bir şair vardı, öğretmen

26 Mayıs 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
26/05/2014 06:23

Bestekâr Hocam!

A+
A-
Dün Kabataş Lisesi’nin efsanevî edebiyatçısı Behçet Necatigil’in dünyasında
minik bir gezintiye çıkmıştım…
Bugün de besteleriyle uluslararası literatüre girmiş ünlü müzik hocamız
Turgut Aldemir’i anılarda ziyaret edeceğim, profesör doktor sanatçı.
Yıl 1965, Öğretmen Okulu yollarına düşmüşüm, aileden ilk ayrılış,
hasretin yoğun yaşandığı acemi gençlik yılları…
Anne, kardeş özlemiyle gizli gizli ağlamalar vs…
Tokat bağlık bahçelik bir il, okulumuz hemen yanı başında…
Altından geçen sulama kanalında serinleme seansları…
Komşu Yeşilırmak ise ince kumlarıyla sanki Caddebostan plajı…
Bir tek farkla, kızlar hayâlimizde, erişilmez yıldızlar PAZAR mecmuasında!
Hey gidi hey, selâm olsun o güzelim yıllara!

Yatılı öğrenciyiz (leyli meccani), her şey dâhil devletin himayesindeyiz…
Kapatılan Köy Enstitüleri geleneği öğretmen okullarında sürüyor...
İlkemiz; “60 darbesi yetmez”, 61 Anayasası’nın sıkı takipçisiyiz.
Devrim ateşi sarmış dört bir yanı, savulun geliyor sosyalizmin neferleri!
Yoksulluk yenilecek, bilhassa kırsaldan seçilen gençler okutulup eğitilecek…
Ve ülkenin en ücra köşelerine dağılarak aydınlanma görevi üstlenecek...
Ki yığın eğitiminden geçen halk muasır medeniyet seviyesini hedefleyen
iktidarları seçsin, canım ülkem de çağ atlasın…
Proje tuttu, devlet Ortaçağ’a zıpladı, topyekûn hayat din bezirgânlarına teslim oldu!

Turgut hocamız klasikçi, Bach’la yatıp Şopen’le kalkıyor…
Okulumuzun müzik odası var, köşede gıcır gıcır Alman malı Zimmermann piyano…
Dersler keyifli, “Keçi vurdum bayıra” türküsünü kanon formunda söyleyip
polkalarla ilerliyoruz…
Ardından “Çıplak Dağda Bir Gece”, bestecisi Rus beşlerinden Musorgski…
Arılar vızıldıyor eserde, fonda çan sesleri…
Arada Cinler, periler uçuşuyor…
Huşu içindeyiz ve çok geçmeden trans hâlinde Nirvana’ya ulaşıyoruz.
Hocamız mutlu, bizler heyecanlı…
Birazdan Mandolinle Mozart çalacağız…
Ne saadet!
Mayıs kokularıyla harmanlandıktan sonra evrensel bir dâhinin dünyasına girmek…
Fakat o ne?
Bir arkadaşımız enstrümanını çalamıyor (şimdi müfettiş emeklisi)…
Olur ya, alırsın kırık not, oturursun yerine…
Ne mümkün…
Asil Türk gencine mandolini konuşturmamak yakışır mı?
Coşuyor Hoca, aslında ufak tefek bir adam…
Ancak mutlak otorite, dersin patronu…
“Türk Marşı” eşliğinde bir sopa…
Mandolin kırılıyor arkadaşımın kafasında…
Romantik çağa yakışan bir final…
İşte o an, nefret ettim Turgut hocadan!

Yıllar sonra baktım ki hocamız şöhret basamaklarını tırmanmış birer birer…
Öğretim üyeliğinin yanı sıra bölüm başkanlıkları…
Orkestra şeflikleri, yurt içinde yurt dışında madalyalı başarılar…
Ve besteler, klasik müziğin her alanında…
Eserleri sevenlerinin umurunda, benim değil…
Çünkü eğitimci olmak, insan yetiştirmek başka bir şey…
Sanatçı olmak, kendine yatırım yapmak başka bir şey…
Bir de öz sermayenizi devlet olanaklarıyla zenginleştirdiyseniz…
Batsın öyle eğitimcilik, batsın öyle öğretmenlik…
İşte bu nedenledir ki yanarım ben yanarım…
Çocuk sayılabilecek yaşlarda o şahsı mürşid saydığım için…
Meğer kendine müslümanmış, hem de narsisizmin zirvesinde!

Evet, yaşlar erdi kemâle…
Gün batarken davetiye çıkıyor meşke…
Elimde udum, yolculuk başlıyor nihaventle…
Hüzünle el sallıyorum geçmişe…
Dudaklarımda bir şarkı, yine eski yılların unutulmazı:

“Ağlamakla inlemekle ömrüm gelip geçiyor
Devâsı yok, garib gönlüm günden güne eriyor
Feryâdıma efgaanıma kimse bir ses vermiyor
Devâsı yok, garib gönlüm günden güne eriyor.”


Bestekâr Sadi Hoşses’e saygıyla…

Hiç yorum yok: