bir şair vardı, öğretmen

21 Haziran 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
21/06/2014 07:12

         Ah paşalar, paşalar!

A+
A-
Paşalar, paşalar…
Antik çağın tanrılarını aratmayan paşalar!
Bir toplumun kaderini yüz yıldır belirleyen müstesna varlıklar…
Cem Yılmaz’ın hicvettiği gibi “görmek-karşılaşmak” hemen hemen imkânsız,
belki de Zeusların yeryüzüne yansıyan, ancak derinden hissedilen gölgesi!

Geleceği tayin etme işi aslında 19. Yüzyılda başlamış, Osmanlı devirlerinde…
Mithat Paşa, Ziya Paşa derken İttihat Terakki’ye kadar uzanmış…
Ve sahnede Enver ile Talat Paşa, bir imparatorluğun çöküşünü hızlandıran kara lekeler!

Türkiye Cumhuriyeti’nin beslendiği kökler hastalıklıdır…
Devrin karakteristik özelliklerini taşır; “Türk-İslâm” sentezine dayalı ulus devlet
yaratma projesi…
Kanlıdır, acımasızdır bu süreç, bünyesinden bol miktarda düşman çıkartmıştır…
Ta ki askerî vesayet düzeni sonlanana kadar!

Ve paşaların hayatı ve etkileri bir nevi ülkemizin garip tarihidir…
Kurşuna dizilmek istenmiştir Nazım Hikmet…
Suçu, üç beş öğrenci şiirlerini okumuştur…
İnfaz için yanıp tutuşan dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak…
Paşa şairimizin on beş yıl mahkûmiyetle zor ikna edilmiştir.
33 vatandaşımız sorgusuz sualsiz katledilmiştir…
Karar mekanizmasın da yine bir paşa, adı: Mustafa Muğlalı…
Kırklı yıllar, paşanın ismi kışlalara kazınmıştır!
Ve yüzlerce örnek, kanla yoğrulmuş macera…
Yakın tarihimizin kirli kilometre taşları…
Resmî ideolojinin daima gurur duyduğu utanç dolu sayfalar!

Gecikmez darbeler, 1960’la start alır…
İdam sehpaları kurulur, amaç kör topal ilerleyen demokrasiyi iğdiş etmektir…
71, 80, 97 derken otomatiğe bağlanmıştır paşaların egemenliği…
Nasıl olsa devlet şirket, kurucu idare olarak yüzde 51 kökten onlarındır…
Tanrı dağında yaşarlar, halk sürü, bürokrasi memur, seçilmiş irade her an başı
ezilecek sürüngenler ordusu…
Gelinir iki binli yıllara, Recep Tayyip sultanlığına…
Boş durur mu alışmış kudurmuştan beter olanlar…
Bu kez karşımıza Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ay ışığı kisvesiyle çıkar…
Amaç karanlık gidişata dur deyip askerî saltanatı sürdürmek…
Suyun başında paşalar ve günahsız yüzlerce alt rütbeliler…
Çiçekler, Mehmet Aliler, Kuddisiler…
Bir bavul belge, özel mahkemeler, yargılanmalar, temyizler…
Ömür boyu mahkûmiyetler…
Yetişir imdada AYM ve başı Haşim Usta…
Paralel travmasından sonra başka bir yöne savrulmuştur adalet…
Ve final, düdük çalar; “herkes dışarı, dağılın lan!”

Dün bir, bugün iki…
Dağılır paşalar ve bir bölümü yanlarında refikaları, kerimeleri soluğu
televizyon ekranlarında alır…
Nedamet getirmek için değil, Doğu denilen hilkat garibesinin oluşturduğu
anafordan medet umup siyasî ikbal kapmak için…
Evet, bir başkadır memleketimin hikâyesi…
Yitip giden onca genç, sönen ocaklar, dinmeyen acılar…
Paşalar orduevlerinde viski yudumlarken, akıp gider hayat…
Tazelenmiştir umutlar, belki bi daha…
Olur ya, bi daha tekerrür eder tarih…
Aşağılık Kenan EVREN sülalesi işbaşı yapar…
Ondan sonrası bilinen senaryo:
“Toplayın gençleri, aydınları; tıkın işkence hanelere, zindanlara…
Hesap sorun, memleketi tümden teslim etmek için karanlığa!”

Ah paşalar paşalar, yatacak yeriniz yok ama hadi neyse…
Şimdilik kısa keselim…
Nasıl olsa bu ülkede macera bitmez, fıtratta darbecilik geleneği varsa…
Hazır olun bedel ödemeye gerçek aydınlar, yarınların ne getireceği belli olmaz!

Hiç yorum yok: