bir şair vardı, öğretmen

31 Ekim 2011

Arabesk Nağmeler!



Van depremini altı yüz bir kayıpla tarihe gömdük.
Altı bin yaralı, enkaz altından kurtulan yüz seksen altı vatandaş derken güzide medyamız bir güzel nemalandı, haber yaptı oyalandı…
Siyaset kısmen soğudu, terör perakendeye döndü.

Evet, ülkemizde hayat kaldığı yerden devam ediyor…
Belki deprem üzerine hamaset dolu nutukları,
kader, takdîri ilâhi söylemlerini, mevlîdleri bir süre daha dinleyeceğiz.

Lâkin şu “empati” denen kâfir yok mu?
Müthiş kemiriyor içimi, içten içe.
Esbab-ı mucibesine gelince yine Erdoğan yine Başbakan!

Efendim ulusa sesleniş konuşmasında buyurmuşlar ki;
“Depremde dünyaya millet olmayı öğrettik!”

Haydaaa, bırakın dünyayı bir tarafa…
Allaşkına depremde acıdan, gözyaşından başka ne öğrendik?
Bayat kurabiye gibi dağılan binaları...
Üstelik devlet okullarının hastanelerin hapishanelerin kuran kurslarının
halkımızın, çoluk çocuğumuzun, öğretmenimizin başına birer birer çöktüğünü görmedik mi?

Eğer millet olmak buysa, yüzlerce ölü binlerce yaralıysa…
Ne diyelim bilmem ki?
Lânet olsun böyle düzene, böyle anlayışa!

Ne yazık ki empatisi sıfır bir toplum olduk…
Haksızlık etmeyelim, son dokuz yılda değil, uzun yıllar önce başladı erozyon.
En büyük yıkım yaşadığımız doksan dokuz depreminde de böyleydi, dünde, bugünde.

Çünkü kapitalizmin nüansları şırıngayla zerk edildi hücrelerimize, DNA’larımıza…
Serbest piyasa ekonomisini, liberal sistemi, konformizmin  güzelliklerini öğrendik yıllarca…
Üretmeden tüketmenin, borçla yaşamanın keyfine vardık.
Kartlı-AVM’li hayatın kolaycılığına alıştık.
Hayallerimizi siteler, rezidanslar, lüks arabalar süsler oldu,
beş yıldızlı tatil köylerine, yurtdışı seyahatlerine taksitle ulaştık tez zamanda!

Bu ahval ve şerait içinde kimin umurunda deprem, kimin umurunda güvenli yarınlar…
Cepheye giden yoksul, gariban…
Enkaz altında kalan dar gelirli, fakir fukara...
Ülkeyi yöneten efendilerin villaları Çamlıca’da, Çankaya’da…
Seçkin Kürt gardaşlarımdan Ahmet Türk'ünki Ege!de, Sırrı Sakık’ınki Çizme'de Milano’da!

Ne zaman ki felâketle karşılaştık, yitirdik canları, memleket evlatlarını…
Ekranda, basında, vitrinde, cami avlusunda yine onlar, yine onlar!
Ders verirler el’an millet olmanın erdemleri hakkında!

Gel de bu saatten sonra arabesk takılma…
Madem ki büyüklerimiz sahnede, repertuvarları bayâtî makamından halkımıza masallar…
Hasan Mutlucan çıksa ne yazar, Orhan Baba söylese kim tutar?

Elimizde rakı kadehi gönlümüz efkârlı, terennüm ediyoruz dostlarla…
Ve kahrederek bir kez daha haykırıyoruz damardan; “BATSIN BU DÜNYA!”.

.

Hiç yorum yok: