bir şair vardı, öğretmen

21 Haziran 2012

Ağlayan Laleler!

 

 
 
Cilo…
Yüksekliğiyle ikinci sırada…
Diğer bir adı Buzul Dağı.
Hakkari/Irak sınırında.
Tepelerine yakın yerde Dağlıca.
Deyin ki kartal yuvası.

Kuş uçmaz kervan geçmez…
Gitmeyi denedim bir kez…
Dedi komutan: “Aklını peynir ekmekle mi yedin?”.
İşte öyle bir yer.

Cevizi balı ünlü…
Bir de lalesi.
Lalesi yalnız bildiğimiz türden değil.
Osmanlıyla ilgisi yok!

Bilinen adı: Ters Lale.
Asuriler diyor ki: Ağlayan Lale.
Her sabah göbüşünden su yayılır!

Halkımız “Ağlayan gelin”, “Kerbelâ Lalesi” de der…
Baharın müjdecisidir.

Karlar eriyince yüzünü gösterir…
Toprak altından çıkmanın sevinciyle gülümser…
Uzar gider ışığa doğru…
Narin dursa da dayanıklıdır soğancıkları…
Yeter ki okşansın…
Sanırsınız insan yüreği!


Çok askerde gördüm…
Ellerinde laleler…
Gözlerinde hasretle karışık tedirginlik…
Tersliğine inat laleler umut mu umut…
Ya objektife bakanlar?


Ben de var…
Odamda durur…
Kartpostal boyutunda…
İçinde canım!

Hâlâ yüreğim çarpar…
Gözlerim nemlenir…
Aklıma düşer 21 Ekim sabahı yaşadıklarım.

Tanrım, nasıl bir acı…
Ölüm yağıyor gökyüzünden…
Gözyaşı, ağlamak, öfkelenmek çare mi?
Dipsiz kuyularda çırpınmak, çaresizlik, bilinmezlik…
Ve sesini duymak…
“Yaşıyor” diye sessizce haykırmak!

Biliyorum bencilce…
Ya gidenler?
Kulaklarımda anaların babaların çığlıkları…
Heyhat!
Televizyon ekranlarından izliyorum…
Anlamsız bakışlar…
Çırpınırken insanlar…
Çok uzaklardan bir ses geliyor…
Belki koro, belki on binler…
Sonsuzluğa sesleniyorlar: “Vatan sağolsun!”.


Ne zaman lale görsem…
Ters olanını düşünürüm.
Toprağa düşen fidanlar…
Kınalı kuzular…
Davul zurnayla uğurlanışlar…
Ve geride kalanlar…
Hiç dinmeyecek…
Mezara kadar taşınacak acılar!


Sonra gökyüzüne bakarım…
Yarattığı gölgeyi paylaşamadığımız güneşe…
Kardeşçe yaşamak…
Barışı solumak bu kadar zor mu?


www.gazetemen.com

19 Haziran 2012

Dağlıca!



Cilo'nun ters laleleri
Dağlıca baskını olmuş…
Tarih: 21 Ekim 2007
12 şehit 16 yaralı 8 kaçırılma.

Milliyet gazetesi yazarı eski dostum Derya Sazak'la görüştüm...
Bilgi kirliliği almış başını gitmiş…
Bilen bilmeyenin ahkâm kestiği günler!
Uzunca sohbet ettik ve ertesi gün köşesinin konusu Dağlıca'ydı.
Noktası virgülüne dokunmadan 17 Şubat 2008 tarihli
yazıyı değerli Sonsuzluğa yazılar okurlarıyla paylaşmak istedim...
Saygıyla.

*68 kuşağı

"ATV'nin 'Hatırla Sevgili' dizisinde 1971'deki 12 Mart Muhtırası'nın ardından Erim hükümetinin başlattığı 'balyoz harekâtı'ndan sahneler izliyoruz.
Sıkıyönetim altındaki Türkiye'de ağır bir baskı ve işkence dönemi başlıyor.
Kayıplar, gözaltında işkenceler, üniversitelerden sokağa taşan eylemleri önleme adına başvurulan insanlık dışı yöntemler...
Çocuğunu kurtarmaya çalışırken ölen bir baba. Kızını, 'Şu anda kim bilir kaç evde bu acılar yaşanıyordur' diye teskin etmeye çalışan bir anne. Haftalar, aylar alan 'kontrgerilla' sorgulamaları. Onca eziyetten sonra, mahkemeye çıkmayı, cezaevine gönderilmeyi 'hayata dönüş' saymaktan başka çaresi kalmayan insanlar. 'Bağımsız Türkiye' inancıyla yitip giden canlar. Deniz'ler... O çocukları asmakla ne kazandık!
Daha ağır bir travmayı 12 Eylül'de yaşadık.
Soğuk savaşın 'son darbe'sinde, NATO'nun ileri karakolu Türkiye'de Evren cuntası, 'Sovyetler'e karşı Batı'yı 'komünizmden' korumaya çalışırken 'sol'u ezdi, 68 kuşağını tasfiye etmeye çalışırken 'merkez'i çökertti ve siyasal İslamın önünü açtı.
1960'lardaki fikir akımlarını 'tehlike' saymak ve olayları sokağa taşırmak yerine demokrasinin önünü açabilmiş olsaydık; ne 'sağ-sol' çatışmalarında 5 bin gencimizi kaybederdik ne de bugün Kürt sorunu, İslam gibi tartışmaların çözümsüzlüğüne saplanıp Türkiye'nin geleceğinden kaygı duyardık.
'Hatırla Sevgili' dizisinin ilk bölümlerinde 'Menderes'in dramı' da vardı:
Eski Başbakan'ı ve iki bakanını idama gönderen bir Türkiye! Ne yazık ki elli yıl sonra Menderes'in 'Benim iki gömleğim var, biri idamlık öteki bayramlık' sözleri güncellik kazanabiliyor.
'Menderes'in sonu' siyasette bu çağın referansı olamaz!
Siyasi diziler, genç kuşaklar açısından da öğretici.
68 kuşağının yaşadıkları 'film' değil, yakın tarihin gerçekleri.
Dağlıca baskınını izleyen günlerde, 36 saat süren çatışmada oğlu sağ kalmış bir baba telefonla aradı.
Kendisini tanıttı; 12 Eylül 1980 öncesi Ankara'dan tanıdığım bir sendikacıydı, ortak dostlarımız vardı; Dağlıca'yı konuştuktan sonra, eski anılara uzandık.
Darbeden sonra ne yaptığını, yurtdışına çıkıp çıkmadığını sordum.
'Pasaportum cebimdeydi' dedi:
'Çıkmadım, eşimi yalnız bırakamazdım. Kanserdi ve birkaç ay sonra kaybettik. İki çocuğumu ben büyüttüm. Onlardan biri Dağlıca'da... Sağ olduğu haberi gelinceye dek ağladım.'
68 kuşağının çocukları koruyor Türkiye Cumhuriyeti'ni sınır boylarında.
'Devrim yapacaklar' diye bir kuşağı yok edenlerin haberi var mı?!"


*Derya SAZAK-Milliyet