Yeni bir hafta, yeni umutlar.
Sonbaharla Amasya tekrar buluşmuştur.
Irmak boyunca sıralanmış yaşlı çınarların yaprakları
yeşilden sarıya doğru koşmaya başlamış mıdır?
Ne dersiniz?
Geçenlerde Gülhane parkındaydım…
Tam da Nazım’ın yaslandığı ceviz ağacının dibindeyim.
Az ötede Sarayburnu, İstanbul’a ilk geldiğim 68 yılında
masmavi sularında kulaç attığım Boğaz yine davetkâr,
ama yorgun ve yaşlı bedenim sadece el sallamakla yetiniyor.
Evet, zaman su gibi akıp gidiyor.
Ancak ne İstanbul aşkım ne de Amasya hasretim bitiyor.
Yani yardan da serden de vazgeçemiyorum.
Oysa çağımızda mesafeler kısaldı.
Havayolu ile memleketim bir saatlik mesafede.
Gel gör ki “beni bırakma” diye İstanbul paçamdan asılıyor.
Hayret bi şey!
Yarım yüzyıldan fazla bu kentteyim…
Toyluk dönemimde ufaktan ufaktan flört etmeye başladık…
Sevdamız giderek derinleşmeye başladı…
Ve nihayetinde de 75 yaşıma geldim...
Meğersem farkında olmadan Ferhat ile Şirin’e dönüşmüşüz.
Şimdi de büyük aşkımız tekrar depreşmez mi?
Artık biz ayrılamayız şarkısını terennüm ederek daha fazla
iştahla sarılıyoruz birbirimize.
Ayrıca aşkın yaşı olur mu?
Binlerce yıllık şirin İstanbul’um benim gibi çıtır
delikanlıyı(!) bulmuş,
bu saatten sonra da bırakmak ister mi?
Fakat ya çocukluğum, ya gençliğim n’olacak?
O da doğduğum topraklara ait, yok mu sayacağım?
Hadi canım sende!
Hayatın gerçekleri var, aşk da bir yere kadar.
Ayrıca Amasya gönlümde yüzde 75’lik yer tutar.
Geriye kalanı da Dersaadet’e teslim edilmiştir.
Hâl böyle olunca memleket hasreti içimde alev alev.
Ancak varsam Yeşilırmak vadisine, sığınsam dağlar arasına.
Ne sokaklarım ne mahallem kalmış orta yerde.
Emrullah ustayla özdeşleşmiş parkım bile yok artık yerinde.
Geriye de hatırlarla dolu koskoca mazi kalmış, bir de
gençlik aşkları…
Sararmış mektup yaprakları gibi gönüller sonbahar…
Yine de bilincim direniyor, bedenim ayak uydurmasa da…
Kale’ye tırmanmak istiyorum.
Ve avazım yettiği kadar haykırmak istiyorum:
“Ey Amasya, terk ettiğim Amasya nerdesin?
Biliyorum 8500 yıllık tarihin var, fakat saygın bir kent iken
dönmüşsün köye. İki duble içecek dost da kalmamış,
hele sanat konuşacak hemşeriyi mumla ara ki bulasın.
Kusura bakma ama bu gidişle seni uzaktan sevmeye
devam edeceğim.”
Ayrıca senin olsun Hilton otelin, bana Şehir Kulübü’nün balkonu
yeter diyeceğim de, O da sizleri ömür.
Adamların kurutmadıkları yer kalmadı, 44 yıldır gelen giden
vuruyor canım memleketime…
Âdeta Vandal soyundan gelmeler, ne tarihe saygıları var,
ne de insanlığa.
Derebeyi gibi ülkeyi, kentleri yönetiyorlar…
En son temsilcilerinden biri de Amasya’da, son kaleleri
yıkmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Buldular kuzu gibi bir ahali, tepesine tepesine vuruyor!
Diyeceksiniz ki, “Belediye başkanı nerde?”
O mevzu da ayrı bir mesele, ayrı bir yazı konusu.
Söz, yeri ve zamanı geldi mi O’na da döşeniriz bir bir,
tumturaklı kallavi türünden.
Şimdilik dokunmuyorsak balayı sürecinde, daha bir yılını doldurmadı…
Yağmur dualarından arta kalan zamanında nasıl olsa kucağımıza düşer.
İşte o zaman gereği yapılır…
Di mi ama değerli canlar!
Macit CÜNÜNOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder