bir şair vardı, öğretmen

28 Ağustos 2024

TATİL MACERALARI



Vali deyip geçmeyin, vizyoner olanı kenti uçurur,
siyasetin misyoneri olan da kenti batırmakla kalmaz,
dünyaya rezil eder.
Öyle ki kimi şort düşmanlığı yapar, kimi de alkole
savaş açar.
Daha doğrusu seküler hayata, vatandaşın yaşam tarzına
karışmayı şiar edinmişlerdir.
Tabii bu davranışları iktidar tarafından desteklenir,
ve de ödüllendirilir.
Hâl böyle olunca bilhassa küçük kentlerin kaderi
valilik makamının alacağı kararlara endekslidir.
Çağdaşı ili turizm destinasyonlarının gözdesi yapar,
takunyalısı da kervan geçmez, yolcu uğramaz
Arap çöllerine dönüştürür.

Bu arada yeri gelmişken bir hatıramı da sizlerle
paylaşmak isterim.
Yıl: 1990…
İstanbul’dan komşularım ve dostlarım olan bir aileyi
Amasya gezimize davet ettik.
Üç kardeş ve O’nlar dört araba düştük yollara.
Türban otelden rezervasyonumuzu önceden yaptırmıştım.
Aylardan Nisan, lakin Ramazan, bir hafta kalacağız ve
Bayram’ı kutlayıp dönüşe geçeceğiz.
Buraya kadar her şey yolunda...
Herhangi bir terslik yok.
Biz mutlu, misafirlerimiz bizden de mutlu.
Çünkü doğma büyüme İstanbullular ve Anadolu’ya ilk
kez açılıyorlar.
Tabii Erzurum Palandöken’e kayağa gitmişlikleri de var
ama Amasya’nın büyülü atmosferi bambaşka.

Eh, ilk gün, güneş batmak üzere, başladık mı kaşınmaya…
Çiçek’ten alkol kalkalı asırlar olmuş…
Vardık Ali Kaya ustanın Yüzevler’deki işyerine…
Kafilemiz çoluk çocuk 12 kişi.
Kebaplar söylendi ve ilaveten “Bir Büyük” istendi.
O da ne?
Ramazan münasebetiyle 70’liğin masamızı şereflendirmesi yasaklanmış.
Vay be!
Büyük düş kırıklığı.
“Yapma etme Usta” dediysem de nafile…
Artık mahalle baskısı mı, Valilik kararı mı dersiniz…
Netice de karnımızı doyurup sokrana sokrana çıktık.

Vardık otelimize, ufak bir yoklama…
Müdür: “Ne demek efendim, yasak falan olur mu?
“Dükkân sizin!”…
Ohhh!
Emelimize nail olmuştuk ama fiyatlar kalın mı kalın!
Neyse, ilk gecedir deyip sineye çektik, viski eşliğinde
bir güzel demlendik.
Ancak ikinci gün ve sonrasının plânlamasını anında yapmıştım.
Rakılar temin edilip zulaya yerleştirilecek, akşam oldu mu
bir daha aynı ızdırap çekmeyecekti.
Gel gör ki memlekette içki satan yer yok.
Varsa da Ramazan nedeniyle kepenkler kapanmış.
Vay anasını deyip Tahran’da içki arar gibi başladık mı
adres sormaya.
İmdadımıza Yukutiye mahallesinin caddeye bakan yüzündeki
tekel bayii yetişti.
Baktım işyeri sahibi çocukluk arkadaşım Coşkun,
laf aramızda çok da sevmezdim, belalı bir kişilikti.
Ama o an ise gözüme Hızır Aleyhisselam gibi gözüktü…
Neyse, yetmişlik kuzulardan yeteri kadar aldık…
Ver elini Boraboy…
Nevaleler bagajlarda hazır, “ekmeği yolda alırız” dedik.
Yahu göle yaklaştık, ekmek bulamadık mı?
Boraboy’un eteğindeki köyün içinden geçiyoruz.
Son bir çare ve umut olarak âdeta yalvarırcasına
köylülerden ekmek dilendim.
Ne oldu biliyor musunuz?
Tonton ihtiyar bir dede elimden tuttu, yakınındaki evinin
bahçesine götürdü.
Kadınlar bayramlık hamur işleri yapıyorlar.
Müthiş, sacların altındaki alevler harlı mı harlı…
Fevkalâde güler yüzlü kadınlar bol miktarda yağlı, gözleme,
katmer verdiler.
Açlıktan Kenyalıya dönen çocuklar ikramı havada kapıp
yemeye başladılar.
Fakat ne kadar ısrar ettiysem bir kuruş para almadılar.
Ben de çaktırmadan evin çocuklarından birinin cebine
kağıt para sıkıştırıp köyden ayrıldık.

Ve on dakika sonra yeryüzü cenneti Boraboy’daydık…
Fakat mevsim İlkbahar, aylardan Nisan, saat beş altı civarı.
Hava sıcaklığı  ya sıfır, ya da sıfıra yakın.
Biz dahil çocukların hepsinin kıçı açık…
Baktık donuyoruz, piknik yapmaktan vazgeçip ver elini
Çakallar dedik…
Ve başladık yeni bir maceraya…
Derken kalan bölümü bir ara anlatırım, söz.

Macit CÜNÜNOĞLU
 


Hiç yorum yok: