bir şair vardı, öğretmen

31 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
31/07/2014 08:54

        Kesmez ama EVET!

A+
A-
Oturduğum apartmanın önündeki yol tek yön.
Dikkat ederim; yıllardır ters yönden gelenlerin sesi çok çıkar!
Tam bir kural ihlâlidir, ancak polis dâhil kimseye bir şey anlatamazsınız.
Ve ne acıdır ki yolunda düzgün gidenlerin itirazları sabun köpüğüne benzer…
Genellikle ite bulaşmaktansa çalıyı dolaşmaya inanan sürücülerdir…
Hatta pek çoğu tersten gelenlere araçlarını sağa çekerek yol verir…
Dolayısıyla bu manzara ülkemizin geldiği noktayı anlamak için yeterlidir.

Bir başka örnek: Bayram tatili süresince gerçekleşen kazalar…
Kan gölüdür memleket, istatistikleri uzun uzun yazmaya gerek yok…
Her konuda olduğu gibi trafik kültürü oluşmamıştır.
İnsan denen varlığın hayatı zaten pamuk ipliğine bağlı…
Sağ salim gideceğiniz yere ulaştıysanız ne mutlu size.
Demek ki tanrının sevgili kulusunuz…
Boş verin usta sürücülüğü, kurallar manzumesini falan…
Dua edin bir belâya denk gelmemişsiniz, o kadar!

Aynı şey ülke yönetimi için de geçerli.
Evrensel hukuku hiçe sayan seçilmiş bir hükümetin mutlak egemenliği altındayız.
Ayrıca sindirildik, korkuyoruz…
Hem de öylesine ki, Sultan kaşını kaldırıp ters baktı mı kaçacak delik arıyoruz!
Örneğin türban meselesi, biz biliyoruz ki bu sorun CHP’nin üstün desteğiyle çözüldü!
Ne gezer, meğer seçim malzemesi olarak ısıtılıp tekrar piyasaya sürülmüş…
Olacak iş değil ama türbanlı kızlarımız sabah akşam televizyon ekranlarına çıkıp
ağızlarını yaya yaya Tayyip Bey’e oy vereceklerini söylüyorlar…
Ve gerekçeleri de türbana sağlanan saltanatmış!
Ne demeli bilmem ki, sen çok yaşa Kılıçdaroğlu e mi?

Hadi üniversiteyi anladık, kim nasıl giyinirse giyinsin…
Parlamentoya dâhi rıza gösterdik, tamamen özgürlük meselesi.
Ancak iş öyle bir boyuta vardı ki, hayatın tüm alanları kapalı…
Doktoru, öğretmeni, avukatı, memuru, spikeri…
Âdeta mahkûm edildik türbana, giderek millî üniformaya dönüştü…
Şimdi birileri çıkıp “ileri demokrasi” derse…
Merak etmeyiniz, “hadi canım sen de” demem…
Sadece başı açık kadınlarımızın bol kahkahalı dik duruşlarını savunurum…
Ki sahte gözyaşlarını erdem zanneden ahlâksız siyasetçiler için!

Evet, bendeniz “Kesmez ama EVET” diyenlerdenim…
Öyle lâfı uzun uzun dolandıracak hâlim de, niyetim de yok…
Sonuç itibariyle mükemmeli de seçmiyoruz…
Oyum Ekmelettin İhsanoğlu’na…
Sırf karısının başı açık olduğu için.
Var mı itirazı olan?
Öyleyse safları sıklaştıralım, en azından bu dönemde…
Asılalım birinci tura…
Tökezlesin hukuk mukuk tanımayan zihniyet…
Ters yönde seyredenlere dur deme zamanı çoktan geldi de geçti…
On iki yıl da yetti…
Ben yeteri kadar ders çıkardım, darısı “umut hep var” diyenlere…
Tabelada görünürse “YÜZDE 51”
İşte o an bir başka dünyaya yelken açacaktır Türkiye.

30 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
30/07/2014 08:26

               Yalan Dünya!

A+
A-
Yazı yazmak güzel iş…
Konuşmaktan bin kat daha iyi, üstelik kalıcı.
Sakın yanlış anlaşılmasın, yazar falan edasıyla düşüncelerimi ifade etmiyorum…
Benimkisi sesli hissiyat, hormonsuz basit duygular.
Bir de işin kolay tarafı var…
Etik-ahlâk tanımayan, kısaca araklama metodu…
Hele hele de internet ortamında…
Kopyala-yapıştıra bas, işlem tamam!
Geçenlerde karşılaştım, adamın biri yazı serisine soyunmuş…
Konusu psikoloji, güzeli doğruyu tarif edip yeniden insan yaratıyor!
Aktardıkları yabancı değil, masaya yatırıp yakın plân baktım…
O da ne, karşıma Freud amcam çıkmaz mı?
Hem de sevgili hocamız Engin Gençtan’ın penceresinden!
Şaşırdım kaldım, “el insaf” demekten de geri duramadım…
Neyse, herkesin namus anlayışı kendine…
Keşke alıntı yaptığı kaynağı belirtseydi diyeceğim ama
sanal dünya işte, hırsızlığın kabul görüp pazarlandığı ülke!
Fakat bu numaraları benimseyenler o kadar çoğaldı ki…
İyi ki Mevlâna, Bernard Show, Hayyam, Neyzen, Konfüçyüs var…
Uydur kaydır, saçma sapan sözleri resimlerin yanına döşe…
Altta imzaları, sür piyasaya, ondan sonra beğeni meyvelerini toplamaya başla…
Ne diyelim, alana da satana da Allah akıl fikir versin!
Yine de onca kirliliğe rağmen internet denen ukala ulemayı seviyorum…
Bilhassa inatlaşmalarda…
Ki bizim gibi entel takımının vazgeçilmez huyudur…
Her konuda, ama her konuda dediğimiz dedik çaldığımız düdüktür…
Aksini söyleyen ya oportünist ya da emperyalizm uşağı ajan provokatördür!
Fakat elinde, yanı başında bilgi hazinesi mevcutsa…
Bir tuş veya dokunuş…
Anında kesin çözüm, gerçekler karşınızda!
Geçenlerde bir dostumla sohbet ediyorduk…
Söz dönüp dolaşıp İbo’nun (Tatlıses) yaşına geldi…
Ben 48’li biliyordum, o daha küçük olduğunu iddia etti…
Derhal hazreti Google’ı ziyaret ettik…
52 doğumluymuş, öğrendik aydınlandık…
Ve kan dökülmeden tartışma kesildi, barış sağlandı!
Bu arada içime de bir şüphe düştü, ama olsun…
Sonuçta alt üstü yaş meselesi, tashihe uğramışsa bile İbo’dur ne yapsa yeridir,
Ne de olsa yaşayan üç İmparatorumuzdan biri…
Canım benim, yaralı da ve garibim son zamanlarda bekâr…
İçim parçalanıyor doğrusu…
Yüce rabbim hiç kimseyi yalnız bırakmasın…
Parasızlık çekiliyor ama yalnızlık asla!
Neyse ki diğer imparatorlarımızın hayatları yüz akı…
Birincisi devletin başı olmaya aday…
Diğeri millî takımın başında, ne yalan söyleyeyim; her üçü de gurur kaynağımız!
Düşünsenize “11 Ağustos” gününü…
Çankaya’da, Cumhurbaşkanlığı köşkünde kutlamalar…
Ortada büyük Usta, sağında İbo solunda Fatih…
Çiğ köfte partisi organize edilmiş…
Sultan şovu yalnız halkımız değil, tüm dünya hayranlıkla izliyor…
Sanat, spor, siyaset el ele…
Çözülür mü millet, yıkılır mı devlet…
Ruhunu teslim etmiş arabeske…
Sen çok yaşa kader, muhtaç ettin ülkeyi beyinsel sefalete!

29 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
29/07/2014 08:24

         Bir ses, bir nefes!

A+
A-
Bayramdır, âdettir…
Yakındakiler ziyaret edilir, uzaktakilere telefon açılır.
Ben de öyle yaptım, yaşça büyük dostlarımı aradım.
İlk aradığım çökmüş, yetmiş beş yaşında, sosyalist…
Sesi kısılmış, zar zor duyuluyor.
Belli ki yaşadığı hastalıklar belini bükmüş.
Üzüldüm, nereden nereye…
Ne kadar da keskindi, kavgasına inanmış sesi gür çıkan devrimciydi…
Gerçek anlamda dava insanıydı…
Ya şimdi, sanki vedalaşıyordu!

Bir umut, seksen yedi yaşındaki dostuma yöneldim…
Meyhane arkadaşım, sapına kadar Atatürkçü…
İki oğlunu toprağa vermiş, yıkılmamış, dimdik ayakta.
Telefonu kızı açtı, durum anlaşıldı…
Yaşlılığa bağlı olarak ağırlaşıp yatağa çakılmış…
Ne kadar hazin!
Hüzünlü havayı dağıtmak için “rakı içebiliyor mu?” diye sordum…
Kızı “bir tek ona itiraz etmiyor” dedi.
Bir an sevindim, demek ki yaşama sevinci sürüyordu!

Sıra geldi üçüncüye…
Üst üste iki kez aradım, cevap çıkmadı…
Moralim bozuldu, yüreğimi korku kapladı…
O da mı?
Kısa bir süre sonra telefonum çaldı, baktım, arayan O’ydu…
Antalya’ya yerleşmiş Eskişehirli bir derviş…
Ruhu hoşgörüyle bezenmiş eşsiz dost.
Beş yıl içinde ne çok buluşmuştuk…
Ne çok şey öğrenmiştim ondan…
Bilhassa insan ilişkileri, sadelik, sıradan yaşam…
Bir o kadar zengin, alabildiğine kalabalık çevre…
Hepsinden önemlisi saygınlık…
İnsana yakışan en değerli hale…
Adı soyadı: Gürol Belen…
Yetmiş ikilik delikanlı…
Böbrekleri teklemiş ama önemsemiyor…
Gülümsüyor, sessizce onurluca hayata tutunuyor…
Ve (usta sayılmasa da) hâlâ tavla oynuyor!
İyi geliyor sesi, hoşbeş derken esenlik dilekleriyle ayrılış.

Evet, iyi ki bayramlar var…
Zaten evrensel üç sevinci yaşıyoruz…
Birincisi: 1 Mayıs…
İkinci ve üçüncüsü: Dini bayramlar…
Hayat kısa…
Bir dokunuş, bir temas, bir ses, bir sıcak nefes…
Ne mutluluk…
Bu duyguları ne kadar çok yaşarsak o kadar insanız!

28 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
28/07/2014 09:36

                 Bugün Bayram

A+
A-
Bugünün çocukları, yarının büyükleri bayramlar adına kim bilir
neler hatırlayacaktır…
Bizler öyle miyiz, hafızalarımızda bir yığın anı, fotoğraf.
Ne de olsa yoksulluk döneminde yetişip büyüdük…
Örneğin bir atlıkarıncanın verdiği doyumsuz keyfi yaşadık…
Oldu bitti zengin yiyeceği sayılan çikolatanın tadına baktık…
Horoz şekeri yalayıp elma şekeri yedik…
Bir çift pabuç bizleri ne kadar mutlu etmişti?
Kalabalıktık, ailede herkes yaşıyordu…
Akrabalar, komşularla beraber ne kadar çoktuk…
Bayram demek heyecan, hareket demekti…
El öpmek, sarılmak, kucaklaşmak…
Bol bol dedikodu yapıp söyleşmek…
Koşmak, uçmak…
Hayâlinin bile gönülleri titrettiği devirler…
Ya şimdi, yirmi birinci yüzyıl…
Yalnızlığa sığınıp sevdiğimiz çağ…
Kısaca bir başka dünya!

Evet, cevheri sönmüş duygular…
Yaşlar ilerlemiş, torun torba sahibi olmuş yorgun yürekler…
Özlenen hiç geri gelmeyecek bayramlar…
Mezar nüfusu kabarmış…
Kalanlar bir avuç…
Ve sımsıkı sarılmak…
Unutulan, tedavülden kalkmış sıcaklık…
Hüzünle düne bakış…
Yeniden diriliş arzuları…
Heyhat…
Bir adım uzakta, binlerce yıl geride…
Radyoda bayram şarkıları…
Kalkıp oynamak istiyorum…
Zor alınan bir nefes…
Nemleniyor gözler…
Sarsılıyor bedenim, çarpıntıların sesini duyuyorum…
Bugün bayram…
Pencereyi açıp dünyaya bakıyorum…
Bir yanı sessiz, diğer yanı kan…
Daralıyor içim…
Minik bir elin yumuşaklığı yetişiyor imdada…
Yepyeni başlangıçlar…
Umut dolu, merakla bakan gözler…
Işıl ışıl, pırıl pırıl…
Ölümden uzak, sevinç mutluluk saçan…
İçinde bayram…
Müjdeliyor yarınları…
Barışa esecekmiş rüzgârlar.
İyi bayramlar değerli dostlar.

27 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
27/07/2014 08:05

                                 Arifelik!..

A+
A-

Diyarbakır’daydı Sultan…
Her zamanki şımarıklığı üzerinde; toplanan kalabalığa bakıp bakıp böbürleniyor
ve “ben buradayım, onlar nerede?” sorusunu yöneltmekten geri durmuyor.
Haklıdır, CHP ile MHP uzun yıllardır Güneydoğu’da yoklar…
Daha doğrusu iki ortak izlediği politikalar neticesinde Kürt seçmeni resmen kaybetmiştir!
Ayrıca son yerel seçimlerinden sonra ortaya çıkan manzara ayrışmanın gerçek fotoğrafıdır…
Elbette anlayana, idrak edene!

Lâkin Güneydoğu’da bilindiği üzere AKP’nin de dostu var…
Yeni adıyla HDP…
İktidardaki AKP din iman söylemiyle malı götürüyor…
Muhalefetteki Kürt milliyetçiliğine sarılarak varlığını sürdürüyor.
Ortak paydaları ise antiparalelci olmaları…
Ne yapıp ne edip Fethullahçıları bölgeye sokmamayı başarıyorlar…
Aslında coğrafyada tarikatlar, cemaatçiler kol geziyor…
Ancak söz konusu “Hizmet hareketi” olunca anında kırmızı kartlar devreye giriyor…
“Kış kış, herkes kendi çöplüğüne” edasıyla bir güzel kovalıyorlar!

Herhâlde bu duruma en çok Said-i Nursî üzülüyordur…
Rahmetli hem Kürt hem dinci…
Üstelik “Nur” tarikatının kurucu lideri…
Gel gör ki ardılları birbirine düşmüşler, siyaset işte…
Demek ki “sandık” denilen millet iradesi maneviyattan daha değerli!

Neyse, dönelim Karadeniz’e, Rize’ye…
Emekli öğretmen kardeşimizin bir tanesi Müslüman mahallesinde salyangoz
satmaya kalkmış, sultanımızın anavatanında Demirtaş pazarlıyor!
Olacak iş değil ama her nasılsa kameralar hazır bekliyor…
Ve bizim hoca asil Karadeniz çocuğundan bir güzel sopa yiyor…
Tezgâh kokan hareketler olsa da yoldaşımıza afiyet olsun…
Ne demiş büyüklerimiz: “Tayyip’ten demokrat, polisten dost olmaz!”
Zaten kendileri de dayakçılardan şikâyetçi olmamış…
Sonuç itibariyle alan razı veren razı, maksat dostlar alışverişte görsün!

Evet, bir gariptir memleketim…
Hele hele de seçim süreçlerinde, neyse ki CHP var, bilhassa iktidar için!
Nasıl oluyorsa yapılan kürsü konuşmalarında her yol CHP’ye çıkıyor…
Yüzde 25’lik biçarenin sesi çıksa gam yemeyeceğim…
Zar zor ayakta duruyor, tutunmuşlar Ekmelettin’in kuyruğuna…
Olacak iş değil, ama mucize bekliyorlar!
Yine de sultanımızdan fırça yemekten kurtulamıyorlar!
Ayrıca ne çok günahı varmış…
Yeni yeni öğreniyoruz…
İstiklâl Mahkemeleri, Dersim derken…
Hızlı Tren dâhil, Ortadoğu’daki her türlü münafıklığa imza atmışlar!

Valla muhabbeti bol olsa da her daim çekilmiyor sultanımız…
Ne de olsa topçu, geldiği yer yeşil sahalar…
Forma numarası: “12”
Mevkii: Forvet…
Rolü: Ofsayta düşmek!
Dokunulmazlığı, hayran kitlesi var…
Tanrı tarafından gönderilmiş ilahî kaptan…
Bugün arife yarın bayram…
Mezarlığa gitmek için birazdan yola çıkacağım…
Karacaahmet’te anası anamın komşusu…
Karşılaşırsam eğer; kulağını çekip önce “insan” olmasını öğütleyeceğim…
Dinleyeceğini sanmam ama gene de deneyeceğim…
Bakarsınız çalacağım maya tutar!

26 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
26/07/2014 09:43

                     CHP'ye...

A+
A-

Hükümetin kamuoyuna açılan ıslak penceresi Bülent Arınç diyor ki,
“Hizmet hareketi için fedakârlıklar yaptık.”
“Yurtlarına, okullarına arsalar tahsis edip destekledik, olimpiyat düzenlemelerine
yardımcı olduk, kısaca devletin her türlü imkânını seferber ettik.”

NTV’nin gülü Oğuz Tayyipsever’in konuğuydu…
Cımbızla toplanmış sinir dokusuyla lokum gibi soruları tek tek cevapladı…
Cemaatle flörtlerini, evliliklerini, balaylarını, çoluk çocuğa karışmalarını…
Ne zaman ki 17 Aralık patladı, öküz öldü ortaklık bitti!
Gerisi de bilinen hikâye…

Ben de diyorum ki, “sevgili CHP, neredesin?”
Bakıyorum; anında taraf oldular, hatta AKP’nin boşalttığı koltuğa oturdular…
Şaşırdım kaldım, cemaatle evlenmeye ne kadar da teşneymişler!
Ayrıca bu acele niye?
Biliyorum, çiçeği burnunda genel sekreteriniz Gürsel Tekin’in evvel ezel
Hoca efendiyle muhabbeti sıkıdır…
Ve dostluk çorbasında tuzu bulunan epeyce milletvekiliniz vardır…
Yine de ağırına gidiyor insanın…
Bu da mı başımıza gelecekti?

Kusura bakmayım ama son çıkışlarınızla resmen cemaatçi hüviyete büründünüz…
Anlıyorum, Ekmelettin İhsanoğlu bir çaresizliğin ürünüydü…
Ki sabah akşam telefonuma mesaj yağıyor…
Sağ olsunlar, adayımız dini vecibeleri hatırlatmaktan geri durmuyor…
Sayesinde mesafeli durduğumuz muhafazakârlığa bir adım daha yaklaşır olduk!
Olsun; değişim değişim, ilerleme ilerlemedir…
Yeter ki hareket olsun!

Fakat gönül isterdi ki fırsat bu fırsat, cemaatin ipliğini pazarlayın…
Emin olun yakışırdı CHP’ye, M. Kemal’in kutsal emaneti partiye…
Topyekûn çıkacaktınız ortaya…
Yaradana sığınıp çakacaktınız Pensilvanya’ya…
Cepheden saldıracaktınız yandaşlarına, ortaklarına!

Merak etmeyin, oy moy kaybetmezdiniz…
Zaten ne oyunuz var ki?
Deyin ki yüzde 25…
Onun da hakkını veremeyip cemaatçilik, tarikatçılık uğruna heder ettiniz…
Kusura bakmayın ama…
Sizden her numara olur, sosyal demokrat olmaz…
Son kararımdır…
Oyum Ekmel’e, gönlüm özgürlüğe…

Yalnız giderayak bir ricam olacak…
İki de bir meydanlara çıkıp…
Sivas, Madımak falan demeyiniz…
Yolunuz ateştir, cehennemdir…
Barışın, güzelliğin, iyiliğin karanlık düşünceden çıktığı görülmemiştir!

25 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
25/07/2014 08:36

            İntikam zamanı!

A+
A-
Son operasyondan sonra Paralelci mi olalım Tayyipci mi?
Kafam karışık…
Özünde al birini vur öbürüne diyorum ama…
Aması var işte!
Orta da öylesine mahkeme kararlar var ki, alt alta yan yana toplayın;
ortaya binlerce yıllık mahkûmiyetler çıkıyor…
Üstelik mahpus damlarında hakkın rahmetine kavuşanlar da işin trajedisi!
Yalnız inandığım bir gerçek…
O da ülkemizde hukuk sistemi uzun süre önce çökmüştür…
Hatta benzer bir örneği yeryüzünde yoktur…
İddia ediyorum, varsa aksini düşünen; Kuzey Kore, Rusya, Arap diyarları hariç
lütfen olumlu bir modelle ispatlasın!
Evet, bu nasıl gidişattır?
Adalet mekanizması tam orta yerinden ikiye bölünmüştür.
Bir parça Pensilvanya’nın hizmetinde, diğeri iktidarın…
Sonuç itibariyle her ikisi de dibine kadar siyasete bulaşmıştır.
Dayanılacak gibi değil…
Sabah-Star-Yeni Şafak ayrı hava, bir milyonla tiraj şampiyonu Zaman
bambaşka bir hava…
Evrensel değerler yerlerde sürünüyor…
Kör tuttuğunu belliyor…
Ve adı: Bağımsız Hukuk oluyor…
Soruyoruz necip halkımıza: “Ne iş?”, cevap: “Tısss!”
Yanarım yanarım; suçsuz yere yatan insanlara yanarım…
Hele hele de hemşerim, canım teğmenim Mehmet Ali yok mu?
Ona da ayrıca yanarım!
Çünkü daha yirmi yaşında, yeni mezun, askerî helikopter pilotu…
Hizbullah’a ait dokümanları montajlamışlar telefonuna…
Bakar mısınız kumpasa…
Polisler, savcılar, hakimler, soruşturmalar mahkemeler…
Ne üniforma kaldı ne rütbe…
Ver elini hapishane…
Sonra da PARDON!
Canım ülkem; operasyonlar, dinlemeler, gözaltılar, deliller, yargı süreçleri vesaire…
Hepsi birer ibretlik malzeme…
Bir de 17 Aralık ile 25 Aralık var ki…
Yolsuzluğun, rüşvetin zirvesi olarak âdeta tüy dikmiştir hukuk sistemine!
Dört bakan, bir başkan, işadamları ve de Sarraf derken…
Yine PARDON…
Sanırsınız memleket hırsızlar cennetine göç eder hâlde!
Evet, bu ülkede tarafsız polis, savcı, hakim bulmak neredeyse imkânsız hâle geldi…
Belki nadide bir iki parça kıyıda köşede saklanmıştır…
O da namuslu, masum suçlulara denk gelir mi bilmem…
Lâkin “adalet” görkemli saraylara terfi etse bile…
Resmen ve alenen vicdanlarda çökmüştür!
Tahterevalliye dönmüştür makamlar, kurullar…
Temel prensip bugün sana yarın bana, kısaca gücü gücü yetene…
Pensilvanyalının borusu şimdilik susturulmuştur…
Artık tek lider tek kanun vardır…
Adres Sultan, iki dudağının arasıdır…
Yarın ülkenin mutlak başkanıdır…
Ve adı soyadı er doğandır!
Ve vakit intikam zamanıdır!

24 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
24/07/2014 15:29

                Rahmiye Abla!

A+
A-

“Duydunuz mu ablalar?”
“Tamam mı abiler?”
Erdoğan Adanalılara sesleniyor…
Halk coşkulu, fıkır fıkır…
Liderlerinin yönelttiği her soru karşılık buluyor…
Böyle başa böyle tarak…
Hoş geldin büyük Usta, Çankaya feda olsun sana!

Zaman zaman sosyal medyada 30’lu, 40’lı yılların fotoğrafları yer alıyor…
Kravatlı fötr şapkalı beyler, saçı başı açık hanımefendiler…
“Neydi ne olduk” dercesine bugünlere gönderme yapılıyor…
Bir nevi eski Türkiye özlemi, gıpta ile bakılan hayatlar.

Lâkin böyle bir dünya yok, ne dün ne bugün…
Milattan önceki Beyaz Türk markalı şirinlikler bizleri yanıltmasın…
Ulusal bayramları sevinçle kutlayıp Cumhuriyet balolarına katılan…
Emin olun bir avuç azınlıklar, deyin ki okyanusta damla.
Çünkü nüfusun yüzde sekseni köyde, dağda, kırda, bayırda…
Düşünsenize ülke elektriksiz, beş numaralı lamba lüks…
Gaz ocağının adı var kendi yok…
Elde sacayağı, üzerinde kömür karası tencere…
Bir lokma bir hırka yaşandığı devirler…
Çırpınıyor yöneticiler, modernleşecek memleket…
Okullar açılıyor, üniversiteler kuruluyor, radyolarda Sebastian Bach çalıyor…
Sonuç: “Nasılsınız ablalar, abiler?”

İşte Recep Tayyip Erdoğan böyle bir toplumun ürünü…
Eğitimsiz, köylü kafalar, kentlerin etrafına doluşmuş kapitalizmin nimetlerinden
yararlanan yoksullar ordusu…
Beş altı yaşındaki kız çocuklarının başlarını örtüp kuran kurslarına göndermeyi
marifet sayan feodalizm artığı afyonlanmış insanlar topluluğu…
Can kulağıyla dinliyorlar sultanlarını…
“Beraber yürüdük biz bu yollarda…”  eşliğinde!

Son çılgın proje, kutsal icraatlar serisinden…
İlkokullarda mescit açılacakmış, yakışır millî eğitime…
Hem de öyle bir yakışır ki, Hamas’ın, IŞİD’in, İhvan’nın tohumları yüreğimize serpilir…
İllâki Araplaşacak nesiller, kılavuz din iman…
Baş önder Recep Tayyip Erdoğan!

Evet, yirmi birinci yüzyılda ilerliyoruz gündüz gece…
Alt üstü bir cumhurbaşkanı seçeceğiz…
Yıkılıyor ortalık, başta televizyonlar meydanlar curcuna…
Devlete sızmış Paralelci Truva atları inlerinde yakalanmış…
Eller arkadan kelepçeli, “İnsan hakları, özgürlük” diye haykırıyor!
Bense dayanmışım arkama…
Elimde tespih, bardağımda demli çay…
Ulusal pavyonumuz Flaş Tv’den Ankaralı Turgut dinliyorum…
Misket havaları formunda “Rahmiye Abla”yı söylüyor…
Allaaşkına siz de dinleyin, n’olur…
Bir güzel oynuyor hanım kızımız…
Her derde deva!

Not:
Çağırın YouTube’ı, yazın adını; Rahmiye Abla karşınızda…
Hayırlı seyirler, bu kıyağımı da sakın unutmayın!

22 Temmuz 2014

İnsanlık ölmedi!

Macit CÜNÜNOĞLU
22/07/2014 09:21

         


A+
A-

Ali Topuz’la karşılaştım, Ada dönüşü.
Az sayıda yolcuyla beraber iskelede bekliyoruz, tesadüf bu ya,
Bostancı vapuru rötar yaptı, fırsat bu fırsat politikanın duayenine
kendimi tanıttım ve başladık “n’olacak CHP’nin hâlleri?” muhabbetine.
Peşinen belirteyim; umutlu…
Ekmelettin Bey’in ilk tur da RTE’yi sollayacağına inanıyor…
Ve özellikle AKP tabanından oy patlaması bekliyor.
İşin doğrusu ya söyledikleri enteresan geldi…
Yine de can kulağıyla dinledim, ne de olsa karşımda 1932 doğumlu
tarihsel bir efsane duruyordu.

Rahmetli İsmet İnönü’nün CHP’ye Genel Başkan olduğu süreçte
İstanbul il başkanı, 12 Mart sonrası yapılan ilk seçimlerde milletvekili,
bakanlıklar ve yakın zamana kadar uzanan aktif siyaset…
Öylesine ki, tanışıp sohbet imkânı bulduğum süre sonrası CHP il binasına gidiyordu…
Gündem tahmin edeceğiniz üzere cumhurbaşkanlığı seçimleri.
Tabii bu tür karşılaşmalar insanı ister istemez yıllar öncesine götürüyor…
Yetmişli yıllara, CHP’nin yüzde kırk ikiyi gördüğü devirlere…
Çevikçelere, Baykallara, Birgitlere ve daha kimler kimler…

Ali Topuz Ecevit’in lider, Orhan Eyüpoğlu’nun ikinci adam olduğu süreçte
parti içinde kilit mevkilerde bulunuyordu…
Bir nevi kurmay kadronun üçüncü adamı, örgütçü kişiliğiyle CHP’nin
yarınlara taşınmasında önemli roller üstleniyordu…
Sağ sosyal demokrat olarak ün yapmıştı, solcu da Ertuğrul Günay’dı!
Nereden nereye, yol arkadaşım seksen iki yaşındaki delikanlı…
Ve CHP için, muhalefet için çabalıyor…
Hani birazcık utanmadım dersem yalan olur…
Parti binalarına uğramak bir yana, önünden geçmeyeli asırlar olmuş!

Elbette değişen dünya koşullarını, interneti, günlük siyaseti…
Ve bu arada yaz kış yaşadığı Büyükada’nın sorunlarını konuştuk.
İş gelip dayandı eldeki insan malzemesine…
Siyasete samimi ilgi duyan, elde kalan bir avuç değerin görüş ve
düşüncelerine itibar eden genç kadrolara…
Durum fazla iç açıcı olmasa da yine de “umut hep var” söylemine
sığınmaktan başka çare olmadığını gördük!

Özetle Ali Topuz yılların tecrübesine dayanarak diyor ki,
“Bu halk hırsızlığı, yolsuzluğu bu kadar ayyuka çıkan birini onaylamaz.”
Kem küm ediyorum, içimden “inşallah” diyorum…
Fakat rahatsızım, gelinen nokta da sıkıntılıyım…
Adam resmen antisemitizm üzerinden Hamasçılık, IŞİDçilik, İhvancılık
yapıyor, kırk dokuz esirimiz Irak topraklarında günlerdir kuzu kuzu yatıyor…
Meydanlarda topladığı kitleler haykırıyor:
“Türkiye seninle gurur duyuyor!”

Evet, bir yanlışlık var veya gördüklerim hayâl…
Anketçiler RTE uzak ara önde…
Ali Topuz Ekmel için birinci tur garanti diyor…
Şaşkınım, çaresizim...
Gönlüm en azından kibir budalasının burnunun sürtülmesinden yana…
Bekleyelim görelim.

Gemi Bostancı’ya geldi…
Vedalaştık kıdemli siyasetçiyle…
Ardı sıra baktım, benden dik yürüyordu…
Bir kez daha umutlandım, “insanlık ölmedi, yaşıyor” diye.

20 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
20/07/2014 08:45

                       Riyakâr!

A+
A-
Çağımızın en yakışmayanı savaş olsa gerek…
Irak’tan giriş yaptı, Arap Baharı derken dalga dalga yayıldı.
Şimdi de Gazze…
Yalnız güneyimizde mi?
Kırım’ın paylaşımı bile onca kanın dökülmesine neden oldu.
Ya düşürülen Malezya uçağı?
Düşünsenize, çoğu Hollandalı 245 kişi turistik amaçlı yola çıkıyor…
Ve yerden atılan bir füze…
Ölüm havada yakalıyor, en beklenmedik an…
Ne kadar feci, gerçekten sözün bittiği yer!
Artık bu saatten sonra demokrasi konuşmanın, yazmanın lüzumu yok.
Biz ki iyi kötü altmış küsur yıllık tecrübemiz var…
Ve hâlâ yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz…
Arap milleti ne yapsın, Afrikalı ne yapsın?
İş dönüp dolaşıp diktatörlük aşkına dönüşüyor…
Saddam oluyor, Mübarek oluyor, Esad oluyor…
Veya Putin, hatta aday adayı bizimki!
Ortak paydalarına gelince, defalarca yazdık söyledik…
Din ile milliyetçilik.
İnsan haklarıymış, barışmış, evrensel hukukmuş…
Bu kavramlar demokrasinin yozlaştığı topraklara o denli uzak ki.
Çünkü diktatörlerin tek bir hedefi var…
O da ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak!
İşte bu noktada ahlaksızlık başlayıp yalan devreye giriyor.
Rüşvet oluyor, yolsuzluğa bürünüyor, rezillik utanmazlık diz boyu…
Yedi yüz bin liralık kol saatiyle caka atmalar sürebiliyor…
Ve hepsinden önemlisi; hemen hemen her alanda darbe yapılabiliyor…
Örneğin hukuk, örneğin güvenlik…
Bir gecede görevden almalar, sürgünler…
Hukukun ırzına geçildiği süreçler, üstelik kendi evinde…
Adalet saraylarının, Emniyet saraylarının bizatihi içinde!
O nedenledir ki dünyanın gözleri önünde bir buçuk milyon insanın katledildiği
Irak savaşına arka çıkanların bugün bağırıp çağırmaya hakkı yok.
Kaldı ki o topraklarda ölenler de din kardeşleri…
Sonuç itibariyle insan…
Uludere’de bomba yağdırılarak parçalananlar da çoluk çocuk can…
Ya Kuzey’de…
Kırım’da, havada karada yitip gidenler…
İşin içinde ABD ile Rusya oldu mu…
Kuyruk apış arasında, koskoca bir tısss!
Aslında Gazze olayları zamansız oldu…
On bininci kez barış kuralları ihlâl edildi…
Yirmi birinci yüzyılda çok yazık, çağımıza hiç yakışmıyor savaş.
Fakat bizim yalancı pehlivana da iş çıktı…
İç de ve dış da yol açtığı zararlar yetmiyormuş gibi başladı insanlık dersleri vermeye…
Kırk dokuz insanımız esir…
Çıt yok…
Esip gürlüyor…
Yalanın bini bir para…
Arkasında “1 Mart tezkeresi”, “Kanlı Uludere”…
Yine de ötüyor, utanmadan sıkılmadan…
Pişkinlik fıtratına öylesine işlemiş ki…
Dünyasından yalan çıksa anında ölecek!

19 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
19/07/2014 06:48

        Hoş geldin Osmanlı!

A+
A-

Ülkemiz hızla tehlikeli zeminlere sürükleniyor…
Endişe verici, ürkütücü!
Üstelik seçim atmosferinde, yarınları öngörmek bile kâbus…
Barış adına gerçekten zor bir durum!
Ne güzel ifade etmiş Nazım:
“Hava kurşun gibi ağır…”

İpler sultanın elinde…
Bastı gaza, büyük bir iştahla ırkçılık pompalıyor.
Daha doğrusu adres belli, İsrail eleştirisi üzerinden antisemitizm!
Halkın çoğunluğu yiyor…
Camiler hareketli, Cuma hutbeleri buram buram siyaset kokuyor…
Din kardeşliği, Arap dostluğu derken vuruluyor Yahudi’ye!

Bu arada İlhan Koman ustanın “Akdeniz heykeli” de nasipleniyor…
Kabartılan öfke sanat falan tanımıyor…
Dün Kars’ta, bugün Levent’te…
Saldırıyor karanlık zihniyet…
Afganistanlı Taliban yoldaşlarına selâm gönderircesine azgınlaşıyor.
Yerle bir edilmiş Akdeniz’in simgesi…
Dalga dalga süzülen kanatları kırılmış…
Yerlerde sürünüyor çaresizce!
Geride kalan kin ve öfke…
Ve Mavi Marmara’dan sarkan ilkellik, barbarlık…
Yazık, çok yazık…
Ne hâllere düştü zavallı insanlık!

Trakya olayları (1934), Varlık Vergisi (1942), 6-7 Eylül (1955)…
Hepsi birer masal…
Bizim siyasetçi esnafı yeter ki punduna getirmesin…
Gündemin tepesine çöker; kumpası sever, dalgasını geçer…
Nutuklar atar, mazlum edebiyatı yapar, mağdura yatar…
İcabında salya sümük ağlar…
Ve gözünü sandığa çevirir…
Düzmece senaryoları ne kadar işe yaramış, ne kadarı oya tahvil edilmiş?

Evet, bir kez daha emin oldum ki bu adam ilk tur da Çankaya’da…
Çünkü kıbleden esiyor rüzgâr, kutsal topraklardan…
Arabın yalellisi karışmış; Hamas olmuş, İhvan olmuş, IŞİD olmuş…
Aslında bedevi birbirine düşman…
İsrail, Filistin bahane…
Tanrıları dolar…
Yöneticileri diktatör!

Peki, n’oluyor bize?
Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta, Gazze’de…
Her türlü varyasyona teşne…
Ülkemiz aç sefil Araplarla dolup taştı…
Garipler, dilenciler…
Hadi çağıralım Hamas’ı da, ensemizde IŞİD, bir adım mesafede İhvan…
Hizbullah, Taliban içerde
Liderliği de El Kaide…
Hoş geldin Osmanlı…
Sahi, niye yıktık ki?
Başkentte adını taşıyan takımın bile var…
Artık gurur duyuyoruz seninle!

18 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
18/07/2014 07:11

        İstikâmet Dolmabahçe!

A+
A-

Yeni Türkiye’de başörtüsü var”
Böyle diyor Sultan.
Hiç mi hiç ilgilenmiyorum, demokrasiyi türbanla özdeşleştirenler utansın…
Bu kadar basit!

Aslında nefesimizi boşa tüketiyoruz…
Çünkü bu toplum damardan zehirlenip afyonlandı…
Sorumlusu da iktidar!
Malzemesi yalan dolan…
Ancak iş yapıyor, sanırsınız süper market…
Raflarında yok yok, hemen hemen her alanda deformasyona uğramış ürün var.
Yeter ki pazarlamaya niyet etsin, allem edip kallem edip satıyor!

Hakikaten mahirler…
Hani liderleri demişti ya, “ustalık dönemimiz olacak”
Aynen öyle, özellikle “büyük usta” seçim sürecinde harikalar yaratıyor!
Nasıl olsa meydan boş, cepler dolu…
Yaradana sığınıp sağa sola vuruyor.
En çok da monşerimize çatıyor…
Yukarıda allah, adamın ağzı var dili yok…
Zaten siyasetçi de değil, birileri önermiş…
Çatı kurmayları da benimsemiş, hepsi bu kadar.
Fakat büyük büyük ustaya rakip olup diline düştü ya…
En son olarak “salon sosyetesi”ne terfi ettirildi!

Yapma be usta…
Eline sahip olamadığını biliyoruz, bari diline sahip çık.
Anladık, Kasımpaşalısın…
Ne güzel işte, hiç olmazsa delikanlılığın raconuna uy…
“Elinde değil mi?”
“Kemiksiz dil mi kullanıyorsun?

Of offf!..
Nasıl çekeceğiz seni Çankaya’da?
Hadi beş yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçer…
Bi beş daha…
Oldu mu 2024…
Daha şimdiden afakanlar bastı, farkında mısın?

Ama onu bunu bilmem; allah bu topluma sabırlar nasip eylesin…
En azından yüzde elliye!
Valla kefenim olsa giyip meydanlarda haykıracağım:
“Yahu ölüp gidiyoruz, hiç mi gülmeyecek yüzümüz?”
Biliyorum, duyan da olmaz!

Neyse, şunun şurasında seçime az bir süre kaldı…
Oyumun rengi belli…
Malûm sebeplerden dolayı şezlong lobisinden olmayı da başaramadım…
10 Ağustos sabahı görevlendirildiğim sandığın başındayım…
Geriye kaldı dananın kuyruğu…
Birinci tur da koptu koptu…
Asil sultan beygirden düştüğü gibi bir tepe taklak giderse…
Değmeyin o zaman keyfimize…
İlk işimiz Gezi Parkı’nda namaz kılmak olacak…
Ondan sonra istikâmet Dolmabahçe!

16 Temmuz 2014

16/07/14

Kapıdaki Tehlike?

Macit CÜNÜNOĞLU

 

A+
A-

Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Gazze…
İşte İsrail’in komşuları!
Ve savaş, tarihsel kökleri binlerce yıla uzanan savaş…
Kan, gözyaşı, acı…
Toprağa düşen çocuklar, gençler…
Dayanılması zor…
Çaresi yok, barış uzak…
Havada uçuşuyor roketler, bombalar…
Adres sormuyor…
Can pazarı, yaşananlar korkunç…
Yürekler tedirgin…
Ve insan kelebek, yarını yok!

Biz yaşadık, otuz yıl sürdü…
Nice nice ocaklar söndü.
“Analar ağlamasın” dedikçe mezar oldu memleket…
Binlerce fidan gömdük derin acılarla…
Lânet okuduk adı konmamış savaşa…
Kürt Türk’e, Türk Kürt’e düşman…
Yeni yeni nefes alır olduk!

Evet, bir tarihler bir antlaşma imzalanmıştı…
Umutlanmıştık…
Yaser Arafat sağdı, İsrail Filistin barışa çok yakındı…
Ortadoğu’ya gidiyordu Nobel ödülleri…
Demek ki hepsi yalanmış…
Başa dönüldü, intikam duygularının kökleri derin…
FKÖ tarihsel gölge…
Bölgede Hamas, İhvan, Hizbullah, El Kaide ve IŞİD…
Terörün allahını benimsemiş insanlık düşmanları…
Kalleşçe saldırıyorlar…
Hedeflerinde İsrail, son Yahudi yok olana dek cihatları sürecek!

Ve Ankara’dan gür bir ses yükseliyor…
Yalancı barış havarisinden: “Yaratılanı yaratandan ötürü severiz!”
“Hadi ordan” diyemiyorsunuz…
Meydanların meydanı, dünyanın göz bebeği Sultanahmet’te antisemitikler…
Bağırıyorlar, çağırıyorlar, namaz kılıyorlar…
Arkalarında devlet…
Ve yalnız, korumasız, mahzun Ayasofya bakıp bakıp utanıyor…
Ürkek, sıranın kendisine geleceğinden emin…
Sessizce ağlıyor, çirkin manzarayı seyrediyor insanlık…
Alman Çeşmesi’ne yaslanmış palalılar, kefenliler sürüsü…
Hınçla bakıyorlar bin beş yüz yıllık mabede…
Biliyorlar ki düşeceği günler yakın
Belki köşke giden yolda ilk kurban!

Halkoyuyla seçiliyor sultanların sultanı…
Yüzde elliye hediyedir insanlığın en değerli mirası…
Feda olsun!
Bu halk cumhuriyeti, demokrasiyi hamaset, yalan uğruna harcamış ki…
Kimin umurunda Ayasofya, kimin umurunda barış?
Maksat ırkçılığın daniskası antisemitizm beslensin…
Bir de dinsel atraksiyonlar…
Ohhh, hoş geldin başkanlık sistemi, merhaba Çankaya!

Not:
İsrail kaynaklı "Hastürk" adlı sitede yayımlanan "Gazetemen"deki yazım....
İlgililere sonsuz teşekkürler.

.
Macit CÜNÜNOĞLU
16/07/2014 09:13

       İnsanlığın zavallı hâlleri!

A+
A-

Sınıfsız toplum öyküleri Adem’den önceye ait…
Mübadeleye dayalı sömürüsüz, artı değersiz üretim biçimi!
Ne zaman ki köleci düzen hâsıl oldu…
İşte o zaman insafsız vahşi ilişkiler başladı.
Bazıları atalarımıza “ilkel” demeyi çok severler.
Hâlbuki yaşadığımız çağa bakmayı bir becerebilseler; hakiki ilkellerin
hemen yanı başımızda, siyasette iktidarda olduğunu görecekler.

Aslında yalnız ülkemizin değil gezegenin çivisi çıktı.
Daraldı hayatlar, küçüldü…
Mini mini kozalar içinde yaşanır oldu!
İnsan denen varlık “ben” demeyi öğrendi…
Ben, ben, ben…
“Hay senin benine” de denmez…
Karşınıza bir çuval lâfın arkasına sığınmış densiz nağmeler çıkar!

Akşam haberlerinde geçiyor, Çankaya’nın gülü “Çözüm süreci”ni onaylamış…
Bize ne yahu, onaylansa n’olur, onaylanmazsa n’olur?
Ayrıca lağım kokan ülkemizde ne çözüldü ki?
Örneğin “17 Aralık”
Rüşvetin, soygunun ayyuka çıktığı zirve, çürümenin miladı…
Kabak gibi ortadayken…
Peşinden “25 Aralık”
Bir “Paralel” icat edildi, sultanın kedisi hamile kalsa sorumlu tutuldu!

Farkında mısınız, yoz bir çağda yaşıyoruz.
Demokrasi falan masal…
İnsan hakları, özgürlük, eşitlik...
Hepsi siyaset malzemesine bir güzel garnitür…
Aslolan her ne pahasına olursa olsun cukkayı doldurmak…
Kısaca “ben” merkezli bencil bir hayat!

Bu gerçek dinci için de, milliyetçi için de geçerli…
Bir nebze insanlıktan nasiplenmiş halis demokratlar…
Ama sağcı ama solcu…
Taşıyorlarsa hakiki vicdan, işte o zaman dert ederler hukuku adaleti.

Evet, tuhaftır dünya işleri.
Onca barış çalışmasına karşın hâlâ revaçta savaşlar.
Bu bağlamda silah ticareti, devasa ordular, gizli istihbarat örgütleri…
Bağışlayınız ama alayı emekçilerin ödediği vergileri b’ka çeviren makinalar.

Elbette bu kirli dünyada kazanan da var…
Bir avuç azınlık, sayıları iki yüz civarında şirket.
Dev bir ahtapot; kolları bütün ülkelerde, vantuzları insanlığın cebinde…
Adı: Küresel Kapitalizm…
İşi sömürmek…
Hizmetkârı siyasetçi, iktidara çöreklenmiş madrabazlar güruhu…
Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da…
Fark etmez…
On dokuzuncu yüzyılda nöbete geldiler…
Ve koskoca bir yüz elli yıl geçti aradan…
Sürünen sürünüyor ve giderek çoğalıyor…
Zengin sefiller bir avuç ve giderek azalıyor…
İşte bütün mesele!
Peki, çare?
Düşünen, sorgulayan insanı yaratmak…
O da zor iş!

15 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
15/07/2014 08:10

           Kapıdaki tehlike?..

A+
A-

Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Gazze…
İşte İsrail’in komşuları!
Ve savaş, tarihsel kökleri binlerce yıla uzanan savaş…
Kan, gözyaşı, acı…
Toprağa düşen çocuklar, gençler…
Dayanılması zor…
Çaresi yok, barış uzak…
Havada uçuşuyor roketler, bombalar…
Adres sormuyor…
Can pazarı, yaşananlar korkunç…
Yürekler tedirgin…
Ve insan kelebek, yarını yok!

Biz yaşadık, otuz yıl sürdü…
Nice nice ocaklar söndü.
“Analar ağlamasın” dedikçe mezar oldu memleket…
Binlerce fidan gömdük derin acılarla…
Lânet okuduk adı konmamış savaşa…
Kürt Türk’e, Türk Kürt’e düşman…
Yeni yeni nefes alır olduk!

Evet, bir tarihler bir antlaşma imzalanmıştı…
Umutlanmıştık…
Yaser Arafat sağdı, İsrail Filistin barışa çok yakındı…
Ortadoğu’ya gidiyordu Nobel ödülleri…
Demek ki hepsi yalanmış…
Başa dönüldü, intikam duygularının kökleri derin…
FKÖ tarihsel gölge…
Bölgede Hamas, İhvan, Hizbullah, El Kaide ve IŞİD…
Terörün allahını benimsemiş insanlık düşmanları…
Kalleşçe saldırıyorlar…
Hedeflerinde İsrail, son Yahudi yok olana dek cihatları sürecek!

Ve Ankara’dan gür bir ses yükseliyor…
Yalancı barış havarisinden: “Yaratılanı yaratandan ötürü severiz!”
“Hadi ordan” diyemiyorsunuz…
Meydanların meydanı, dünyanın göz bebeği Sultanahmet’te antisemitikler…
Bağırıyorlar, çağırıyorlar, namaz kılıyorlar…
Arkalarında devlet…
Ve yalnız, korumasız, mahzun Ayasofya bakıp bakıp utanıyor…
Ürkek, sıranın kendisine geleceğinden emin…
Sessizce ağlıyor, çirkin manzarayı seyrediyor insanlık…
Alman Çeşmesi’ni sarıyor palalılar, kefenliler sürüsü…
Hınçla bakıyorlar bin beş yüz yıllık mabede…
Biliyorlar ki düşeceği günler yakın
Belki köşke giden yolda ilk kurban!

Halkoyuyla seçiliyor sultanların sultanı…
Yüzde elliye hediyedir insanlığın en değerli mirası…
Feda olsun!
Bu halk cumhuriyeti, demokrasiyi hamaset, yalan uğruna harcamış ki…
Kimin umurunda Ayasofya, kimin umurunda barış?
Maksat ırkçılığın daniskası antisemitizm beslensin…
Bir de dinsel atraksiyonlar…
Ohhh, hoş geldin başkanlık sistemi, merhaba Çankaya!

13 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
13/07/2014 09:49

           Kurtuluş yakında

A+
A-

Komünizmin temel prensibi:
“Herkes yeteneğine göre, herkes ihtiyacına göredir.”
Marx amcam söylemiş, milyonlarca insan da bu ideale inanmış.
Yani her birey yeteneğine göre üretecek ve her birey de yeteneğine
bakılmaksızın bu üretimden faydalanacak.
“Olur mu?” demeyin…
Oldu, örneğin dağılan Sovyetler Birliği bir tarihler böyle yaşıyordu.
Güle oynaya herkes üretiyor ve güle oynaya herkes ihtiyacı kadar harcıyordu!
Hakikaten böyle miydi?
İnsanın inanası gelmiyor, hayâl gibi bir şey…
Belki cennette, keşke gidip gelen olsaydı…
Canlı canlı naklen yayın…
Ne güzel olurdu, işte o zaman dinsel vaatlerin itibarı yüz kat artardı!

Fakat Sovyetlerde ayrıcalıklı bir sınıf vardı…
Sayıları dört buçuk milyona varan parti üyeleri.
Vahiy yoluyla olamayacağına göre, her ne hikmetse toplumu onlar yönetiyordu!
Üstün insanlar topluluğu, seçilmişler ordusu.
Daima bir adım önde, yakasında “orak-çekiç”, hissedilmekten öte fark ediliyordu.
Hangi kutsal yetkiye dayanıyor bilinmez ama üretim artığına (artı değer) hep onlar
el koyuyor ve böylece zaman tıngır mıngır ilerliyordu…
Ta ki Gorbaçov tarih sahnesine çıkana kadar.
Ne olduysa ondan sonra oldu…
Büyük usta açıklık (glasnost), yeniden yapılanma (perestroyka) dedi…
Yetmiş yıllık tezgâh yıkıldı ve sonrası malûm…
Yarım milyar insanı besleyen sistem başa dönüp kapitalizmin kucağına oturdu!

Evet, tuhaftır dünya hâlleri…
Bizde de öyle değil mi?
Çok değil, daha on iki yıl önce neler neler vaat etmişti AKP?
Başta demokrasi, özgürlük, eşitlik vs.
N’oldu?
N’locak, artı değerin üçte biri halka, üçte ikisi partililere dağıtıldı.
Partizanca, din ve milliyet türünden kavramlar dibine kadar sömürülerek.
Aynen Sovyetler örneğinde olduğu gibi…
Orda sosyalizm bayraklaştırıldı, burda siyasal İslâm…
İkisi de aynı kapıya çıktı…
Komünizme inanan mutlu, camiye giden mutlu…
İlkinde güllük gülistanlık vatan…
İkincisinde cennet, arkası cirolu vadeli çeke tutuşturulmuş…
Bozdur bozdur harca…
Sofrada bulunan ise makarna-bulgur-ayran!

AKP’nin Haliç’te düzenlediği son organizasyon otoriter rejimleri çağrıştırdı…
Yeniden tarih kitaplarına dönüp sayfalarında gezindim.
Örneğin Alman Nazi Partisi, örneğin Sovyetler Birliği Komünist Partisi…
Biri ırkçı, diğeri toplumcu enternasyonalist…
Ne var bunda, bizimki de dinci…
Demokrasi oyuncak, halk sürü, kafadan yakalanıyor yüzde elli…
İlk ikisi yıkıldı, darısı bizim başımıza!
Demem o ki, kötü emsal olmaz…
Fakat çok benziyoruz tarihsel gidişata…
Tanrı sonumuzu iyi etsin, düştük bir kez dara…
Merak etmeyin, kesin kurtuluruz çok yakında!

12 Temmuz 2014

Vizyon Şov!

Macit CÜNÜNOĞLU
12/07/2014 10:33

                          




Sözü nereye vardıracağım başlıktan anlaşılmıştır…
Ki bendeniz zarif kişiliğimle gerçek bir sanat sevdalısıyım!
İşte bu duygular içinde Sultanımızın Vizyon Şov’unu heyecanla izledim.
Kimler yoktu ki toplantıda; hepsi birer mücevher, kendi alanlarında yıldız…
Emin olun, çok mutlu oldum çoook!
Hele hele de Bülent Ersoy’u görmek, bir an da kendimi yarım hacı hissettim!

Hani derler ya, “söyle arkadaşını…”
Aynen öyle, “söyle sanatçını bana, kim olduğunu söyleyeyim sana.”
Dile kolay, bir Şafak Sezer bir Şahan Gökbakar kolay yetişmiyor…
Ayrıca İsmail YK (Kod adı), Tolgahan Sayışman ve yüksek huzurlarınızda Berksan…
Sahi, kim bunlar?
Ortak noktaları hepsi birer Recep Tayyip Erdoğan hayranı!
Orhan Baba’yı anladık, akîller kumpanyasının neferi…
Nükhet, Zerrin, Mustafa, Hande popun zirvedeki isimleri…
Vallahi çok derinden üzülüyorum çok; aralarında “ben niye yokum?”

İzzet, Emre, Kutsi, Alişan da varmış, zaten onları dinlemem…
Fakat sportif idollerim Rıdvan, Tanju, Hidayet…
Kızdım, ayol insan giderken bir haber verir…
Ben de katılırdım şöhretler kervanına!

Yine de Yıldırım Demirören, Ünal Aysan, Fikret Orman kardeşlerimin
katılımına cidden çok sevindim…
Çünkü “futbol” bu toplumun dini imanı…
Kucaklıyorlar halkımızı, bilhassa aristokrat Galatasaraylılar AKP potasında
harmanlanıp sürüye katılıyorlar…
Çok merak ediyorum, burnundan kıl aldırmayan eniştem ne yapacak?
Adam halis Beyaz Türk, Fazıl Say dinler, bin yıldır Cumhuriyet okur…
GS Yüksek Divan Kurulu üyesidir…
Kulüp başkanı vizyon toplantısında fink atarken kim bilir neler hissedecek?

Ancak bir kez daha Aziz Yıldırım abimin asîl tavrına hayran oldum…
Aslanım, devrimcim, umudum benim…
Metris zindanlarında boş yere yatmamış…
Anlamış Hanya’yı Konya’yı…
Dik adam vesselâm, geleceğin Fidel’i CHE’si…
Yıkıp geçecek bu pis düzeni!

Evet, Vizyon Şov meraklısına mesaj niteliğinde…
Bir anlamda yüzde ellinin röntgeni yansıyor hayat sahnesine…
Kimler yok ki içinde?
Kalemi satılmış yazar-çizer takımı…
Ruhu kiraya verilmiş akademik kadrolar…
Sanatçı müsveddesi soytarılar…
Ve bir dönem yıldızı parlayan sporcu artıkları…
Koşun koşun toplantıya, mama var…
Nasiplenin, hissenize düşeni almakta gecikmeyin…
Çünkü bu düzen ilelebet payidar kalacak…
Sizler gibi toplumsal önderler var olduğu sürece de:
Gün gelecek, siyasetçiye gerek kalmayacak…
Ve alay edercesine şarkılarının en kralını patlatacak Orhan Baba:
“Bir teselli ver…”

Öyleyse:
“Batsın bu dünya!”

11 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
11/07/2014 09:35
              

Memleketimden medeniyet manzaraları!

A+
A-
Batı’ya bakıp öykünmek…
Doğrusu ya, olacak iş değil.
Her iklimin kendine göre koşulları var…
Örneğin dünü, bugünü, yarını…
Bizde yerli yersiz Batı tipi demokrasileri sıkça örnek gösteririz…
Sanki işe yarayacakmış gibi!

Hâlbuki oralar endüstri toplumu, burjuva kültürüyle yoğrulmuş…
Dolayısıyla demokrasi, seküler anlayış yaşam biçimi.
Kimse kimseye karışmaz…
Yeter ki sahip olunan özgürlük alanlarına halel gelmesin.

Ya bizde?
Tek kelimeyle “minibüs ahlâkı” geçerli…
Hemen hemen hayatın her kademesinde…
Özellikle de siyasette!
Öyle bir araçtır ki, trafiğe çıkmaya görsün…
Artık her yol onun; kanundur, zorbadır, saldırgandır…
İnsan hakları falan havanda dövülen fantezi…
Adalet, hak, hukuk çaya çorbaya limon…
Şifa niyetine sadece bakarsın!

Geçenlerde minibüsten iniyoruz…
Yanımdaki yaşlı beye acelesinden olsa gerek, bir genç hafifçe çarptı…
Ve anında özür diledi.
Nasıl bir tepkiyle karşılaştı dersiniz?
Yaşından başından utanmayan yaşlı adam gence “bir de s…din” demez mi…
Vay benim köse sakalım vay!
İşte medeniyet, işte memleket!

Zor iştir bu ülkede huzur içinde yaşamak, duyarsız olmak…
Çünkü hakîm olan kültür Kasımpaşalılık…
“Kodu mu oturtan” anlayış…
Bir ölçüde kibar, saygılı, centilmensen; anında monşerliğe terfi edersin!

Tecrübeyle sabit…
İktidarın başı celâllendikçe reytingi yükseliyor…
Kafa göz yardıkça oyları tavan yapıyor…
Manda göle yapar gibi s..tıkça ne delikanlılığı kalıyor ne yiğitliği…
Üstelik destek buluyor basının güzide temsilcilerinden…
Dolayısıyla “Allah yürü kulum demiş minibüse”, pardon; kaptan şoföre…
O da ne yapsın, emir büyük yerden…
Topukluyor, basıyor gaza, zaten müşteri gani…
CD çalarda tek parça…
Dönü dönüp duruyor: “Beraber yürüdük biz bu yollarda!”

Evet, bir seçim daha kapıda…
Seyreyleyin düzeysizliği, rezilliği…
Adam öyle bir kampanya yürütüyor ki, pazarcılardan daha alt seviyede…
Sanırsınız Topkapı hattında çalışan şoför esnafı…
Dedim ya, canım ülkemizin beslendiği kaynak “minibüsçüler”
Onun da başı dünden itibaren Çankaya’nın adayı…
Öyleyse hep beraber hep bir ağızdan haykıralım:
“İşte medeniyet, işte memleket!”

10 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
10/07/2014 09:41

       Cemaatlerin gölgesinde!

A+
A-
Dışardan nasıl gözüküyor bilmem ama içerden bakılınca
cemaatlere teslim olmuş bir Türkiye görüyoruz.
Yakışır, sanırım Ali Şen’in sözüdür: “Herkes bir gün Fenerbahçeli olacak!”
Olur olmaz, fakat gidişatı gördükçe herkesin bir gün cemaatçi olacağına kani oldum.
Nasıl mı vardım bu yargıya?
Müsaadenizle aktarayım: Malûmunuz musibete karşı cumhurbaşkanı adayımız
Ekmelettin İhsanoğlu…
Kulaklarımla duydum, çıktı televizyona: “Cemaatlerle işim olmaz, zaten onlar
kendi mecralarında akıp giden birer kültür yuvalarıdır!”

“Vay be, sende mi Ekmelettin?”
O nedenledir ki bu ülkeye Türkiye Cemaatler Cumhuriyeti demek yakışır!

Düşünsenize, bizimki de amma talih?
Çünkü arkasına düştüğümüz zat-ı muhterem bile karşı çıktığımız cemaatlere
sempatiyle bakıyor…
Dolayısıyla: “Son ümidim de yandı bitti, kül olup gitti.”
Biliyorum, benimkisi pişmiş aşa su katmak…
Lâkin şu vicdan meselesi yok mu, insanın içinin alamaması durumları…
Kader işte, sığınacak bir liman bulamamak!
Ne berbat bir vaziyet, zaten şansımız olsaydı padişahın kanatları altında yaşardık…
Takıldık muhalefetin peşine, üstelik en müzminine…
Yani CHP’ye…
Eşeğin kuyruğundan bin beter olduk…
Vazgeçtik uzamaktan, kısaldıkça kısalıp Beyaz Türklerin yakasına aksesuar olduk!

Bu arada hesap kitap da yaptık…
En yakıcı soru düştü aklımıza, sahi “kaç kişiyiz?”
Yüzde elliyi kafadan sildim, geriye kaldı yüzde elli…
Hadi, zorlayalım sınırları…
Yüzde 10 Kürt, yüzde 15 Türk milliyetçileri.
Eee, ya yüzde 25?
İşte bütün mesele, homojen olmayıp kaynayan kitle…
Ulusalcısı, Kemalisti, Alevicisi, Sosyal demokratı, Sosyalisti, Komünisti…
Açıkça ifade edeyim, ben bu yapıdan sıkıldım…
Daha doğrusu özgür benliğim aidiyet duygularıyla kuşatılmaktan perperişan oldu…
Öyleyse…
Bu saatten sonra serseri mayın gibi dolaşmaya devam…
Akıl süzgecimden geçmeyen her davranışa her eyleme HAYIR diyebilme özgürlüğü…
Yaşasın, nihayet çıkış yolunu da buldum!
Karşınızda nihilizmle harmanlanmış felsefi ANARŞİZM!
Felsefi diyorum; bu yaştan sonra topla tüfekle silahla işimiz olmaz…
Derdimiz sadece ve sadece DEVLET…
Yaşanabilir bir ülke; bol oksijenli, bol güneşli…
Kısaca ılıman iklim, azınlığın haklarını kollayıp gözeten DEVLET!

Biliyorum, böyle bir düzen hiç olmayacak…
Bizimkisi ham hayâl, çünkü demokrasi denilen elastiki kavram iktidarların
fıtratına göre değişir…
Örneğin bizde dinsel ideolojilere, mollalara, cemaatlere hizmet eden enstrüman…
Batı diyarlarında ise insan odaklı zurna…
Ki oyunu kurallarına göre oynamayanları sık sık uyarsın…
En son Sarkozy vakasında görüldüğü gibi de sisteme asla Fransız kalınmasın.
Hadi bakalım Ekmelettin Abi, bu durum muvacehesinde senin de yolun
açık, gazan mübarek olsun

08 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
08/07/2014 17:33

               "Tarafsızlık" üzerine!

A+
A-
“Tarafsız olmayacağım” demiş…
Olma kardeşim, zaten senden tarafsız olmanı bekleyen yok…
Ayrıca belediye başkanlığını gördük, başbakanlığını da
maalesef derinden hissettik.
Sorarım sana, bırakalım hayat tarzımızı, karışmadığın hangi özelimiz kaldı?
Yememize, içmemize, hatta yatak odamıza bile burnunu soktun!
Üstelik sanat anlayışımıza dâhi müdahale ettin…
Ki yıktırdığın heykelleri, yayından kaldırttığın dizileri unutmadık.
Kusura bakma ama sen haza diktatörsün.
Lâfı eğip bükmenin lüzumu yok, hem de su katılmamışından!

Yetti gari…
Seçil, seçil de sen de rahat et, biz de başımızın çaresine bakalım.
Çünkü namuslu insanlara dar ettin memleketi…
Ne huzur bıraktın ne dirlik…
Varsa yoksa saçma sapan hayâllerin…
Utanmadan da adına “çılgın projeler” diyorlar…
Haklılar, hakikaten çılgın…
Ülkenin altını üstüne getirmekte eşin benzerin bu topraklarda görülmedi…
Senden önce nice başbakanlar gelip geçti…
Yeri geldiğinde acısıyla tatlısıyla yad eder olduk…
Ya sen?
Sultan bozuntusu, padişah müsveddesi, hilkat garibesi…
Kibrinden kuburu görünmeyen muhterem…
Sağa sola çamur atma ustası…
Göz boyamanın zirvesinde dolaşan yaratık…
Din iman tanımayan gözü dönmüş kutsal çarpık…
Seçil, seçil de kırk gün kırk gece davullar çalınsın…
Bir kez değil, bin kez rezil olalım cümle âleme ve de yedi düvele!

Hani şeytan diyor ki…
Çık Taksim’e, Gezi Park’ının tam orta yerine…
Arkada katlettiğin gençlerin aziz ruhları…
Al eline megafonu…
Dök içinden geçenleri, senin ne mal olduğunu sergile…
Belki duyan olur, belki de aktardıklarımı senin masalların zannederler…
Ne de olsa halkı damardan zehirledin…
Hem de öylesine ki, panzehir niyetine manda yoğurdu yedirsen nafile!

Evet, yıllar gelip geçiyor…
Tamı tamına on iki yıl oldu…
Koyun üstüne beş, olmadı bir beş daha…
Türkiye Cumhuriyeti işte bu süreçte parçalandı.
Topraktan söz etmiyorum, halk parçalandı bölündü…
Yüzde elli elli…
Bir tarafta yalanın kuyruğuna takılan zavallılar…
Diğer tarafta vicdanları inim inim sızlayan çaresiz vatandaşlar!

Ne demiş, “tarafsız olmayacağım”
Olma be aslanım, olma be koçum…
Olursan zaten bu ülkede kıyamet kopar…
Ki o makamda zaten sen olmazsın!

04 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
04/07/2014 08:24

      Dayanışma zamanı

A+
A-
Cumhurbaşkanı adayı Ekmelettin İhsanoğlu’nu CNN’de enine boyuna dinledim.
Taha Akyol’un konuğuydu, sanırım bu çapta ilk kez kamuoyunun önüne çıkıyordu.
Peşinen belirteyim, çok beğendim, hatta ehven-î şerden öte.
En azından köşk, kazara da olsa seçilirse noter makamı olmayacağının izlerini taşıyordu…
Bu özellik bile iç ferahlığı için yeterli, çünkü selefi geldiği siyasetin hakkını ödeyerek
dünya kadar antidemokratik, adaletsiz kararı onca muhalefete rağmen onaylamıştı…
Neyse ki son zamanlarda Anayasa Mahkemesi imdada yetişti…
O da “17 Aralık” travmasından sonra, Allah razı olsun paralelden, sağlam örgütlenmişlerdi!

Asıl üzerinde durduğum husus ise, sayın İhsanoğlu’nun dürüstlüğü ve de açık sözlülüğü.
Adam dindar bir aileden geliyor, resmen sağcı muhafazakâr…
Asla saklamıyor, hatta bir adım ileri giderek AKP’lilerle olan yakın dostluğundan
söz ediyor, ne güzel, gerçek bir şeffaf, derinden ilerleyip bizleri yanıltmıyor!
Oysa ülkemiz yıllardır yalancı bezirgânların cirit attığı arena ve insanı dinden çıkartan
hokkabazlar dünyası…
Çok beceriklilerin üzerinde Mekke-Medine mahreçli bir üniforma…
Artık herkes birer Cüppeli, siyasette boy gösterenler halkın inançlarını sömüre
sömüre iktidarda…
Ve devletin bütün kademelerinde…
Ondan sonra gelsin sınıf atlama, cipler rezidanslar uçaklar yatlar tatlı hayatlar…
İşte memlekette olan biten manzara…
Var mı itirazı olan?

Yoksa lütfen Ekmelettin Bey’e kulak verelim…
Ne diyor, başta Atatürk ve Cumhuriyet değerleri…
Bu nokta önemli, dünya görüşünün temel prensibi…
Kim ki M. Kemal’in gerçekleştirdiklerini inkâr etmez; elbette samimiyetle, doğrulukla…
Ona güvenip yola çıkmak lâzım…
Oldu ya, sahtekâr riyakâr çıktı…
Sırtımızda yumurta küfesi yok, olan beş yılımıza olur…
Koyveririz sürüye, zaten bu ülkede çoğunluklar, üstelik iktidarlar!

O nedenledir ki gelin dostlar, arkadaşlar, değerli okurlar…
Karşımıza çıkan son şansı iyi değerlendirelim.
Bence sayın İhsanoğlu güvenilir adres, özlediğimiz ses, üstelik evrensel…
Bir yana koyalım komplo teorilerini, ulusal kanaldan çemkiren meczupları…
Ne demiş şair, “insan insanın kurdudur.”
Bizim içimizde kurt hiç eksik olmadı, tarih boyunca…
“Birlik, beraberlik, dayanışma” şarkıları söyleriz de…
Asla ve asla bir araya gelemeyiz, çünkü asgarî müştereklerimiz bambaşka…
Birimiz hedefe proletarya diktatörlüğünü koyar, diğerimiz sosyalist demokrasiyi…
Ne demekse?

Hâlbuki malı götüren götürmüş, on iki yıldır…
Daha önünde de uzun yıllar…
Kök salmış ülkenin derinliklerine; imam olup örgütlenmiş, öğretmen olup
seferberliğe çıkmış, hakim savcı avukat kılığına bürünüp sözde adalet dağıtmış…
Askeri, polisi saymıyorum bile…
Bir kez düşün karakola, görün başınıza neler gelecek?
Gezi’nin üzerine çöken karanlık bulutlar ne acıdır ki bu ülkenin kaderi!

Evet, önümüzde hem kısa hem uzun sayılabilecek bir süre var.
Daha çok konuşuruz cumhurbaşkanlığı seçimlerini…
Tayyip’i, Selahattin’i, Ekmel’i.
Lâkin iyi düşünün taşının, gün kavga günü değildir…
Hele bir musibeti geriletelim…
Ondan sonra bakarız icabına, çekeriz bilenmiş kılıçlarımızı…
Saldırırız birbirimize, yoldaşça kardeşçe…
Kan akıtırcasına…
Zaten Pîr Sultan “dostun attığı gül yaralar” demiş!

03 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
03/07/2014 07:27
             

'10 Ağustos'a giderken...

A+
A-
Cuntanın başı Kenan Evren cumhurbaşkanlığı için anayasanın
kuyruğuna kendisini de eklemişti…
Netekim yapılan oylamada hem 82 Anayasası kabul edildi
hem de cumhurbaşkanı seçildi.
Peki, eklemeseydi seçilemez miydi?
Elbette seçilirdi, düşünsenize günümüzün en demokratlarından
Ertuğrul Özkök biladerimiz bile o tarihlerde cuntanın insanlık dışı
uygulamalarına toz pembe bakıyordu.
Dolayısıyla “12 Eylül” faşizmini necip halkımız bağrına basmıştı!
İşkenceymiş, sürgünmüş, idammış…
Doğrusu ya ilgilendiği pek söylenemezdi, ateş sadece düştüğü yeri yakıyordu.

Ve bu koşullardan Turgut Özal doğdu…
Serbest Piyasa Ekonomisi savunucusu, neoliberal politikaların uygulayıcısı…
Halkımız O’nu da çok sevdi, nihayetin de köşke taşıdı!
Daha sonra Demirel…
Hakkında lâf söylemeye gerek var mı?
Gönüllerin şampiyonu, kıvrak siyasetin rakipsiz duayeni…
Her daim Başbakan, finalde Cumhurbaşkanı…

Ahmet Necdet Sezer’i saymıyorum…
Eğri adam doğru adam elektrik saatini okuyan adam…
Art arda sıralanamayacak kadar üstün meziyet…
Anayasa kitapçığını fırlatma üstadı…
Muhalefetin nakavt olduğu dönemde boşluk dolduran şahsiyet…
Şimdi emekli, fazla lâfın lüzumu yok, bir dönemdi geldi geçti.

Ve tarih sahnesinde Abdullah Gül…
Arkasında Ortadoğu’nun fatihi, sessiz güç, derinden ilerleyen Kayserili…
Bağlantıları güçlü, bir ayağı Washington’da bir ayağı Mekke’de…
Orta parmağı Londra’da…
Ülkemizin başına konmuş talih kuşu…
Aslında koklamaya kıyamayıp tadına doyamadığımız…
Ancak ne yazık ki süresi bitti, tahminimce bir başka göreve…
Çünkü “Ak Siyaset” onsuz olmaz!

Ve finalde bir delikanlı, bir Kasımpaşalı…
Gelmiş geçmiş tüm rekorları kıran tanrının sevgili kulu…
Kefenliler ordusunun başkumandanı…
Toplumun medara iftiharı, millî iradenin yenilmez temsilcisi…
Gümbür gümbür tırmanıyor Çankaya’ya…
Ben demiyorum, anketçi esnafı diyor…
Hatta en güvendiklerim, tam isabetle hiç yanılmayanlar…
Mesela Genar ile Konda
Üç kuruşluk umudumuz var, onun da içine ediyorlar!

Evet, bir kez daha anladım ki Tayyip’siz hayat düşünülemez…
Bugün iki, yarın bir numara!
Daha doğrusu her numara, ne yapalım sağlık olsun…
Şunun şurasında 2023’e, Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına çok bir şey kalmadı…
Tam da M. Kemal’in önerdiği gibi…
“Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak”
Belki İran, belki Malezya oluruz…
Bu arada İran İran olarak kalır mı yoksa devrim olup AB’ye mi katılır?
Orasını bir Allah, bir de seçilmiş Sultanımız bilir…
Yeter ki beklentilerimiz, cici umutlarımız tazeliğini her zaman korusun!
Bu vesileyle hayırlı Perşembeler efendim…
10 Ağustos’a az kaldı

02 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
02/07/2014 08:38

            Sivas'ın ardından...

A+
A-
ACILARLA ve SORULARLA

İşte yine kapıldım o can sıkıntısına;
İçimde bir tozlu sarnıç boşluğu,
Gitmekle kalmak arasında karasız
Yürüdüm kederle dağlara doğru.
Yüzlerce soru vardı aklımda,
Kulaklarımda bir garip uğultu
Ölümü kullanamazdım; bir yerlerde
Bilmediğim birilerine belki ayıp olurdu.
Belki de hiç ummadığım
Sevgisi tarazlı biri; koparıp bana ilişik
Umudunu bir kitabın arasında
Yamyassı kuruturdu
Bir gazetenin ölüm ilanlarında
Okuyup adımı, öfkeye dönüştürürdü
Sandık kokulu hüznünü
Ve ölümü inatla, yok yere savunurdu.
Ben bunca yıl bunca insan tanıdım
Yüreği zehir dolu; yine de insanlardan
Kesmedim umudu. insan dedim
Yekindim; paylaştım varı yoğu.
Ben neden dudaklarının arasında
İğneler tutan bir terzi suskunluğunu
Prova ediyorum şimdi bu yol boyu
Kederle yürürken dağlara doğru?
Neden kedi seven bir insan
Olduğumu biliyorum da
Kedisiz ve sevgisiz getiriyorum
Yaşadığım günlerin yaprak döken sonunu?
Cevapsız sorunun boynu büküktür,
Hemen anlar yetim olduğunu.
Ben neden hala duyuyorum avucumda
Bir çocuk elinin sızlayan boşluğunu?
Hipodromda yatıp kalkan bir adamın
Ölü bulunduğunu yazdı gazeteler
Geçenlerde haber olarak.
Tokatlıymış ya da Çorumlu.
Bıraktığı nottan öğrenilmiş
Son isteğinin ölürse terminale
Götürülmek olduğu. hipodromda yatıp
Kalkan bir adam kimin umuru!
Acılarla sorularla tiftikledim
Bunca insanın mutsuzluğunu.
Düşündüm kendi sonumu. hayrettir;
İçim içime nasıl da sığıyordu!
Oysa ben kaç yıldır kaç acı eskittim
Unuttum kaç ölüm gördüğümü.
Bir omzumun alçaklığı ondandır;
Taşıdım kaç kişinin kanayan tabutunu.
Yıllar önce ölümü seçen sevgilim
Bunca sevgisizlik içinde iyi biliyordu
Yetmeyeceğini iki kişinin birbirine.
Bu yüzden döşeğinde ölümle buluştu.
Gömdük onu geçiştirip polis sorgusunu.
Onunla birlikte neleri gömdük;
Bir akşam içkisinin coşkusunu,
Sevincimizi gömdük kürek dolusu
Yüzlerce soru vardı aklımda,
Kulaklarımda bir garip uğultu
Ölümü kullanamazdım; bir yerlerde
Birilerine mutlaka ayıp olurdu.
Dostlardan uzakta bir bozgun akşamında
Gerisingeri dönerken kasabaya;
Baktım gökyüzü birden yıldızla doldu.
Akşamın serinliği alnıma vuruyordu…
Metin ALTIOK

Sivas katliamında yitirdiklerimize saygıyla…
Unutmadım, unutmayacağım…
Söz, her “2 Temmuz” geldiğinde sizinle olacağım…
Başka çare de yok; eğer insanız diye yaşamaya çalışıyorsak!

M.C.

01 Temmuz 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
01/07/2014 07:44

    Kemal Tahir'in izinden...

A+
A-
Dün Kemal Tahir Kütüphanesi’ndeydim.
Pendik’te, eski bir köşk restore edilip kütüphaneye dönüştürülmüş.
AKP’li belediyenin hizmetlerinden, açılış tarihi: 2008 – Kitap sayısı: 17 bin.
Bahçesi de güzel, yaz sıcağına rağmen yüksek çam ağaçlarının
oluşturduğu koyu gölgeler insana rahat nefes aldırıyor.
İstanbul’da ilk kez bir kütüphaneyi dolu gördüm, tabii ki çok sevindim.
Hemen hemen bütün masalarda genç ziyaretçiler…
Bilgisayar da var ama bulunduğum süre içinde itibar edene rastlamadım.

Asıl üzerinde durmak istediğim konu kütüphanenin ismi vesilesiyle
Kemal Tahir ustamız, büyük romancı, hatta bir numara.
Aferin AKP’ye, ne iyi etmiş de bu adı kullanmış…
Lâf aramızda, bizimkiler olsa akıllarına gelir miydi veya gelse bile
“Atatürk”, “Nazım” gibi marka değeri yüksek şahsiyetlerden Kemal Tahir’e
sıra düşer miydi?
Hiç sanmam ama yine de günahlarını almak istemem!

Evet, gelelim Kemal Tahir’in romancılıkta neden bir numara olduğuna…
Hemencecik cevaplayayım, elbette bence…
Birincisi; bu toplumu iyi tanıyor, âdeta röntgenini çekmiş…
İkincisi; orijinal, şabloncu görüşlere, basmakalıp ideolojilere yüz vermemiş…
Dolayısıyla romanlarında sağlam karakterler yaratmış…
Çağını sorgulayan, köklerini reddetmeyen, hepsinden önemlisi de tepeden
inmeciliğe prim vermeyen!

O nedenledir ki bazı aydın çevrelerce yıllarca taşa tutulmuş…
Vay efendim; “Marksizm’e nasıl yan bakarsın?”
Hakikaten olacak iş mi?
Donanma davasından (1938) Nazım’la beraber mahkûm ol (15 sene)…
Ondan sonra da ithal reçetelere kafa tut!
Ayrıca Osmanlı’yı önemse, yarattığı şaheserlerle de T.C. ile köprü kurmaya çalış…
Bir de “Esir şehrin insanları”nı, “Yorgun Savaşçı”yı kaleme al…
Hâlbuki edebiyat o devirlerde aydınların tekelinde ya da devletin…
Örneğin Halk Evleri, Köy Enstitüleri…
Bu kurumları halk mı kurdu?
Elbette devlet, aydınların desteğiyle halkını aydınlatmak isteyen devlet…
Eee, “e”si var mı, tüm bu olan bitene Kemal Tahir toptan karşı!

Ve bu Usta, bugün AKP’nin sıkça kullandığı enstrüman…
Ne Marksistliğine değinilir ne komünistliğine ne mahpusluğuna…
Varsa yoksa düzen karşıtlığına dayalı yürekli çıkışlarıdır.
Her daim de demagojilerine malzeme yaparlar…
Daha da ileri gidip kütüphaneye adını verirler…
Hepsine eyvallah!
Lâkin iş Kemal Tahir’in kahramanlarına gelince, AKP kurmaylarının
hiçbiri kendilerini o karakterlerde bulamazlar…
Çünkü yazarımız toplumcudur, dürüsttür ve halkı için ağır bedeller ödemiştir…
Öyle yalandan dolandan değil, üç dört ay hiç değil…
Babalar gibi yıllarca hapis yatmıştır; yazarak okuyarak mektuplaşarak…
Reklamsızca, kurnazca plânlar peşinde koşmayarak!

Evet, Kemal Tahir çağımızda bir kez daha keşfedilmeli…
AKP iktidarını daha iyi anlamak, kaliteli muhalefet yapmak için…
Ve bir kez daha masaya yatırılmalı “Devlet Ana”
Evrensel hukuk, adalet, insan hakları, özgürlük ve de EŞİTLİK için