bir şair vardı, öğretmen

14 Şubat 2012

Taksim!

.

Ülkemizde niza bitmez, yeni tartışma konumuz
Taksim projesi ya da Halil Paşa Topçu Kışlası!
Büyükşehir Meclis üyeleri kışlanın yeniden inşasına karar vermişler.


On dokuzuncu yüzyılın başlarında yapılan görkemli bina
1939 yılında Avrupalı şehir plânlamacısı Henri Prost’un
tavsiyesi üzerine yıkılmış.
Mimar Krikor Balyan’ın eseri Hint ve Rus mimarisinden izler taşımaktaydı.
Ne diyelim, yıkanların ellerine sağlık, zaten neyi yıkmadık ki?


Taksim Gezi Parkı'na kondurulacak kışla için tartışmalar şimdiden başladı…
Bir gurup entelektüel karşı çıkıyor, bazıları da projeyi onaylıyor.
Mimar veya şehir plânlamacısı olmadığımız hâlde sıradan bir İstanbullu
vatandaş olarak düşüncelerimi arz etmek isterim…


-Bina yerle bir edileli tastamam yetmiş üç yıl olmuş…
-Orijinalini hatırlayan kaç kişi var?
-Gezi parkı denilen mezbeleliğe bugüne kadar neden dokunulmadı?
-Trafiğin yer altına alınıp yayalara açılmasına eyvallah…
-AKM kaderine terk edilmişken Kültür Merkezi adı altında yeni yapı AVM mi olacak?
-Demirören’in Beyoğlu’na yaptığı ve caddeye taşan bina rahatsızlık vermiyor mu?
-Yeni Topçu Kışlası eskiyi, tarihsel ruhu yansıtacak mı?
-Son olarak Ayasofya, Süleymaniye’nin tekrarı olabilir mi?


Aslında kentler üç-beş siyasiden oluşan kurullara bırakılmamalı…
Özellikle İstanbul gibi insanlığın ortak mirası üzerine karar alıp ahkâm kesilmemeli.
Kesinlikle konunun uzmanlarından oluşan yerel parlamentolara ihtiyaç var.
En azından o kentin havasını soluyanların söz hakkı olmalı.


Örneğin Ali Sami Yen Stadyumu yıkıldı, yeşil alan nerede?
Zincirlikuyu’daki Karayolları arazisinden yükselen devasa çirkinlik neyin zorlaması?
Ya Zeytinburnu’ndaki vahşi gökdelenler?
Kadıköy sahilinde yıllardır ikâmet eden “Balon” veya dikilen beş yıldızlı otel ucube değil mi?
Ayrıca Vandalizmin en güzel uygulamalarından sıralanabilecek yüzlerce örnek!


Çok merak ediyorum, yaşadığımız kentler bu kadar sahipsiz mi?
Yetmişli yılları hatırlıyorum, meslek odaları aldığı kararlarla ülkeyi titretir…
İstanbul Barosu, Mimarlar Odası Ankara’yı sallardı.
Ya günümüzde; -ekmek kavgası- avukatlar müvekkil mimarlar proje peşinde!


Dolayısıyla oksijen tüpü niyetine üç-beş mezarlığa kaldık.
Yahudi’yle kanlı bıçaklı, Ermeni’yle zaten papazız…
Rumlar derseniz, maalesef nesli tükendi kökünü kazıdık…
Çok yakında çılgın bir proje azınlık mezarlıklarının ortasına düşerse
asla şaşırmamak lâzım… Yakışır iktidarımıza!


Bu arada aydın doğanlar Sarıgül’ü parlatıp duruyorlar…
Potada Hilton, Şişli gökdelenler cenneti.
Bilumum sosyal aktivitelerin kadrolu gülü Büyükşehir belediye başkan olursa…
Seyredin curcunayı, seyredin sosyal demokrasinin zaferini!
Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır ilkesinden hareketle…
İstanbul’un betona teslim olacağı kesindir.


Bu arada mega köyümüzde denizi görmeyenlerin sayısı o kadar fazla ki…
Taksim kimin umurunda, Gezi Parkı kaç kişinin gündeminde?
Bizde kalkmışız tarihten sanattan estetikten söz ediyoruz.


Madem ülkemiz yüzde elli elli siyaseten bölündü…
Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti…
Yola devam Dr. Mimar Topbaş…
Taksim’i taksim edin…
Kaldırın Atatürk anıtını…
Meydanın tam orta yerine cami yapmayı unutmayın…
O da yakışır iktidarımıza!


www.gazetemen.com

.

13 Şubat 2012

DİSK'i anarken...

.

Bir zamanlar DİSK vardı…
1967 yılının 13 Şubat’ın da...
Yani bugün…
Kırk beş yıl önce.
Kemal Türkler ve arkadaşları tarafından kuruldu.


15/16 Haziranların düzenleyicisi, “DGM’yi ezip sıra MESS’te” diyen…
Türkiye işçi sınıfının göz bebeği, yetmişli yılların devrimci kuruluşu...
“İleri demokrasi”, “Toplumsal ilerleme” kavramlarının yaratıcısı,
emeğin alın terinin yılmaz savaşçısı.

Beş yüz bine ulaşan üye sayısıyla aydınlığın ekseni, omurgası.
Nice grev, direniş, başkaldırı…
Şanlı 1 Mayıslar altın sayfalarında.
Öyle ki; şerefle yürüyordu Taksim’e doğru on binler…
En ön saflarda sendikal önderler, CHP milletvekilleri, uluslararası dostlar.


Ezdi geçti faşizm, 12 Eylül…
Doğruyu, güzeli, ilerlemeyi, demokrasiyi, aydınlığı boğdu…
İşkencehanelerinde, zindanlarında, mahpuslarında ülkenin yarınlarını kararttı.


O devirlerden bugünlere ne kaldı?

1- AKP
2- CHP
3- DİSK


Birincisi iktidar…
İkincisi M.Kemal aşkına ayakta…
Ya üçüncüsü?.. Bitkisel hayatta!


Gördünüz mü, 12 Eylül denilen karanlığın marifetlerini?
Günümüzde kim kimi yargılıyor, ne günlere kaldık!
Faşist cuntanın ana hedeflerinden CHP can çekişmekte…
DİSK allaha emanet, mirasyedi edasıyla varını yoğunu satıp
yaşamını idame ettirmekte…
Arada sırada kontenjandan parlamentoya milletvekili göndermekte!


Ne trajik sonuç.
Kurucu önderin katilleri mecliste…
Geride kalan şerefli mücadele, acıyla kanla yazılmış bir tarih…
Ve tarihsel misyonun sömürücüleri!


Ülkemizin yazgısı olsa gerek…
Güneşin doğduğu topraklar sanki lânetli.
Ne zaman ışık parlar, söndürmek için efendiler organize olur…
Mesele sağ-sol değil, kapitalizmin kesin zaferidir!


Yeter ki emeğin sesi duyulmayıp alın teri hissedilmesin…
Dinciliğin, milliyetçiliğin siyasete egemen olduğu dünya yaratılıp
sömürü devam etsin.
Ama ılıman İslâm ama cemaat…
Fark etmez…
Yüzde 50’de yetmez, ezici çoğunlukla kaderine boyun eğsin!


Yazık oluyor yazık…
Türkiş emek savunuculuğunun yapıldığı, sıfır örgütlenmenin olduğu,
işsizliğin kol gezdiği umudun azaldığı ülkemize!


www.gazetemen.com

.

12 Şubat 2012

Kutsal Şifre!

.

Memlekette orijinal işler oluyor, devletin kurumları kapışmış
bizde seyrediyoruz. Zaten seyretmeyip ne yapacağız?
Yazılıp çizilenleri okuyup anlamaya çalışıyoruz.
Kimin eli kimin cebinde, kim kimin ayağına basmış…
Akıl sır erecek gibi değil!


Hele işin içine MİT de karışmışsa varın gerisini siz düşünün.
Fakat şu cemaat dedikoduları yok mu?..
Neymiş be mübârek, her taşın altından çıkıyor.

Yok efendim emniyeti-yargıyı ele geçirmiş(miş)…
İktidarı silkeleyip derin yapılara gözdağı verecek(miş)…
Seçmece, buna benzer onlarca görüş arasından hangisine inanırsanız inanın.


Lâkin AKP’nin kuyruğu fena sıkıştı…
Yargı yeni dizayn edildi, Emniyet derseniz ha keza…
İçişlerine bağlı kurum, dolayısıyla siyasetin çarkında…
MİT’i söylemeye gerek var mı, direkt Başbakan’ın emrinde…
Demek koordinasyonda ciddî sorunlar var.


Yoksa alelacele kanun teklifi niye verilsin…
MİT gibi -Allah için- devletin en şeffaf kurumu korumaya alınsın?
Elbette Recep Bey’in bir bildiği var...
Ya da gelecekten kaygısı!


Her neyse, bu meseleler derin mevzular…
Demokratik ülkelerde rastlanan türden, yani olağan!
Arada sırada böyle sıkıntılar olur, erinde geçinde aşılır.
Mühim olan iktidara bir şey olmasın, en az hasarla atlatsın vartayı.


Ayrıca barış, barış yapmak bize göre işler değil.
Genlerimizde savaşmak, kavga gürültüyle dertlerimizin çözüleceğine inanmak var.
Baş kaldıranın kafasına kafasına vuracaksın ki azmasın akıllı olsun!

Otuz yılda elli bin can gitmiş, birileri diyor; “vatan sağolsun”…
Birileri de; “yaşasın mücadelemiz”.


Buyrun, tercih sizin!
Ya kandan, ya barıştan yana olacaksınız.

“Yok mu bu işin orta yolu?” derseniz, özel yetkili savcının karşısına dikilirsiniz!
Çünkü cemaat hazretleri öyle istiyor.

Aslında verilen kavga iktidar, gelecek kavgası…
Adam gibi muhalefetin olmadığı ülkemizde o görevi de kendileri üstleniyor.


İşte manzara, işte bilinen gerçekler…
Ve sunulan iki seçenek;


A şıkkı: İleri demokrasi hayâlleriyle yola devam = AKP iktidarı…
B şıkkı: Cemaat sosuna iyice bulanmış vesayetçi düzen = “yazar mıyım, aptal mıyım?”.


Ergenekon, balyoz, ay ışığı, yakamoz, kafes derken…
Gördünüz mü; çıkışı olmayan kafese nasıl da girdi sistem?
Ne diyelim; hayırlara vesile olsun da…

Ya yaygara koparanlara ne demeli?
Yine herkes uzman, yine bilirkişi!
Yüksek perdeden öyle değerlendirmeler yapılıyor ki…
Sanırsınız hepsi birer “Fidan”, alayı MİT’ten emekli!
Bir adım geri durmayı savunanlar da o kadar az ki…


Korkarım gene çığırtkanlar kazanacak,
iktidarı yalayıp yıkayan yağcı takımı!

Bu kez “kader utansın” diyerek bitirelim yazıyı…
Nasıl olsa memleketin işi ilâhiyata kaldı…
Bakarsınız yetişecek dindar nesiller çözerler kutsal şifreyi!


www.gazetemen.com

.

11 Şubat 2012

Truvalı Ergenekoncular!

.

Tayyip Bey’in yerinde olsam diyet borcunu öderdim.
Üstelik faiziyle birlikte!
Düşünüyorum da; nedir adamın çektiği?
İki seçmenden biri tercih etsin…
Kimin oyu var sandıkta…
İnsan merak etmez mi?


Yetmiş dört milyonluk ülkede yirmi bir milyon AKP’li, dile kolay.
Birileri çıkıp hesap soruyor; “iktidarın bizim sayemizde.”…
Hadi canım, git işine, ayrıca sen kimsin?

Liberal demokrat mı, “İkinci Cumhuriyetçi” aydın mı?

Yapmayın etmeyin ağalar beyler, sizden büyük halkımız, millî irade var!
Yüzde 50'de oyunuz olsa olsa çuval içinde tane.

Bir de demezler mi “çıtır çıtır yerler sizi!”…
Bu kadarı fazla…
Alaska-Frigo deseler eyvallah, bilirsiniz yalama muhabbeti!
Bunca sene yağlayıp yıkadılar, şimdi de kalkmış kuruyemiş muamelesi çekiyorlar!

Pes doğrusu!

Tez zamanda ikinci bir cephe açıp “Ergenekon Truva” savaşını başlatıyorum.
Hedefte bilumum Altanlar, kaptanlar, yetmez ama evetçi sülalesinden olanlar.
“Nedir sizden çektiğimiz?”…
İhtiraslarınız uğruna aslan gibi fidanımızı mı feda edeceğiz?

Var mı böyle numara, 12 Eylül referandumunda restorasyon ne uğruna yapıldı?
Anayasa, HSYK, Yüksek-Özel-Halk tipi yargı niçin düzenlendi?
İktidarı koruma kalkanları, muhalefeti susturma bataryaları niye inşa edildi?
Tüm bu faaliyetler düzenlenirken poh pohlayıp alkışlamadınız mı?


Ah solcular ah!
Siz yok musunuz?
Bunların ne mal olduğunu başından beri biliyordunuz…
Truva atı niyetine kutsal siyasetimizin arasına kakaladınız!


Aralarında kimler yok ki?
Neyse, MİT’imizin başı şu günlerde dertli…
Hakanımız hele bir kıçı kurtarsın…
Alayınızın rezilliklerini ifşa etmezsem Mossad ajanı olayım!


Gelelim bizimkilerin telaşına…
Sandılar ki bir fiskeyle iktidarımız yıkılacak!
Bu ne korku bu ne panik?
Doksan yıllık hedeflerimizden bu kadar kolay vazgeçip teslim mi olacağız…
Ayrıca yazık değil mi on yıllık emeklerimize…
Bu saatten sonra nasıl bakarız cemaatimizin sıfatına?


Onlarda bir tarafa, zenginlerimiz yandaşlarımız “Büyük Türkiye” diye diye
sabah/akşam bizleri öven omuzdaşlarımız…
Nice olacaktır hâlleri?

Silivri benzeri ikinci bir kamp kurmak…
Özelin özeli yetkilerle donatılan savcıları
Truvalı Ergenekoncuları içeri tıkmak için göreve çağırmak lâzım.

Ya kanun, ya meclis?
Mühim değil efendim, “Kanun Hükmünde Kararname”ler sağolsun…


Peki, kamp yeri?
Kıyamam, ne de olsa bizim çocuklar, az emek harcamadılar…
Boğaz manzaralı olsun, şarabı-kadını-sanatı-mehtabı çok severler!


www.gazetemen.com

.

10 Şubat 2012

Güven!

.

Ülkede güven bunalımı yaşanıyor.
Kimse kimseye, kurumlar kurumlara güvenmiyor.
Homojen devlet yapısı yok, derin çatlaklar var.
Su tutmuyor, tutacak da gözükmüyor!


Ortalık her zamanki gibi toz duman.
Bilgi kirliliği had safhada…
Yargıyla polisi, iktidarla MİT’i kombin yapıp
ittifak yelpazesi sunanlar mı ararsın…
Amerika’dan Mossad’a uzanan komplo teorileri üretenler mi?


Şaşırdık kaldık, hadi Ergenekon’u anladık
Emekli Genel Kurmay Başkanı…
Epeyce milletvekili uzun zamandır misafirhanede…
İster misiniz kadroya Fidan’da dahil olsun!


Aman tanrım! Nereye sürükleniyor ülke?
Tamam, üç buçuk darbe yaşadık…
Elektronik postayla tanıştık…
Lâkin son gelinen nokta, kaos mu çöküş mü?


Halbuki işler daha düne kadar ne güzel gidiyordu.
Çılgın projelerimiz, en ilerisinden demokrasi hayâllerimiz vardı.
Binmiştik AKP flâmalı gemiye…
Meçhule değil, dünyevî cennete doğru yelken açmıştık.


Güçlü esiyordu rüzgâr, solcusu-sağcısı-liberali yeminli gemi tayfası.
Kaptan mutlu yolcular dört köşe, referandum mîlad…
Yüzde ellilik seçim büyük ikramiye…
“Yürü kulum” demiş Allah!


Çok merak ediyorum; “ne oldu bize?”
Lâf aramızda, alışmıştık bölgesel liderliğe…
Tunus-Mısır-Libya, sırada var Suriye.
Alayı tekelden dizayn edildi, operasyonun baş mimarı Türkiye!


Bakar mısınız?
Rusya girdi devreye…
Peşinden kılkuyruk Sarkozy…
Merkel zaten malûm…
İran kalkandan tetikte…
Irak gayya kuyusu…
İsrail küsülü…
Eee, nereye varacak bu işin sonu?


İyisi mi, MİT’in başı Hasan’ı teslim edelim devlete…
Versin ifadesini, döksün eteğindeki taşı.
PKK’yı, KCK’yı boş verin…
Çözülüp iktidarın kozmik odalarından söz ederse…
“Olmaz olmaz” demeyin, Kaynak Abi’yi hatırlayın…
Ne şenlik olur di mi?


Bu arada ne yapıyor CHP?
Güldürmeyin allaaşkına…
Tadilât varmış, dükkân uzun süre kapalıymış…
Bilâ tarihte açılmak üzere mahkeme koridorlarındaymış!


Ya iktidar seviciler?
Bilemem, lâkin memleketimde boyacı Demirali vardı…
Tatlı dilli gerçek Roman’dı…
Boyar parlatırdı ayakkabıları, düğünlerde cümbüş çalardı…
Öyle böyle değil, hakiki sanatkârdı.


Ya şimdikiler?
Ne siyasetten ne musikîden anlar…
Varsa yoksa iktidarı yağlar…
İşsiz kalırlarsa dümbelek bile çalamazlar!


www.gazetemen.com

.

Gölpınarlı'nın penceresinden...

.

Abdulbaki Gölpınarlı
Abdulbaki Gölpınarlı “Din”i vücudumuzda dolaşan
hayatî sıvı kana benzetir.
Varlığını bilir dışarı akmasını arzulamayız.
Seküler hayatı ne kadar güzel özetlemiş.


On yıl önce Ukrayna’yı gezmiştim.
Kiev dahil gördüğüm önemli kentlerinde halk
kiliselere olağanüstü ilgi duyuyordu.

Daha açıkçası sosyalist sistemin çökmesinden sonra
din yükselen değer olarak hayatlarına tekrar girmişti.

Demek ki yetmiş yıl devletin ateizm pompalaması
yeterli olmamış, inancı kökünden kazıyamamıştı!
Gölpınarlı’nın belirttiği gibi kan organizmada
yeniden turlamaya başlamıştı.


Bir de dinin siyasileşmesi sonucu inancın bünyeden
taşıp gün yüzüne çıkması var ki, kanın fışkırmasıdır.
Bu olgu çoğu ülkede dinsel hayatın (şeriat) temel kuralıdır.


Bugünler de tartışılan konu bu değil mi?
Tanrı ile birey arasındaki köprü “din” siyasileşip
günlük hayatımıza etki edecek mi?

Başbakan öyle lâflar sarf ediyor ki ahlâkı inanç üzerinden açıklıyor.
Benzer bir değerlendirmeyi de sitemizin değerli yazarı sayın Nakay yapıyor;
“Allah korkusu olmayandan korkarım…”.
Anlıyorum ki Erdoğan ile Zuhal Hanım “Allahsızları” sevmiyorlar!


Bırakalım dünya çapında olanları, ülkemizden iki tane örnek vermek isterim…
Ateist olduklarını her defasında vurgulayan rahmetliler Mîna Urgan ile Aziz Nesin.
Bence yüksek ahlâk sahibi şahsiyetlerdi.
İnsanlık âlemine yaptıkları olumlu katkılarda bilinen gerçekler.


Dolayısıyla ateizmi din, ideolojik disiplin olarak görmemek lâzım.
Stalin ve benzerlerinin zalimliği dinsizliğin ürünü değil, diktatörlüğün sonucudur.
Şeriatla idare edilen Müslüman ülkelerdeki örnekleri gibi!


Fakat çağımızda, özellikle endüstrileşme kentleşme sürecini
tamamlayamamış ülkelerde “din” sömürüden nasibini alan zayıf halka…
Aynen bizde olduğu gibi!

Demokrasi ve bu bağlamda laiklik prensiplerini içlerine
sindirememiş siyasilerin kaşıdıkları, kanattıkları ilk alan din.
Ve bu metod iktidara ulaşmada vazgeçilmez derecede cazip,
test edilmiş sonuçları kesin.


O nedenledir ki dinsel motifli tartışmalar prim yapıyor.
Bilhassa arkasını inanca dayayan siyasiler toplum katında yarışmaya
bir adım önde başlıyor.

Ayrıca durduk yere mi şiir okudu Başbakanımız…
Yıllar önceydi, belediye başkanıydı…
Yer Siirt, coşmuştu; “camiler kışlamız…” diye haykırıyordu!

İşte netice, işte iktidar!

Demokrasi, laiklik bu saatten sonra kanın sessizce akışını sağlar mı?
Hiç sanmam, ülkemizde İmam-Hatip’li olmak ayrıcalık…
Üstün sınıf, Osmanlının Enderun’u Sultanî’si!
Uhrevi dünyanın pazarlandığı, dünya nimetlerinin ıskalanmadığı
kapitalizmin hâkim olduğu yeşiller çıkmazı!


Haydi hayırlısı!

www.gazetemen.com

.

Daralan Zaman!

.

Kenan Evren yirminci yüzyılın en büyük ressamlarından
Picasso’nun resimleri için; “Bunları ben de yaparım” demişti…
Yaptı mı yapmadı mı bilemem…
İktidar sözünde durursa Paşa’nın rütbeleri sökülmek üzere!
Var mı apoletler eşliğinde konuşmak?
“Ucube” tespiti de öyle değil miydi?
Mübârek sanki Neronzade, “yıkın” dedi, yıkıldı!


Dün siyasetin Salı toplantıları…
Gündemde Nobel adayı Paul Auster…
Heykel gibi edebiyata vakıf RTE, esti kükredi…
Yazarı yerden yere vurdu, tek kelimeyle nakavt!


Bence bu da bir şans…
Heykel roman sanatın her branşından anlayan Başbakanımız var!
Üstelik iç siyasete de egemen, uluslararasına da…
İyi yetişti, teşekkürler Davutoğlu, bu kadar kısa sürede bu denli başarı…
Boşuna Hoca olmamışsın Boğaziçi’ne!


Gelelim muhalefete…
Assolistin kalitesi belli…
Politikayı döndürdü tulûat tiyatrosuna!


Yıllar önce Dümbüllü’yü Tepebaşı tiyatrosunda izledim.
Çok bilinen kartvizit niyetli hıyar esprisini…
Aradan elli yıl geçti, hıyar hâlâ gündemde, seyirci biz miyiz?


Kemal Bey,
Son sözüm size…
Her konuda hükümetin başına lâf yetiştirmek zorunda mısın?
Ülke gerçeklerinden uzaklaşıp tuzağa düştüğünün farkında mısın?
Körün istediği bir göz, sen veriyorsun dört göz…
Arkanda oy birliğiyle seçildiğin kurultay, yüzde 26’da oy…
Daha ne olsun, “az veren gönülden” sözünü hiç duymadın mı?


Dostum, sahip olduklarının kıymetini bil…
Anketler; yüzde yirmilere doğru seyahat etmenden söz ediyor.
Anlıyorum, koltuk değerli, oturan memnun giden çok dertli!
Parti için yine de son şanssın…
Ali Abim (Topuz) diyor ki; “Bölünmeye gidiyor” CHP.


Eğer söylenenlere kulak vermezsen…
İnan ki ne sen kalacaksın ne parti.
Daha ne söyleyip yazayım Kemal Abi?
Yaşın yaşıma, ahlâkın ahlâkıma denk…
Lâkin yöneticilik zaafların yok mu?
Hele etrafındaki üç-beş aklı evvel!

Velhasılıkelâm, gidişat berbat umut verici değil.
Önünüzde iki kurultay, belki devamı var…
Bir de yerel seçimler…
Bu kadar atraksiyonu kaldırır mı bünye?
Eskiden olsa no problem…
Bu işlerin kompetanıydı Deniz Usta!
Piyasadan toplardı popüler üç-beş adam…
Parti yenilendi sloganıyla yola devam!


Şimdi öyle mi?
Karşınızda sağlam mı sağlam üstelik oyu yükselen iktidar…
Başında Erdoğan, çağın yeni lideri…
Futbolun düştüğü çaresizlikleri çözemez ama
yedi düveli hizaya sokmaya iştahlı…
CHP’yi mezara gömmek için de “yemin ettim” dercesine
gözü kara, kavgasında istikrarlı.
Çağrılarımız son vakit dardır, ona göre hareket et Kemal Abi!


www.gazetemen.com

.

09 Şubat 2012

Siyasetin Ahlâkla Dansı!

.

“Ucu ormana açık” deyimini duymuşsunuzdur…
Sınırları belli olmayan anlamında kullanılır.
Meselâ bir mevzuu açarsınız, noktanın konulacağı zaman dilimi belirsizdir…

Aynen RTE Bey’in yaptığı gibi.

Bu metodu çok sevdi, hatta müptelâsı oldu.
Karşılığı olan damar yakaladıysa, Erzurum çökeleği gibi sündürmekten
fevkalâde keyif alyor.


Ayrıca gündemi -muhalefetin desteğiyle- kendi belirlediği için
konu sıkıntısı çekilmiyor, aklına her geleni piyasaya sürebiliyor…
Ülkenin gerçek dertlerine -aş ve iş sorunu- dokunmamak şartıyla…

Mutlak iktidar olmak demek ki böyle bir şey!

Netameli Uludere vakası komisyonda…
Sorkozy’ye gıyaben mahkûmiyet, Egemen showda…
Amerikalı Paul'ün ağzının payı tamam…

Sırada ne var? O da “Din ve ahlâk”.

Tartışalım, nasıl olsa beyefendinin “Ustalık” döneminde…
Cumhurbaşkanlığının arifesindeyiz!
Giderayak herkes eteğindeki taşı dökecek, içindeki kini kusacak.

Madem “ileri demokrasi”de yaşıyoruz, sallayacaksın değerleri…
Cumhuriyet’i, M.Kemal’i ki; ses getirsin, sarsılsın sistem temellerinden!


Evet, “ahlâk” hassas ve önemli, kaynağını dinde ararsan daha da çetrefilli…
İşin içine tarih, felsefe, sosyoloji, ilâhiyat, şeriat, siyaset…
Bir de ulemanın, hünkârımızın yüksek görüşleri giriyor!
Çünkü gençliğimizin yarınlarına karar verilecek.

İşte bu nedenle karşımızda iki yol, iki tercih;

A- Muhafazakâr dindarlık.
B- Ateizm-tinercilik.


Allah allah, ne enteresan seçenekler.
Üstelik yirmi birinci yüzyılda…
Bilgi çağında, küresel dünyada!


Neyse, toplum mühendisi Başbakanımız diyorsa elbet bir bildiği vardır…
Boru mu yüzde 50 oy almak, toplumun yarısının sevgisine mazhar olmak?
Peki, n’olacak şimdi?
Sunulan iki hayat tarzından başka bir yol kalmadı mı?
Yetiştirdiğim evlâtlarımdan vazgeçtim bari torunların geleceğini kurtarsak.


Tinerciliğin ne b.k olduğunu bilir, ateizmden çakmam…
Muhafazakâr dindarlıktan kasıt nedir?
Sınırları var mıdır, son noktası Cüppeli midir?
Şarabı sever, mecnunluktan hoşlanırız…
Bulursak parayı jet-skiye de bineriz ama…
Yine de böylesi derin mevzuları tartışmak lâzım.


Zaten toplumumuzun başına ne geldiyse CHP yüzünden geldi…
Hele o tek adamlar yok mu?
Camileri yıkıp tahıl ambarı yapanlar, ekmeği karneyle dağıtanlar…
Ateist, teist, deist, agnostik, tinerci, hapçı, eksantrik nesil yetiştirenler…
Yatacak yerleri yok valla!


Halbuki günümüzde öyle mi?
Sarıldın mı dine, gittin mi umreye…
“Açıl susam açıl”…


Benim gençliğimde Leyla Sayar vardı, dansöz…
Şuh ve güzel kadındı…
Bir de Kudret Abi (Şandra), dansöz hocası, civanmert delikanlıydı…
Yıllar sonra duydum ki, ikisi de hidayete ermişler…

Çok merak eder dururum, son hâllerini gören bilen varsa insaniyet namına
iki satır meyil atsınlar posta kutucuğuma!


Not: Kusura bakmayın mevzuyu dağıttık, ne yapalım konu elastiki ve hassas.

www.gazetemen.com

.

07 Şubat 2012

İddia!

.

Güneşli Pazar günü…
FB&BJK derbisi…
Geleneksel Moda-Kadıköy yürüyüşünü yapıyorum…
Kızıltoprak’taki “Nazlı’nın yeri” çoktan dolmuş,
çevresindeki kalabalık üç-beş bin kişi.


Dürümcüsünden çiğ köftecisine tüm işyerleri sarı/lacivert bayraklarla donatılmış…
Gençlerin ellerinde kutu biralar, stadyumda yaşanacak coşkunun
alt yapısını hazırlamakla meşguller!


Kimsenin umurunda değil siyaset…
Erdoğan’ın sağa sola sarkmaları, kıtalararası lâf yetiştirmeleri…
CHP’nin duble kurultayı, kulislerde dönen tezgâhlar…
Tek hedefe kitlenmişler, illâ ki Fenerbahçe kazanacak!


Eskiden maç öncesi atmosfer böylemiydi…
Alkol sınırlarının aşıldığı, gözlerin çakmak çakmak olduğu…
Kin, nefret, öfke seli…
Potansiyel suç aletine dönüşmek, giyilen formayla kimlik değiştirmek!


Gelişini tam hatırlamıyorum, yalnız “İddia” denilen oyunla birlikte
özellikle futbolumuzda çok şey değişti…
İlk Gökdeniz, Fatih’le duyuldu çirkinlikler…
Kurşunlanan arabalar, yargılamalar, şike nedeniyle verilen cezalar.


Daha sonra “İddia” dal budak sardı…
7x24 oynanabilen, sportif alanı gezegeni kapsayan enteresan bir bahis…
Bûluğ çağından başlayarak herkesin katılabildiği keskin bir kumar!
Milyonlarca doların döndüğü sarmal, cazibesi yüksek emeksiz kazanç…
Totoyu, lotoyu, at yarışlarını çok gerilerde bırakan evrensel bezirgânlık!


Çoğunluğu işsiz güçsüz dar gelirli emekçi yığınların yanı sıra
mafyanın, sporcunun, yöneticinin, antrenörün ilgi duyduğu asrın harikâsı…
Yatırılan büyük paralar sonucu kazandıran yasal organizasyon!


Yakın tarihimizde Antalya’da su yüzüne çıkmıştı…
Birinci ligde oynayan basketbol takımının koçu kendi maçına
yüksek miktarda “İddia” oynuyor ve kazanıyordu!
Hem de helâlinden, ne güzel iş, takımın yenilse bile kumarda kazanmak!


Tamam, kapitalist sistemin temeli sömürü üzerinedir…
Üretirsin, pazarlarsın, satarsın, artı değere el koyarsın…
Yalnız bununda bir namusu, ahlâkı var…
Az sömürürsün, çok sömürürsün, vahşice sömürürsün…

Lâkin yoksul kitlelere umut pompalamak yok mu?

Şike adı altında gerçekleşen rezil ilişkilere alet etmek…
İnsanların sportif duygularını, taraftarlık heyecanını sömürmek…

İşte bunun adı: devlet eliyle soygundur, hırsızlıktır…
Halkın emeğini çalmak, kumar kültürünü yaygınlaştırmak…
Bir takım şikeci çetelerin servet sahibi olmalarına zemin hazırlamaktır.


Keşke casinolar, kumarhaneler kapanmasaydı…
En azından oynayan oynatan belliydi…
Patronları “Kral” diye anılır…
Vergi rekortmenleri listesinde ilk sıralarda yer alırdı…


Ya şimdi?
Adı “İddia”, arka plânı kokuşmuş karanlık dünya…

Evet, izlemeye devam…
Ne siyasetçiyiz, ne sporcu…
İddialı olmak hoş, naturada ahlâk varsa!


www.gazetemen.com

.

06 Şubat 2012

Emperyal Umutlar!

.

Kapitalizmin sevdiği
Filozof
Žižek!
Sloven filozof Slavoj Žižek ile Amerikalı romancı Paul Auster
ülkemiz gündemini belirliyorlar ya, helâl olsun!
Özellikle Mr.Auster, Başbakan seviyesinde muhatap bulabiliyor…
Her ne kadar “gelsen ne olur gelmesen ne olur” türden yüksek düzeyde
edebî ûslupla karşılık bulsa da, entelektüel zenginliğimize katkı yaptığı kesindir!


Zaten işimiz gücümüz enflasyonumuz yok…
Bu sohbetleri izleyerek günümüzü gün ediyoruz!
Depremzede Vanlıların durumu, kimin umurunda?
CHP’yle uğraşmak varken, yaşasın iç politikanın şehveti cazibesi!


Hükümetin başı muhalefetteki Kılıçdaroğlu için; şans diyor…
Doğru söylemiş…
Aynı tespiti parti içindeki “Tüzükseverler” de yapıyor!

Dolayısıyla RTE’yle CHP’li müzmin muhalifler aynı noktada buluşuyor.
Siyasette önemli aşama, düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesinden hareketle
Baykal ile Sav -promosyondan garnitürler- AKP’nin müttefikidirler.


Ya Žižek’e ne demeli?
Osmanlı hayranıymış, Kemal’de (Atatürk) fena adam değilmiş!
Bir de tavsiyede bulunmuş;
“Bölgenizdeki tüm Kürtleri bayrağınız altında toplayıp özerklik verin”.
Oldu canım, öperim seni, başka isteğin?


Vatandaşımız Kürt’ün derdine yıllardır çare olamayıp…
Yanlış politikalar sonucu Apo’nun şefkâtli kollarına teslim et…
Bu saatten sonra Barzani’nin Talabani’nin kahrını çek!


Uzaktan davulun sesi hoş gelirmiş…
Pop-sosyologun ülkesi kırk parça…
Ne sosyalizm kaldı, ne Tito…
Ünlü feylosofa; “Kelin melhemi olsa …” desem anlar mı?


Ayrıca çok merak ediyorum…
Başka ülkelerin iç işlerine karışmak ne zamandır moda?
Halkımız Tayyip Bey’den fevkalâde memnun…
Bugün seçim olsa; yüzde 53 oyu kesin…

Kırk yılın başı “Tanrının lûtfu” başbakana kavuştuk…
Çokbilmiş bedbahtlar, ne istersiniz iktidarımızdan Kasımpaşalımızdan?


Biz karışıyor muyuz Suriye’ye, Irak’a, İran’a, Mısır’a, Libya’ya, Filistin’e, İsrail’e…
Nazımızı çeken tek dostumuz Rusya…
Nükleerde çakmışız imzayı…
Dışişleri bakanımız diyor ki; “Aile yapımıza uygundur kuzey kadını”…
İşte gerçek, işte gelecek…
Verdiğin fetva için, “Çok yaşa Davut Amca”…
Haydi asîl Türk erkeği, görev başına!


Fakat edebiyatçı Paul Auster’e yönelttiğimiz kibirli kelâmın
yüzde birini Obama’ya, Putin’e sarf edelim…
Yarından itibaren Sultanbeyli AKP teşkilâtına üye olmazsam
Beyaz Türk olayım!

Çünkü bu topraklar hamasetin prim yaptığı...
Yoksulu bol zengini az emperyal umutlarla yaşayan ülke!


www.gazetemen.com

.

05 Şubat 2012

Samîmiyet Sınavı!

.

Saçma gelebilir ama uzun zamandır gündeme getirmeye
cesaret edemediğim sorumun cevabını buldum…
Hem de vatan topraklarında, Fethiye’de.


Yalnız bugüne kadar cevaplayamadığım sorumu öncelikle açıklayayım…
Evet, ülkemizde olası bir koalisyon şartları oluşursa;


A- CHP+MHP
B- AKP+CHP iktidarını mı tercih edersiniz?


Benim cevabım; işkencecilerini bağışlayan rahmetli İlhan Abi’ye inat “B” şıkkı…
Yanlış okumuyorsunuz, açık yüreklilikle yazıyorum, favorim AKP ile CHP…
Üstelik sabah/akşam iktidarı, RTE’yi eleştiren…
“Yetmez ama Evet”çi olmayan sıradan bir vatandaş olarak.


Gelelim gerekçeme;

En taze olanından başlayayım…
Fethiye Belediye Meclisi’nin muhalif üyeleri, dönemin ruhuna uygun olarak
Kenan Evren caddesinin adını değiştirmek istemişler…
Ne var bunda, elbette alkışlanacak bir tutum…
Ve demokratik nizâm içinde mecliste oylama yapılmış…


İşte sonuç:

CHP+AKP’lilerin 10 “Evet” oy’una karşılık
MHP’li üyelerin 11 oyuyla öneri “Ret” edilmiş!

Buyrun cenaze namazına, buyrun arabesk demokrasiye…

Bir de MHP’li başkan demez mi;

Geçmişi yargılamayı bırakalım, 12 Eylül’de 45 gün işkence görüp 4 ay hapis yattım…
O nedenle Kenan Evren’e çok kızgınım…
Korkumdan 12 Eylül Anayasası’na EVET dedim…
Adam zaten 90’ını geçti, bu saatten sonra yargılansa ne olur, yargılanmasa ne olur
?”.


Tamam, işkence görmüş bir kişisin, yitirdiğin arkadaşlarına saygı, en azından
siyasî ahlâk bakımından 12 Eylül’ün izlerini temizlemen gerekmez miydi yiğit Başkan?
Çamura yatmak, kıvırtmak, lâfazanlık yakışıyor mu senin gibi bir Bozkurt’a?


Ha, 12 Eylül mahkeme salonlarından seslenen ebedî lideriniz gibi düşünüyorsan haklısın…
Ne demişti Türkeş; “Fikirlerimiz iktidarda, biz içerdeyiz!”.

Genel merkezinizde aynı kafada olacak ki her konuda iktidarla aynı fikirde.

Asıyor kesiyor, ip atıyor, sesleri çok çıkıyor ama…
Cumhurbaşkanlığı seçiminden türbana kadar her konuda
AKP’nin stepnesi olmaktan geri durmuyor!
Bekleyip görelim, bakalım daha ne marifetler sergileyecekler?
Nokta!


Şimdiii, madem MHP’yi ayrı tutup AKP+CHP koalisyonu önerdim…
Hayâl bu ya, oldu olacak bir de Bakanlar Kurulu pazarlığı yapayım…
Özellikle sol kulvardan gelen bir kişi olarak!


Bilhâssa iki bakanlığın altını çizmek isterim…
Birincisi Maliye, ikincisi Millî Eğitim.
Bu ikisini CHP alsın, geri kalanı AKP’ye kalsın…

Görün bakalım Türkiye’nin geleceğini?
Davut hariciyede , İdris dahiliyede…
O zaman emperyal güçtür Türkiye, kesin ilk üçte!


Zaten başyazarımıza göre; içte dışta bölgede Kandil’de no problem…
Peki, uzlaşır mı AKP?
Bilemem, yalnız şunu derim;
“İsteyeninin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü …”
Eh, oryantalizmin-devrimciliğin en kralı iktidarda!


Ne dersiniz, yanılıyor muyum…
Yoksa darı ambarında mıyım?
Bilhassa CHP’nin son hâllerini gördükten sonra…
Vaziyet umutsuz vaka!


Not: Ola ki bir koalisyon gerçekleşir...
Maliye'de Kamer Genç, Millî Eğitim'de soyadıyla mûsemma
Adnan Keskin'i tek geçerim.


www.gazetemen.com

.

03 Şubat 2012

"Demokrat-Diktatör"...

.

Piar-Gallup araştırma şirketinin kurucusu Bülent Tanla
Baykallı devirlerde iki dönem CHP milletvekilliği yaptı.
Ayrıca Cumhurbaşkanı, Başbakan danışmanlığı ile
CHP Genel Başkan Başdanışmanı görevlerini üstlendi.
Üretken, yaratıcı siyasetçi olarak hafızalarımızda iz bıraktı.


En son olarak “Gazetemen”in kardeş sitesi “ULUS-923”de
yazmaya başlayacağını öğrenince çok sevinmiştim…
İşte; yılların tecrübesi, birikimi, fikir önderi diye düşündüm.


Ancak ilk yazısını okuyunca -ne yalan söyleyeyim- tüm önyargılarım alt-üst oldu…
Daha açıkçası sûkut-u hayâle uğradım!
Yalnız haksızlık etmeyelim, köşesinden çok doğru önermelerde de bulunmuş…
Lâkin “Otorite ile Demokrat” kavramlarını yan yana getirince
canımız sıkıldı, güvendiğimiz bereketli ovaya kar yağdı!


Üstelik CHP’nin gündemde olduğu, yoğun tartışıldığı şu günlerde…
Vazgeçtik dünden, partinin geleceğini belirleyecek tüzük kurultayı var…
Şubatın yirmi altısında…
Çok merak ediyorum, taraf mı delege mi sayın Tanla?


Evet, Bülent Bey ülkemizin yetiştirdiği entelektüel-araştırmacı
politikacı profilinin ender örneklerinin ilk sıralarında yer alır…
Hele Latinler, Brezilya seferini nasıl unutabiliriz?
Getirdiği bilgiler Kolomb’un altınlarından değerliydi.


Yine de “otoriter demokrat” tavsiyesi iştahımızı kaçırdı…
Tezini de güzelce allayıp pullayıp süslemiş, “tatlı-sert” kıvamında sunmuş…
Hem çok seslilik var, hem monolotik reçeteler!


Bu arada -ihtimal vermem ama- sanırsınız tek adam devirlerini özlüyor…
Veya cumhurbaşkanı olacak RTE’den sonra AKP’ye lider tipolojisi çiziyor.
Her ikisi de olamayacağına göre ne işi var otoriter başkanın CHP’de?
Ayrıca otoriterliğin bir ileri aşaması?
Aman tanrım, düşüncesi bile akla zarar!
Zaten on yıllık deneyim sahibiyiz, bir de CHP’ye otoriter portre!


Fakat sosyal demokrasinin duayeni bu görüşleri savunuyorsa elbet bir bildiği var…
Yoksa durduk yere mi aklına geldi?
Partiyi ondan daha iyi bilecek değiliz ya…
Bünyede Baykalcısı-Sav'cısı, ulusalcısı-Kemalisti nadiren de olsa sosyal demokratı var.
Belki bu yapıya yakışır “Otoriter-Demokrat” genel başkan!


Rap rap rap, istikâmet kâğıttan kaplan…
Marş marş marş, ilk hedef AYM…
Ya halkımızın iradesi, sosyal demokrasi, ya iktidar ülküsü?
Boş ver canım, kontenjandan yüzde 20 yeter de artar bile…
Yeter ki liderimiz otoriter demokrat olsun!


Bülent Bey, bağışlayınız ama izlediğimiz manzara böyle.
Sizin orijinal görüşleriniz gibi köşe komşunuz genç akademisyen
Ozan Örmeci’yi de okuyoruz…
Günlerdir sosyal demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü yazıyor…
(Lâf aramızda, bi uzun bi didaktik bi kararlı yazıyor, kafamıza taş atsa daha iyi!).


Neyse aile içi muhabbeti sulandırmayalım…
Kimlerden söz etmiyor ki;
Ferdinand Lasalle , Eduard Bernstein, Karl Kautsky (meşhur dönek),
Jean Jaures, Leon Blum, Fabiancılar ve yüksek huzurlarınızda
düşünce özgürlüğü şampiyonu: John Stuart Mill…


Dolayısıyla Bülent Abi, -kusura bakma- biz ailecek Ozancı olduk…
“Demokrat-Otoriter” başkan sizin olsun…
Saygılar.


Not: İnşallah yazdıklarınızı mülâyim Kemal Abi okumaz!

www.gazetemen.com

.

02 Şubat 2012

Yarım yüzyıllık Sendikacı!

.

Ağlayan Başkan!
Medyamız işçi sınıfımızı derin üzüntülere gark eden
acı haberi vermekte gecikmediler;


Son bir aydır solunum yetmezliği teşhisiyle Türkiye Diyanet Vakfı
29 Mayıs Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi'nde yatmakta olan Başoğlu,
bugün sabah saatlerinde Ümitköy'deki evinde hayatını kaybetti.


2011 yılında yapılan son seçimlerde aday olmayarak 50 yıllık
aktif sendikacılığı bıraktığını açıklayan Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası
Onursal Başkanı Başoğlu, 16. Dönem Ankara Milletvekilliği ile
eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel'in başdanışmanlığı
görevinde de bulunmuştu.


Mustafa Başoğlu 1933 tarihinde Trabzon’da doğdu.
1963 yılında İstanbul Bakırköy Akıl Hastanesi Adli Servis katibiyken,
kurucu üye olarak Sağlık-İş’te sendikacılığa başladı.
İlk genel kurulda da sendika başkanı oldu.


1967-1983 yılları arasında yapılan genel kurullarda Türk-İş Yönetim Kurulu
üyeliğine seçildi. Türk-İş Yönetim Kurulu tarafından çeşitli komisyonlara
ve bilhassa mevzuat ve asgari ücret komisyonları ile Yüksek Hakem kurulu
üyeliğine atandı.


1983 yılında Uluslararası Kamu Hizmetleri Federasyonu’nun (PSI)
İcra Kurulu üyeliğine, 1986-1989 Türk-İş Genel Kurulunda
Genel Eğitim sekreterliğine, Hür Dünya İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU)
ve Avrupa İşçi Sendikaları Birliği (ETUC) İcra Kurulu üyeliklerine seçildi.

1976 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Mütevelli Heyeti üyeliğine atandı.


1977 yılında yapılan genel seçimde Adalet Partisi Ankara milletvekilliğine,
iki defa da Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu üyeliğine seçildi.

50 yıl aralıksız görevini sürdüren Başoğlu 12 Mart 2011 tarihinde yapılan
Sağlık-İş Sendikası Genel Kurulu’nda genel başkanlıktan ayrılmıştı.


Kongreden alkışlarla uğurlanan Başoğlu veda konuşmasında;
50 yıl sendikayı alnının akıyla idare ettiğini, güzel işler yaptıklarını,
işçi aidatını en iyi şekilde değerlendirdiklerini söylemişti…
Bu konuşmadan etkilen delegeler ve Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu
gözyaşlarına hâkim olamamışlardı!


Evet, onca görevin üstesinden gelen ve dün yitirdiğimiz rahmetlinin
değerini şimdi daha iyi anlıyoruz…
Katiplikten sendikacılığa milletvekilliğine, eğitim sektöründen
Çankaya başdanışmanlığına!

Ulusal, uluslararası her alanda üstün başarılara imza atan Mustafa Başoğlu
soyadıyla müsemma kişiliğiyle daima baş olmuştur.


Günümüzde sağlık işkolunda çalışan emekçilerin ücretleri, sosyal güvenceleri ne durumda?
Bilemiyoruz, ancak yarım yüzyıllık önderlerini kaybettikleri için üzüntü içinde
olduklarını tahmin etmek güç olmasa gerek!

Böylesi yıldız sendikacılar kolay yetişmiyor...

Ne diyelim; “Vatanımız, milletimiz, işçi sınıfımızın başı sağolsun”…
Huzur içinde yat büyük başkan…
50 yıllık rekorunu kıracak daha çok sendikacımız, siyasetçimiz var!


www.gazetemen.com

.

01 Şubat 2012

Vicdan ile Zaman!

.

CHP’yi yazmayayım diyorum ama ne mümkün!
“Zaman” Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı gazetenin 25.Yıl
kutlama törenlerini köşesinden aktarmış;


CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'in,
Zaman denince aklıma tek şey geliyor, VİCDAN demesi
gerçekten unutulmayacak önemli bir tespitti.


Haklı, Tekin’in “vicdan” çağrışımı unutulacak gibi değil!
Üstelik konuştuğu mekân Zamancıların plâtformu…
Tamam, söz konusu kişi basından sorumlu parti yöneticisi..


Ancak, gittiği her yerde aslî görevi mavi boncuk dağıtmak mı?
Vakit gazetesi kokteyline de katılsaydı kim bilir neler söyleyecekti…
Doğrusu ya, çok merak ediyorum…

Ayrıca vicdan denen hassas bölge bu derece elâstiki mi?
Üstelik 26 Şubat’ta kurultay var…
CHP dostları günlerdir yazıyor sesleniyor;
Nereye sürükleniyor parti?”…


Anlaşılıyor ki ilke falan rastgele…
Mühim olan zamanın ruhuna dümen kırmak…
Pensilvanya’da olur, Hırka-î Şerif’te, Anıtkâbir’de!


Ayrıca kara çarşaf, türban açılımlarını daha önce görmedik mi?
Yine başrol de -ne tesadüftür- Gürsel Tekin vardı…
Oy mu geldi, parti yüzde 30’u mu yakaladı?
Sonuç: sıfıra sıfır, elde var -eğer kaldıysa- yüzde yirmi altı!


İnanın yorgun düştük…
On sekiz yıl ebedî şef Baykal’ı izle…
Bizans’a rahmet okutan entrikalara katlan…
Barajın altındaki trajik yıllara tahammül et…
Talihsiz bir kaza sonucu(!) büyük umutlarla partiyi Kılıçdaroğlu’na teslim et…


Eee, sonra?
Altmış yıldır iktidar hasretiyle yanıp tutuşan bir seçmen olarak…
Yeminli CHP sevdalıları(!) dergâhında “vicdan” show, maskeli diyaloglara şahit ol…
Ondan sonra kurultaydan çıkması vaat edilen demokratik tüzüğe inan!


Bazen düşünüyorum…
Sorun bende, muhalif kimliğimde mi, zaaflarımda mı?
Yoksa yıllardır gönül verdiğim partinin harcında mı?

Aptal değilim, ara sıra sorularımın cevaplarını buluyorum…

Ancak hissettiklerimi, algıladıklarımı itiraf edip açıklamak o kadar kolay mı?
CHP bu, atsan atılacak satsan satılacak türden değil.
M.Kemal’den özel mirâs, yaşı seksen dokuz.

Vicdanımızda Gürsel’inki gibi oynak değil…

Değerlerimiz arasında başta alın teri, emek, demokrasi, özgürlük,
laiklik, eşitlik, adalet var…

Hâl böyle olunca…
Umurumuzda mı “Zaman”, umurumuzda mı dumanlı havalar?


Peki, nedir esas problem…
Kronik açmaz, sıkıntı?
İdeoloji diyorsunuz, tısss…
Malzemeden çalınmış sosyal demokrasiden söz ediyorsunuz…
Duyan yok.


Sol rüzgârların esmediği, didişmenin tükenmediği, yoksulun derdinin dert edilmediği…
Bir parti…
Elinizi vicdanınıza koyun, iktidara gelir mi bu parti?


www.gazetemen.com

.