bir şair vardı, öğretmen

09 Kasım 2011

Çınarların gölgesinde çağlayan Su'lar...



Faruk-Müşerref
Güvener
Geçenlerde kardeşim aktarmıştı…
Yakın bir akrabamız ileriyi düşünerek doksanlık eşine sormuş;
“Düzayak bir yere taşınalım mı?”…
Eşi tereddütsüz yanıtlamış; “Aceleye mahâl yok, yaşlanınca taşınırız!”.

O yaşlardaki yaşama sevincinden, geleceğe umutla bakmalarından
müthiş etkilenmiştim. Düşünsenize; seksenlikle doksanlığın sohbetini?

Evet, eski toprak deyip basitçe geçiştirilecek mevzu değil…
Çünkü bayram ziyaretimde bir adım öteye geçip (yaşça)…
Dünürümün doksan yaşındaki annesiyle asırlık ömre sahip babasını ziyaret ettim.

Tanrı nazarlardan saklasın, tek kelimeyle muhteşem fotoğraf, mükemmel ikili.
On dakikalık bayram ziyareti tatlı muhabbet nedeniyle sürdü uzunca bir saat!

Efendim, neler konuşulmadı, daha doğrusu neler dinlemedik ki?
Zannetmeyin konular salt geçmiş, yüz yıl öncesi…
Ülkemizin güncel meselelerinden sanata kadar her alanda gezindik.

Hele Müşerref hanımefendinin cumhuriyetimizin ünlü heykeltıraşı
Zühdi Müridoğlu’nun eşi fizik öğretmenini anlatışı var ki, ömre bedel.
Ciddî anlamda eğitim-öğretim hususunda ders verdi bizlere.

Selanik/Usturumca doğumlu (1912) yüzyıllık çınar Faruk Bey’i izlerken
Balkan savaşlarının önemini bir kez daha idrâk ettim.
Ora doğumlu rahmetli anam, anıları geldi aklıma; Hava Cününoğlu (1912-1982).

I.Balkan savaşından kaçmış aile, ağır kayıplar vererek…
Kırk günlük bebek, ana kucağında yüzlerce kilometre kat ederek…
Sığınmışlar Anadolu’ya, 1912 yılında Amasya’ya.

Açlık, yokluk, sefâlet, acılar doruklara ulaşmış…
Zaman zaman anlatırdı yaşananları, ne yürek dayanır ne gözyaşları yeterlidir…
Balkanlarda sahnelenen milliyetçi senaryolar XX.yüzyılın soykırım rüzgârlarının öncüsüdür.
İnsan hayatının değersizleştiği, ırkçılığın tavan yaptığı devirler…

Uluslararası paylaşım kavgaları, I.Dünya savaşı, yıkılan Osmanlı…
M.Kemal, Kurtuluş savaşı, imparatorluk enkazından doğan Türkiye Cumhuriyeti…
Aşağılık Hitler'in iktidara yürüdüğü, elli milyon insanın öldüğü II.Dünya savaşının hazırlık yılları…

Evet, yaşayan tarihle buluşmuştuk değerli Güvener ailesinin evinde…
Büfenin üzerinde hatıralarla yüklü çerçeveli fotoğraflar…
Torunum “Su”yunki en başta, en kocaman…
Büyük dedeyle aralarında yüz yıllık minik bir yaş farkı var(!)

Faruk Dede torununun bebesiyle iyi arkadaş olmuşlar…
Son günlerde en çok onu özlüyormuş, gelse de oynaşsak diyormuş…
İlerleyen yıllarda “Su”yu parka, okula götürmeyi hayal ediyormuş…

Derinden hüzünlendim, kendimden utandım…
Ben mi çabuk yaşlandım yoksa onlar mı fazla genç?

Bir de giderayak Faruk Bey demez mi;
Bayramdan sonra buluşalım, iki tek atalım Beyoğlu’nda…
Nicedir gitmedim...
Çiçek pasajında Madam Anahid’in akordeonundan nihavent makamından şarkılar dinleyelim…
Meselâ “Yıldızların altında…”

Memnuniyetle dedim, Madamın yıllar önce öldüğünü gizledim, ellerinden öptüm…
Gözlerim nemli, bir dahaki bayramda buluşmak umuduyla yıldızlara doğru hızla koşmaya başladım!



Hiç yorum yok: