bir şair vardı, öğretmen

23 Ekim 2014

Macit CÜNÜNOĞLU
23/10/2014 09:29

         Yaşlılar Evi

A+
A-
Anadolu’dan ister trenle gelin, ister otobüsle; İstanbul Harem’den başlar...
Binersiniz arabalı vapura, ver elini Sirkeci, tarihî yarımada...
Biz de öyle yaptık, yanımda eniştem Timuçin Alpay, İstanbul Üniversitesi
hocası, sigorta sektörünün duayenlerinden, ayrıca hukuk alanında uzman bilirkişi,
Yüksek Hakem Kurulu’nun yıldız değerlerinden...
Diğer bir kişi de ağabeyim Adnan Cününoğlu, musikişinas, öyle az buz değil...
Kendisi udî, yarım yüzyıldan fazla süredir dernek, cemiyet hayatında...
Türk müziğinin seçkin eserleri O’nun enstrümanında başka bir boyuta taşınır...
Kısaca gerçek bir ustadır, televizyonlarda resital verecek kadar.
Kadro sağlam, İstanbul boğazını fotoğraflayarak ulaştık Suriçi’ne...
Çay molası Topkapı Sarayı’nın önündeki muhteşem manzaralı bahçede...
Arkamızda Roma sütunu ve kalıntılar, bir de zarif çeşme...
Osmanlı’dan yadigâr, mermerin en zarif işçiliği...
Kim bilir, belki Balyan ailesinin eseridir...
Önümüzde lebiderya, ta Kardeniz’e uzanan dünyanın biricik incisi Boğaz...
Sağdan el sallıyor Selimiye Kışlası, bir zamanlar zindanlarında hapis yattığım...
Solda köprü...
Hey gidi gençlik günleri, ya aşkın şairi Ümit Yaşar’ın oğluna ne demeli...
Galata kulesinden atmıştı kendini, kesin sonuç...
Ne kadar acı!

Kısa yolculuğumuzun amacı eniştemin eski dostu, mesai arkadaşı
Argiri Kukulamati’yi ziyaret etmek...
Kaldığı adres, Zeytinburnu’nda bulunan Balıklı Rum Hastanesi Yaşlılar Evi...
Geriye kalan 2025 Rum’dan biri ve en yoksunu, düşkünü...
Öncelikle yalnız, insana hasret...
Büyük bir bahçeden geçip yeşillikler içindeki huzurevine vardık...
İlk karşılaştığımız yaşlı beyefendiye Argiri’yi sorduk...
Sustu, mahzunlaştı, belli ki canı sıkıldı...
“Cevap yok” dercesine asansörü gösterip ikinci kata çıkmamızı istedi...
Çıktık, mimari müthiş, etkileyici...
II. Mahmud’un fermanıyla on dokuzuncu yüzyılda yapılmış...
Geniş koridorlar, yüksek tavanlar...
Ve bembeyaz yüzlü yaşlılar, nurlu bakışlar...
Bizleri ilgiyle izliyorlar...
Kapısını açık gördüğümüz ilk odaya daldık, büyükçe bir salon...
Özenle döşenmiş, duvarlarında boydan boya kitaplıklar...
Ve koltuklar üzerinde sohbet eden iki zarif hanımefendi...
Tanıştık, anne kız, adları Rita ile Romina...
Romina (Özipekçi) oyuncu-yazar, olağanüstü güzel, yemyeşil gözler...
Anneyi üretiminden dolayı kutlarken, Rita kaynağını göstereyim demez mi...
İki ay öncesine kadar şıkır şıkır oynayan anneanne komaya girmiş...
Yaş 92, hemen odasına gidip pamuk ellerinden öptüm...
İsa’ya dua edip acil şifalar dilemeyi de ihmal etmedim.
Ne de olsa anası Meryem’i çok severim.

İnsan sıcaklığı işte, bir sohbet bir sohbet...
Sarıldık birbirimize, fotoğraflar çektirdik, bir nebze de memleketi kurtardık...
Bu arada çaktırmadan yıldırım aşkımı ifade edip yedekten listeye kaydımı yaptırdım...
Çünkü Romina’nın gözleri unutulacak gibi değil...
İnsanı büyüleyen derinlik, belki de okyanus...
Daha fazla yazmayayım, hanım duyacak...
Neme lâzım, evdeki sultanımı da çok severim, beşinci eşim olsa da ufkumu
hiç köreltmemiştir...
Allah razı olsun, tuttuğunu altın etsin, ben hariç!

Bu arada yazımın baş öznesi Algiri’yi unuttuğumu zannetmeyin...
Maalesef hakkın rahmetine kavuşmuş...
Haziran ayında, çok üzüldük, ziyaretimizi geciktirdiğimiz için bin pişman olduk...
Bilhassa eniştem, “cenaze törenine katılmayı çok isterdim” dedi...
Ama nafile, ayrıca bilirsiniz; sessiz olur yoksulun ölümü...
Tanrı toprağını bol eyleyip taksiratını affetsin...
Âmen!

Hiç yorum yok: