bir şair vardı, öğretmen

13 Eylül 2024

NARİNCE


Aç kapıyı cennet
Ben geldim.

Ayakkabılarım da elimde.
Artık sonsuza kadar birlikteyiz.
İstop, sek sek oynar mıyız?
Ne de olsa sekiz yaşındayım.
Artık Ayşelerin değil, meleklerin yoldaşıyım.
Kursta da öyle söylediler.
“Allah’tan kork, müminden korkma” dediler.
Oysa hiç de öyle değilmiş.
Canavar ruhlu bir insan çöktü tepeme.
Hem de evimizin bahçesinde.
Önce boğdu, sonra çuvala koydu…
Ve cansız bedenimi dereye attı.
Bitti artık her şey, umutlarım hayallerim sökülüp alındı…
Yaşım henüz sekiz…
İnanmayacaksınız ama tabutuma gelinlik de serpiştiler.
Halbuki aklım okulumdaydı, arkadaşlarımdaydı…
İp atlayacaktık onlarla…
Ama ipi boğazıma doladılar ve sıktılar…
Ta ki son nefesimi verene kadar.
Nasıl bir dünyada yaşamışım, hâlâ anlamış değilim.
Ne doya doya saklambaç oynayabildim,
Ne de şeker yiyebildim.
Büyüklerin dünyasında kaybolup gittim.
Daha doğrusu saklandım…
1, 2, 3, 4, …..10…
Sağım solum sobe, saklanmayan ebe!
Ayakkabılarım elimde sekiz yaşındayım.
N’olur kimselere saklandığım yeri söylemeyin.
Oldu mu abilerim, ablalarım, teyzelerim, amcalarım?
Şimdi cennetin kapısındayım.

Macit CÜNÜNOĞLU

06 Eylül 2024

KIRIK VAZOLAR



Benim çocukluğumda Amasya’da çiçekçi yoktu.
Belki evlerde vazo da bulunmuyordu.
Ancak kentin eski dokusunu hatırlayınca çoğu
evin büyük veya küçük bahçesi vardı.
Güller, yaseminler, gülbaharlar dikildiğini biliyorum.
Hatta çok zevkli süs havuzları da vardı.
Nihayetinde Amasya köy veya kasaba değildi.
Osmanlının önemsediği birkaç yerleşim merkezinden biriydi.
Ayrıca önemli sayıda şehzadenin buraya gönderilmesi de tesadüf değildi.
Mesela en önemli padişahların başında gelen Fatih’in şehzadelik döneminde
kentte valilik yapması dikkat çekiciydi.
Ayrıca Yavuz’un burada doğması da tarihin cilvelerinden biriydi.
Ki Alevi toplumuna uyguladığı soykırımla kan kusturmuştu!

Neyse, bu mevzular tarihin konusu.
Ben de tarihçi olmadığıma göre yaşadığım devirlerin
dışına çıkmamalıyım.
Yoksa baltayı taşa vururum ki, işte o zaman ayıkla
pirincin taşını!
Dost var düşman var, hepsinden önemlisi de molla valimiz var.
Uluorta söylediklerim kulağına giderse, al başına belayı…
Valla bu gibileri iyi tanırım, kendisi gibi düşünmeyen
birisine kafayı taktı mı dünyayı zindan eder.
Tecrübeyle sabittir, hatta bir adım ileri gideyim,
kente girişimi bile yasaklayabilir.
Çünkü elinde güçlü argümanlar var.
Başta şehrin manevi atmosferini bozacağımı ileri sürebilir(!)…
Ki haklı da çıkar.
Şöyle ki hükümet konağının tam önünde, ayaklarımı
uzatmışım ırmağa, elimde şarap şişesi, yanında tuzlu leblebi…
Of ulan offf!
Keyfe bak, tabii bütün bunlar idam fermanımın  delili…
Öyleyse tekbir eşliğinde vurun zındığa, katli vaciptir!
Gördünüz mü trajik senaryoyu?

Siz istediğiniz kadar inanmayın, Ali Kaya’nın işyerinin
başına gelenler de bu sebepten.
Baksanıza Giresun valisine; bizim valiyle beyinsel akraba….
Ferman buyurmuş ki, “açık havada alkol içmek yassak!”
Buyrun burdan yakın, ayrıca karar piknikçileri de kapsıyor.
Ölür müsün öldürür müsün, yoksa ülkeyi terk edip
Sedat Peker gibi Birleşik Arap Emirlikleri’ne mi iltica edersin…
Anlıyorum ki adamlar laiklik maddesini Anayasa’dan
kaldırmaya kararlılar, akabinde seküler hayatın şeriat
hükümleri gereğince yeniden dizaynı geliyor…
Vay yavrum vay, ne günlere kaldık?
Cevabı dilimin ucuna geliyor da yazıp yazmamakta
tereddüt ediyorum…
Neyse canım, atın ölümü arpadan olsun.
Medeni cesaretim, mangal gibi yüreğim var…
Ayrıca kim korkar Yalova kaymakamından..?..
Öyleyse yazayım: Bu rejimin adı Ortaçağ karanlığı,
derebeylik düzenidir.

O nedenledir ki eski Amasya’yı, Selim Salim amcaları,
Çağlayan’ı, Kristal’i, Cahit abinin Çiçek lokantasını
özlüyorum çiçek bahçelerini özlediğim kadar…
Ancak her geldiğimde diri diri gömülmek pahasına
Mahzen’e çöküyorum…
Hayalimde Şehir Kulübü’nün balkonu, Ali Kaya’nın terası…
Ama ellerimde güller, koyacak vazo arıyorum…
Yüreğimle beraber sulayacağım renkli vazolar…
Ancak hepsi çoktan kırılmış, yaralı gönüllerimiz gibi…
Haksız mıyım değerli dostlar?

Macit CÜNÜNOĞLU

03 Eylül 2024

EYLÜL’DE GEL


Amasya beni çağırıyor.
Geçen gün mesaj atmış:
“Ağustos sıcakları geçti, Eylül’de gel.”
Gel de bu samimi davete icabet etme.
Aslında memleketime en son ziyaretimi 2017 yılının haziran ayında yapmıştım.
Şaka maka değil, yedi yıl geçmiş.
Dayı oğlum Celal’le (Sonuşen) dolu dolu beş gün geçirmiştik.
Hiç unutamayacağım, lezzetli bir tatildi.
Ama can kardeşim Celal yok artık.
Sonsuzluğa göçeli altı yıl oldu.
Melekler yoldaşı olsun,
O’nsuz Amasya çekilir mi?
Yine de kolayca vazgeçilecek memleket değil.
Onca tahribata, molla Vali’ye rağmen mihrap yerinde.
En azından Yeşilırmak boyları, dağlar var.
Çevresi çok değişse de Selağzı yerli yerinde.
Hele Kocacık çarşısı, Amasya’nın Beyoğlu’su.
İki tur atmak ömre bedel.
Tabii gözler İlhamiler’i, Ortanca Şadi’yi, saatçı Sırrı’yı,
Özdemir kardeşleri, Çulteks Ekrem’i, Yakubunni’yi,
boyacı Şerif’i, Sokullular’ı, kuyumcu Dikran’ı arasa da
biliyorum ki hepsi başka dünyadalar…
Ve hatıralarımın en kıymetli yerindeler.
Zaten Amasya’yı anılarla gezmek güzel.
Çünkü bugünkü hali bana hitap etmiyor.
Kulüp yok, Park yok, Lise yok…
Neyleyim Hilton’u, Elma oteli, Yamaç Bistro’yu…
Ali Kaya da sizlere ömür…
Geriye de bir Ebemü kalıyor.
Canım benim, Hüseyin Aylak da genç yaşta aramızdan ayrıldı,
Ebemülüydü, iyi bir fotoğraf ustasıydı…
Gölbaşı tesislerinde O’nunla buluşmak isterdim…
Heyhat, çoğu dostum gibi O da toprakla buluştu.
Ya Alpaslan (Samur), Ortaokul’dan sınıf arkadaşım.
Amasya’nın âdeta yaşayan hafızasıydı.
Kentlisinden köylüsüne kadar herkesi tanır, soyağacını bilirdi.
Ama talihsiz kaderi yakasını bir türlü bırakmadı.
Nihayetinde de geride kalan onca acılarla
Tekir Dede’ye taşındı.
Toprak incitmesin değerli dostumu.
Fakat kentte hâlâ ayakta kalmayı beceren efsaneler de var.
Örneğin Nurettin Naci Karademir, nam-ı diğer “Minik kuş”.
Gün geçmiyor ki sesi bir yerlerden duyulmasın.
En son doğduğum mahallenin (Gümüşlü) sokaklarındaydı.
Esnaf dinleyici kitlesi, karaöke eşliğinde “Günaydın programı”
yapıyor.
Tabii televizyon kameraları kayıtta, akşama da ekranlarda.
Alın size sazlı sözlü turizm elçisi.
Vallahi her kente nasip olmaz, 68 yaşındaki hemşerimizin
kıymetini bilmek lâzım…
Derken Amasya seyahat programımı bir an önce hayata geçirmeyelim.
Çünkü el ayak tutuyor, henüz baston desteğine de ihtiyacım yok.
Emekli bütçemi de denkleştirdim mi ver elini Amasya.
Başta yazmıştım, mesajda ne diyordu Amasya:
“Eylül’de gel.”
Söz, sarı yapraklar düşmeden sendeyim.
Bekle beni, masayı kur ırmak kenarına, nevale olarak kavun beyaz peynir yeter.
Büyük kuzu benden…
Of ulan offf!
Şimdiden ağzım sulandı, öyleyse katılalım dostlar kervanına.
Hep birlikte kadehler havaya, güzeller güzeli Amasya’nın şerefine!
Macit CÜNÜNOĞLU

02 Eylül 2024

.

 AKŞAMIN İÇİNDEN


Hafta yeni başladı
Daha merhaba demeden akşam oldu.
Demek ki zamanı durdurmanın imkânı yok
Aç kapa gözünü, 24 saat geride kaldı.

Oysa güne ne hayâllerle başlamıştım
Sabah yürüyüş yapıp, Özgürlük parkında
çiçek toplayacaktım.
Öğleden sonra da sevgilime mektup yazacaktım.
Sakın şaşırmayın, ben eski adamım…
Bazı konularda muhafazakâr sayılırım.

Kapıdan sağ ayağımla çıkar, yerde ekmek bulsam
öpüp başıma koyarım.
Büyüklerimin karşısında ayak ayak üstüne atmam,
asla “sizsiz” konuşmam.
Ve daha neler neler
Tuhaf hasletler işte.
Belki de geçmişle kurduğum güçlü bağlar.
Ama bana ait tüm bu alışkanlıklarımı
torunlarıma öğretmem…
Bakarsınız tersini yaparlar, o vakit kahrolurum.

Yine de eski olmak kıymetlidir.
Antika sınıfına dahil olmak anlamında değil canım…
Bu yaşta ne işim var Bit pazarında…
Üzerime nur yağmasını da istemem…
Ama kıdemli gönül dünyamın arzularına da hayır diyemem.

Günde bir paket sigara ile bir 35’lik ölçümdür.
Ne eksik ne fazla, ifrazata kaçmam.
Yani masaya oturduğu gibi kalkmasını bilenlerdenim.
Fakat o ortamın muhabbeti yok mu…
İşte onun  hastasıyım.
Üstelik memleket kurtarmayı bırakalı
asırlar geçmesine rağmen.
Varsın olsun, sevdalı bir çift göz uğruna
can veririm.
Bilmem anlatabildim mi?
İşte ben buyum, bir kuple aşk, bir kuple mazot…
Dağlara tırmanırım gelincik toplamak için…
Kitaplarımın arasında kurutup sevgilime göndermek için…
Tabii solgun bir fotoğraf eşliğinde.


Macit CÜNÜNOĞLU

HAZİN OLİMPİYAT


Paralimpik Oyunlar, engelli sporcuların katıldığı çok sporlu etkinliktir.
Orijinalindeki "paralympic" kelimesi; İngilizce, engelli anlamına gelen "paralyzed" ve "olympic" kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.
Yaz ve Kış Paralimpik Oyunları o dönemki Olimpiyatların hemen ardından yapılır.
Tüm Paralimpik Oyunları Uluslararası Paralimpik Komitesi tarafından yönetilir.
Söz konusu oyunlar geçtiğimiz hafta çarşamba günü Paris’te başladı.
Fransızlar bir kez daha uluslararası şölen sundu.
Gösteriler yine stadyumların dışındaydı…
Paris’le bütünleşen sanatsal faaliyetler izleyicileri âdeta büyüledi.
Tabii sporsever biri olarak televizyonumun başındaydım.
Keyifle karışık hüzünlü sahneler yaşadım.
Daha doğrusu gözyaşlarım hiç durmadı.
Onlarca ülkenin resmi geçit yaptığı caddelerde, meydanlarda
eksik uzuvlarıyla gülümseyen gençleri gördükçe elimde değil
çok duygulandım…
Başladım şükretmeye; ve dedim ki, “ey hayat, insanlığı savaşlardan koru,
ve lütfen silah üreticisi ülkelere gün yüzü gösterme.”
Yoksa bu hâl hâl değil, gidişat hiç de iyi değil.
Baksanıza Rusya Ukrayna savaşına, başlayalı üç yıldı,
sona erecek gibi de gözükmüyor.
Toplam kaç kişi öldü, kaç kişi yaralanıp sakat kaldı,
istatistiklere bile girmiyor.
Ayrıca hemen yanı başımızda süren İsrail – Filistin çatışmaları…
Ne zaman ateş kes sağlanacak, doğrusu ya merak ediyorum.
Ama füze saldırılarından da kimse vazgeçmiyor…
Ve insanlık Hollywood filmi izlercesine seyrediyor.
Çok trajik ama kanla tarih yazılıyor.
Çok yakın bir tarihte Kadıköy’de bulunan
Caferağa Kapalı Spor Salonu’nu uğradım.
Baktım engelli (tekerlekli) basketbolcuların maçı var.
Hemen hepsinin bir veya iki bacağı yok.
Fevkalâde gelişkin vücutlarıyla mücadele ediyorlar.
Merakımdan sordum soruşturdum, pek çoğu savaş gazisiymiş.
Ve dünyanın en kalleş silahı mayın kurbanı olmuşlar.
Gel de dayan, gönül rahatlığıyla sportif müsabakayı izle.
Nerde bende o yürek, gözlerim nemli salonu terk ettim.
Dolayısıyla Paralimpik oyunların açılış törenini izledim ama
gerisini getiremedim.
Çünkü kalp çarpıntısın yanı sıra tansiyon problemi yaşadım.
Ve binlerce engelli sporcuyu gördükçe insanlığımdan utandım…
Ve bir soru takıldı aklıma:
“Bu gençler hangi sebepten sakat kalmışlardı?”
Cevabını bilen var mı?
Benim kuşağım Vietnam savaşına başından sonuna şahit oldu.
Bu sürede ABD’li Johnson, Nixon, Vietnamlı Ho Şi Minh’i tanıdık…
Ve Ho amca anılarında savaş yıllarını ve sonuçlarını anlatıyordu:
"Tüfeği olanlar tüfekleri, kılıçları olanlar kılıçları, kılıçları olmayanlar küçük çapa ya da sopalarıyla savaştı. Her mezra ve cadde birer kale, her insan bir savaşçı, her parti hücresi bir kurmay heyeti gibiydi. Zafer, çok büyük bedellerle, 13 milyon şehit, binlerce kayıp, yüzbinlerce yaralı ve sakatla (83 bin sakat, 8 bin felç, 30 bin kör,10 bin sağır) kazanıldı."
Yüzyıllar öncesinden değil; elli, atmış yıl öncesinden söz ediyorum.
Ne hazin tablo değil mi?
Ama insanlık bu trajedileri hiç yaşamamış gibi yepyeni savaşlarla
kaldığı yerden devam ediyor…
Ve ne hazindir ki ülke yöneticilerim de şahin politikalarını iç siyasette
pazarlamaya çalışıyor ve aradığı desteği de maalesef buluyor.
Ve bu desteği de CHP çoğu zaman veriyor.
Öyleyse son söz olarak ne diyelim:
“Engelliler başımızın tacı, ancak beyinsel engelli savaş çığırtkanlarından
tüm ülkeleri koru tanrım, amen!”
Macit CÜNÜNOĞLU
Beğen
Yorum Yap
Kopyala

01 Eylül 2024

GÖNÜL PENCEREMDEN

 



Yeni bir hafta, yeni umutlar.
Sonbaharla Amasya tekrar buluşmuştur.
Irmak boyunca sıralanmış yaşlı çınarların yaprakları
yeşilden sarıya doğru koşmaya başlamış mıdır?
Ne dersiniz?
Geçenlerde Gülhane parkındaydım…
Tam da Nazım’ın yaslandığı ceviz ağacının dibindeyim.
Az ötede Sarayburnu, İstanbul’a ilk geldiğim 68 yılında
masmavi sularında kulaç attığım Boğaz yine davetkâr,
ama yorgun ve yaşlı bedenim sadece el sallamakla yetiniyor.
Evet, zaman su gibi akıp gidiyor.
Ancak ne İstanbul aşkım ne de Amasya hasretim bitiyor.
Yani yardan da serden de vazgeçemiyorum.

Oysa çağımızda mesafeler kısaldı.
Havayolu ile memleketim bir saatlik mesafede.
Gel gör ki “beni bırakma” diye İstanbul paçamdan asılıyor.
Hayret bi şey!
Yarım yüzyıldan fazla bu kentteyim…
Toyluk dönemimde ufaktan ufaktan flört etmeye başladık…
Sevdamız giderek derinleşmeye başladı…
Ve nihayetinde de 75 yaşıma geldim...
Meğersem farkında olmadan Ferhat ile Şirin’e dönüşmüşüz.
Şimdi de büyük aşkımız tekrar depreşmez mi?
Artık biz ayrılamayız şarkısını terennüm ederek daha fazla
iştahla sarılıyoruz birbirimize.
Ayrıca aşkın yaşı olur mu?
Binlerce yıllık şirin İstanbul’um benim gibi çıtır
delikanlıyı(!) bulmuş,
bu saatten sonra da bırakmak ister mi?

Fakat ya çocukluğum, ya gençliğim n’olacak?
O da doğduğum topraklara ait, yok mu sayacağım?
Hadi canım sende!
Hayatın gerçekleri var, aşk da bir yere kadar.
Ayrıca Amasya gönlümde yüzde 75’lik yer tutar.
Geriye kalanı da Dersaadet’e teslim edilmiştir.
Hâl böyle olunca memleket hasreti içimde alev alev.
Ancak varsam Yeşilırmak vadisine, sığınsam dağlar arasına.
Ne sokaklarım ne mahallem kalmış orta yerde.
Emrullah ustayla özdeşleşmiş parkım bile yok artık yerinde.
Geriye de hatırlarla dolu koskoca mazi kalmış, bir de
gençlik aşkları…
Sararmış mektup yaprakları gibi gönüller sonbahar…
Yine de bilincim direniyor, bedenim ayak uydurmasa da…
Kale’ye tırmanmak istiyorum.
Ve avazım yettiği kadar haykırmak istiyorum:
“Ey Amasya, terk ettiğim Amasya nerdesin?
Biliyorum 8500 yıllık tarihin var, fakat saygın bir kent iken
dönmüşsün köye. İki duble içecek dost da kalmamış,
hele sanat konuşacak hemşeriyi mumla ara ki bulasın.
Kusura bakma ama bu gidişle seni uzaktan sevmeye
devam edeceğim.”

Ayrıca senin olsun Hilton otelin, bana Şehir Kulübü’nün balkonu
yeter diyeceğim de, O da sizleri ömür.
Adamların kurutmadıkları yer kalmadı, 44 yıldır gelen giden
vuruyor canım memleketime…
Âdeta Vandal soyundan gelmeler, ne tarihe saygıları var,
ne de insanlığa.
Derebeyi gibi ülkeyi, kentleri yönetiyorlar…
En son temsilcilerinden biri de Amasya’da, son kaleleri
yıkmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Buldular kuzu gibi bir ahali, tepesine tepesine vuruyor!
Diyeceksiniz ki, “Belediye başkanı nerde?”
O mevzu da ayrı bir mesele, ayrı bir yazı konusu.
Söz, yeri ve zamanı geldi mi O’na da döşeniriz bir bir,
tumturaklı kallavi türünden.
Şimdilik dokunmuyorsak balayı sürecinde, daha bir yılını doldurmadı…
Yağmur dualarından arta kalan zamanında nasıl olsa kucağımıza düşer.
İşte o zaman gereği yapılır…
Di mi ama değerli canlar!

Macit CÜNÜNOĞLU

.

 YAŞAMAK


Marifet yaşamakta
Keramet ne tohumda
Ne toprakta
Ne başakta
Sol memenin altındaki cevahir var ya
mühim olan onu karartmamak
İşte o zaman bambaşka bir dünya serilir
gözlerinin önüne
Yürü git dostum korkusuzca
Nasıl olsa hayat seni sarıp sarmalar.

Macit CÜNÜNOĞLU