticaret erbabı olarak!
Yeniden inşa oluyor Kürdistan…
Coğrafyanın laik-demokratik tek ülkesi…
Kapitalist dünyanın arenası, gözbebeği…
Dolarları var, çuvalla milyarlarca…
Kaçırır mı Sultanımız, aldı paranın kokusunu, ticaretten iyi anlar…
Atlamaz mı balıklama, dünya nimetleri saltanata yarar!

Evet, barış sürecinin zirvesidir Diyarbakır…
Ne mutluluk, ülkemizi Barzani şereflendiriyor!
Kırmızı halılar döşeyeceğiz surlara…
Mardin kapıdan giriş yapacak…
Fonda Baydemir…
Şivan Perwer’in sesi yükselecek…
Yüreklerimizi dağlarcasına!

Siz de katılın showa… Haydi…
Yapım: ABD
Oyuncular: Mesut ile Recep
Plato: Amed
Müzik: Ortaya karışık/Kürtçe-Türkçe-Arapça
Figüranlar: Çok, yazamayız, yerimiz dar
Sponsorlar: Yedi Kız Kardeş (Exxon-Shell-BP-Gulf-Texaco-Mobil-Chevron)

THE END

Not:
Kandil’i aradım, telefonla…
Hamili kart yakinim Karayılan’la görüştüm…
Sordum: “Ne düşünüyorsun bu hususta?..
Adam gülmekten konuşamadı…
İyi mi?
Ne diyeyim, arif olan anlar!

15 Kasım 2013

Hayırlı Cumalar!

Macit CÜNÜNOĞLU
15/11/2013 09:36

A+
A-
Dün genç bir arkadaşım cepten aradı, kırk yaşında, aydın bir alevi.
Kadıköy’de esnaf, hemen hemen her gün görüşür hasbıhal ederiz.
Ayrıca evlâdım kadar yakın hissederim.
Yalnız, ilk kez “selâmün aleyküm” diyerek konuşmaya girdi…
Şaşırdım kaldım, “ne iş” diyerek uzun uzun düşündüm.
Çünkü "merhaba"sına, "günaydın"ına alışmışım…
Aşağı yukarı yirmi beş yıldır da tanırım…
Dedim ya, bir ilk, üstelik benim gibi bir adama!

Lâf aramızda, endişeye kapılmadım dersem yalan olur…
Mahalle baskısı buralara kadar nüfuz etti mi?
Baksanıza Denizli’ye, polis araçtaki “M.K. Atatürk” yazısını sökmeye çalışmış!
Vatandaş direnince olay tırmanmış, orta yol ancak üst düzey bir amirin devreye
girmesiyle bulunmuş.
Sonuç itibariyle çok da yadırgamadım.
Çünkü gergin toplum olduk, tahammülsüz, tam orta yerinden bölünmüş…
Bir tarafta Tayyipçiler, karşıda Anti-Tayyipçiler!
Tanrı sonumuzu hayır etsin!

Belki de gelinen nokta yılların birikimi, hoyratlığı.
Üç buçuk darbeyi arkasına alan zevat acımasızca öylesine bindirmiş ki…
Devlet otoritesiyle; Atatürkçülük adına ulusalcılık adına…
Ortaya bir mağdurlar birliği çıkmış…
Ve birlik serpilmiş, gelişmiş, kök salmış ordu olmuş…
Dayanmış yüzde 50’ye!

Boş durur mu bu güç…
Demokrasi tramvayına binip büyüklere masallarını gerçeğe çevirmeyle
icraatına başlamış…

“Dağılın lan, damarlarımızda intikam!”
“Geliyor imanlı gençlik, M.Kemal de kim?”
“Esselâmün aleyküm, palalar silahımız, kitabımız Kur’an!”
vesaire!

Ne kadar vahim!
Kader utansın deyip katlanılacak bir durum değil.
Biliyorum, bu saatten sonra insan haklarından, özgürlüklerden söz etmenin de
kimseye faydası yok…
Bindik bir âlemete…

En iyisi mi kalkıp Cuma’ya gideyim…
Meleklerin cinsiyetinin tartışıldığı…
MHP’li hallacın önerisiyle camiye dönüştürülen mabet…
Yüce Ayasofya’ya!

Parmağımı dilek taşına sokup dualarımı göndereyim tanrıya…
“Tez zamanda bu ülkeyi karanlıktan kurtar, eskisi gibi güneşini bolca bahşet!”
Âmin!
Selâmün aleyküm, hayırlı Cumalar efendim!
Muhabbetle…

14 Kasım 2013

"Bi daha asla!"

Macit CÜNÜNOĞLU
14/11/2013 06:49

A+
A-

Sergi deyip geçmeyin, bazıları uçurur…
Bazıları da yürek dağlar; belge vardır, acı vardır, utanç vardır.
Dayanamazsınız, insan olduğunuza utanırsınız!

Geçen hafta böyle bir sergiyi gezdim…
Tophane’de, Lüleci Hendek Caddesi 12 numarada.
Eski Tütün deposu, Açık Radyo ile burun buruna.
Anadolu Kültür ve Açık Toplum Vakfı, DEPO yazıyor duvarında.

Serginin adı: Bir Daha Asla! Geçmişle Yüzleşme ve Özür

Başlıktan da anlaşılacağı üzere belâlı işler, evrensel tartışmalar.
Üstelik bu topraklarda geçmişle yüzleşmek oldum olası sevilmez, bir de özür dilemek...
“İşiniz yok mu?” diyeceğim ama sergide gördüğüm sahneler insanı derinden sarsıyor.
Sekiz vaka ele alınmış, yakın plân çekim yapılıyor.
Fotoğraflar, yazılar, videolar…
Hak ihlâlleri, katliamlar, soykırım ve insanlık suçları…
Ve devletlerin nasıl yüzleştikleri, hangi süreçten geçtikleri, nasıl özür diledikleri ve
dilenen özrün anlamı üzerine düşünmeye, düşündürmeye çalışılıyor.

İzlediklerim bizlerin unutma kültürüne, adalet anlayışımıza uygun değil ama
yeryüzünde acı gerçekleriyle yüzleşip özür dileyenler de var.
Örneğin ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Avustralya, Şili, Sırbistan ve Bulgaristan…
Toplumları bölen çatışmalar sonrası kalıcı barış için neler yapıldı?
Hükümetler devlet adına nasıl özür diledi?
Toplumsal barış sürecinde hangi adımlar atıldı?
Yakın dünya tarihindeki toplumsal uzlaşma ve barış çabalarını yansıtan gerçekler,
Türkiye siyasî tarihindeki sorunlu konuların özgürce tartışılmasına da katkı sağlayacak türden.
Ulusların kendi geçmişleriyle yüzleşmelerinin evrensel ve güncel bir konu
olduğuna işaret eden bu serginin temelini oluşturan sekiz örnek de şöyle:

-Batı Almanya Başbakanı Willy Brandt‘ın Varşova Gettosu Anıtı önünde
diz çökerek soykırım için Yahudilerden özrü.

-Şili Devlet Başkanı Patricio Aylwin’in Pinochet dönemi insan hakları
ihlalleri(1973-1991) için Şili halkından özrü.

-Sömürgecilik dönemi (1830-1962) ve nihayetindeki Cezayir Savaşı’nda
Fransa’nın işlediği savaş suçları ve insan hakları ihlalleri için dilemesi gereken özür.

-ABD başkanlarının İkinci Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında tutulan
Japon Amerikalılardan özürleri.

-İngiltere Başbakanı David Cameron’ın 30 Ocak 1972’deki “Kanlı Pazar”
olayı için Kuzey İrlanda’dan özrü.

-Sırbistan Parlamentosu’nun Temmuz 1995’teki Srebrenitsa Katliamı için
Bosnalılardan özrü.

-Bulgaristan Parlamentosu’nun “Yeniden Doğuş Süreci” politikaları (1984-1990)
için Türklerden özrü.

-Avustralya Başbakanı Kevin Rudd’un “Çalınmış Kuşaklar” (1869-1969) için
Aborjinler ve Torres Boğazı Adaları halkından özrü.

Ayrıca sergi; resmî özürlerin, barış, demokrasi ve insan haklarına saygılı bir siyasal
kültür oluşmasına hizmet ettiği kadar, yaşananların bir daha asla yaşanmaması için
alınacak önlemlerin yolunu da açıyor.
15 Aralık’a kadar açık, gidin derim…
Sahipsiz bırakmayalım sergileri, ibret-i âlem için!

Önemli Not: Tansiyon hastası olan dostlarım yanına ilâç almayı unutmasın.
Gördüklerim karşısında manavdan aldığım iki limon sayesinde kıçımı zor kurtardım.
Bir de sevgili patronumun duaları, yukarda Allah var, her zaman söyler;
Bu ülke için ikiniz de tanrının lütfusunuz!”…
Bendeniz Gazetemen’in dikeniymişim…
Tayyip de Yeni Türkiye’nin mimarı…
Ne diyeyim, yüce tanrı böyle patronu herkese nasip etsin!
Bakarsınız bu gazla Sultanımıza Uluderelilerden özür diletir…
Ne de olsa arası iyi,  bizimki de dünya lideri…
Olur ya, yukardaki örneklerden feyz alıp vicdana gelir!
Yeter mi?
Yetmez ama evet, en azından başlangıç olur!
Az şey mi?

İkinci ve son Not: Yok öyle Dersim sömürüsü…
İşte sergi, işte belgeler…
Buyur sen de gel ve gereğini yap büyük USTA…
Tarih önünde hesap vermek istemiyorsan!..
Alooo orda mısın?
Yoksa beyzbol sopasının altında mı?

13 Kasım 2013

Vandalizmin Saltanatı!

Macit CÜNÜNOĞLU
13/11/2013 06:50

A+
A-
Zorlu Center’ı ziyaret ettim.
Zincirlikuyu’da, eski Karayolları arazisi…
Sultanımızın peşkeşlerinden!

Allah için mal sahibi Nazif Bey birinci sınıf inşaat yapmış…
İnsan kendisini New York’ta hissediyor, sanırsınız Manhattan!
Ne mutluluk, Amerika’ya gitmeden aynı havayı solumak…
Sağolasın Zorlu, sen de sağol Tayyip…
Uzay üssü hediye etmişsiniz İstanbul’a!

Ya mağazalar?
Şimdilik iki yüz elli, yetmez ama evet!
Dünya markaları, Tutti Furitti-Tomi Hilfıgır-Beymen-Seymen-Kolbastı…
Hepsine girdim çıktım.
Atmosferi yaşadım; çalışanlar cici, asgari ücretli, ürünler kaliteli!
Fiyatlar şöyle böyle, zengine dokunmaz fakiri ırgalamaz…
Benim gibi züğürtleri sadece güldürür, çünkü AVM’ler aptala eğlencelik…
Desem de inanmayın…
Çünkü bu tür merkezler egoların sosyal, komplekslerin organik gıdası!

Otel henüz açılmamış, roof/bar’ında Boğaz’a karşı keyif çatamadım…
Rezidansların tamamlanması eli kulağında, fiyatları yazmayayım…
Birazcık pazarlığa tutuştum, üç helâ büyüklüğündeki stüdyolar Afrika’nın
ortalama ülkesinin bütçesine eşit!
Sizlere tuhaf gelecek ama ülkemle bir kez daha gurur duydum.
Bu ne zenginlik, bu ne saltanat?

Aferin be Erdoğan, fakir memleketi nerden nereye getirdin?
Almanya’dan, Japonya’dan daha fazla dolar milyarderimiz var!
Boş ver münafıkların dedikodularına, b.k atmalarına…
Onlar servet düşmanı, kâfir, CHP’li, solcu, ulusalcı, Ergenekoncu, komplocu…
Koyun dâhi güdemeyen çobanlar…
Sürülmesi gereken çapulcu Vandallar!

Söz Vandal’dan açılmışken tarihe de değineyim…
Övünmek gibi olmasın epeyce kitap yalamışlığım var…
Özellikle geçmiş konusunda!
Şu Persler var ya, antik Anadolu uygarlığını tarumar eden…
Ben demiyorum, başta Marksist tarihçi George Thomson olmak üzere
pek çoğu Perslerin Vandallığını vurgulayıp yerden yere vuruyor.
Vay çakallar vay, nasıl kıydınız o güzelim uygarlığa?

Gelelim günümüze, Selçuklu muyuz Osmanlı mıyız?
Soy sop ecdat işine aklım ermez…
Fakat 1950’den beri yakıp yıkma konusunda
Perslerle, Vandallarla kan bağımız olduğu kesin!
Sakın yanlış anlaşılmasın, garip halkımızın değil…
Bu ülkeyi altmış üç yıldır yönettiğini iddia eden madrabazların!

Neyse, uzatmayalım…
Erdoğan-Zorlu işbirliği sayesinde yeşil alan olacak
o harika arazi betona teslim olmuş!
Elden ne gelir, Vatan-Millet caddelerinin açılmasında da Dersaadet’in
canı okunmuştu, tarihsel barbarların ruhuna rahmet okurcasına!

Sonuç itibariyle öfke burnumda dönüp geldim Kadıköy’e…
Fakirhaneme gidip demleneceğim.
Fakat o ne?
Mitingler yaptığımız alanda koskocaman bir afiş…
Üzerinde yazıyor “İSTANBUL TEKİN ELLERDE”, imza Gürsel Tekin…
Dondum kaldım…
Ve öfkemi yüreğime gömüp sessizce evin yolunu tutarken
aklıma kurda teslim edilen kuzu hikâyesi geldi…
Cevabını hâlâ bulamadığım bir soru eşliğinde…
“N’olacak bu memleketin hâli, nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa?” falan filân…

Not: Yazıda geçen demlenme muhabbetinin hakikatlerle uzaktan
yakından alâkası yoktur. Basın-Ahlâk-Ayetullah kanunlarına binaen izahını
vazife addederim. Hürmetlerimle.

12 Kasım 2013

Şikayetim var!

Macit CÜNÜNOĞLU
12/11/2013 06:50

A+
A-
İster inanın, ister inanmayın…
Başımdan geçen bir olayı sizlerle paylaşacağım.
Geçtiğimiz hafta sonu, günlerden Pazar.
Geleneksel Beyoğlu turunu atıp Beşiktaş’tan Kadıköy’e dönüyoruz.
Yanımda hanım, vapurdayız.
Hani Sultanımızın Dolmabahçe’den dikizlediği koordinatlar!
Yanı başımızda cıvıl cıvıl genç bir çift…
Belli ki sevgililer, yalnız kızımız türbanlı…
Biraz da işveli, ha bire sıkıştırıyor delikanlıyı…
Makas alıyor yanaklardan, öpücükler konduruyor dudaktan.

Elbette doğal, türbanlı olduysa Hazreti Meryem olacak hâli yok ya…
Fakat hanım sürekli dürterek beni sıkıştırıyor…
“Çaktırmadan fotoğraflarını çeksene!”
Elleşme çocuklara, yaptıkları ne kadar insanî, ayrıca ne kadar ayıp
desem de fayda etmiyor…
İnat işte, bastırdıkça bastırıyor.
Peki, çektim diyelim, n’olacak?
Büyük bir hinlikle “Feys’e koyarsın!”

Bakar mısınız rezilliğe?
Masumane bir öpücük sanal âlemin malzemesi olacak.
Neymiş efendim, Sultanımız özel hayatlara karışıyormuş!
Eee?
Çektiğimiz fotoğrafla AKP’yi ofsayta düşürüp bel altından vuracakmışız?
Tâkdir edersiniz ki sinirlendim, tayyy…yipleşme diyerek manzarayı seyre koyuldum.

Aslında bizim Köroğlu da Müslüman, orucunda niyazında…
Hatta Perşembe akşamları çekilir odaya, başında tülbent…
Ölmüşlerinin ruhuna Kur’an okur.
Evde özgürlük var, ben de iki kadeh eşliğinde müzik dinlerim…
Pikabımda 45’lik, rahmetli babamın en sevdiği eser…
Zeki Müren seslendirir, hüzzâmdır, damardır:
“Beklerim her gün bu sahillerde mahzun böyle ben
Gün batar kuşlar döner dönmez bu yoldan beklenen
En nihâyet anladım yokmuş gören hatta bilen
Gün batar kuşlar döner; dönmez bu yolda beklenen.”


İşte böyle, dırdırla, gırgırla geçinip gidiyoruz…
O cennet yolunda, bu fakir aşk meşk peşinde…
Ben de merak ediyorum, bakalım sonumuz nereye varacak?

Bu arada -madem aile içi meselelere daldık- torunumdan da söz edeyim…
Canım benim, sabi sübyan…
Ancak Sultan Amcasını ne zaman televizyonda görse korkuyor…
Öfkesinden, şiddetinden, söyleminden!
Olacak iş değil ama maalesef gerçek.
Bahçeli Emmisinin kükremesinden de etkileniyor ama fazla ciddiye almıyor…
En çok Kemal Dedesini seviyor; mülayim, çıtır çerez!

Fakat anası da bu korkuyu besliyor…
Torunumun azgınlığında “Sultan Amcan geliyor” diyerek tehdit ediyor!
Ben de yaşlandım artık, lâfım sözüm dinlenmiyor…
Tutturmuş bir özel hayat; laiklik özgürlük demokrasi falan filân…
Hay senin geçmişinden geleceğinden cumhuriyetinden diye başlayacağım ama…
Ana kız dinci otoriter düzenin ısınma turlarını atıyor!

Not: Yarından itibaren RTÜK’e resmen başvuracağım…
Bundan böyle biricik torunumun rüyalarına giren Sultan Amcası
ekranlara çıktığında “Korku, Şiddet, Olumsuz örnek oluşturacak davranışlar”
sembollerine yer verilmesini; bir vatandaş, bir dede olarak talep edeceğim.
En derin saygılarımla.

11 Kasım 2013

Gezi'den sonra siyaset!

Macit CÜNÜNOĞLU
11/11/2013 07:39

A+
A-
Okul arkadaşım, emekli öğretmen, uzunca bir süredir yayıncı.
İlköğretim öğrencilerine yardımcı ders kitapları yazıyor.
Kendi yarattığı markayla ulaştığı öğrenci sayısı yıllık bir buçuk milyon…
Gurur duyduğum dostum, hemşerim.

Yarenlik etmek için arada sırada buluşuyoruz…
Anlarsınız ya; rakı-balık, bolca muhabbet.
Dün akşamda birlikteydik, Kadıköy’de…
Yılların meyhanesi Benusen’de.

Oturduk masamıza, söyledik yetmişliği…
Açılış menümüz kavun ile beyaz peynir.
Daha ilk kadehte, şerefe demeye fırsat bulmadan kuşatıldı etrafımız!
Nerden bilecektik Fener-Galatasaray karşılaşmasının olduğunu…
İkimiz de takım tutmayı beceremeyen tanrının hakir kullarıyız.
Ortalık iğne atsanız yere düşmez, her taraf Fener formalı taraftar kitlesi…
Üstelik Tayyip’e inat kızlı erkekli!

Meyhane anında Maraton kategorisinden Saraçoğlu tribününe döndü.
Bir gürültü, bir curcuna, bir şamata…
Tezahüratların bini bir para!
Malûmunuz taraftar kültürü, sansürsüz…
Yaradana sığınıp giydiriyorlar karşı takıma.
Ya genç kızlar, ana avrat demeden dümdüz…
Neyse, tövbe tövbe diyelim de girmeyelim günâha!

Bir de hayatımda duyduğum en âhenkli koro.
Allah selâmet versin, okul yıllarında bir müzik hocamız vardı…
Adı: Turgut Aldemir, iyi bir müzisyen, fakat eğitimden pek çakmayan.
“Keçi vurdum bayıra” türküsünü bizlere öğretmek için az uğraşmamıştı!
Bunlar öyle değil, hicaz da yapıyorlar, nihavent de…
Detone olan yok, ritim duyguları müthiş gelişmiş!

Lâkin dostumla beraber bir konu daha dikkatimizi çekti…
Saydık, bizim dışımızda meyhanede 101 kişi…
Ait oldukları üst kimlik yanılmıyorsak Beyaz Türkler…
Bir de damardan Geziciler.

Nerden mi anladık?
Atılan sloganlardan, meselâ “şerefine Tayyip” diyerek fondip yapıyorlar.
Bununla da yetinmeyip Gezi’nin popüler tüm söylemlerini sıralıyorlar…
“Her yer Fener, her yer direniş!”
Ne yalan söyleyeyim; korktuk, ortalık miting alanı…
Meyhanenin kapısına dayanırsa Toma, verirse gazı…
İçtiğimiz rakı zehir olacak!

Fakat zaman ilerledikçe umutlandık…
Çünkü sohbetlerinin yarısı rakibe döşemek, yarısı siyaset!
Defterden silmişler AKP’yi, Selami’yi, Tekin’i, Topbaş’ı, Tayyip’i…
Ant içmişler, intikamı alınacak yitirilen gençlerin…
Sandığa gömülecek Sultan, geri gelmemecesine tarihin çöplüğüne gönderilecek.

Dayanamayıp biz de eşlik ettik onlara…
Peşin ödemeli “şerefe” dedik kurtuluş heyecanıyla…
Öyleyse eller havaya; “Ya ya ya, şa şa şa, Gezi ruhu sen çok yaşa!”

10 Kasım 2013

"Allı turnam..."

Macit CÜNÜNOĞLU
10/11/2013 12:32

A+
A-
“Allı turnam bizim ele varırsan
şeker söyle kaymak söyle bal söyle…”


Zincirlikuyu mezarlığındayız, yıl 1990,  aylardan Şubat…
Toprak kazılmış, taze bedeni bekliyor çukur…
Sümeyra ellerimizin arasında, sonsuzluğa uğurluyoruz sessizce.
İki adım ileride Ruhi Su
Halk düşmanları yine kırmışlar mezar taşını!
Beş yıl arayla öğretmen öğrencisiyle buluşuyor…
Ruhlarımızda 12 Eylül faşizminin bıraktığı derin izler…
Gözler yaşlı, gönüller yorgun…
Acıyla kavrulmuş Sümeyra’nın yakınları, dostları.

Kanserli Ruhi Baba’ya yurt dışına çıkış izni vermeyen Cunta’nın karanlık hayâli…
Sürgünde, “acı vatan” Almanya’da yine kanserden ölen Sümeyra’nın susan sesi…
Karmakarışık duygular, öfke kin hüzün hasret…
Bir ses yükseliyor mezar başından, gencecik bir ses…
On sekizlerinde, adı Ulvi, Sümeyra’nın kardeşi…

Allı turnam diyor, bizim ele varırsan şeker söyle kaymak söyle bal söyle…
Ve devam ediyor, akan gözyaşları, vedalaşıyor ablasıyla hazin mi hazin.
Sümeyra mimar, kocası Hasan mimar…
Teknik Üniversite Mimarlık Fakültesi orda…
Tüm dostları, arkadaşları Zincirlikuyu’da…
Yüreğimize gömüyoruz Sümeyra’yı, kardeşinin allı turnası eşliğinde.

Evet, aradan yirmi üç yıl geçmiş…
Maçka’dayız, Teknik Üniversite’nin sosyal tesislerinde.
Hasan Çakır gelmiş Frankfurt’tan, Sümeyra’nın kocası, canı, yoldaşı…
Buluştuk, masada rakı-balık, on iki arkadaştık.
Ellerde kadehler, selâm gönderdik o güzelim sese, o güzelim yüreğe…
Yirmi üç yıl aradan sonra.

Ve başladık çılgın bir sohbete…
Dostlarımın yaş ortalaması yetmiş, altmış beş yaşımla en gençleri benim.
Gündem Mahir-Hüseyin-Ulaş, kurtuluşa kadar savaş!
Hepsi 68 kuşağının öncü kadrosu…
Tarık bir dönemin İ.T.Ü. Öğrenci Birliği başkanı…
Refael direkten dönen THKP-C’li…
TKP’li, TİP’li, MDD’ci, PDA’cı tam bir fraksiyonlar zirvesi…
Kısaca DEV-GENÇ’in sağ kalan kurmay kadrosu!

İlk sözü by-passlı Hüseyin alıyor ve iktidarı yerden yere vurup
ölümüm bunların yüzünden olacak” diyor…
Ve ilâve ediyor; “dayanamıyorum artık!”…
Masadakilerin alayı yüksek mimar mühendis…
Bir giriyorlar belediye seçimlerine; inanın İstanbul İstanbul olalı
böyle proje zenginliği görmemiştir…
Marmaray mı istersiniz, kent meydanları mı?
Yoksa üçüncü köprü mü, yeşil alanlar mı?
Tüm sorunlar bir bir masaya yatırılıp yeniden dizayn ediliyor Dersaadet!
Tabii ki görüşlerin hepsi bilimsel, radikal, çözüm üretici ve insan odaklı.

Elbette tartışılan konular uzun, aktarmaya sayfalar yetmez.
Yalnız bizi bir araya getiren Hasan Abi’nin bir duruşu vardı ki…
Sanki derviş, ruhu semalarda gezen eren…
Anlaşılıyor ki çok derinlerinde Sümeyra
O’nun gözleriyle gülümsüyordu masadaki dostlarına…
Ve dünyanın bir yerlerinde allı turnalar uçuyordu…
Kanatlarında şeker, bal, kaymak!

09 Kasım 2013

Yeni umutlar!

Macit CÜNÜNOĞLU
09/11/2013 07:46

A+
A-
Taraf gazetesinin manşeti: “Türkiye El Kaide’ye yardımı kesti.”
Buyrun burdan yakın, inanın şaşırdım kaldım!
Hükümetimiz uluslararası terör örgütünü destekliyormuş…
Bak şu işe!
Asla “olmaz olmaz” demeyin…
Bu iktidardan her şey beklenir…
Mademki ideoloji ortak, niyetler müşterek…
Öyleyse yüksek düzeydeki dayanışmayı ibretle seyredin.

Fakaaat, bir saniye rölans…
Haber Taraf’tan veriliyor, imza Amberin Zaman
Kaynak güvenilir, tereddüte mahal yok.
Belki Cumhuriyet, Vatan, Millet, Sakarya, Aydınlık, Karanlık, Sözcü, Gözcü
Zaman, Evrensel, Birgün gibi gazetelerde yer alsa şüpheye düşeriz ama…
Söz konusu Taraf!
İktidarın sesi, iniş çıkışlar yaşasa da kadroda kimler yok ki?
Uslu çocuk Emre, belgeli Murat, ulu Engin, kışlalı Çınar, firari Akçam,
hemşerim Tan, vs… vesaire
Asparagas haber bu camiadan beslenir mi?

Sizi bilmem, okuduklarıma ben inandım…
Sultanımız gördüğü lüzum üzerine El Kaide denilen kanlı örgüte arka çıkmış…
Bilâhare başına taş mı düştü, Obama’nın beyzbol sopası mı değdi…
Her neyse, nedamet getirip yardımı kesmiş…
İşte bu kadar!

Yalnız işin bir başka boyutu daha var…
Bu ve benzeri kara lekeler çoğaldıkça yerin dibine batıyor ülkem!
Hizbullah dostumuz, Hamas kankamız, İhvan umudumuz,
El Kaide tetikçimiz…
Yakışmıyor ama…
Naparsınız, suyun başında sultanımız ile fidan destekli hazreti davut var!

Neyse, yanlışın neresinden dönülürse kârdır...
Ülkemizin sabıkası artıkça artıyor ama kader utansın deyip kapatalım mevzuyu.
Çünkü gündeme Bülent Abi düştü!
Hem de ne düşme, yüksek şiddetle sarsıldı AKP!
Dile kolay, partiye start veren dört kişiden biri…
2001 yılını hatırlarsınız, hava sisli, siyaset yerlerde sürünüyor…
Hepsi birbirinden merdane dört adam çıkıyor meydane;
Birincisi Erdoğan, iki numara Gül, üçüncüsü Arınç, dördüncü Şahin…
Abdüllatif Şener de var ama niyeyse o her zaman üvey evlât muamelesi gördü.
O nedenledir ki kurucu kadro arasında yerini sağlamlaştıramadı.
Peki, kadrodan geriye kim kaldı?
Şener diskalifiye, Şahin kızakta, Gül Çankaya’da…
Bir tek Bülent Abi (Abilerin abisi, severim seni)…
Mevkii ön libero, sultanın zırvalarına aslanlar gibi direniyor.

Sizi bilmem ama bendeniz oldum olası Bülent Abiciydim…
Hele akan o gözyaşları yok mu?
Kıyamam ben ona!
İşte o abimiz gün gelip çattı, kükreyerek çıktı tarih sahnesine…
Âdeta insanlık dersi verircesine özgül ağırlığını koydu gündemin tam orta yerine!
Bastır Bülent Abi, parçala ortalığı, hepimiz arkandayız.

Ayrıca ben her zaman söylemişimdir;
Bülent Ecevit siyasetin yıldızı, Bülent Ersoy sahnelerin…
Bülent Arınç abimiz ise kâlbimizin sesi!
Öyleyse yola devam Bülent Abi, tek umudumuz sensin!

08 Kasım 2013

Macit CÜNÜNOĞLU
08/11/2013 07:59

     S.O.S.

A+
A-
On bir yıldır ülkemizi yöneten AKP gemisi su almaya başladı.
Görülen o ki, dipte oluşan çatlaklar kaynakla falan onarılacak gibi değil.
Dengesi bozuldu, yalpalıyor…
Rotadan çıktı, savruluyor.
Kaptan şaşkınlıktan panik içinde!
Aldığı kararlarla kurtuluşu sağlamak bir yana, geminin batışını hızlandırıyor.

Sağlık olsun diyerek geçiştirilecek olay değil…
Sonuçta elde var doksan yıllık cumhuriyet.
Dindarlık müptelası kaptanın sayesinde o da yaralı.
Laiklik golü yemiş, demokrasi sendeliyor…
Vatandaş manzarayı ibretle seyrediyor!

Bunca olumsuzluğa karşın yine de gündem zengin.
Özellikle yaklaşan belediye seçimleri memleketi bambaşka bir havaya soktu.
Kâh Gökçek, kâh Sarıgül derken geçinip gidiyoruz işte.
Ancak bugünlerde muhalefet fena değil.
Eskisi gibi kolayca tuzağa düşmüyor.

Örneğin meclise transit giriş yapan türban…
Buyrun dediler, yaktılar yeşil ışığı, iktidarın tezgâhına gelmediler.
Aferin onlara, akılla izanla yollarına devam etsinler.

Lâkin geminin su alma işi fena sonuçlanacak.
Milleti de peşinden sürüklerse, seyreyleyin cümbüşü…
Hem de ne cümbüş!
Kurtulur mu S.O.S. verse?

Hiç sanmam, çünkü etrafta yardım çağrısına cevap verecek tanrının bir kulu kalmadı.
Şangay beşlisi mi?
Hadi canım sizde, daha neler!
Bir roket siparişi verdik diye çekik gözlüyle dost mu olduk?
Ayrıca onlar dinsiz imansız komünist, fazla yakınlaşma bozar bizim ahlâkımızı!

Ya Araplar?
Peşinen söyleyeyim, o âlemi unutun…
Libya, Mısır, illâki de Suriye…
Çevirdiğimiz numaralar az şey mi?
Kendi halkımız aç, paraları çöllere saç…
Bir de ordu kur, adına “Özgürlük” de…
Güldürmeyin beni, vade meselesi, bu hasta ne yerse yesin ölür!

Peki, bu tablodan mutlu muyum?
Çağdaşlık için evet, kalan yüzde elli için hayır.
Nedenine gelince iktidarın açtığı derin yarıkları doldurmak uzun yıllar sürecek…
Ve Uludere’de katledilen 34 can, Gezi’de yitirdiğimiz 6 fidan…
Hiçbir zaman geri gelmeyecek…
Nokta!

07 Kasım 2013

Cehennemden davetiye!

Macit CÜNÜNOĞLU
07/11/2013 08:30

 
 
Üç çocuk beş çocuk derken iş geldi ahlâka dayandı.
Ne memleketiz ama…
Yirmi birinci yüzyılda kuşatılmış gençlik yaratma çabası içine girdik.
Üstelik devlet marifetiyle!

Bir kez daha aferin sultanımıza, kuyuya taş atan deliyi solladı…
Ve topa girmeyen kalmadı, Avrupa Birliği dâhil.
İşte gerçek devlet adamlığı…
Yaşamın her alanında, ama her alanında nefesi ensemizde…
İçkimizde, uçkurumuzda, beynimizde, ahlâkımızda…
Yürü git, kim tutar seni?

Fakat -lâf aramızda- ne gençliğimiz varmış?
Yetkilileri dinleyince insan ürküyor!
Mevzuu flörtün, el ele tutuşmanın, sevişmenin ötesinde.
Uyuşturucu, terör, kaçakçılık, kalpazanlık ve yeryüzünde bilinen tüm suçlar…
Gençliğimizin yaşam biçimiymiş de haberimiz yokmuş!

Ah Gezi ah!..
Sen yok musun?
İçimizdeki tüm fenalıkları, münafıklıkları dışarı vurdun!

Öyleyse sultanımızın tepe tepe kullanması normaldir.
Siz misiniz İmam Hatiplere direnen…
Güzel insanlar yetiştiren meslek okulları…
İnanın dünyada gerisi yalan!

Ahlâk, selamet, fazilet, refah, saadet, adalet orda…
Pırıl pırıl imamlar ordusu!
Devletin tüm kadrolarına yerleştir…
El pençe durur askerî vesayet, kaldırılır laiklik, yıkılır cumhuriyet!

Evet, sultanımızın reçeteleri uygulanıp tavsiyeleri tutulursa…
Şairin dediği gibi “güzel günler göreceğiz çocuklar”
Herkesin ruhu ihvan, kılavuzu Kur’an, bıyıklar badem…
Patlatalım şiiri; “Camiler kışlamız/Müminler asker”
Savulun geliyor imanlı gençlik; kalpler nurlu, ellerde pala…
Dağılın lan!

Farkında mısınız, yüce sultanımız sayesinde yeni bir çağ başlıyor memlekette…
Duyduğuma göre binlerce ahlâk zaptiyesi alınacakmış devlete…
Ohhh, ne güzel!
Evlâtlarımı kaybettim, en azından torunlarım nurlu günlerde yetişecek.
Fakat ben göremeyeceğim…
Tanrıyla cehennemde sohbet ederken el sallayacağım sultana…
Davetiye göndereceğim, tez zamanda yanıma gel!