Bugün Pazar, hava güneşli, serçelerin keyfi yerinde.
Bahçemizdeki çam ağaçlarında âdeta dans ediyorlar.
Balkonumdaki küpe çiçeklerinin yanına bu yıl
yasemin de ilave ettim…
Karanfil kokusuyla harmanlanıp ortamı mis gibi yaptılar.
Bu arada günlük rutinim gereği bir film izledim.
Adı: Nomandland, Oscar ödüllü.
Baş rolde Frances McDormand oynuyor.
Çok severim, bana göre Hollywood’un gerçek yıldızlarından.
Tabii bir iki kitap karıştırmayı da ihmal etmedim.
Fonda da her zamanki gibi caz klasikleri.
Netice itibariyle sonsuzluğa doğru yuvarlanıp gidiyoruz işte…
Derken son zamanlarda kızım Sıla’nın yazdıklarına kafayı taktım.
Ciddi ciddi psikoloji, felsefe yazıyor.
Oysa işletme okudu, yıllardır da özel sektörde çalışıyor.
Ancak parayla işi yok, insanca yaşamanın aracı olarak görüyor.
Özetle “helva” demesini de “halva” demesini de biliyor.
Dilerim bu özelliği torunlarıma da geçer.
Fakat yazılarında işlediği konuları dikkatli okuyunca
ister istemez gençlik yıllarıma gidiyorum.
Şöyle ki, benim kuşağım da sağlam kitapseverdi.
Başta sosyoloji, felsefe okurdu.
Bilhassa siyasi tarih mevzusunda uzmandılar.
Hele hele de Sovyetler Birliği tarihini bilmeyen sınıfta kalırdı!
Bir George Politzer’in “Felsefenin ilkeleri” kitabı vardı ki,
solculuğa girişin alfabesi kabul edilirdi.
Çoğu genç 18’li yaşlarda Hegel’i tanımış, Marx’la dost olmuş,
“Diyalektik materyalizm”in engin sularında yüzmeye başlamıştı.
Aristotales’e, Heraklit’e kırk yıllık akraba diye bakılıyordu.
Metafizik çoktan reddedilmiş, dogmatizme asla yer yok…
Burjuva demokrasisi küçümsenmiş, varsa yoksa devrim ülküsü.
Bir de final sahnesi: Tabii ki “Proletarya diktatörlüğü”…
Breh breh!
Bir ömür böyle geçti.
Geriye de yıkılan hayâller, sönmüş umutlar kaldı.
Ancak pişmanlık var mı derseniz: Asla.
Sadece zamanın ruhuydu diye cevaplandırabilirim…
68 kuşağı olarak tarih sahnesindeki yerimizi alıp rolümüzü oynadık…
Ve büyük bir yenilgiyle de dersimizi alıp köşemize çekildik.
Ama olgunlaşmış düşünsel dünyamızı hep koruyup besleyerek.
Çoğu yoldaş da iyi bir yazar-gazeteci-politikacı oldu.
Örneğin Erdal Öz, Zülfü Livaneli, Ahmet Ümit, Hakan Aksay vd.
Eski TKP’li Mehmet Uçum da sultanımıza “Baş danışman” oldu!
Daha ne olsun.
Bu arada kızım Sıla’ya bir kez daha teşekkür ediyorum…
Beni yıllar öncesine götürüp anılarımı tazeleme fırsatı verdiği için.
İyi ki var, iyi ki gerçek bir okur-yazar.
Ne mutlu ona, gurur kaynağım benim.
Şımarıklığım da affola.
Macit CÜNÜNOĞLU