Evet, Amasya şehzadeler şehridir.
Ne kadar övünsek azdır.
Tarih kitapları da onların hayatını yazar.
Zaten meşhur tarihçimiz İlber Ortaylı
söze ''Biliyorsunuz'' diye başlar, Osmanlı
ve Avrupa saraylarını anlatır.
Üstelik bin yaşındaymış gibi bir yığın entrikayı ballandıra ballandıra aktarır.
Onunla da ne kadar övünsek azdır!
Oysa bendeniz aynı devirlerde halkın yaşam biçimiyle daha fazla ilgiliyim.
Ne yemişler, ne içmişler, ne gibi zorluklarla mücadele etmişler?
Haksız mıyım?
O nedenle de Amasya deyince ilk aklıma gelen yaşanmış hayat hikâyeleridir.
Ayrıca bana ne hangi şehzade boğdurulmuş, hangisi padişah olmuş masallarından...
Ben halkın gerçek hayatına ve de sofrasına bakarım.
Ekmek zeytin peynir var mı?
Öyleyse gelelim sadede, bugünde sevgili
dayım İskender Sonuşen'den söz edeceğim.
Tanıyanlar iyi bilir, faytoncudur, kamçısını yemeyen yoktur.
Ağır yoksulluk sınırlarında yetiştiği için
olsa gerek sert mizaçlıdır.
Ama ahlâken düzgün adamdır.
Üstelik korkusuzdur, karanlıktan, gece mezarlıkta ıslık çalmaktan çekinmez.
Dayım diye söylemiyorum, yiğit adamdır vesselâm.
Bir küçüğü Hüseyin dayım ise, epilepsi hastasıydı, genç yaşta kaybettik...
İskender dayımdan daha cesur daha deli dolu birisiydi.
Hatta birgün Kuş köprü başında bir çocuk (Savadiye'den postacı Fazlı Oral'ın en büyük oğlu Başçavuş İlhan) ağlıyor...
Ordan geçen dayım sebebini sormuş, çocuk bayramlık ayakkabısının birinin ırmağa düşürdüğünü söylemiş.
Tabii o devirlerde Yeşilırmak azgın, suları çağlayan gibi akıyor, bugünküyle alakası yok, yani dere gibi değil.
Sevgili dayım üstünü oracıkta çıkartıp suya atlamış, ve bir süre sonrada elinde ayakkabıyla sudan çıkmış.
Tahmin edersiniz çocuğun sevincini,
yıllar sonra bu hikâyeyi anlatan rahmetli İlhan abim gözleri nemli, aynı çocuksu sevinçle Amasya'ya yolculuğa çıkar.
Elbette duygu dünyasında, rüyalarında.
İşte böyle değerli dostlar, Savadiyeli
İskender dayım yakın zamanda yitirdiğimiz yengem Sündüs ile birlikte altı çocuk dünyaya getirdiler.
Lâkin sondan ikinci evlatları Celal'i kanser illeti yüzünden yedi yıl önce sonsuzluğa uğurladık.
O da ayrı bir efsane, elinde zincirle Hükümet köprüsü üzerinde polis kovalamışlığı var.
Böylesi gözü pek bir devrimciydi...
İşçi dostu, sendika başkanıydı.
Onunla hep gurur duydum, Sonuşen ailesi içinde en yakın dostlarından biri oldum.
Erken göç etti bu dünyadan, geçenlerde sevgili eşi Ayşe de takıldı peşine...
Ne varsa torağın altında, buluştular Celal kardeşimle.
Nurlar içinde yatsınlar, ruhları şad olsun.
Gerçekten hayat ilginç, elbette yaşanmaya değer.
İskender dayım binbir mücadeleyle altı çocuk yetiştirdi...
Mesleği faytonculuktu, ama sofrası değme zenginleri aratmazdı....
Hele hele de bayram sabahları, mis gibi kavrulmuş kuzu eti, peşinden yengemin açtığı elli küsur yufkadan yapılmış cevizli baklava...
Ohhh ne saadet!
İnanın insan o kadar o devirleri özlüyor ki...
İçimde geçmişin hasreti, yüreğimde insan sevgisi...
Kahkahalar sarmış her bir yanı...
Ne gam ne de keder...
''Allı turnam, bizim ile varırsan şeker söyle, bal söyle, kaymak söyle...''
Bu mesajın da bana fazlasıyla yeter.
Macit CÜNÜNOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder