bir şair vardı, öğretmen

23 Aralık 2011

Madımaklı Mıhlama!

.

Geçenlerde Beyoğlu’nda yürüyordum Artin’le karşılaştım…
İlkokul, ortaokul, futbol arkadaşım, karşılaşmayalı yarım yüzyıl olmuş.
Maşallah Artin hiç değişmemiş, saçlarını boyamıyorsa aslanlar gibi.


Babası Mardiros Amca, doğduğum küçük kentin en ünlü eczacı kalfasıydı…
İki yıl yanında çırak olarak çalıştım…
Doktorlardan çok müşterisi vardı, hastaları muayene olmak için
eczanenin bir köşesinde sıraya girerdi!


Kardeşçesine yıllar geçirmemize karşın Artin soğuktu, mesafeliydi…
Sevgili Hırand’ın son yazısında değindiği ürkek güvercin gibiydi!
Halbuki ağabeyimin devresi rahmetli Levon Abi öyle miydi?
Ağabeyi Garbis ne kadar suratsız nobransa, Levon Abi’nin gözlerinin içi gülerdi!
Belki de müzisyenliğin getirdiği ince ruh hâlidir, mükemmel akordeon çalardı.
Asıl mesleği terzilik olmasına rağmen boğazın ilk piyanist-şantörlerinden olduğu söylenirdi.


Bir de kuyumcu Dikran Abi vardı, iki-üç ay önce Hürriyet’te ölüm ilânını gördüm…
Uzun boyu, asık yüzü usta sinemacı Cevat Kurtuluş’u hatırlatırdı…
Çınarcık sahilinde karşılaşmış uzun uzun dertleşmiştik.


Yalnız baba dostu Ohannes Amca ile dünyalar tatlısı terzi Kevork’u unutamam…
Hele zahire tüccarı Ohannes Amca’nın beyefendi yardımcısı Şeref Abi…
Günümüzün değme genel müdürlerine zarafetiyle on basardı.
Kevork ustanın terzihanesi ise aynen bir güzel sanatlar akademisiydi!
Başta İstanbul rüzgârlarının hâkim olduğu atmosferde yetişen çıraklar-kalfalar
dönemin loncalık sistemi içinde hepsi birer “Altınmakas” olarak mezun olurdu.


Mahalle komşumuz iri-kıyım tornacı Yervant Usta’dan çekinirdik…
Terzi Mari’nin üzerine gazyağı döküp intihar etmesine ne üzülmüştük…
Cenazesinin nerden kalktığını hatırlamıyorum…
Sahi doğduğum gençliğe adım attığım kentte hiç kilise yok muydu?


Ören yeri olarak bir tanesini hatırlıyorum, Savadiye mahallesinde…
Dayımlar otururdu, yıkık duvarlarının arasında aşık-kındak oynardık…
Sonradan enkazın tam üstüne kapalı spor salonu yapıldı!


Demek ki Ermeni hemşerilerimin dinsel ayin yapacağı bir mekân yoktu…
Aslında nüfusları da az değildi, belki kent nüfusunun yüzde yirmisi!
Sözünü ettiğim yıllar elliler, zaten babam altmışın şubat ayında ölmüştü…


Lâkin Ermenilere yapılan zulümden sık sık söz ederdi…
Kendisi bin dokuz yüz bir doğumlu olduğu için meşhur 1915’i iyi hatırlardı…
Talat-Enver paşaların Alman hayranlığı sonucu ülkeyi sürüklediği felâketler…
Ve doğduğumuz kentte Ermenilerin derdest edilip Helvacı köyü yanından
geçen nehir boyunda katledilmeleri...


Kesilen başlar akan kanlar… Kırmızıyla harmanlanan nehrin yeşil suları…
Kurbanların çoğunun adını sayar, elinde baltalar görev yapan dağ köylüsünü bilirdi.


Ben tarihten anlamam, baktım 1915 üzerine tarihçilerden gayrı herkes konuşuyor
yazıyor çiziyor, belki tarihçilerde konuşuyordur ama onlarınki yeteri kadar duyulmuyor!
Baba yadigârı birkaç sohbet gözlem ile anılarımı paylaşayım istedim…
Maksat popüler konuya Fransız kalmayalım!


Çünkü bu yazımın içinde siyaset, mütekabiliyet, Rus işgali, Oktober devrimi, Tehcir yasası, Kürtler,
“Alman-İngiliz-Fransız” manevraları, Perinçek, Bay RTE, muhalefet, Gladio, Ergenekon, Sarkozy,
hamaset, popülizm numaraları yok…
Sadece bire bir tanıdığım, okullarda aynı sıraları paylaştığım, sokak aralarında çaput top peşinde koştuğum arkadaşlarım ve onların atalarından söz ettim…


Evet, nerede şimdi bu insanlar?
Dilerseniz tapu kayıtlarına bakalım, “gözler yalan söyler tapu senetleri asla. M.C.”…
Veya bir şiir patlatalım Nazım’dan, seslendiren Ruhi Baba olsun…
“Dört nala gelip uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan/ Bu memleket bizim…”.


Ulusalcılık (Milliyetçilik) solcuya da yakışır, sağcıya da, liboşa da, demokrata da,
şaire de, sanatçıya da…
Yeter ki Ulus-Devlet sağ olsun, mevzubahis vatansa öptüm seni Artin, Kevork, Nişan…
Siz hâlâ İstanbul’da, Feriköy’de misiniz?


Bu necip millet Bay RTE’nin öncülüğünde size de çekerse bir “One minute”…
Pardon elli beş model 6-7 Eylül veya madımaklı mıhlama... Sakın şaşırma!


www.gazetemen.com

.

Hiç yorum yok: