bir şair vardı, öğretmen

23 Ekim 2011

Beykoz'da Hamsi Tava!..



"Gidelim Göksu'ya..."
İstanbul’u gezdikçe vandalizmin ulaştığı
boyutlara bir kez daha tanık oluyoruz.

Her zaman ve yıllarca şikâyet etmişizdir;
gecekondulaşma, varoşlar kentleri mahvedecek…
Hiçte öyle değil… Kentlerin asıl içine eden
görgüsüz, soysuz ve de arsız sonradan görme zengin sınıfı.

İster inanın, ister inanmayın…
Çok uzaklara gitmeye gerek yok…
Sadece boğazda bir iki gün turlayın, çevreyi kolaçan edin…
Görün ne demek istediğimizi, rezaletin daniskasını!

İşin garibi gecekonduyu yıkarsınız da…
Ya beylerin, efendilerin malikânelerini ne yapacaksınız?
Traktör kepçeyle baş edilmez…
Ancak C-4 patlayıcı lâzım, hem de USA patentlisinden!

Takdir edersiniz ki bu rezaletin baş sorumlusu siyaset…
Lâkin o güzelim cenneti talan edenlerin günahı hiç mi yok?
Hem de ne talan, yolun dışında bir karış yer bırakmamışlar…
Kale duvarlarıyla çevirmişler şatolarını, gettolarını…

Malûm, çevrelerinde bol miktarda güvenlik elemanı!
Çocuklar serveti mi bekliyorlar can mı, emin olun ben karar veremedim.
Ancak istihdama olan katkısı kesin, bir yığın üniversite mezunu gencimiz
belindeki coplarla, kelepçelerle zenginlerimizin hizmetinde!

Evet, tarih bize aristokrat ve burjuva sınıfının asaletinden, erdeminden sıkça söz eder…
Fakat aynı tarih topraklarımızdan fışkıran maganda kültürüne değinmez…
Hani klasik müzik dinleyen, duvarlarını Rembrandt’ların süslediği zarif varlıklardan…
Keşke yaşadığımız coğrafyanın anasını belleyen kent-soylu dölü olsaydı…

Ne güzel olurdu onlarla birlikte yaşamak, ürettikleri sanatsal aktiviteden yararlanmak!
Nerdeee o günler, bizim memleketteki asiller insan türünün en vahşi soyundan.
Eeee, bir gecede, bir günde, bir voli sonucu zengin yaratırsa sistem, olacağı buydu…
Ne bekliyorduk ki...

Sonradan görme zenginimiz bile aynen Amerikalı, üstelik aynı ruh da…
Daha ne olsun, “on yılda on beş milyon zengin yarattık her dalda!”    
Bir kez daha toplumun işinin hayli zor olduğunu vurgulayıp…
Söz konusu sınıfın incelmesi ve rafine hâle gelmesi için onlarca yıl geçmesini bekleyelim…

Ve gelelim lâfı uzatmadan sadede, Beykozlu balıkçımıza…
Sözümüz İstanbul’da yaşayan okurlarımıza.

Ne yapıp ne edin, yolunuzu Beykoz’a düşürün…
Orta çeşmeye doğru beş yüz metre yürüyün…
Karşınıza kısa minareli minik bir cami çıkar…
Hemen yanı başında iri kıyım “Beykoz balıkçısı” tabelası…
Oturun oraya, balığınızı kiloyla alın, üç liraya Hüseyin ustaya kızarttırın…
Hepsi bu kadar, işlem tamam…

Rakı filân demeyin, cami yanınızda, çarpılırsınız valla!
Son olarak da; Hamsi-İstavrit oynuyor, kilosu “Beş”, Çinekop  “On” Lira.
İyi pazarlar efendim, şimdiden afiyet olsun. Saygılarımla.

.

Hiç yorum yok: