bir şair vardı, öğretmen

04 Haziran 2014

"Daha dün annemizin..."













Öğretmenlik mesleğinden siyasî nedenlerle ayrılmak zorunda kalmışım…
“12 Mart” süreci, yıl: 1972…
Ver elini İstanbul…
İlk işçilik, ilk sigorta numarasını alış, 8 milyon 500 bin kûsur…
İşyerim şanlı grevleriyle ünlü Demir Döküm
Silahtar’da, toplam iki bin beş yüz işçi çalışıyor…
Radyatör fabrikası, hammaddesi döküm piki…
Vardiya üç posta, tam gün üretim…
Yine de ülkeye mal yetişmiyor!
Sanayinin başlangıç yılları ve çevre bilinci sıfır (hâlâ da öyle)…
Fabrikanın lağım benzeri atığı dev borularla güzelim Haliç’e akıyor…
Kömür karası, yanlışlıkla düşerseniz magmaya karışırsınız!

Ülke her zamanki gibi sancılı…
Faşizan zihniyetin egemenliği sürüyor…
İşçi sınıfı bilinçlenme, örgütlenme çabası içinde…
Kapatılan TÖS'ün yerini alan Töb-Der hızla büyüyor.
Darağaçlarında, çatışmalarda can veren gençlik önderleri ilâhlaşmış,
ruhları genç nesillere kılavuzluk yapıyor…
Ortam tam anlamıyla kaos!

73 seçimleri nefes aldırıyor ülkeye…
CHP+MSP koalisyonu bir anlamda demokrasinin müjdesi…
Lâkin Kıbrıs bunalımı, küresel petrol krizi ekonomiyi derinden sarsıyor…
Yeniden zor yıllar, sokaklar kanlı, yokluk yaşam biçimi…
Ta ki “12 Eylül” faşizmi ve Özalizm devreye girene kadar!
İlk yarayı bireysel ahlâk alıyor…
İnsana dair şerefli, haysiyetli hayat gailesi beceriksizlik, sünepelik…
Zenginlik, soygunculuk, köşe dönmecilik başarı, erdem olarak algılanıyor!
Ve hikâyemiz köklü değişikler olmadan bugünlere kadar sürüyor.

Bugün ikinci torunum geldi dünyaya…
Ailede müthiş heyecan, bir o kadar da endişe…
Neşenin, sevincin kaynağı belli; yepyeni bir varlık katılıyor insanlık âlemine…
Ya korkular, ya karamsarlık, ya umutsuzluk…
İşte bu duygular kahrediyor insanı…
Çağımız yirmi birinci yüzyıl…
Üzerimde torunlarıma yaşanabilir bir ülke bırakamamanın ağır ezikliği, dayanılmaz utancı!
Ne acı; çaresizim, yüreğim yorgun, verdiğim kavgaya, kavgamıza bakıyorum…
Sonuç sıfır değil, ekside, dip yaparcasına!

Gözlerinin içine bakıyorum bebeğin…
Bir de ablasının, O üç buçuk yaşında, gezegende epeyce kıdemli…
Yuvaya gidiyor, fanatizme varacak boyutlarda takım tutuyor, her kız çocuğu gibi cilveli…
Zaman zaman ağzını bozuyor, genetik olarak yobazlardan hoşlanmıyor…
İyi bir müzik dinleyicisi, en çok Nil Karaibrahimgil’e takılıyor, hani şu “Özgür Kız”
Solak, boş bulunursanız sağ gösterip sol çakıyor, aynen dedesi (bendeniz) gibi!

Titrek ellerimle mandolinin telleriyle buluşuyorum…
Öğretmen günlerimin ilk heyecanı…
Minik yüreklere sesleniyorum Mozart’ın ünlü şarkısıyla…

“Daha dün annemizin kollarında yaşarken…
Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken…”

Elimde değil, nemleniyor gözlerim…
Daha dün, anneleri geliyor aklıma…
Sendikal bir toplantı için doğumunda bulunamadığım Onur Sıla
Kollarında “Nehir”, eteğinde “Su”
Ve akıp giden zaman…
Daha dün annemizin kollarında yaşarken…

Macit Cününoğlu



TC Yurdagül Erdoğan Yemenoğlu
hani hep eskileri karıştıma derdinya;Can kardeş hatırlamadan olmuıyor işte:haklısın benim degözlerim yaşardı.elimizdekilerle mutlu olmayı bilenlerdensin.sağlıkla yaşa ve onların mutluluğunu ,başarılarını ve mürüvetlerini gör.
  • Günay Diren hayat su nehir denizcesine devam ediyor... umutlar yeşeriyor ne mutlu sanaki gönlüne bahar doğdu zaman akıp giderken can dost..


  • .

    Hiç yorum yok: