bir şair vardı, öğretmen

30 Haziran 2023

PEMBE DÜŞLER

 Bayramın üçüncü günündeyiz, şükürler olsun ilk

heyecanlar bitti.
Herkes kendi gerçeğine döndü, yani günlük hayata.
Bu arada olan da kurban edilen koçlara danalara oldu.
İşte dinsel kültürün dayattığı ince çizgi.
Neyse, benim sorunum değil…
Sahi nerde kalmıştık?
Elbette Amasya’da, medeniyetlerin başkentinde.
Bakmayın Medine’nin kutsallığına, adının etimolojik
kökleri uygarlığı çağrıştırsa da…
Amasya binlerce yıllık geçmişiyle on basar.
Sakın abarttığımı sanmayın, sadece tarihsel belgelere bakın
ne demek istediğimi anlarsınız.
Yeter ki gerçeklere açılan pencerenizin perdeleri kapalı olmasın.
Evet, geldik mi günümüze…
Samimi söylüyorum, bu bayram Amasya’da olmayı
çok arzu ettim.
Uzun süredir de gidemedim, beş on gün doya doya hasret
gideririm dedim.
Ve başladım ulaşım yollarını araştırmaya…
Otobüs fiyatları altı yüzden başlıyor, uçak ise binden…
Ya konaklama…
Ruhumda nostalji var ya, eh Sarı Konaklar da yaşlılığıma
yakışır diye düşündüm…
Ne de olsa Yeşilırmak İlkokulu anıları, Kumacık hamamı bitişiği…
Roma mirası Kuş köprü manzarası…
O ne?
Geceliği 4.149 TL.
Sıpasını sevdiğim mekânın adı da havalı:
“Sarı Konak Boutigue Hotel&Spa Amasya.”
Vay yavrum vay, emekli maaşım tamı tamına 7.744 TL…
Yemede yanında yat!
Tabii çabuk çark ettim, ziyaretimi de anında bir başka
bahara erteledim.
Belki sayın Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı olur da, banka hesabıma
15 bin lira yatar (eğer unutmazsa) o zaman memleketimin
yolunu tutarım.
Aslında ne hazin değil mi?
Yurt dışına gitmiyorum, sadece bayram süresince
Amasya’da olmak…
Yeşilırmak boylarında dolaşmak, fırsat olursa
kaleye tırmanmak…
Pirler’de çay içmek, hayâl ama Yenice havuz başında iki
duble rakı…
Punduna getirirsem Emin Efendi konaklarında ud çalmak…
Eşliğimde “Minik kuş”…
Hicazdan girip hisarbuselik makamından çıkmak:
“Dök zûlfünü meydâne gel
Sür atını ferzâna gel
Al daireni hengâma gel…”
Ve nihayetinde de buseler konduruyoruz kaybolan Amasya
lalelerinin taçlarına…
Gün sonlanıyor Ali Kaya’nın meyhanesinde.
Çakallar’dayım, aşağıda memleketim ışıl ışıl…
En çok fark edilen Sultan Beyazıt’ın minareleri…
Bahçesinde ıspanağın Osman’ın atlıkarıncası, dönme dolabı…
Bayram çocuklarının neşesi karışıyor akşamın alaca karanlığına…
Camlardan annelerin sesi duyuluyor:
“Hınzır nerde kaldın, eve gelsene!”
Macit CÜNÜNOĞLU

29 Haziran 2023

İÇSEL YOLCULUKLAR

 Bayramın ikinci günündeyiz, dün çoluk çocuk

ve torunlarla güzel bir gün yaşadım.
Ve klasik ant içme törenini gerçekleştirip dağıldık.
Torunların ikisini Antep’e, kızları da Bodrum’a uğurladım.
Buna da şükür, Allah’tan aynı kentte yaşıyoruz,
yoksa WhatsApp’a mahkûm olup görüntülü
birliktelik sağlayacağız.
Tabii el öpme falan olmayacak, yakın temas ise ne mümkün…
Ekrandan gördüğümüz kadarıyla mutlu olmaya çalışacağız.
Oysa küçük kentlerde, bilhassa Amasya’da bayram bir başka
güzellikte yaşanırdı.
Öncelikle kaleden top atışıyla kutsal gün başlar ve
dinsel ritüeller eksiksiz yerine getirilirdi.
Bu arada mezarlıklar unutulmaz, arifeden başlayan ziyaretler
toprak altındakileri sevindirirdi.
Hele İmaret’in bahçesine kurulan bayram yeri çocukların
dünyasında yepyeni heyecanların başlamasına sebep olurdu.

Düşünüyorum da, o devirler masal dünyasıymış gibi hafızamda
yer etmiş…
Bir daha asla yaşanmayacak güzellikler…
Her aklıma geldiğinde duygulanırım, aynı zamanda da hüzünlenirim.
Bir de deprem gerçeğimiz var, elli binin üzerinde yitirdiğimiz canlar…
Yakın tarih, beş altı ay öncesi…
Evin içinde bayram münasebetiyle Kandıralı’nın klarnet
sesi yayılıyor…
“Kadifeden kesesi, kahveden gelir sesi…”
İstanbul türkülerinin en kıvrak olanı, insanı yerinde durdurmaz.
Ama ruhsal dünyamda şizofrenik bunalımlar yaşıyorum.
Âdeta kişilik bölünmesi…
Bir tarafım hayat devam ediyor deyip oyun havalarıyla coşuyor…
Diğer tarafım da kan ağlıyor, yüreğim daralıyor.
Hatay, Maraş, Adıyaman gözlerimin önüne geliyor…
Yaşanan derin acılar, kayıplar…
Silkinip kendime geliyorum, utanıyorum…
İnsanlığımdan, savunduğum değerlerden…
Ve müziğin rotasını anında Andrei  Boçelli’ye çeviriyorum…
O kör, benim duygularım kör.
Vicdanım sarsılmış…
Ve çağımızın insani duyguları nasıl da tahrip ettiğini
sorgulamaya başlıyorum…
Nereye kadar, yol uzun, yolcu çaresiz ve paramparça.
Netice, yine hüsran yine hasret çıkıyor karşıma…
Kaybolmak istiyorum sonsuzlukta…
Oysa daha dün sevdiklerimle birlikteydim.
Bayramlaştık, gülüştük eğlendik…
Ama yüreğimdeki isyan fırtınalarının sesini duyuyorum…
Antakya’dayım, Asi nehrinin sularında kulaç atıyorum…
Az ilerde çocuk mezarları…
Ve anında düşlerimden uyanıp doğduğum topraklara sığınıyorum.
Yine Amasya’dayım…
Ellili yıllar, babamın elinden tutmuş Gümüşlü camisinden çıkıyorum.
Mahalleyi kavurma kokusu sarmış.
Birazdan kahvaltıya oturacağız.
Masada Hakkı ustanın çöreği ve köy peyniri…
Ve kurban edilen koçun budundan elde edilen kuşbaşı et…
Ortam misss!
Yaşım yedi sekiz…
Ya şimdi, neredeyim?
Yetmiş üçündeki sevda adayı olarak serseri gönlümü gezdirmekteyim…
Bir o tarafa bir bu tarafa…
Bayramın ikinci gününden selâmlar değerli dostlar.
Yine de ve her şeye rağmen sevgiyle aşkla kalın, hoşça kalın.

Macit CÜNÜNOĞLU

26 Haziran 2023

"GAMZEDEYİM DEVA BULMAM..."

 


Dün gece keyfim yerindeydi, güzel bir Pazar
günü geçirdim.
Sahnede yine Müzeyyen abla (Senar)…
“Gamzedeyim deva bulmam…” şarkısıyla damar yapıyor.
Kemani Tatyos’un en sevdiğim eserlerinden.
Zaten üstadın mezarını senede birkaç kez ziyaret ederim.
Acıbadem’de, evime yakın…
Sohbetin dibine vururuz, yakın dostu Ahmet Rasim’i
yad ederiz…
Ve onca güçlü mirasına rağmen sonsuzluğa nasıl da
yoksul göçtüğünü sorgularız…
O anlatır, gözlerim nemli ben dinlerim.
Hey gidi Tatyos efendi, senin gibi bu dünyadan geçip gitmek
her kula nasip olmaz…
Onlarca beste, hepsi birbirinden şaheser…
Musikişinasların gönlünde taht kuran büyük usta.
Nurlar içinde yat, toprağın bol olsun.
Bu arada Facebook üzerinden bizim Arman gözüme takıldı.
Samatyalı dostum, yıllardır İsviçre’de yaşıyor.
Hatta o kadar eski ki yakın zamanda emekli oldu.
Ama kutsal suyla olan sarsılmaz bağı devam ediyor.
Ne güzel, açmış yetmişlik Efe’yi…
Tam bir çilingir sofrası, telefondan da Müzeyyen abla…
Patlatıyor şarkıyı: “Gamzedeyim deva bulmam…”
Gözünü sevdiğim teknolojisi, uzakları yakın eden,
kardeşi kardeşle buluşturan olağanüstü güzellikler.
Anında massenger üzerinden buluştuk…
İletişim sağlıklı, ortam samimi…
Pasaport peşinde koşuyormuş.
En kısa sürede memleketine gelecekmiş, İstanbul’a…
Samatya’sına kavuşacakmış.
Peki dedim Arman; “İsviçre vatandaşı değil misin?”
Verdiği cevap beni hayretlere düşürdü.
Dedi ki “Abi ben T.C. vatandaşı bir Ermeni’yim”…
“Asla vatanımdan kopamam…”
Şaşırdım, empati yapıp O’nun yerine kendimi koydum.
Anında İsviçre vatandaşlığına zıplardım…
Ve sahip olduğum itibarlı pasaportla tüm dünyayı dolaşırdım.
Sakın yanlış anlaşılmasın, elbette ülkemi seviyorum ve
bu topraklarda doğduğum için kendimi şanslı addediyorum…
Lâkin başımızdaki şahsın yönetim anlayışına tahammül edemiyorum.
Dünyam kararıyor, afakanlar basıyor…
Ve iyimserliğim, umudum gittikçe dumura uğruyor…
Dolayısıyla fena hâlde bıkmış durumdayım…
Neyse diyelim gelelim Amasya’ya.
Biliyorsunuz son seçimlerde CHP sidik zoruyla bir milletvekili çıkardı.
O da Kurban bayramı vesilesiyle köyüne gelip kurbanını kesti.
Arık dana mı deve mi kesti, orasını bilemem ama bana
“Allah kabul etsin” demek düşer.
Fakat kurban kesimi netice itibariyle dinsel bir ritüeldir.
Aile içinde sessiz sedasız halledilir.
Oysa paylaşılan fotoğrafa baktım, tören mekânı panayır
yerine dönüşmüş.
İlin CHP’lileri tam kadro orada.
Üzüldüm, yaratılan ortamı popülizmin doğal sonucu olarak
gördüğümü ifade ettim.
Ki hâlâ aynı görüşteyim…
Bu arada dostlarımdan ağır eleştireler de aldım…
Derdim değil, varsın konuşsunlar…
Ne de olsa özgürlük sevdalısıyım, hakaret olmadığı sürece
her muhalif görüşe saygı duyarım…
Yeter ki dostluğa kardeşliğe halel gelmesin.
Evet başlıkta ne demiştim…
Gam-zedeyim…
Lütfen ayrı ayrı okuyun, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız…
Deva bulmam bu dünyada…
Çünkü doğuştan muhalifim, Mandıra Filozofu gibi!
Sağlıkla kalın can dostlarım.
Bugünlük bu kadar.
Macit CÜNÜNOĞLU

25 Haziran 2023

ALLI TURNAM

 


Madem günlerden Pazar.
Dün gece Mahzen’deydim, bugün de Selağzı’nda.
Nasıl olsa arabalı piknikçiler sağa sola kaçmışlardır.
Kent de trafik açısından biraz nefes almıştır.
Bu arada Amasya denilince aklıma ilk gelen şey “huzur”.
Uzun yıllardır İstanbul’da yaşasam da doğduğum toprakları
ziyaret etmekten fevkalade mesut bahtiyar oluyorum.
İçsel dünyam âdeta huzura kavuşuyor.
Belki hasret duygusu belki de vefa hissiyatı.
Ne de olsa Gümüşlü camisinin iki sokak ötesinde doğdum.
Evimiz Vakıf Han’ın tam bitişiğiydi.
Sokağımızın adı da Gümüş’dü.
Dolayısıyla memleketime olan aidiyet duygum daima
ağır basıyor.
Hani derler ya: “Toprak çeker.”
Aynen öyle, beni de yalnız toprak değil Yeşilırmak da çekiyor.
Kenarındaki kaldırım boyunca yürümek ömre bedel…
İmaret’in şadırvanında nefeslenmek, Atlantik Orhan’ın
mekânında bir bardak çay içmek…
Tam karşısındaki köprüde balıkçı heykeliyle sohbet etmek…
Anında hatıralarıma geri dönüyorum…
Ve sevincim, heyecanım tüm benliğimi kaplıyor.
İşte Amasya sevdam bu derece yüksek.
Bir de geçmişle uğraşmayı bıraktım.
Nasıl olsa yitip giden değerleri geri getiremiyoruz…
Ayrıca can sıkıntısından başka bir işe yaramıyor.
Sadece sebep olanlar utansın diyorum.
Dolayısıyla mevcutla yetinip kalan güzellikleri
yudumlamaya çalışıyorum.
Tabii yüreğimde çocukluğum, gençliğim; yine ırmakta yüzüp
dağlara tırmanıyorum.
Elbette ruhen, yoksa yetmiş yaşından sonra iddialı arzular olur ki,
insanın haddini bilmesi lâzım.
Ama Amasya hayâllerimin zenginliği, rüyalarımın cenneti…
Ve müthiş arayışlarımın sebebi.
O nedenle gönülsel gezilerimi ihmal etmeyip yazıya döküyorum.
Fena da olmuyor hani, ciddi anlamda içsel ferahlık hissediyorum.
Bu arada şehir turu atarken Alçak köprü üzerinde okçu
gençlere rastladım.
Orta Asya giysileriyle oklarının ucunda alev topları
ırmağa atış yapıyorlar.
Belli ki Bilal oğlanın tayfasından, canları sıkılmış…
Bir de Amasya’yı fethedelim demişler.
Elbette necip hemşerilerim heyecanlanıp başlarına toplanmış…
İlgi doruk noktada, hamaset dalga dalga ortamı kaplamış…
Fatihan torunları olarak ardı arkası kesilmeyen alkışlar…
Herkes dikkatli, saltanat kayıkları kazaya kurban
gitmemek için zulaya gizlenmiş…
Ama kent o gece farklı bir atmosferde…
Okçu gençlik milli duyguları harekete geçirmiş…
Ahali hep bir ağızdan haykırıyor:
“Bayraklar inmez, ezanlar susmaz!”…
Ben de bir türkü mırıldanıyorum:
“Allı turnam bizim ele varırsan,
şeker söyle bal söyle kaymak söyle…”
Sen çok yaşa AMASYA.
Macit CÜNÜNOĞLU

24 Haziran 2023

MEYHANEDEN...

 


Güneşin battığı vakitteyim.
Udum elimde, kadehim yanımda.
Zamanın içinde yolculuğa başladım.
Hüzzamdayım, Selahattin Pınar besteleri arasında dolaşıyorum.
Hepsi birer başyapıt, çaldıkça mutlu oluyorum.
Müthiş eserler, öylesi güçlü besteleri yapmak için illâki
âşık olmak lâzım.
Zaten Usta âşk için yaratılmış gönül insanı.
Belki de bestekârımızı bu nedenle çok seviyorum.
Şarklıları yorgun ruhuma iyi geliyor.
Bir de O’nun bestelerini yorumladıkça hayâl dünyamın
sınırları genişliyor…
Ve hatıralar gözlerimin önüne seriliyor.
Tahmin edeceğiniz gibi uzanıyorum doğduğum topraklara…
Amasya’ya, soluğu Mahzen restoranda alıyorum.
Muhacirlerden Selim amcanın çocukları işletiyorlar.
Hâlâ ordalar mı, bilmiyorum…
Ancak çakır gözlerinin enerjisi meyhaneye kesinlikle sinmiştir.
Gidenler bilir, bu tür mekânlar tek tekçi yeridir.
Mezeler sınırlı, hesaplar namuslu…
Birkaç duble içerek epeyce güzelleşirsiniz.
Bir de aşina bir yüze veya bir dostunuza denk gelirseniz…
Değmeyin keyfinize, masa sohbetle zenginleşip duygular
neşeden bulutlar arasında dolaşır.
Gençlik yıllarımda, rahmetli ağabeyimle Mahzen’de
az eğlenmemiştik.
Meyhane bodrum katında ama müşterilerin profili renkliydi.
Yoksuldan varsıla kadar her gelir grubundan vatandaş
kadim kadrodaydı.
Zaman zaman âdeta yoklama yapılır, uzun süredir gelmeyenlerin
akıbeti merak edilirdi.
Ve derhal GBT’si alınır, sağlığından emin olduktan sonra
kadehler O’nun şerefine kaldırılırdı.
Gördünüz mü bir devrin samimiyetini?
Günümüzde esamesi okunmayan dostluklar…
Hele hele de meyhane yoldaşlığı…
O denli kıymetliydi ki, şairin dediği gibi herkes rakı şişesinde
balık olmuştu.
Düşünceler okyanus kadar derin, hülyalar ırmağın suyu gibi yeşil…
Sohbetin sonlarına doğru dumanlı dünyalara Yeşilırmak seslenirdi…
“Çabuk gelin, mehtap yerini aldı, şavkı yüreğimde”…
Çakır keyif bedenler, aynalı kavak gibi sallanarak meşklerine
devam ederken meyhanenin menfezlerinden uğultulu bir şarkı
gecenin sessizliğine karışırdı…
Yine Selahattin Pınar’dan, yine hüzzam makamından:
“Ağla Çeşmim Eski Lezzet Kalmamış Peymanede
Nerde Saki Ehl-i Dil Yok Meclisi Meyhanede
Ey Gönül Alem Değişmiş Gayrı Feryad Eyleme
Dinlemez Devran Sağırdır Neş’e Vü Efganede
Nerde Saki Ehl-i Dil Yok Meclisi Meyhanede.”
Macit CÜNÜNOĞLU

22 Haziran 2023

SESSİZ HAYATLAR

 İnsanın yakınları ölünce üzülür.

Ya hastalıktan ya da yaşlılıktan kaybetmişsinizdir.
Bir de deprem, sel, çığ gibi doğal felaketler var.
Burada da yapacak bir şey yok sadece sorumluları suçlarsınız…
Ama giden gitmiştir.
Sonuncu olarak da trafik veya her türlü kaza akla gelir.
Bu da piyango işidir, herkesin başına gelebilir.
Netice itibariyle kara talih, kader deyip atlatmaya çalışırsınız.
Şimdi gelelim kentlere, özellikle Amasya’mıza.
Buralar da insan gibi yaşayan canlı organizmalar değil midir?
Tarihi dokusu, mimarisi, sokakları caddeleri…
En önemlisi de mahalleleri.
Öyleyse yakın geçmişimize bir uzanalım...
Örneğin Gümüşlü mahallesi çocuklarının oyun alanı
caminin avlusuydu.
Aynı şekilde Mehmet Paşalılar Çörekçilerin önündeki boşlukta
günlerini geçirirlerdi.
Herkisliler İlâankaya’nın yanı başındaki geniş arazide…
Çilehanelilerin zaten keyifli bir top sahası vardı.
Savadiyeliler kilisenin ören yerinde…
Afırönü, 55 evler tarafı Çolağın bağında…
Şamlar-Tatarlar Büyük Ağa medresesinin avlusunda…
Kuba-Dere mahallelileri ayrı tutmak lazım…
Onlar yüksekten uçar Çakallar’ı arka bahçeleri kabul ederek
Tarzan geleneğini özgürce sürdürürlerdi.
Beyazıd paşa, Hatuniyelilerin ise yeteri kadar boş arsaları vardı.
Gök medreselilerin Hacılar meydanı, İstasyonluların dalların
dibi zamanın en ünlü mekânlarıydı.
Peki, n’oldu buralara?
Deprem mi oldu, seller mi yıktı veya Vermiş’ten
çığ mı düştü?
Yoksa devletin kararıyla mı tarumar edildi?
Olacak iş değil ama cahil, Vandal ruhlu belediye başkanları mı
şirin şehrimizin idam fermanını imzaladı?
Evet, maalesef eski Amasya yok artık.
Evler, sokaklar, mahalleler tarihe karıştı…
Yalnız fotoğraflar da, bir de hafızalarımızda yaşıyor.
Ne yazık ki hayatımızın önemli bir bölümünün geçtiği
zaman dilimini çaldılar.
Çocuklarımızın, torunlarımızın dünyasını yıktılar…
Üstelik bu barbarlığı seçtiğimiz adamlar yaptı.
Utanmadan, sıkılmadan, yüzleri kızarmadan…
Ve hiçbir sorumluluk duygusu hissetmeden…
Ve yüksek tepelerden baktılar memleketimize…
Göğüslerini gere gere gurur duyduklarını ifade ederek!
Yeşilırmak utandı, camilerin bahçesindeki çınarlar
üzüntüden sessizliğe büründü…
Duyarlı yürekler kan ağladı, mezardaki ölüler şahit olduklarına
daha fazla dayanamayıp kent dışına, Tekir dedeye taşındılar…
Geride buz gibi soğuk gri apartmanlar kaldı…
Enkaz desem enkaz değil, çocuklar yine var…
Bu kez bahçelerde, ağaç tepelerinde, top peşinde değil…
Büyük bir yalnızlık duygusuyla beşinci katın penceresinden bakıyorlar…
Cam arkasından, sokaklar otoparklar araba dolu…
Büyük felaketten canını kurtaran dut ağacı onlara el sallıyor…
Ve sesleniyor:
“Gelsenize yanıma, çıksanıza dalıma, toplasanıza meyvelerimi,
karadutların en lezzetlisini…”
Ne yazık ki çocuklar duymuyor…
Dört duvar arasındaki yaşamlarına çoktan geri dönmüşler…
Ellerinde I-Pet’leri…
Çağın oyuncağı, sihirli dünyaları…
Sevgisiz, arkadaşsız hayata devam ediyorlar!
Macit CÜNÜNOĞLU

21 Haziran 2023

FOTO-DEĞİŞİM

 


Başlığı özellikle koydum, fotoğraf sevdam malûm.
Zaten sayfamızın çıkış noktası da belli, önce fotoğraf.
Ara sıra da araya anılar, yorumlar serpiştiriyorum.
Fena olmuyor hani, bugüne kadar da iyi gitti.
Ancak Amasya küçük bir kent olduğu için görsel malzeme
bakımından bir türlü ırmak boyundan kurtulamıyoruz.
Oysa altı ilçe ve onlarca köy var.
Lakin açılan pek çok sayfa şahıs fotoğraflarıyla dolu.
Örneğin Taşova’nın veya Göynücek’in bir köyünü düşünün.
Köyün adını taşıyan sayfa açılmış…
Fakat köyün tek bir fotoğrafı bile yok.
Tamamı özel yaşama ait kareler.
Hâl böyle olunca görsel zenginliğe ve çeşitliliğe
yeteri kadar ulaşılamıyor.
Yine güzeller güzeli Boraboy.
En az on sayfası var.
Gel gör ki yeryüzü cennetinin fotoğraflarını ara ki bulasın.
Varsa yoksa semaver başında aile boyu fotoğraflar.
Bir de Amasya siteleri var ki, tek kelimeyle allahlık Ali bey.
Deniz manzaraları mı ararsınız, zenci çocuklar mı…
Hepsi mevcut, hatta konu sıkıntısından olsa gerek
çokça paylaşılmış fıkra şablonlarını yayınlayanlar bile var.

Neyse, asıl değinmek istediğim mevzu “değişim”…
Son zamanlarda sıkça duyduğumuz kavram.
Tabii günlük yaşamımızda bir yığın alanda değişim gerçekleşti.
Siyaset hariç olumlu veya olumsuz müthiş dönüşümlere
tanık olduk.
Bunlardan biri de fotoğraf.
Sektör konvansiyonel tekniği terk edip dijital dünyaya zıpladı.
Elbette artıları eksileri var…
Lâkin sonsuz ufuklar açtığı da kesin.
Özellikle kameraların cep telefonuna girmesiyle selfi dahil
fotoğraf hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu.
Artık her anımızı tespit edip arşiv kayıtlarına postaladık.
Lakin kalite, işte orası tartışılır.
Belki de narsist özelliklerimiz ön plâna çıktığı için çekilen
her bir kare de biz varız.
Üstelik abartılı biçimde, arkada nefis manzara…
Yine de kafamız elimiz kolumuz orada!
Ve bizsiz hemen hemen hiçbir enstantane yok.
İllâki poz vereceğiz!
Dolayısıyla anonim fotoğraf anlayışı gelişmiyor,
yüksek egoların tatmin aracına dönüşüyor.
Hâl böyle olunca ara ki kent, kasaba, köy manzarası bulasın.
Bu durum fark edilir mi?
Hiç sanmam, nasıl ki sayın Kılıçdaroğlu 13 yıldır,
(yazıyla da on üç) aynı koltukta poz veriyor…
Halkımız da binlerce kez poz verip albümüne koyuyor.
Geziyor da, ama Boraboy’un, yaşadığı kentin, ilçenin, köyün
fotoğrafı yok…
Varsa yoksa kına gecesi, düğün alayı, hacı hoca asker uğurlaması…
Geriye de boş çuval hesabı hayatlar kalıyor…
Zaten kimin umurunda dünya!

Macit CÜNÜNOĞLU

19 Haziran 2023

AMASYA GEZİNTİLERİ

Amasya muhabbetini o kadar çok abartmışım ki,
dün bir dostum telefonla aradı.
Beni kahve içmeye bağına davet ediyor.
Elbette İstanbul’da yaşadığımı hatırlattım ve
nazik davetine teşekkür ettim.
Evet, sık sık doğduğum topraklara seyahat ediyorum.
Elimde değil, bedenimden azade gönlüm müthiş bir heyecanla
Yeşilırmak vadisine koşarak gidiyor.
Bu durum hoşuma da gitmiyor değil.
Ne de olsa süresi kısa da olsa onca yaşanmışlık var.
Üstelik hafıza kayıtlarım öylesine dolu ki zaman zaman
yer açmak için resetliyorum.
Tabii ki hepsini değil, lüzumsuz olanları.
Ama beyinsel depomda demirbaşlar her daim mevcut.
Öncelikle Selağzı merkez olmak üzere tüm sokak ve mahalleler.
Sonra dağlar geliyor, elbette keşfettiklerim.
Ve giderek çevreye açılıyorum…
İlçelere, köylere, mezralara.
Fakat Akdağ’a bir türlü çıkmak nasip olmadı, hâlâ yanarım.
Lâkin çocuk yaşta yaşadığım arkadaşlıkları unutamıyorum.
Okul sıralarının yarattığı heyecanlar, mahalle aralarında
top koşturmalar…
Bir de Çolağın bağı efsanesi…
Bir yığın gence ev sahipliği yapmış toprak saha.
Bugünden bakınca hayâl gibi geliyor, sanki düşler dünyası.

Evet, Amasya gerçekten özellikli bir kent.
Yalnızca tarihi, bereketli topraklarıyla değil insan
malzemesiyle de zengin.
Hatırlıyorum da yaşadığım dönemde ne renkli kişilikler tanıdım.
Bir çoğunu hâlâ sevgiyle yad ederim.
Tabii göçüp gidenleri de saygıyla anarım.
Özellikle Beyazıd kütüphanesi bir devrin Oxford’u gibiydi.
İki işlevsel salonu vardı, biri gençlerin diğeri çocukların.
Mumyalar da henüz Müze’ye taşınmamıştı…
Komşumuzdu, hemen yanı başında mücellithane vardı.
Yakutiye mahalleli  Cudi abi eski kitapları yeniden ciltler,
hayata döndürürdü.
Sahi bir zamanla okullarda El-İşi dersi vardı.
Güzel yazı, cilt yapma, albüm üretme vb.
El becerisini pratik zekayı geliştirici eğitim sistemiydi ama
çabuk vazgeçildi.
Onun yerini robotik dersler aldı, ne demekse?
Kütüphanenin müdürü Muammer beydi (Ülker), daha sonra
Süleymaniye’nin genel müdürü oldu.
Rahmetli babamın sevdiği bir kişiydi, sık sık makamında ziyaret eder
tarihsel sohbetler yaparlardı, tabii ben de yanında.
Arapça, Farsçayı sular seller gibi bilirdi…
O da bu dünyadan göçtü, nurlar içinde yatsın.
Fakat külliyenin bahçesindeki asırlık iki çınar her zaman
ilgimi çekerdi.
Gövdenin içi çürümüş, çeperleriyle hayata tutunmaya çalışıyor.
Heybetli dallar budaklar, semaya el sallayan yeşil yapraklar.
Hele şadırvan, namaz vakitleri öncesi âdeta bekleme salonu.
Aman tanrım, çocukken orada büyüklerin anlattığı ne
hurafeler dinledim, cinli perili hikâyeler…
Ruh sağlığımı bozar rüyalarıma girerdi.
Neyse, hayat zaten masallar manzumesi değil mi?
Yarın kaldığım yerden devam ederim Amasya muhabbetine…
Şimdilik hoşça kalın değerli dostlar.

Macit CÜNÜNOĞLU


MEHTABA ÇIKARKEN

 Sabahı bekleyemedim, akşamın hikâyesini şimdiden

paylaşmak istedim.
Malûmunuz bugün “Babalar günü”…
Oğlum Çağdaş dün damladı, eşi ve torunlarımla.
Böylelikle Ali paşam ilk kez dedesinin evini ziyaret etti.
Dolayısıyla çok mutlu oldum, ne de olsa dört torun sahibiydim.
Müthiş bir duygu, Allah olmayana da versin.
Derken bugün de kızım geldi.
Saat dört suları, yani kerahat vaktine yakın…
Doğal olarak oturduk rakının başına.
Açtık sohbeti, mezeler fena değil…
Masada patates, Rus salatası…
Peynir çeşitleri ve meyve, dün akşamdan kalan Arnavut ciğeri…
Lavaş, şalgam suyuyla nihavent faslı da ekstra.
Kızım aldı mı sazı eline, başladı babamın ruhsal dünyasının
tomografisini çekmeye…
Yahu “dur dedim,”…
Dedeni dokuz yaşında kaybettim, ben tanımıyorum…
Sana n’oluyor?
Aman efendim, psikanaliz konusunda kendisini öylesine
yetiştirmiş ki, dur durak bilmiyor, ha bire saydırıyor.
Üstelik tespitleri de tam isabet, âdeta nokta atışı yapıyor.
Sustum, daha doğrusu kuyruğu kıstırıp dinlemek
zorunda kaldım.
Neyse, sohbet derinleştikçe derinleşti…
Geldi dayandı çağımıza; yalnızlığa, yitip giden
dayanışma duygusuna ve de dünyanın gidişatına.
İlerleyen saatlerde de ortak bir yargıya vardık…
Geçmiş değerler hakikaten kıymetliymiş…
Günümüz ise, dipsiz kuyu…
Hele hele de ülkemizde, çağ dışı yöneticiler güneşi
balçıkla sıvamak için ellerinden geleni yapıyor…
Üstelik icraatlarını dinle, milliyetçilikle soslayıp halkımıza
bir güzel pazarlıyorlar.
Netice: % 52, yazıyla da yüzde elli iki.
Vay köse sakalım vay!
Neyse, kızım Sıla’yı yolcu edip aldım telefonumu elime…
Alooo!
Karşımda değerli dostum, hemşerim Erden Candaş.
Amasya’dan tanımam, sosyal medyanın lütfettiği değerlerden.
İyi ki var, iyi ki arkadaşı olmuşum.
Hayatın her boyutunu kazına kazına sohbet ettiğim ender
kişiliklerden.
Girizgâhımızda ufaktan siyaset dokundurmaları…
Sonrasında sanatın dorukları, insan ilişkilerinin geldiği nokta…
Tabii gönül yoldaşlığının zenginliği, birlikte yolculuk yaptık
Yeşilırmak boylarında…
Sulara secde eden salkım söğütlerle saf tuttuk…
Dualarımızı Kral mezarlarında yapıp Pontus kalesine tırmandık…
Tam karşımızda Çakallar…
Bağlar içinde dostlar, kadeh kaldıranlara el salladık…
Ve bir kez daha Amasya’mıza selâm yolladık…
Can dostum Erden Candaş’la…
Macit CÜNÜNOĞLU

18 Haziran 2023

MADEM BABALAR GÜNÜ!



“Yeni Dünya Düzeni” hayatımıza neler sokmadı ki?
“Anneler günü”, bugün de “Babalar günü”…
Benimseyip alıştık, sanki bayram günleri gibi
iple çeker olduk.
Yalnızlık çağında da fena olmuyor hani, gözlerimiz
kapıda evlat bekliyoruz.
Tabii hazin bir durum ama yaşamın gerçekleri
ağır basıyor.
Gençler zamanın esiri olmuşlar, çoluk çocuğa karışıp
yarınlarını örgütlemeye çalışıyorlar.
Geçmişin değerleri çoktan terk edilmiş, popüler
kültürün âdeta oyuncağına dönüşmüşler…
Hay huyla sonsuzluğa koşuyorlar.
Peki bu hız niye, es vermeden durup dinlenmeden
ipi göğüsleme çabası…
Sanatsız, duygusuz telefona endeksli hayatlar.
Hiç bana göre işler değil.

Önce baba evlat ilişkisi gerçek bir dostluğa dayanmalı.
Yıl içerisinde felekten çalınan günlerin sayısı sınırlı olmamalı.
Kurulan masalar aşk, şiir, müzikle  zenginleşmeli.
Elbette bir kuple siyaset de olabilir ama asla abartmadan.
Tabii bunlar benim düşüncelerim.
Yemişim Analar, Babalar, Dedeler gününü.
Aslolan gönül yoldaşlığıdır.
Ayrıca yaş farkının ne önemi var.
Ne demiş büyüklerimiz: “Akıl yaşta değil, baştadır.”
Bu nedenle asıl mesele hayata aynı pencereden
bakmayı becerebilmektir.
O zaman evlatlarla sevgiyi yudumlarsınız doya doya.

Bir de yaşlılık sendromu var.
Çağa ayak uyduramazsanız hakikaten başa bela.
Başlarsınız sürekli hastalık konuşup şikâyet etmeye.
Halbuki Candan Erçetin şarkısında diyor ki,
“Ölümden başkası yalan…”
İşte yaşam sevincini destekleyen sihirli formül.
Boş ver ölümü, cenneti cehennemi…
Dört elle sarılmak lâzım hayata, sevgiyle yoğrulmalı insan…
En azından dertleri paralel geçip sevdanın büyülü
dünyasına teslim olmalı.
Özgürce, gülümseyen yüzlerle, ışıldayan gözlerle.
İnanın hayat insanı mahcup etmez, ne ekerseniz onu biçersiniz.
Tecrübeyle de sabittir.
Yıllarca sevdalar ektim, aşk topladım…
Notalar ektim, şarkılar topladım…
Dostluk ektim, okyanuslara karıştım…
Yudum yudum memleket topladım.

Macit CÜNÜNOĞLU

13 Haziran 2023

2030'a DOĞRU...



Amasya sevdam bilinen bir şey.
Ya İstanbul?
Asla ihmale gelmez, hele bir küsmeye görsün…
Araya Jüstinye’nin güzel kızı Helena’ya koysan
yine de barışmaz.
Ne de olsa yarım yüzyıldır birlikteyiz, koyun koyuna yaşadım.
Eh bu süre içinde huyunu suyunu öğrendim.
Zaten havası da öyle değil mi, güneşli diye Boğaz’a gidersiniz,
aniden ortaya çıkan kara bulutlar bir türlü dirlik vermez.
O nedenle daima hazırlıklı olmak lâzım.
Evet huzurlu yaşamak zor iştir.
Özellikle ülkemizde, neşenizin kaçması için yüzlerce sebep var.
Yine de katlanmaya çalışıyoruz…
İçsel dünyamızın dinginliği ise fevkalade önemli.
Öncelikle insanın hobisi olması gerek.
Madem çağımızda lobilerin hikmeti harbiyesi kalmadı,
yalnızlık çemberinde çırpınıp duruyoruz.
Neyse ki sosyal medya imdadımıza yetişiyor.
Fotoğraf olsun, yazı olsun üç beş paylaşacak bir şeyler buluyoruz.
Bu da beni mutlu ediyor.
Ayrıca hayatta karşılamayacağım kişilerle tanışıp dost oluyorum.
Alın size oturduğunuz yerde edinilen zenginlik formülleri.
Telefonda oyun oynamaktan iyi…
Bir de insan sıcaklığını yüreğinizde hissediyorsunuz.

Hani derler ya: “Her hayat bir hikâyedir.”
Her bir tanışıklık da gönülsel servet birikiminin sebebi oluyor.
Yeter ki kişi yaşama gülümseyerek baksın, duygu dünyasının
kapılarını açık tutsun…
Gerisi kendiliğinden geliyor, sevgi pınarlarının başında
buluşmalar başlıyor…
Şükrederek gözlerdeki ışıltıyı fark edin, güneş sizi asla
yalnız bırakmayacaktır.
Ayrıca iyimser olmanın faydasını her zaman gördüm.
Hislerim de beni hiç yanıltmadı.
Örneğin Tayyip’in yüzde yüz kazanacağını aylar önce yazdım.
Erken ötüşümden dolayı kızan arkadaşlarım da oldu.
Fakat her şeye rağmen hayatın devam edeceğini de yazdım.
Merak etmeyin, herkesin bir devri var, O da gelip geçer.
Ne zaman mı sonlanır?
O konunun da altını çizerek tarih vereyim.
Efendim adam tüm rekorları kırdı, tek adamlıkta
Atatürk’ü, İnönü’yü solladı…
Geriye de CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarı kaldı.
Şimdiki hedefi de bu, 21 yılı gitti…
Egale etmesi için daha 6 yılı var…
Artık ya sabır mı çekersiniz, ya da tanrıya dua mı edersiniz…
Orasını bilemem, ama ben tiyatro salonundaymışçasına
sahnelenen komediyi gülümseyerek izlemeyi sürdüreceğim…
Yoksa geriye tek çıkış yolu kalıyor ki…
Ağır suç teşkil edeceğinden maalesef açık etmeyeceğim…
Zaten yedi yıl dediğiniz nedir ki, göz açıp kapayıncaya
kadar geçer…
Hele bir 2030’u görelim, tahminim odur ki Bay Kemal
yine siyaset sahnesinde olacaktır…
Ne de olsa İttihat Terakki geleneğinden gelme…
Reis’e de takdiri ilahi bir güzellik yapmazsa necip halkımız
bu kez gereğini yerine getirir diye düşünüyorum.
Bu hususta da inancım tamdır.
Haydi rastgele, kalın sağlıcakla.

Macit CÜNÜNOĞLU

GEZİNİN ARDINDAN

 Amasya’da doğup büyüyen herkesin bir camisi vardır.

Mahallesinde, evine yakın.
Yetişkinliğine kadar Berat kandilinden başlayıp teravih namazına
uzanan bir yığın anı biriktirmiştir.
Belki de Kuran kursuna bile gitmiştir.
Ben de gittim, o da babamın zoruyla.
Hatuniye camisinin bitişiğindeydi.
Süphaneke’ye kadar da geldim.
Ne zamanki İbrahim hafız bir öğrenciyi öyle bir tokatla yere serdi ki,
bu şiddet kurstan soğumama sebep oldu.
Ve o yaşlarda da karar verdim, bu işler bana göre değil.
Dolayısıyla protesto ederek tüydüm.
Bir daha da önünden bile geçmedim.
Bu ne be, evde sopa okulda sopa…
Bir de gönüllü gittiğin kursta sopa…
Demek ki anarşizmin tohumları o yaşta yüreğime serpildi…
Ve sonradan da epeyce gelişti, ta ki hapislere düşene kadar.
Vaziyet bu, gençler bilmez, böyle bir neslin ürünüyüz.
Bu arada günümüze, on yıl öncesine gidelim mi?
Mayıs ayında Gezi olayları başlamış, Haziran’da doruklara tırmanmış.
Sultanımız diyor ki, parktaki ağaçları keseceğim,
yerine de Topçu Kışlası yapacağım.
Oldu canım, başka bir arzunuz?
Elbette İstanbul halkı bu projeyi yemedi, isyan bayrağını açtı.
Ve binler on binler oldu, sonra yüz binler…
Nihayetinde de milyonlarca protestocu Taksim’e akmaya başladı.
O tarihlerde Fethullah hazretleri iktidar ortağı…
Eli kolu uzun, polis adliye hizmetinde.
Tomalarla, coplarla, biber gazıyla saldırdılar halkın üzerine…
Genç bedenler düştü meydanın orta yerine.
Gözyaşları sel olup aktı, ama saray kibirli ve mağrur…
Ve de zalim, gaddar…
Ben de kambersiz düğün olmaz hasebiyle her gün Taksim’deyim.
Ne de olsa anarşizmin şehvetini çocuk yaşta öğrenmişim.
Gece gündüz demeden ver elini Gezi parkı.
Bir de yeni fotoğraf makinesi almışım, Canon 550D…
Sirkeci’den, ilk taksitini de daha ödememişim.
Direnişçiler arasında gezinip duruyorum…
Amacım bol bol fotoğraf çekip sergi açmak.
Çarpıcı kareler de yakalıyorum, ancak gencin biri
“polis” deyip üzerime atlamaz mı?
Makinamı elimden aldığı gibi yere fırlattı…
Kalp damarıma stent takılalı bir hafta olmuş…
Kavgaya tutuşacak halim de yok, ve devrimci kardeşim
makinemi aldığı gibi kaçtı.
Yüzlerce gencin önünde.
Tabii tansiyonum tavan yapmış, park içindeki
seyyar revire kaldırıldım…
Sonra da kendimi tanıtma pozisyonuna geçtim…
Neyse, lütfedip ikna oldular da pohpohlama sürecine geçtiler.
Alın size yaşanmış bir gezi hikâyesi.
Elbette karakola gitmeyi düşünmedim…
Çünkü kol kırılır yen içinde kalır anlayışıyla yetiştik…
Ama içim sızlamadı dersem yalan olur…
Saldıran devrimci yoldaşım, giden ilk taksitini ödemediğim
fotoğraf makinam…
Hepsinden önemlisi de “polis” sanılmam…
Ne kadar dramatik bir durum…
Vallahi o gencin yaptığını Çorumlu yapmaz desem de
iş işten geçmişti…
Büyük bir acıyla vapura binerek evin yolunu tuttum...
Lakin içimden bir ses hâlâ haykırıyordu...
Diyordu ki:
“YAŞASIN GEZİ DİRENİŞİMİZ.”
Macit CÜNÜNOĞLU