bir şair vardı, öğretmen

30 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
30/06/2014 06:51

     Piyer Loti manzaraları!

A+
A-
Tayyip’siz hayatı solumak gerçekten güzel.
Bol oksijenli ortamlarda yaşamaya benziyor.
Sanki güneş bile farklı…
Bir de Yıldız Parkı’ndaysanız sincaplarla göz göze geliyorsunuz…
Ve sessiz bir diyalog başlıyor aranızda…
“Nasılsın Sincap kardeş?”
“Anlıyorum ki uzun süredir burada yaşıyorsun.”
“Abdülhamit’in ayak izleriyle karşılaşıyor musun?”
Derhal cevap veriyor:
“Karşılaşmak ne kelime, ruhu sinmiş parka.”
“Bilirsiniz, iyi marangozdur, ağaçtan anlar.”
“Çalışmalarında en çok kestaneyi, cevizi kullanmıştır.”
“İlmek ilmek oymuştur ürettiklerini…”
“Yalnız yaydığı korkular yok mu?”
“Aradan yüzyıl geçmesine rağmen hâlâ yüreğimizde yaşar!”


Vay be, zavallı sincabın hisleri buysa, ya insanların?
Lâf aramızda, iyi ki Abdülhamit döneminde yaşamıyoruz…
Ne zor iştir sıkıyönetim altında nefes almak…
Hele hele de adı konmamış,  derinden hissediliyorsa…
Aman tanrım, gerçekten özgürlüğün lezzeti bambaşka!

Fakat Tayyip ustanın idaresi de istibdat devrini aratmıyor.
Dün Eyüp Sultan’daydım…
Ramazan-ı şerifin ikinci günü, sabahın erken saatlerinde kalabalık yok,
ortalık bomboş.
Türbenin restorasyonu sürüyor, sanırım iki yıl oldu…
Ne hikmetse AKP’li müteahhitler aldıkları işleri bitirmek bilmiyorlar.
Örneğin Ortaköy Camii, tamı tamına üç yıl sürdü…
Hâlbuki Balyan ailesine verilseydi, aynı süre içinde en az üç cami dikerdi,
bir de kilise (bonus niyetine)…

Neyse, dönelim Eyüp’e…
Camiyi ziyaret ettim, bir iki fotoğraf…
Bir de 99’luk tespih, tespih sahibinin elinden kaçıp bir köşeye sığınmış…
Baktım; yalnız ve mahzun, derhâl insanî görevimi yerine getirip cebime attım…
Artık mutlu ve huzurluydum, çünkü tespihin boyuna posuna zarafetine
ilk görüşte âşık oldum…
Mübarek çektikçe parmaklarımdan kayıyor, manevi dünyamı aydınlatıyordu.
Caminin avlusunda biraz daha huşu içinde dolaştım ve bu duygular içinde
teleferiğe bindim…
Ver elini Piyer Loti…
Aslında zampik Fransızı sevmem ama adı bahşedilen koordinatlar mükemmel…
Belki de tarihî İstanbul’un en müstesna köşesi…
Tam karşısında Altın Boynuz, bir nevi Marmara’nın mavi Tuna’sı!

Her zamanki gibi ilk işim Hüseyin Avni Lifij’le buluşmak oldu…
Bana göre Osmanlı’dan yadigâr en değerli ressam…
Ne yazık ki kırk bir yaşında öldü…
Hatta bu toprakların Van Gogh’u, fakat bırakın dünyayı bizden tanıyan yok!
Öylesine ki, tam mezarının bitişiğine büfe kondurmuşlar…
Ve büfenin çör çöpü mezarın üstünde, üstelik kocaman kovalar hâlinde!
Şikayet amaçlı fotoğraflayıp belgeledim…
Ve üzüldüm; sanat adına, insana verilen değer adına utandım…
Tam Kültür Bakanı’na bir küfür sallayacakken…
Aklıma Yıldız Parkı’ndaki sincaplar geldi, özellikle söyledikleri…
İnanmayacaksınız, vallahi billahi korktum…
Çirkefe bulaşmaktansa çalıyı dolaşmak evladır ilkesiyle efkârdan bir sigara
yakayım dedim…
Yine korktum, bu kez Tayyip’ten, hışmından…
Malûm Ramazan, oruç ayı, ya adamları (kefenliler sürüsü) palayla kovalayıp beni keserlerse…
Çünkü fıtrat meselesi…
Sustum, öfkemi içime akıttım, kuyruğumu kıstırıp Kadıköy’ün yolunu tuttum…

Bu arada Eyüp’te bulunan cellatlar mezarlığını bulup inceleme amaçlı ziyaret edecektim…
Bakarsınız Yasin bile okuyabilirdim, o anki psikolojime bağlı…
Sordum soruşturdum, zaten bilen eden yok, bir dahaki sefere deyip vazgeçtim…
Evet, dönüş yolunda aklımın bir köşesinde Abdülhamit’in zulmü, bir köşesinde bizim belâ…
Yani filli Başkan, başkanlık sistemi…
Ve o meşhur millî deyişe çaresizce sığındım: “Haydi hayırlısı!”na…

Hiç yorum yok: