bir şair vardı, öğretmen

03 Haziran 2020

Huzur

Macit CÜNÜNOĞLU












Balkonumda güller rengârenk, fesleğen ile küpe çiçeği de onlara eşlik ediyor.
Bir de biberlerim var, maksat üretim olsun.
İnanın bir virüs sayesinde ziraatçı oldum!
Aslında bağ bahçe işlerinden anlamam.
Ancak toprak denilen kutsal varlığın değerini bilenlerdenim.
Özellikle büyük kentlerde yaşayan insanlar yeşile hasrettir.
Yakınlarında park varsa şanslıdırlar, yoksa bu işlevi mezarlıklar üstlenmiştir.
Özetle çağımız insanı doğasından koparılmış, yalnızlığa mahkûm edilmiştir.
Kuş sesi diye bir derdi de yoktur.
Hâlbuki çocukluğumuz yeşillikler arasında geçti.
Camilerin vazgeçilmez aksesuarı güvercinler, serçeler dostumuzdu.
Örneğin memleketim Amasya’da bulunan Şamlar mezarlığı şehir içinde
âdeta parktı.
O da nasibini aldı, şimdi devasa apartmanlar var.
Tamam kentleşmek, modern şehirler kurmak medeniyetin ölçüsü
ama eskiyi yok etmek, hele hele de tarihsel dokuları yakıp yıkmak
meselesine gelince inanın millet olarak ilk sıralarda yer alırız.
Daha düne kadar Boğaz’da yanmayan yalı kalmadı.
Üstelik yaşları da öyle bin senelik falan değil, topu topu iki yüzyıllık.
Aynı karabulutlar Amasya’nın da üzerine çöktü.
Örneğin benim mahallem Gümüşlü tümden yok edildi.
Hatta Eğri Cami bile yıkımdan nasibini aldı!

Yine de ana tanrıça Kıbele’nin torunlarıyız.
Doğurganlığın, bereketin tanrısı.
Anadolu’nun kültürü, binlerce yıl hüküm sürmüş.
Köklerimiz aynı topraklardan aynı sulardan beslenmiş.
Hattiler, Hititler memelerinden süt içmiş.
Ve toprak, gezegenin en kutsal üretim aracı.
İnsanı doyuran yaşatan, üzerinde kentler ülkeler kurduran olağanüstü varlık.
Tüm fabrikalardan değerli.
Ayrıca emek harcayan için gerçek mutluluk aracı.
Hem de nasıl, vefa dersen onda, dostluk dersen onda, ne ekersen onu biçersin.
Hiç kimseyi karşılıksız bırakmaz.
Üstelik parantez kapandığında gideceğimiz son adres.
Bağrına basar cansız bedenimizi…
Önce çürütür, sonra çayır çimen olur, çiçek olur…
Yine hayata katar varlığımızı…
Aslında yaşanan devr-i âlemdir…
Bir gün yokuz, gelecekte varız.
Bakarsınız hayat verdiğimiz otları yiyen bir ineğin memesinden
süt olup akarız.
Aynen Kıbele gibi.

Ne demiş Nazım Hikmet;
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
  ve bir orman gibi kardeşçesine”
İşte bütün mesele, insanca yaşamayı ne kadar becerebiliyoruz?
Toprak hayatımızda ne kadar yer tutuyor?
Balkonumda yetiştirdiğim bir iki çiçek mutluluğumun formülü mü?
Bence evet, belki teferruat gelebilir ama bu tür sevinçleri biriktirdiğimizde
gönlümüzde koskocaman yer tutar.
Ve başlarsınız güllerinizle sohbet etmeye…
Siz ona, o size gülümser…
Ömür dediğimiz altın tepside sunulan hayat güzellikler içinde akıp gider…
Yoksa dünyada o kadar çok kötülük var ki…
Bir dalarsanız içine, Corona bile solda sıfır kalır.
Zaten acılar bütünü olan yaşam serüveninde ne kadar çok
küçük mutluluklara sahipseniz, o kadar da huzurlusunuz demektir.
Ne dersiniz, yoksa yanılıyor muyum?

Hiç yorum yok: