bir şair vardı, öğretmen

09 Ekim 2011

İstanbul'u geziyorum...





Temmuz Ağustos sıcaklarında İstanbul çekilmiyor…
Özellikle gezme sevdalısı yürüyüş tutkunlarınca.

Ama bahar ayları öyle mi, bir de mevsim sonbaharsa.
Kavurmayan bir güneş, okşayan rüzgârlar…
Hani derler ya; limonata gibi havalar!

Gez dolaş, nefesine kuvvet, gücün yettiği kadar.
Kora manastırından (Kariye) başla, Beyazıt’ta soluklan…
Geç Piyer Loti’yi, Ayasofya’yı unutma…
Meserret’i hatırla, giriş yap Gülhane parkına.

Bulursan bir ceviz ağacı…
Yaslan, derin derin soluklan…
Nazım’a selâmlar gönder martıların kanadında.

Sirkeci’yi geçip geldin mi Eminönü’ne…
Paran varsa, iki tek parlat kebapçı Hamdi’de.

Köprü altında cilâ için yer ayır…
Bekliyor seni bol köpüklü Arjantinli bira!

Yürü git Galata köprüsü üzerinde…
İster Altın Boynuz’u ister Boğaz’ı...
İster Yelkovan kuşlarını ister Martı’ları
İstersen olta uçlarında çırpınan Kıraça’ları seyret.

Yeter ki bak, dön arkana Yangın kulesine...
Süleymaniye’ye Topkapı’ya bak, el salla.

Galata kulesini gör, Hezarfen Ahmet Çelebi gelsin aklına…
Taaa on yedinci yüzyılda uçmuş, konmuş Üsküdar’a!

Yirmi birinci yüzyılda olduğumuzu düşün…
Cep telefonu yapamadık, yapacağız otomobil…
Emir büyük yerden!

Bugün Başbakanımız Recebime dokunma…
Gözü yaşlı, daha dün gömdük anasını mezara…
Bir başka severmiş Tenzile anneyi…

Sanki bizim anamızı leylekler getirdi…
Bizde başka severdik ama…
Ah, ahhh!..
Dilimiz varmıyor, yüreğimiz el vermiyor söylemeye…

Hadi eteğimizdeki taşları birazcık olsun dökelim...
Bizimki özel, 12 Eylül koşullarının cenaze töreniydi, ağlayan dört kişiydi…
Üç kardeş bir damat, bir de zoraki imam…

Ağladık sessizce…
Anamız, garip çilekeş anamız diye haykırdık yüreğimizden…
Sessizce…
Yüreğimize gömdük acıyı…
Kızılcık şurubu içtik edasıyla gülümsedik…

Ve mezar taşına yazdırdık;
“Usturumcalı Anamız Hava C.”
“Doğum 1912-Ölüm 1982”
“Saygıyla”…

Nerde kalmıştık?
Kaldığımız yerden başlayalım mı İstanbul’u dolaşmaya?..
Ne de olsa aylardan Ekim, mevsim Sonbahar.




Hiç yorum yok: