bir şair vardı, öğretmen

02 Eylül 2012

Sonbaharda Nihavent!

Macit CÜNÜNOĞLU

 
 

Nihavent bestesinden Şekip Ayhan Özışık sesleniyor:“Yine hazân mevsimi geldi
Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek
Yine deli gönlüm yine bu mevsimde
Hicrânını yalnız başına çekecek...”


Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki şarkılarda tat vermiyor.
Sıkıntılı, güvensiz, huzursuz…
“Yarınlar ne getirecek, bugünleri arayacak mıyız?”
Cevap; meçhul!

On yıldır ülkeyi yöneten AKP, seveni de var sevmeyeni de.
Tuzu kuru olanların çok fazla olduğunu sanmıyorum, deyin ki yüzde 30…
Peki, geriye kalan büyük nüfus?
Ne yer ne içer, makarna bulgurla geçer mi hayat?

Batı standartlarından vazgeçtik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden de…
Dedik ya, tuhaf bir ülkede yaşıyoruz, kimi kavun yer kimi kelek!
İşinize gelirse, fazla ses çıkarmanın da lüzumu yok…
Çünkü peşinizden gelecek insan sayısı o kadar az ki!

Dilerseniz sivil toplum kuruluşlarının hâline bakalım…
Meselâ sendikalar, Türk-İş ile DİSK…
Adları var, etkileri sıfır.
Aynı şekilde meslek kuruluşları; avukat, öğretmen, memur, sağlık örgütleri…
Tık yok, hoş konuşsalar da ciddiye alıp kulak asan yok!

Rahmetli Ecevit’in yetmişli yılların sonunda bir çağrısı vardı;
“Toplumsal Barış”, CHP iktidarda, Bülent Bey başbakan…
DİSK’in başını çektiği toplumsal muhalefet ülkeyi ayağa kaldırmıştı;
“Ne demek Toplumsal Barış?” “Bu kavram sınıfsal mücadeleye ihânet!”

Ya çağımızda, 21.yüzyılda…
Ne sınıf bilinci kaldı, ne emeğin onuru!
Varsa yoksa işverenin kârı, iş bulan insanımız öylesine şanslı ki…
İşsiz milyonlar, diplomalılar ordusu…
KPSS umut olmuş, devlet kapısı en büyük güvence!

Gördünüz mü, ne günlere kaldık?
Devleti yıkmak için bir ömür harcadık, hele liberaller…
Kıçlarını yırttılar serbest piyasa ekonomisi diye…
Alın size kapitalizm, üstelik evrensel, kallâvisinden full aksesuar!
Yine muhtacız devlete, üstelik söz konusu ekmek…
Yarınlar, iş güvencesi, emeklilik!

İşte böyle bir şey devlet, onunla da olmuyor onsuz da…
Bize de biliyoruz, malzemeden çalınmış kuruluşunda…
Lâkin demokrasisiz ülke olur mu, çekilir mi hayat?
Cumhuriyet/laiklikte önemli, fakat insanca yaşamın, özgürlüğün, çağdaşlığın
en büyük güvencesi demokrasi değil mi?

Demokrasi deyince aklınıza sandık, yüzde elli, millî irade gelmesin…
Barajların olmadığı seçimler, parti liderlerinin sultasından kurtulmuş partiler…
Irkçılığın yasaklandığı, barış ikliminin hâkim olduğu atmosfer…
Gidişattan anlaşılıyor ki bu yüzyılı ıskalamaya adaydır ülkem.

İşin tuhafı, sizleri bilmem ama kendimi padişahlık düzeninde hissediyorum…
Daha açıkçası Osmanlı tebaasına ait hâkir bir kulum!
Ulu hakanım Dolmabahçe’de, yalnız yurdu değil dört bir tarafı yönetiyor güzelce…
Rusya hariç (yemezler) eyaletimiz ilân edildi komşular!
Suriye’de vali mi değişecek, biliriz ki hünkârımızın uhdesinde!
Ne âlâ memleket, herhâlde rahatlık batıyor bizlere…
Ondan sonra da muhalefet ediyoruz devlete, yegâne yöneticisi recebe!
Huyumuz kurusun, alışkanlık işte!

Evet, en iyisi lâfı uzatmadan girizgâha uygun bir şarkıyla terennüme devam edelim…
Nihavent makamından, Kemanî Serkis Efendi’den;
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbâlime…”


Bu arada hoş geldin hazân mevsimi, sararsın yapraklar gönüller solmasın…
Sefayla neşeyle geçsin Sonbahar!


www.gazetemen.com
 

Hiç yorum yok: