bir şair vardı, öğretmen

20 Ağustos 2024

GEÇMİŞE ÖZLEM

 



Geçenlerde Sadettin ağabeyimiz (Kop) “doğduğun mahalleden
çık (Gümüşlü), Savadiye’den giriş yaparak diğer mahalleleri de yaz”
demiş.
Çok haklı, yine de insan elinde olmadan çocukluğunun geçtiği
dar sokakları hatırlamadan geçemiyor.
Oysa Amasya benim için içinden ırmak geçen, beş köprülü kent.
Sırasıyla İstasyon, Tahta, Alçak, Hükümet, Kuş köprü…
Yeni yapılanları bilmem, üzerinden yaya olarak geçmişliğim de yok.
Hâl böyle olunca hafızamın büyük bölümünü eski Amasya oluşturuyor.
Başı sonu belli, ırmağın sağına soluna dizilmiş mahalleler.
Boğazköy yolunda Tatarlar, Taşova yolunda Afırönü, Helvacı yönünde
Gök Medrese, İstasyon tarafı da malûm…
Kaynarlar’ın ev ırmak kenarında, Uzunel kardeşlerin ev Dalların altında…
Ve son nokta da İstasyon.
Henüz 55 Evler, Kurşunlu mahalleleri de imara açılmamış.
Anlayacağınız kent tarihsel kimliğine en yakın görünüşünü koruyor.
Şehir içinde ufak tefek imar değişiklikleri olsa bile Osmanlı’dan
devraldığımız karakteri yerli yerinde.

Ne zamanki 12 Eylül faşist darbesi oldu…
Yalnız aydınların ilericilerin değil tüm ülkede illerin,
ilçelerin ölüm fermanı imzalandı.
Kalkınmanın formülünü küresel ekonomiye (kapitalizm) endeksleyen
Özal ve çakma prensleri belediyeler marifetiyle büyük yıkıma başladılar.
Artık eskinin, tarihsel dokunun bir anlamı kalmamıştı.
Ve yerine beton denilen çirkin malzemeden  oluşan apartmanları dikip Vandal bir anlayışla medeniyet diye pazarladılar.
Görgüsüz, eğitimsiz cahil halk bakır tenceresini verip alüminyuma,
porselen tabağını verip melamine tav olduğu gibi bahçeli, avlulu ata yadigarı evlerini açgözlü müteahhitlere kolaylıkla teslim ettiler.
Bu arada “çevre, “plânlama”, “tarihe kültüre saygı “ diyen duyarlı vatandaşları da terlikle kovalayıp muhafazakârlıkla suçladılar!

Netice itibariyle; tarihin gözbebeği Amasya gitti, yerine betonla donanmış çirkin bir manzara çıktı.
Ama alan razı veren razı hesabı ne bağlar kaldı ne de bahçeler.
Elma, kiraz, şeftali ağaçları aylarca gözyaşı döktü, gören olmadı…
Yeşilırmak sevdalısı salkım söğütler susuzluktan kurudu,
çünkü yapılan yüksek duvarlar yüzünden kanala dönüşen ırmak ile
bağları vahşice kesilmişti.
Ve bütün bu ağır kayıplar sonucu ortaya çıkan hüzünlü tablo,
ki adına da “modernlik” dediler, kimseyi rahatsız etmedi.
Evet, hemşerilerimin artık arabaları vardı…
Ama trafik sıkışıklığı yüzünden yaya olarak 10 dakikada gittikleri
şehir içi mesafeye ulaşamıyorlardı…
Varsın olsun,   araç radyosunda ise bir Alaattin Yavaşça şarkısı çalıyordu:
“Artık solan bu bahçede bülbüllere yer yok…”

Çünkü mahalleler sokaklar iş makinalarıyla inşaat çukuruna dönüşmüştü.
Çocukların dünyası yok sayılmış, en değerli oyuncakları imha edilmiş,
mahalle arkadaşlıkları bambaşka bir evrene taşınmıştı.
Oranın da adresi belliydi, dört duvar arası, elde Ipad, cep telefonu…
Sanal alemin labirentleri arasında amaçsız yolculuklar…


Evet, Sadettin ağabeyimin arzusunu layıkıyla yerine getiremesem de
yine de Amasya muhabbeti yaptık.
Yarından başlamak üzere de yeniden mahalle aralarını yazmaya
başlarım…
ilk sıraya Savadiye’yi koyalım…
Bekle beni sevgili dayıcığım faytoncu İskender…
Aç bir 35’lik geliyorum…
Belki bahçende hasret kaldığımız bülbül seslerini duyarız!

Macit CÜNÜNOĞLU

Hiç yorum yok: