bir şair vardı, öğretmen

15 Mayıs 2020

Şimdi memlekette olmak vardı

Macit CÜNÜNOĞLU-Amasya












1948 yılında Amasya’da yaşanan sel felaketi kent tarihinde acı bir sayfa açmıştır.
92 kişi ölmüş, onlarca hemşerimizin evleri yıkılmıştır.
Bu nedenle Yangın Yeri diye bilinen boş alanın hemen yanı başına devlet 100 tane
ev yapmış, evsiz kalanlara dağıtmıştır.
Mahallenin adı da 100 Evler olmuştur.
Ancak bu faciadan da halkımız kara mizah örneği hikâye çıkartmayı başarmıştır.
Savadiyeli arkadaşım Mehmet Şekerci’nin dedesi selden eşeğini
kurtarmaya çalışırken sulara kapılıp boğuluyor, ancak eşek kurtuluyor!
Ve bu trajik olay komşu gezmelerinde yapılan sohbetlerin başında geliyordu.
Sonuçta küçük kent insanının dünyası, yaklaşık 1 ay önce kurulan
İsrail devletini konuşacak değil ya!
Bizzat şahit olduğu vakaların içinden muhabbet malzemesi üretir…
Ama zekidir, taşı gediğine koymasını bilir.
Ne de olsa Amasya aristokrat kültürün yaşandığı coğrafya.
Osmanlı onca medreseyi boşa mı yaptı?
Belki de kentin tek eksiği endüstri ile tanışamamış olmasıdır.
Diyeceksiniz ki, “ülkede vardı da biz mi koymadık?”
Elbette haklısınız, ancak bir de Ahmet abiye (İşçimen) kulak verelim.
İstanbul’daki evinden dolayı komşumdu ve dostluğum da gelişti.
“Yeğen” derdi, “Ben Avanos’tan memleketinize geldim. Çömlekçi çırağıydım.
Küçük bir atölye kurdum, başladım kiremit üretmeye ve bugünlere geldim.”
Ve ilâve etti; “Amasyalı ileriyi göremez, büyük düşünemez.”
Rahmetlinin görüşlerine katılırsınız, katılmazsınız, ancak haklılık
payı da yok değil.
Çünkü Amasyalının temel felsefesi “Azıcık aşım, kaygısız başım”
üzerine kurgulanmıştır.
Buna göre de hayat tarzını oluşturmuştur.
Yoksa şehrimizde hatırı sayılır ölçüde zengin vardır,
çoğu da toprağa bağlıdır.
Ama iktidarların tarım politikaları gereği onlarda endişeli üretim yapmaktadırlar.
Örneğin seneye soğan para edecek mi?
Ne zor durum; önü belirsiz iş yapmak, geleceği görememek.
Ayrıca saman ithal eden ülke durumuna düştüğümüzü de unutmayalım!
Kader utansın, yine de şehrimiz Türkiye’nin en sakin illerindendir.
Mazbut ahalisi ağır başlıdır, sessizliği huzuru sever.
Fakat rahatına da çok düşkündür.
En büyük zevki Osmanlı’dan devraldığı zengin yemek
kültürünü hayata geçirmektir.
Geçen günlerde halamın torunu Vehbi’yle konuştum, ki gerçek bir gurmedir…
Evinde dondurma yapıyormuş!
Envai çeşit yemeklerini, tatlılarını, kebaplarını yedim ama menüsüne
dondurmayı da katmış.
İnşallah bir gün tatmak nasip olur.

Evet, tüm ülkede olduğu gibi memleketimde hızlı göç
hareketlerinden etkilendi.
Çoğu yerli halk Amasya’yı terk etti.
Köyler şehre aktı, örneğin Savadiye’deki dayımın evi dağın
eteğindeki son binaydı.
Ya şimdi, yukarıya doğru koskoca bir mahalle oluşmuş.
Normaldir, çocukluğumda ülke nüfusunun % 20’si şehirlerde,
% 80’i köylerde yaşardı.
Özellikle 1950’den sonra tam bir alt üst yaşandı.
Metropoller hayatımıza girdi, İstanbul devasa büyüklüğüyle
20 milyona doğru koşuyor.
İyi mi, kötü mü?
Ona da siz karar verin.
Ancak Amasya’da hayat yine dingin, yine yumuşak…
Ve Yeşilırmak sessiz sakin Karedeniz yolculuğunu sürdürüyor.
Ne güzel, ah şimdi Amasya’da olmak vardı anasını satayım!

Hiç yorum yok: