bir şair vardı, öğretmen

30 Haziran 2020

Arkadaşım Devlet

Macit CÜNÜNOĞLU












Değerli bir büyüğüm köşesinde peş peşe iki yazı patlattı.
İçeriği değişimin gücü ile omurgasız muhalefet.
Aynen katılıyorum.
Arzu ederseniz adını da koyalım: CHP’nin zavallı hâlleri.
Sayın Kılıçdaoroğlu’nun liderliğinde âdeta yerlerde sürünüyor.
Şaşkın ördek misâli nereye savrulacağı da belli değil.
Kâh AKP’ye çatıyor, kâh HDP’ye.
Canım benim, geçti o devirler.
Dile kolay, on sekiz yıldır iktidarda olan kişiyle aşık atıyorsun.
Çektiğin numaraları asla yemez.
Koltuğu sağlam, stepnesi ondan da sağlam!
Artık çağı kavrayan yepyeni söylemlere ihtiyaç var.
Ne demiş Turan Güneş: İtiraz kültürüyle siyaset olmaz.
Proje üreteceksin arkadaş; cesaretle yüreklice.
Örneğin “Arkadaşım Devlet” neden olmasın?
Bir düşün bakalım, yık tabuları.
Unut geçmişi, yarınlara bak.
Asker, polis, memur, külliyen kamu görevlileri vatandaşın hizmetinde…
Üstelik de dostu.
Dikkat et, kardeş akraba demiyorum.
O iş kan bağını gerektirir.
Laik devleti inşa edebilecek misin?
Hatta mezhebi, soyu sopu olmayan…
Sadece insan için var olan…
Hukuk, adalet için çalışan…
Eşitlik, özgürlük uğruna organize olabilecek bir projen var mı?
Yalnızca halkına güvenen, vicdanıyla hareket edebilen…
Ne dersin Kemal ustam?

Cevabın nayırsa çek git kardeşim.
Kurultay oyunlarıyla, Bizans entrikalarıyla bu topluma umut saçma.
En azından kendi seçmenine.
Çevreme bakıyorum, eli kırık insanlarla dolu.
Çoğu senin yüzünden.
Niye biliyor musun, oy verdikleri için.
S-400’leri destekle, askerin yanındayım tezgâhıyla savaş yanlısı ol…
Sonra da barışı savun.
Kusura bakma ama bizi iyice aptal yerine koydun.
Ayrıca lütfen biraz etrafına bak.
Ülke ekonomileri alt-üst oluyor.
Fırsat bu fırsat, bırak artık ırkçılığı.
Evrensel, hümanist değerlere sarıl.
En azından Corona aklını başına getirsin.
Bak bir virüs dünyanın altını üstüne getirdi.
Ne Amerika tanıdı ne Avrupa.
Sen fûtuhatçı cahille bile baş edemedin.
Daha fazla ne yazayım, bilmem ki
Eldeki malzeme bu, maalesef bu da sensin.
Sağcı desem değilsin, solcu desem asla.
Yürü git işine, rast gelsin diyeceğim ama...
Biliyorum ki bu da işe yaramaz.
Uzan lafın kısası, sen oturduğun koltuğu dolduramıyorsun.
Çünkü seleflerin M. Kemal, İnönü, Ecevit vs.
Kalk dersem kalkar mısın?
Hiç sanmam, öyleyse sen de biraz oyalan.
Nasılsa bu halk senin gibi Kurultay cambazlarına alıştı...
Umudun pazarlandığı, duyguların sömürüldüğü...
Öyleyse yolun açık olsun ustam!

26 Haziran 2020

Şikâyetname!

Macit CÜNÜNOĞLU






Bu ülkede yaşamanın zorlukları var.
Başta yalana inanacaksınız.
Sonra biat etmeyi öğreneceksiniz.
Kime veya hangi ideolojiye hizmet ederseniz edin…
Yeter ki aklınızı kiraya verin.
Sonrası kolay, gelsin mutluluk ve huzur.
Oh, ne âlâ!
Artık karada ölüm yok, ancak siz siz olun, sakın okyanuslara açılmayın.
Orada fırtınalar, dalgalar var.
Allah muhafaza, boğulup gidersiniz!
Zaten ülkemizde her şey yolunda.
Hazinemiz döviz rezervleriyle dolup taştı.
Halkımız hükümetin dağıttığı paralarla fevkâlâde asude.
Ehhh, daha ne olsun?
Bu çağda keyifli yaşamak kolay iş değil.
Baksanıza dünya imparatoru Amerika’ya, âdeta çivisi çıktı.
Asla nankör olmamamız lâzım.
Ne diyor büyük Reis: “Nerde savaş, orda bereket!”
Yiğit adam, sözünün eri…
Mübarek Corona gibi, bulaşmadığı ülke kalmadı.
En son Libya semalarına yelken açtı.
Amacı nedir, vallahi ben bilmiyorum.
Herhalde bedava petrol peşindedir ama ABD yedirir mi?
Orası meçhul!
Ancak kolaylıkla cepheye sürdüğü vatan evlâtları var.
Rahmetli Menderes’in Kore’ye gönderdiği gibi.
Yıl: 1950…
Gerekçesi NATO’ya giriş vizesi.
Ülkemin yoksul halk çocukları binlerce kilometre uzaklıkta cephede…
Ne için savaştıklarının farkında bile değiller.
Aradan yetmiş yıl geçti, yine aynı terane.
Suriye’de biz, Libya’da biz.
Netice, toprağa düşen kınalı kuzular.

Uzun lafın kısası, ben bu ülkede yaşamaktan, şahit olduklarımdan sıkıldım.
Gidecek yerim de yok.
Kırk katır mı, kırk satır mı; katlanıyorum işte.
Demokrasiden, hukuktan çoktan vazgeçtim.
Önümüze bir sandık geliyor, gidip oy kullanıyorum.
O da işe yaramıyor.
Çünkü seçtiğim adamları görevden alıp yerine kayyım atıyorlar.
Ve diyorlar ki, “Milli İrade”…
Üstelik terörist muamelesi görüp kendimden şüpheleniyorum…
Yoksa bende mi PKK’lıyım?
Aman tanrım, ne günlere kaldık!
Yoksa bugüne kadar bildiğimiz, gördüğümüz hayâl miydi?
Veya başka bir dünyada mı yaşıyoruz.
Lütfen sen bari bu rejimin adını koy.
Şeriatçı faşizm dersen, eyvallah!
Yarından tezi yok, beş vakit namaza başlayacağım.
Hatta bir de umre patlatırım…
Yeter ki orda ol.
Aktaracağım maruzatım var.
Belki beni anlar, hak verirsin…
Eğer vicdan denilen insani özelliği tedavülden kaldırmadıysan.
Son olarak tanrım, en kalbi duygularımla saygılarımı sunarım.
Lütfen sürç-i lisan ettiysem affola.

22 Haziran 2020

22 Haziran

Macit CÜNÜNOĞLU










4 Temmuz’u dünyada bilmeyen yoktur.
Amerika yaptığı propagandayla âdeta beyinlerimize kazımıştır.
İyi de yapmıştır.
Onların bağımsızlık bildirgesidir.
Ve dünya halkları saygı duyar.
Kanlı savaşlar sonrası yepyeni bir ulus yaratmışlardır.
Tabii beyazların egemenliğinde.
Yerlileri, Afrikalıları yok sayarak!
Yıl: 1776
Ya bizde?
Bir 22 Haziranımız var.
1919 yılında Amasya’da yanan meşale.
O da bizim toprakların bağımsızlık bildirgesi.
Yepyeni bir devletin kuruluş müjdecisi.
Bilen var mıdır acaba?
Hiç sanmam; Kutlu Doğum Haftası, 15 Temmuz Bayramı dururken
Amasya Tamimi kimin ne işine yarar!

Ah canım ülkem, kusura bakma ama cahil halkım.
Madem ki Arap’ın tarihine bu kadar düşkünsün…
Birazcık da kendi geçmişini öğrensene.
Bağımsızlık ne demek, halkın iradesi ve azmi ne demek?
Bu laflar tam 101 yıl önce söylenmiş.
Altında M. Kemal’in imzası var.
9. Ordu Müfettişi, Osmanlı paşası.
600 küsur yıllık imparatorluğa baş kaldırıyor.
Cezası idam.
Kimin umurunda?

İşte o tarihte büyük proje yürürlüğe konuluyor.
Erzurum’da, Sivas’ta, Ankara’da.
Kurtuluşun ilk hamleleri.
Emperyalistlerin şımarık çocuğu kapıda.
Mücadele ciddi.
Sovyetler arkamızda.
Ta Hindistan’dan para geliyor.
Savaşın anlamı varlık yokluk meselesi.
Kavga şanlı şerefli.

Bütün bunları kime anlatacağız?
Bugün 22 Haziran 2020.
Amasya’da yanan meşale çoktan sönmüş.
Daha doğrusu bilinçlerden kazınmış.
Eğitim İslâmi, ekonomi İslâmi…
Adı konmamış şeriat hükümleri altında yaşıyoruz.
Hangimiz farkında!

Yine de umutlarımızı korumaya çalışıyoruz.
Aşırı iyimserliğimizden değil, hakikatler peşinde koşan insan olmamızdan.
Ve tarihin engin tecrübesine güvenerek bir kez daha haykırıyoruz:
Aydınlıklar karanlığı yenecektir.
Ne demişti M. Kemal: “Milletin azmi ve kararlığı düşmanı yenecektir.”
Ne zaman: 22 Haziran 1919’da, Amasya’da.
Şimdi de kavga sürüyor.
En son ABD’de ırkçılık karşıtı gösteriler yaşandı.
İsyan edenlerin çoğunluğu beyazlar.
Dalga dalga Avrupa’ya yayıldı.
Karşı çıkılan polis devleti, örtülü faşizm.
Ve kapitalizm.
Ülkemizde avukatlar yürüyor…
Demokrasi, hukuk, özgürlük için…
Eğer farkındaysak güneşli günler yakında…
Yoksa ..?..
Elim varmıyor yazmaya, kadehime uzanıyorum…
M. Kemal’in sofrasına oturmak için…
Günlerden 22 Haziran 2020…
Yer: Amasya…
Memleket toprağına, Yeşilırmak vadisine gözyaşlarımı akıtmak için.

16 Haziran 2020

Aynalı Mağara

Ailem ve İstanbullu dostlarım.



















Bir iki haftalık beyinsel nadas yetti.
Tekrar yazıya dönebilirim.
Lâkin ülkenin gündemi gerçekten iç karartıcı.
Doğru mu yapıyorum, yoksa yanlış mı…
Ben de karar veremedim.
Farkındasınızdır, iki mesele yoğun biçimde tartışılıyor.
Birincisi fütuhat kültürü gereği Ayasofya ibadete açılsın mı…
İkincisi de HDP kapatılsın mı?
Vay benim köse sakalım vay!
Ülke nelerle uğraşıyor, üstelik 21. Yüzyılda.
Açın kardeşim açın, elinizden geleni ardınıza koymayın.
Hatta Patrikhane’yi de kapatın.
Sen sağ ben selamet!
Ayrıca HDP mi, varlığı bile ülkeye zarar.
Altı milyon seçmen oy vermişmiş, geçiniz bunları…
Onlar kim ki?
Milli irade denilen kavramın temel taşı asil Türk milleti değil mi?
Hemi de sunni soyundan!

Maalesef manzara bu, tepe tepe kullan ve yaz.
En iyisi tekrar Amasya’ya ricat etmek, memlekete.
Ne de olsa taşı toprağı cevher.
Yalnız orada da can sıkıcı durumlar var.
Sosyal medyada gördüm, Aynalı Mağara parmaklıklar arkasına
mahkûm edilmiş.
Muhakkak ki gerekçesi insandan koruma güdüsüdür.
Öyleyse Amasya kalesini de tümden kapatalım…
Ayrıca tarihi camileri de!
Madem ademoğlunun ayak bastığı her yer erozyona uğruyor…
Çek tel örgüyü, koskocaman bir tabela da koy: YASAK!

İşte bu zihniyet canım ülkemin sonunu getirecek.
G-20’de on dokuzuncu sıraya gerilemişiz, isterseniz ilk başta olalım.
Çok mu önemli.
Memlekette özgürlük ve demokrasi kalmadığı sürece neye yarar?
Bu arada doğduğum topraklardan bir haber daha vereyim.
Kentimizin anlı şanlı sosyal demokrat ağabeyi Facebook sayfasında
bir paylaşımda bulunmuş.
Derdi Abdülhamid’e çakmak…
Sultanın Ermeni kabinesini açıklamış.
Aklı sıra bağcıyı dövüp üzüm yemek.
Ne ırkçılık yaptığının farkında, ne de Amasyalı komşularının…
Aslında yüreklere akan gözyaşları var, yıllardır dinmeyen.
Her bir Ermeni hemşerimizin Amasya’yı duyunca gönül telleri titrer.
Bu gerçeği kavramak için siyasi olmaya da gerek yok…
Sadece insan olmak yeter.

Dolayısıyla zordur bu topraklarda yaşamak.
Tahammül sınırlarınız engin olacak…
Mangal gibi yürek gerek.
O da bende yok.
Yedisinde neysem yetmişinde oyum…
Birazcık gözyaşlarım arttı, acıklı bir film sahnesi gördüm mü, ağlarım…
Dayanamam acı haberlere…
Ev halkı alıştı hâlime…
İnsanlık peşinde koşan biçareyim!

Macit CÜNÜNOĞLU

05 Haziran 2020

Savadiye anıları

Savadiye sırtlarından Amasya















Amasya’mızın dört mahallesi vardır ki, hepsi birbirinden renklidir.
Ortak paydaları dar gelirlilerin ikâmet ettiği yerlerdir.
Sırasıyla Gök Medrese, Dere Mahalle, İhsaniye ve Savadiye.
Bunların içinde Savadiye’nin anılarım içinde ayrı bir yeri vardır.
Çünkü dayımın evi oradaydı.
Dolayısıyla çocukluğumun önemli bir bölümü bu mahallede geçmiştir.
Ayrıca çocuk sayısı bakımından zengindir.
Faytoncu dayım sık sık derdi ki, “zenginlerde bir iki, ben de altı çocuk var.”
Yine de evinin geçimini ihmal etmezdi.
Bir de bahçesi vardı ki, üç katlı, her türlü meyveyi sebzeyi yetiştirirdi.
Üstelik suya da para vermezdi.
Çünkü dağdan inen sular bir gölette toplanır, oradan dayımın evine,
sonra da Yazıcılar’a giderdi. Cafer amcaların malikanesine.
Şimdi düşünüyorum da çok da güzel komşuları vardı.
Unutamadıklarım arasında İsmail amca ile Fehmiye yenge dünya tatlısıydı.
Kızları Ayten okudu, başarılı bir öğretmen oldu.
Biraz aşağılarında Boyacılar lakaplı geniş bir aile yaşardı.
Yanlış hatırlamıyorsam soyadları Portreci’ydi.
Çok güzel resim yapan evlâtları vardı.
Hatta içlerinden biri Paris’e yerleşmiş, eğer yaşıyorsa Allah selamet versin.
Fakat mahallenin köprü başında bir çeşmesi vardı ki, unutmak ne mümkün.
Onlarca kadın çoluk çocuk başına üşüşür saatlerce kuyruk beklerdi.
Ellerinde güğümler testiler, evlerinin iyi su ihtiyacını karşılarlardı.
Yine Surpik teyze bir efsaneydi, oğlu Karabit’le otururdu.
Büyük kızı Kumru teyze mahallemden (Gümüşlü) komşumdu.
En son duyduğum da kocasının (Şükrü amca) kardeşine kaçmış.
Bak şu Ermeni’nin yaptığına(!)
Tabii öyle büyük mahalle ki yaz yaz bitmez.
Vakti zamanında buralar ormanlıkmış ve çok eski zamanlarda
Amasyalıların mesire yeriymiş.
Sonradan iskâna açılıp Ermeni vatandaşlarımızın ikematgâhına verilmiş…
Dağın eteklerinde de evliyaları Ulu Mama…
Ancak 1915 tehcirinden sonra özellikle Balkan göçmenleri yerleşmiş.

Evet, hayat bir manzumeler bütünü.
Her bir satırından yüzlerce hikâye çıkar.
Birkaç sene önce İstanbul Feshane’de organize edilen
Amasya günlerine gitmiştim.
Orada Madam Araski’yle tanıştım.
Savadiyeli, dondurmacı Mehmet ile Kürt Şahan’ın komşusu…
1950 yılında doğduğu topraklardan ayrılmış…
Ama aklı fikri buralarda, hele söz dönüp dolaşıp Savadiye’ye
gelince gözleri nemleniyor.
İnanın çok duygulanmıştım, zaten romantik tarafım her zaman ağır basar…
Başladım düşünmeye, sahi geçmişte neler olmuştu?
Evet, hakikatlere ulaşmak daima zordur ama bir gün
su yüzüne çıkma gibi huyu da vardır.
İşte ben de o günleri sabırsızlıkla bekliyorum.

Macit CÜNÜNOĞLU

04 Haziran 2020

Yetti artık!

Penceremden










Sahi yaşlı kim?
Ayrıca yaşlılığın kriteri ne?
Bakın Benjamin Franklin bu konuda ne demiş:
“Gerçek yaşlılık öğrenme isteği bittiği zaman başlar.”
Ne kadar da haklı.
Aramızda dolaşan meraksız o kadar çok insan var ki…
Kaldı ki öğrenme isteği, o ne ki?
Çoğu kişi için fanteziden başka bir anlam taşımıyor.
Ayrıca ukalalığın sınırlarında dolaşmakla da eşdeğer tutulabilir.
Dolayısıyla bu toplumda entelektüel seviyeyi korumak zordur.
Dışlanırsınız, moda deyimle ötekileştirebilirsiniz de.
Hele hele de küçük kentlerde yaşıyorsanız işiniz daha da güçtür.
Toplumsal ilişkiler servet beyanı üzerinden yürür.
Beyinsel zenginliğin de pek bir hikmet-i harbiyesi yoktur.
Hayat mangal partilerinin cazibeli ortamına endekslidir.
Peşinden iki el de okey çevirdiniz mi, sizden mutlusu yoktur.
Yemişim dünyayı, ağaçların gölgesi herkese yeter.
Evet, mütevazı hayatlar her zaman takdire şayandır.
Ancak asıl zenginlik de banka hesap cüzdanından önce gelen değerlerdir.
Akıldır, zekâdır, bilgidir, izandır.

Tekrar başa dönersem, sahi yaşlı kim?
En önemlisi de ne zaman başlar?
Devlet-i âlimiz diyor ki 65…
Ayrıca koyduğu yasaklardan belli değil mi!
Sizi bilmem ama kendi adıma reddediyorum.
Çünkü bence yaşlı benden büyük olandır.
Yaşım da yetmiş olduğuna göre hesap ortada.
Şaka şaka, elbette bu kadar basit değil.
Yine de öğrenme isteğini yitirmeyen her yaşlıya bilge kişilik diye bakarım.
Arkasında yılların tecrübesi, birikimi vardır.
Geçenlerde dangalağın birisi söylemiş, bizler antika arabaymışız!
Yani motor çürümüş, kaporta cilalı, doğan görünümlü şahin misâli.
Bu da gösteriyor ki mezarlıkların bekleme salonuna girmişiz de
haberimiz yokmuş.
Yazık yazık, çok yazık.
Fakat Einstein’in dediği gibi önyargıları kırmak zor iştir.
Hele hele de bizim toplumda.
Özellikle küçük kentlerde.
Bir kez yaftalanmaya görün, ne komünistliğiniz kalır, ne de
“Ermeni dölü” olmanız!
Milliyetçilikle, dincilikle beslenen cehalet, kurnazlık, zorbalık
bu ülkede daima prim yapmıştır.
Hatta devletin en tepesine taşınmıştır.
Böylesi kimliklerin tahakkümü altında yaşamak çiledir.
İcraatlarına gönlünüz el vermez, isyan duygularınız kabarır…
Elden de fazla bir şey gelmediği için ya tanrıya havale edersiniz,
ya da benim gibi klavyenin başına geçersiniz.
Bir nevi dertlerinizi ummana dökersiniz.
Belki duyan olur, belki okuyan.

Macit CÜNÜNOĞLU

03 Haziran 2020

Huzur

Macit CÜNÜNOĞLU












Balkonumda güller rengârenk, fesleğen ile küpe çiçeği de onlara eşlik ediyor.
Bir de biberlerim var, maksat üretim olsun.
İnanın bir virüs sayesinde ziraatçı oldum!
Aslında bağ bahçe işlerinden anlamam.
Ancak toprak denilen kutsal varlığın değerini bilenlerdenim.
Özellikle büyük kentlerde yaşayan insanlar yeşile hasrettir.
Yakınlarında park varsa şanslıdırlar, yoksa bu işlevi mezarlıklar üstlenmiştir.
Özetle çağımız insanı doğasından koparılmış, yalnızlığa mahkûm edilmiştir.
Kuş sesi diye bir derdi de yoktur.
Hâlbuki çocukluğumuz yeşillikler arasında geçti.
Camilerin vazgeçilmez aksesuarı güvercinler, serçeler dostumuzdu.
Örneğin memleketim Amasya’da bulunan Şamlar mezarlığı şehir içinde
âdeta parktı.
O da nasibini aldı, şimdi devasa apartmanlar var.
Tamam kentleşmek, modern şehirler kurmak medeniyetin ölçüsü
ama eskiyi yok etmek, hele hele de tarihsel dokuları yakıp yıkmak
meselesine gelince inanın millet olarak ilk sıralarda yer alırız.
Daha düne kadar Boğaz’da yanmayan yalı kalmadı.
Üstelik yaşları da öyle bin senelik falan değil, topu topu iki yüzyıllık.
Aynı karabulutlar Amasya’nın da üzerine çöktü.
Örneğin benim mahallem Gümüşlü tümden yok edildi.
Hatta Eğri Cami bile yıkımdan nasibini aldı!

Yine de ana tanrıça Kıbele’nin torunlarıyız.
Doğurganlığın, bereketin tanrısı.
Anadolu’nun kültürü, binlerce yıl hüküm sürmüş.
Köklerimiz aynı topraklardan aynı sulardan beslenmiş.
Hattiler, Hititler memelerinden süt içmiş.
Ve toprak, gezegenin en kutsal üretim aracı.
İnsanı doyuran yaşatan, üzerinde kentler ülkeler kurduran olağanüstü varlık.
Tüm fabrikalardan değerli.
Ayrıca emek harcayan için gerçek mutluluk aracı.
Hem de nasıl, vefa dersen onda, dostluk dersen onda, ne ekersen onu biçersin.
Hiç kimseyi karşılıksız bırakmaz.
Üstelik parantez kapandığında gideceğimiz son adres.
Bağrına basar cansız bedenimizi…
Önce çürütür, sonra çayır çimen olur, çiçek olur…
Yine hayata katar varlığımızı…
Aslında yaşanan devr-i âlemdir…
Bir gün yokuz, gelecekte varız.
Bakarsınız hayat verdiğimiz otları yiyen bir ineğin memesinden
süt olup akarız.
Aynen Kıbele gibi.

Ne demiş Nazım Hikmet;
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
  ve bir orman gibi kardeşçesine”
İşte bütün mesele, insanca yaşamayı ne kadar becerebiliyoruz?
Toprak hayatımızda ne kadar yer tutuyor?
Balkonumda yetiştirdiğim bir iki çiçek mutluluğumun formülü mü?
Bence evet, belki teferruat gelebilir ama bu tür sevinçleri biriktirdiğimizde
gönlümüzde koskocaman yer tutar.
Ve başlarsınız güllerinizle sohbet etmeye…
Siz ona, o size gülümser…
Ömür dediğimiz altın tepside sunulan hayat güzellikler içinde akıp gider…
Yoksa dünyada o kadar çok kötülük var ki…
Bir dalarsanız içine, Corona bile solda sıfır kalır.
Zaten acılar bütünü olan yaşam serüveninde ne kadar çok
küçük mutluluklara sahipseniz, o kadar da huzurlusunuz demektir.
Ne dersiniz, yoksa yanılıyor muyum?

02 Haziran 2020

Gurbetteki Amasyalılar

Demir Evrensel, Orhan Kavaklı, Raif Gürbüz, Ömer Şimşek
Ben, Alpaslan Samur, arkası dönük ağabeyim Adnan Cününoğlu












Karantina günleri ciddi anlamda bunaltmaya başladı.
Neticede hayat dört duvar arasında geçiyor.
İstediğin kadar okuyup yaz, hepsi bir yere kadar.
Özgürlük gibisi var mı?
Bu nedenle yasaklı günler bizlere Nazım’ın çilesini
daha fazla idrâk etmemizi sağlıyor.
Dile kolay, tamı tamına 13 yıl.
Güneşe, gökyüzüne hasret yaşamak ne kadar da zordur.
Bu da hayatın gerçeği, bir şairin bitmez tükenmez kavgası.
Ancak şiir olup yüreklerimize akmayı bildi.
En güzel satırlarını parmaklıklar arkasında yazdı.
Ve sonunda da çok sevdiği ülkesini terk etti.
O vatana hasret, biz O’na…
61 yaşında ölüp gitti.

Ben de hasret çekenlerdenim.
Memleketim Amasya içimde sönmeyen ateş.
Hatırladıkça sanal yolculuklara çıkarım.
Her seferinde Yeşilırmak beni koynuna basar.
Dağları bahçem, bağları sevincim, tarihi sevdamdır.
Aslında eski hâlinden pek bir eser kalmasa da…
Hatıralarımın tazeliği bana fazlasıyla yeter.
Irmak boyunda gezerken onlarca tanıdığa rastlarım.
Uzaktan Kemal abi (Arıboku) el sallar…
Yine yalnızdır, hâlâ bekar.
Ne acı, Amasyalı kız vermedi canım abime.
Oysa ne kadar da arzu ederdi evlenmeyi.
Hatta düğün dernek özlemini biz gençlerle paylaşırdı.
Ve buna benzer yüzlerce hikâye.
Zaten memleketim masallar diyarı.
Kayaları delen Ferhat, ünlü şifacı Lokman Hekim övünmek
gibi olmasın hemşerimizdir, dağlarda adları yaşar.
Ayrıca Amasya halkı dışarıdan gelen yabancıya pek düşkündür.
Aslında muhacirleri pek sevmezler ama yine de kente yerleşen
vatandaşa ilgisi olağanüstüdür.
Âdeta turist muamelesi çekerler.
Deyim yerindeyse el üstünde tutarlar.
Bunların çoğunluğu da vefalıdır, kadirşinastır.
Ayrılsalar bile asla Amasya’yı unutmazlar.
Tabii temel unsur Anadolu’nun sıcak iklimini bu
topraklarda yaşamışlardır.
Dostluğu, komşuluğu, mahalleyi…
Birlikte coşup ağlamaya şahit olmuşlardır.
Âdeta insanlık dersleri, laboratuvara giren önce şaşırır, sonra âşık olur.
Elbette artılarımız, hasletlerimiz de vardır.
Arada rahneler olsa da seven gözler kusur görmez.

İstanbul’da yaşayan Amasyalılar olarak bizler de çok sık olmasa da
zaman zaman bir araya gelme fırsatı buluyoruz.
Yapılan sohbetlerin tamamında Amasya var.
Ve herkes mutlu, küçücük kente ilişkin yaşanmışlıklar, hatıralar
o kadar zengin ki…
Dışarıdan biri dinlese hayrete düşer.
Çünkü hafıza kayıtları taze ve belgeli.
Referanslar sokaklar, mahalleler, okullar, çarşılar.
Hatta o tarihlerde dillendirme cesareti bulunamayan gönül ilişkileri
bile cüretkârca masaya yatırılıyor.
Demek ki bunları konuşabilmek için aradan uzun yıllar
geçmesi gerekirmiş.
Ah Amasya ahhh!
Sen de yaşamak dert, uzağında olmak ayrı bir dert.
Bir türlü karar veremedim, ama güzeller güzeli İstanbul’da da
sonsuzluğa göç etmenin doğru olacağını düşünenlerdenim.

Macit CÜNÜNOĞLU

01 Haziran 2020

Orta yolun yok mu senin?

Macit CÜNÜNOĞLU













Amasya’da 68-77 yıllarında belediye başkanlığı yapmış
E. Naci Altunay’ı unutamam.
Ayrıca bir süre de milletvekilliğinde bulunmuştu. (16. Dönem)
Özellikle o devirleri gayet iyi hatırlıyorum.
Adalet Partisi Demirel öncülüğünde üst üste zaferler kazanıyor,
âdeta rakipsiz.
65’de % 52.9, 69 seçimlerinde % 46.55 oranında oy almıştı.
Arda arda gelen başarılar müthişti.
Tabii yerel yönetimlerde de aynı performansı sürdürüyordu.
Ülkeyi çoban Sülü idare ediyor…..
Yaptığı çalışmalarla bizim ilin belediye başkanı Naci abimizin
adı da kısa sürede Asfalt Naci’ye çıkıyordu.
Madem İzmir’in Asfalt Osman’ı var, bizim niye olmasın?
O zamanlar kent içinde parke taşlarla döşenmiş yollar mevcuttu…
Ki çok severim, çok da yakışır şehirlere kasabalara.
Ayrıca asfalt denilen petrol türevi o çirkin malzemeyi
oldum olası sevemedim.
Gezme fırsatı bulduğum Almanya’da da çoğu yerde parke taşıyla
döşenmiş caddeleri görünce ne kadar haklı olduğumu bir kez
daha anlamıştım.
Çünkü uygarlığın yolu güzel kentlerden geçiyor, yemyeşil,
tertemiz ve asfalttan korunmuş.
Ancak bu Batılı zihniyet ülkemize kadar ulaşma imkânı bulamadı.
Günümüzün AVM’lerini mabetlere çevirmemiz gibi
top yekûn asfalt sever olduk.
Hatta gemi o kadar azıyı aldı ki, bu pis kaplamayı
oturduğumuz apartmanların bahçelerine bile layık gördük.
Şimdi ise lüks konutların bahçeleri Bodrum’un ünlü kayrak taşıyla döşeniyor.
Ne güzel, örneğin benim doğduğum evin sokağı Arnavut kaldırımıydı…
Tabii birçok mahalle arası gibi.
Tamamen doğal, oysa çağımızda o sahneler yalnızca fotoğraf
karelerinde kaldı…
Bir de şarkıların güftesinde.

Evet, eskiyi yıkmak kolay, yerine koymak zor.
Bütün mesele tarihe duyulan saygı.
Özellikle insani kişiliğiniz deformasyona uğramışsa kim tutar sizi?
İster güç kuvvet sahibi olun ister siyasi otorite.
Geçmişle bağınız kopmuş demektir.
Tamamen tercih meselesi, doğayla uyumlu yaşama kültürü.
İşte bizim topraklarda en büyük eksikliğini duyduğumuz davranış modeli.
Özellikle memleketimin bağlık bahçelik arazilerini imara açarız,
ne Ayvasıl kalır, ne de Ziyere, Yenice köyleri.
Topraklarında yüzlerce konut, artık kentin mahallesine dönüşmüşlerdir.
Ve ağlar kiraz ağaçları, şeftaliler, kayısılar, kınalı üzümler…
Gözyaşlarını gören olmaz.
Bu arada:
 LESAFFRE - LESAFFRE TURQUIE MAYACILIK ÜRETİM VE TİC.A.Ş'nin
pis kokuları yayılır Yeşilırmak vadisine.

Modern çağda bu mudur hayat?
Maalesef, hakim üretim ilişkisi kapitalizm sınır tanımaz, büyük kent
küçük kent ayırımı yapmaz, ahtapot gibi kollarıyla sarar…
Verir eline Iphone, Ebemü havuz başında viski içirtir…
Ve seslenirsin garsona: “Oğlum buza yatırılmış badem getir!”
Ah canım Türkiyem, sen nelere kadirsin?
Biliyorum hikmetinden sual olunmaz ama hiç mi orta yolun yok senin?